Fazıl Hüsnü Dağlarca Şiirleri Af Akşamı Af buyruğuyla açılmıştı hapishane kapısı Taşıyordu koca burunlar tıraşlı enseler kara çeneler Dizleri eğri omuzları çarpılmış sırtlar çıkık dökülüyordu Vakitlere kapanmış büyük karanlıklardan Taşıyordu vay dökülüyordu vay Yırtık pis bitli çirkin Sokağı dolduruyordu terli can uğultusu Geçiriyordu avucunu şaşkınlıkla saçından saçından 9 yıl yatmış Kolunda anası kucağında yavrusu Doldurmuştu kapının önünü kalabalık Kimi ta dağ köylerinden koşmuş Kimi ta denizlerden Bir özlem sarmış bağrı ölümden yüce Sevgiyle arıyorlar parçalarını Heybelerinde ekmek destilerinde su Bir türlü inanamıyordu sokaklara sokaklara 20 yıl yatmış Gönüllere sığmaz olmuş kavuşmak duygusu Öyle sarılır ki geçmişe Erir göğsü göğsünde tutuklunun Pişmanlık kavaklar tarlalar davarlar için Pişmanlık gemilere düğünlere ırmaklara Pişmanlık beşiklerden kağnılardan sessiz Yerce gökçe değil insan dolusu Çılgınca kucaklıyordu hepimizi hepimizi 5 buçuk yıl yatmış Taşar içerde kalanların sorusu Çubuk demirler arkasından maviliğe Hem esenliğe ermiş hem yaşlı yelcek Bir yurt türküsü yeniler karanlığı Zaman yeğnik değildir yeğniktir Dön de gör ananı belleyecek Boş koğuşlar kurmuş pusu Sönük gözü aydınlıkla büyüyordu büyüyordu 8 yıl yatmış Çıkınlarda gecenin binlerce gecenin uyunmamış uykusu Bir yorgunluk çökünce yürünmüş yeryüzünden Kalabalıkta dağılır birer ikişer özgür Doğuya batıya kuzeye güneye özgür Yüreklerinde bir çığ Yaşamak sevinci vay Yaşamak korkusu İnmeli yani sıçrıyordu havaya havaya 17 yıl yatmış Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Ağır Hasta Ağır Hasta Üfleme bana anneciğim korkuyorum Dua edip edip, geceleri. Haytayım ama ne kadar güzel Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri. Niçin böyle örtmüşler üstümü Çok muntazam, ki bana hüzün verir. Ağarırken uzak rüzgarlar içinde Oyuncaklar gibi şehir. Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum Ağlıyorsun, nur gibi. Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha Duvardaki resimlerle, nasibi. Anneciğim, büyüyorum ben şimdi, Büyüyor göllerde kamış. Fakat değnekten atım nerde Kardeşim su versin ona, susamış. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Akdeniz Şiirleri Akdeniz Şiirleri Sen Deniz Gök, Bir an dursanız uykuda Büyür bir yosun geceye karşı. Tedirgin olur ölüler Bir an yaşlansanız karanlığa, Sen Deniz Gök. --------------------- Dalarım engine Ki yaşadığım Anıladığımdır. Roma'yla Kartaca'nın arasında Yüzer, sevgi sevgi İstanbul. Böler bir kuş düşüncemi ikiye Maviden Yarıda kalır içki. --------------------- Dersin ki Ellerimize değecek Yıldızlar Büyüyecek büyüyecek de. Dersin ki Bir aydınlığı var Sevgililer için, Karanlık sessiz de. Dersin ki Uyuyamıyorum Yalnızız Gece, mavi de. --------------------- Sessizdi yeryüzü Yeryüzünde biricik Akdeniz vardı Akdenizde Yalnız ikimiz. Beni seviyor musun dedim, Yumdu gözlerini uzaklığa, Tam sorulacak an, diye gülümsedi, Tam sorulacak yer. --------------------- Bir kocaman yeşil bir kocaman boz Yellerde Çarpar birbirine çarpar enginlere dek. Dalgaların ucunda yıldızların ucu Her köpük bir fırtına Her köpük bir evren. Şu deniz şu gök gizlenebilir Seni sevdiğim Gizlenemez. --------------------- Havaya da yalıma da ağaca da benzer ama En çok suya benzer Sevgimiz. Morluğun acısı var sonu yok Karışır yaşamımıza Kendiliğinden. Herkes ölünce toprak olurmuş Hayır hayır Bizim su olacağımız besbelli. --------------------- Akdeniz enginlerde kararmaktadır Ama Ben Öyle maviyim ki. Akdeniz bir gitmişlikle eski, uzak, Ama Ben Sahibi gibiyim yıldızların. Akdeniz seni bir daha yaratamaz Ama Ben Seni bir daha sevebilirim. --------------------- Deli gibi bir gürültü, ansızın, Yırtılırcasına yarılır sessizlik, Düşünür Akdeniz. İşte uçaklar geçer havalarından Kalır mavilik üstünde apak izleri, Akdeniz anlar ve sever. --------------------- Denizdir, Her akşam üstü Bütün düşüncelerde Gelip gider. 7nin le Acısı Uzunluğu Aksi. Ve gece yarısıdır bu masmavi şey, Senin Uzaklarda Unuttuğun sessizlik. --------------------- Duymuştun Bu türküyü Çok eskiden de. Bu türküyle anılarsın yelden Yeşilden Kadırgaların dibindeki sessiz yosunları. Bu Akdeniz dalgalarında bu türküde sen Varsın ışıl ışıl Ve yoksun biraz. --------------------- İyice düşün bu bütün yaşamamızdır. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Anımsamalar- 86 Anımsamalar- 86 Dünya kadar büyük bir günüydü çocukluğumun, Mektebe ilk gittiğim o altın sabah. Omuzumda kalmıştı el sıcaklığıyla Anamın okşarken söylediği bir "Bismillâh" Muhayyeleme sığmayan beyaz bir bina Ve kocaman bir bahçe ki oyundan büyük. Harfler kadar yabancı ve çirkin çocuklar Renk renk elbise, renk renk göğüslük. İlk ders bir bayramın son günü gibi soğuktu Gördük karatahtada, "Hesap" denen karaltıyı, Ezberletti kendi numarasını hoca, herkese; Ben de öğrendim iki haneli seksen altı'yı. Ve paydos gelmedi bir türlü odamıza Duvardaki levhaları ezberledim, masal gibi. Deminki çirkin çocukların oldu yavaşca hepsi güzel Ve o sevgiyle sevdim onları ki sızlatır daima kalbi. Oyunlar ve neş'elerle geçti o gün Ve tatlı rüyalar gibi bitti mektep. Bilgimi düşürmeden eve götürmek için İçimden seksen altı, seksen altı diyordum hep. Eve gelince kestim defterimden bir güle benzeyen iki rakamı Dolabıma yapıştırdım yan yana, bir zafer saadetiyle Ablalarımın göreceği saati bayram gibi bekledim TatlIydI bu bekleyiş mavi bir arifeden bile. Fakat şaşırmıştım iki rakamın yerini Dolap kadar, ev kadar guldü halime ablalarım. Anlar gibi durdumsa da, anlamadım yer değişse ne olur? Ki hâlâ para saydıkca o hayreti duyarım. Ki hâlâ yaşarım bir ayrılıkta o hayreti Dalarım 86, 68 diye bazen. Yer değiştirince başka şey olmak ne tuhaf Ne tuhaf ölümü duymak seksen altıdan! Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Ankaralı Hasan Bağlamasını Yanından Ayırmazdı Ankaralı Hasan Bağlamasını Yanından Ayırmazdı Altı kere aldılar Şehitler Tepesi'ni, Altı kere geri aldık. Ovalar şahidimiz, Sonunda biz aldık. İlle dermiş gavur, Gülerim illesine! Gece atar, gündüz atar, yorulmaz, Delik delik oldu nazlı yer. Yanaşmaz ki iki nefes sorasın, Kimi arar, ne söyler? Deli midir, kör müdür, Şaşarım güllesine! Yaralarım köyceğizi düşünür, Kanımın boşuna akası yok. Düşmana malum ola, Dipciğim yüreğimdir çarpınca, şakası yok Ayacığıma düşmüş, Acırım kellesine!... Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Âsû Âsû Suçu büyüktü Âsû'nun göklere dek Taş atmıştı güneşe doğru Bilinmeyen türküsünde Bilinmeyen çağından Açtı uykusuzdu sayrıydı Dolmuştu şeytanların soluğu derisine Kötü bir ışık Ve mavilikte duruşu çarpık ağaçların Sövmüş Tanrısına sövmüş Âsû Âsû Yakılacak yakılacak Âsû Âsû Doymuşlar bir ilk zaman içinde Ki sürer sıcaklığı karın karın Kartalla doymuşlar yılanla doymuşlar Doymuşlar yellerle yıldızla yalazla Var olmanın yenikliği alna çizilmiş Kötü ruhlar uyusun türlü boyalar içre Ve ta masallara uzanır Dudakların kızıl süsleri Ağaç, davulların seslerinden Âsû Âsû Yeşiller allar sarılar Âsû Âsû Halay çeker korku Uzak kuşakların acısına karışık Yontulmuş taşlarda susar Güçsüz yumuşaklığı etin Büyünün kara kanını üfler boynuzlara Toprakta kök Açık bir esrikliktir apaçık bir uykudan Ve avın kurtuluşu işte Kişinin gücü Tanrının büyüklüğüne Âsû Âsû Yankılanır dağdan dağa insandan insana Âsû Âsû Devrilmiş gözleri ak Patlamış ürküden göğsü Bütün oba ateş bütün oba ölüm Bütün oba çırılçıplak Açlığı uykusuzluğu sayrılığı tükenmez ama Düşer elleri Yaşaması parlamaz ama Âsû'nun Ölüsü parlar Aydınlık yitiverir yeryüzü yalnızlığından Âsû Âsû Seni senin karanlığın sever ancak Âsû Âsû Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Bir Memet Daha Bir Memet Daha Topraktan mı çıktı yarı toprak bir yaratık, Gökten mi indi yarı gök bir kartal. Bir Memet daha var oldu o sıra, Tepenin doruğunda kalpağı al. Bir Memet olduğu besbelli, Saçları başakta, gözleri çiçekte. Elleri ayakları öylesin kocaman, Yüzü altı Memet'in yüzüne öylesin benzemekte. Vardı üç adımda masalcana, Ağzı duman tüten makineliye, dev. Kabzayı kavrar kavramaz bastı tetiğe Fışkırdı namludan sonsuz bir alev. Allah Allah, şaştı bütün dağlar, bütün gök, Şaştı dost düşman. Bu kimdir, bu kaçıncı Memet'tir, Ölülerde dirilerde dondu kan. Görsen efsane, görmesen efsane, Duysan efsane. Uzak mıdır bayraktan düşen, Yakın mıdır ne? Bir parıltı bir parıltı tarihten, Tanrıca dik. Yurdun ulusun kutsal gücü, Bu yedinci Memet, Memetçik. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Bitmez Sessizlik Bitmez Sessizlik Ben sizin kardeşinizim ha peki söyliyebilirsiniz Nasıl evlendiğinizi Nasıl sevmediğinizi bir gece Peki söyleyebilirsiniz Sonra daha eskiden o resmin günlerinde Anneniz henüz çıldırmamıştı Saçlarınız altın gibiydi ak omuzlarınıza değerken Peki söyleyebilirsiniz Ağaçlara Gülerdiniz çok Ve bir masal kızlığı uyutmazdı sizi orman yeşerince Peki söyleyebilirsiniz Sonra kaçmıştınız evinizden Düşünceye yalnızlığa uykuya ölüme Bir yangın yıkıntısında çırılçıplak Peki söyleyebilirsiniz Bir kız bir oğlan duvarlarda taş gölgeler bir kız bir oğlan Yatmıştınız üçyüz genç bir dağ sığınağında siz Dışarda karın kurtlar soğuğu içinizde taş çağınca bir donukluk Peki söyleyebilirsiniz Ben yarın gidiyorum ha bir başka karanlığa Ben gömütlüklerle sessizim yaslıyım sağırım Artık sevgiye inanmıyorsunuz artık hiç kimseyi sevmiyeceksiniz peki Peki söyleyebilirsiniz Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Bu Eller Miydi Bu Eller Miydi Bu eller miydi masallar arasından Rüyalara uzattığım bu eller miydi. Arzu dolu, yaşamak dolu, Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan. Bilyaların aydınlık dünyacıkları Bu eller miydi hayatı o dünyaların. Altın bir oyun gibi eserdi Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı. Topraktan evler yapan bu eller miydi Ki şimdi değmekte toprak olan evlere. El işi vazifelerin önünde Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi. Kaybolmuş o çizgilerden Falcının saadet dedikleri. O köylü çakısının kestiği yer Söğüt dallarından düdük yaparken... Bu eller miydi kesen mavi serçeyi Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık. Yorganın altına saklanarak Bu eller miydi sevmeyen geceyi. Ayrılmış sevgili oyuncaklardan Kırmış küçücük şişelerini. Ve her şeyden ve her şeyden sonra Bu eller miydi Allaha açılan !; Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Büyümek Büyümek Büyür ağaçlar maviliklerde, Bulutlar, aydınlıklar, uzaktan. Büyür şehirlerin yatakları, Mevsimlerin üstü, yaşamaktan. Bir anne gibi genişleyen sabah aydınlığı, Büyür kanatları yavru serçelerin. Büyük şehirler ve şehirlerde, Korkunç hayatı, gecelerin. Büyür hatıralar gibi ihtiyarlar, Yaşamayı hatırlarken. Büyür güzellikleri, vücutları kısmetleri, Çocuklar uyurken. Vakit büyür habersiz, Bir serinlik düşer her cama. Çiftçiler bile anlamadan Büyür topraklar daima. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Çakır'ın Destanı'ndan Çakır'ın Destanı'ndan - Vuzuh, el ve ayak halinde onu rahatsız ediyordu. Karar vermişim, öleceğim, Büyük sular arasında, korkusuz. Nur ile, uzak yazılar ile, Bir muska gibi boynumda kalacak, Bu husus. Senelerce evvel, tohumların mavi zamanından evvel, Karar vermişim, gece kuşlarının müsaadesinde, Etrafıma boş ve büyük kadehler dizeceğim. Ve seyredeceğim onları sultanlar gibi; Kurumuş ölülerin içmek hevesinde. Havadan hafif ve bazı kadınlardan daha eski, Çırılçıplak doğduğumuza dair; Cihan boyunca, şehirlerle, dağlarla devam eden, Vaktin nebatlarla sallanan güzelliği, Bir yadigarlık ki bilinir. Aklın zina olduğu yerde, Taşlar, odunlar gibi yavaş. Tarihin beyaz ve aydınlık havasından, Karar vermişim, öleceğim, Büyük hayvan iskeletleriyle sırdaş. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Çanakkale'de Ölüm Çanakkale'de Ölüm Sen ölüm, Evlerde pissin ama, Dağlarda iğrençsin. Sen ölüm,http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Birinin adı silinir de, Adın geçer ancak. Sen ölüm, Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da Tutarsın, görürsün oralarda ancak. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Sen ölüm, Ülkelerde kötüsün ya Ülkelerarası daha çirkinsin. Sen ölüm, Sayrılıklardan sonra gelirsin peki, Şu dev gibi, şu dipdiri gençlerle işin nedir? http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Cezayir Türküsü Cezayir Türküsü Ya Allah Ya Allah derim ki Titrerim Kara sesimden Ya Allah. Ya su Akar da aydınlığın uzak anılarımdan Şırıldar yüreğimde ünlü korsanların dalgaları. Yüce sultanların kılıçları parlar yüzümde Ya su, anlıyor musun? Burası Cezayir, ya çöl, Develerin binlerce yıl taşıdığı, atalardan, Sevgi, Us, Kişiliğim ya çıngırak. Yıldızlar kötü olacakların üçgenlerinde Yok etmiş üç yönü. Yedi yönü var etmiş mutsuz kisiliğinde yıldızlar, Ama uyukluyorum işte Ya dönence, ağlamak dururken. Ya hurma, tadın yok gayrı, Nice saklasan yalnızlığı Koyu yeşilliğini büyütsen nice, Yitmiş güzelliğimiz Ya hurma, elim ayağım acı. Nasıl haykırıyor çiğnenmiş kumlar, duyuyor musun? Ya ana kalk Ya kadın yürü Ya oğul koş Bir anlamın gereken kurtuluşuna. Kurt iskeletlerince çirkindirler şimdi, Ölülerim vurulmuşlar alınlarından, Düşmüşler Akdenize doğru. Özgürlükleri kalmamış artık Al benim ölülerimi, ya gece. Ya toprak ko beni gideyim gideyim, Varmışların ardına öcül öcül. Ve küçücük ve eski ve yırtık bayraklar arasından, Ya gök Al beni. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Çirkin Çirkin Çirkin, yavrum, dudaklarındaki kızıllık, Kansız doğaya karşı. Uyurken memleket ve evren uzaktan, Uyurken bir hücre, hücreler içinde, Eksi. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Çirkin, bu satışlar, Yüzde yirmi, yüzde otuz. Geçer anların tadı içerden ; Anılar ve sevgiler, çarşılar üstünde, uçar. Yeniden var oluruz. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Sürünür ovalar yaslı ve boşuna, Çirkin şimdi, yükselmiş güzellik. Ve kaçar yaşamanın ölçülerinde; yeni, uzun; Bir avuçluk, bütün dokunduklarımız, Bir ellik. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Okulumuz, bahçelere, hesaplara dönmüş, Çirkin. Sonsuz ormanlığı rahatlığın, yüce uzamışlığı erdemliliğin, Dağlarda ve sokaklarda. Tedirgin. Yalanla, gerçeklerin sırrına varmış, Oyunla karışmış, ölmüşlerin akıllarına; Çirkin, mahkemelerde bir avukat. Gelir bilinmeyen yönlerin namussuz hoşluğu, Körlerden ve topallardan daha sakat. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Çirkindir, uzayan erkek vakitlere göre, Gece yarısı. Ağrıyan kemiklerle, uzaklıklara gizlenmiş, Acımakla değil, korkunçluğuyla büyük, Yıldızlar yıldızlar ve yukarısı. Çirkin değil midir, dolarken nesillerin hayırsızlığına, Yavaş yavaş. Ninelerin çarpılmış yüzünde, Kabul edilmemiş duasında gelinlerin, Tarihlerden bir savaş? Bir ekmek kavgası duyulur ta böceklerden, Uluyan ağaçlar, susan makineler sesi. İğrenç hendeseleri gövdenin, bürünür düşlere; Gezegenler arasındaki uygarlığa karşı, Çirkin, doymuşların ve doymamışların nefesi. Nasıl kımıldamasın, nasıl uyusun, Sabrımız ve ahmaklığımız, derinde ? Güzel değildir avunmak, kuşlar çiçekler boşunadır; Çirkindir, küçük mutluluğumuz, Piç dünyalar üzerinde. İnsan boyu kadar cüce, insan ömrü kadar kısa, Güzel neymiş ki ulu çirkinin yanında? Çirkin, bu, bardaklara sığmayan kederimiz, Çirkin, bu ardı ve önü görünmeyen kader, Karanlıkla ve soysuzlukla yaşar, vatanında. Ölüm, karşılıksız gülümseme, çaresiz şey, Uğruna efsaneler beyazlığında yürür nefis. Çirkin, bin yıl önceki anam babam, Koydukları her taş, inandıkları her masal, Pis. Tanrı duymaz, cenazeler duymaz, Göklerde şehrimizin utanmayan sağırlığı, Biter, aptalın türküleri, gömülerde, Aşkın, havanın, yerin hafifliğinde ey dost, Çirkindir ağırlığım, ağırlığın, ağırlığı. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Daha Us Daha Us Taş atar aylara günlere gezegenlerden o, Avuçlarında en bağnaz inanış, soyunuk. Ver sen bir ölçek, bir ölçek daha, bin yıl ötesinden, Aç gömüleri Dara'nın soyunuk. Emmez ki bebe, dolmaz ki bebenin annesi, Nice emse emdirse, anlam soyunuk. Bir kurt ulumaz, ama kılları delice büyür, Bakımsız ormanlara, mağaralara, soyunuk. Yetmiyor, yetmiyor bana bu yeryüzü yalnızlığı, Burda bütün sevdiklerim soyunuk. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dal Dal Dağ uzanı gökyüzüne, Ölüler karanlığa uzanı. Nerelerden nerelere varır yaşamak, Acıdan, iğde sarılığından, düşünüden uzanı. Sever misin, öpüler ardı boş, İşte bıraktığı güzelin, bir çirkin uzanı. Yankılar, gezegenlerden ağrı gelip gider, Başı kopmuş gök mamurlarından bir uzanı. Uzandığımız, belki de bu gece, belki de bu yatakta En bilinmeze uzanı. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Davet Davet Namaza gidiyorum, alay dizilmiş, İhtişamımla uzuyor yollar. Bazen davet eder kölelerim hayata vücudumu: "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var..." Vakti altın gibi serpiyorum, Kapışıyor, genç, ihtiyar. Suların ve kuşların sesleri yanım sıra: "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var..." Ben ki kıtalar keşfetmişim, nesillerden, Ben ki cihan kadar. Gündüzün bittiği yerler karanlık: "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var..." Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dayak Dayak İster misin ellerimizi birleştirelim, Sen iki vur, ben iki daha, Çalmış mı, Emmiş mi alın terini ulusunun, Sen dört vur, ben dört daha. Gemi seçmeye mi gitmiş 20 kişi, çay bulmaya mı yollanmış 30 kişi, Dışbakan olmuş da yüzde mi almış. - Saçı bitmedik çocuklarım aç iken kerpiç köylerde, Bebek kızlarım gecelerce aklığını satarken- Sen yedi vur, ben yedi daha. Ha, ister misin ellerimizi birleştirelim, Değeri 8 iken, 208'e mi vermiş bir tabak fasulyayı, Dilekçeni görür görmez deve boynunu sallamış, 500 mü koparmış senden, Saylav seçilmiş de geleceğine yatırım mı yapmış, devrimi çiğneyerek, Sen dokuz vur, ben dokuz daha. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Deniz Feneri Deniz Feneri Uzanmış koca burun açık denize doğru, Lacivert ve gri gecenin değerinde. Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi, Deniz feneri parlar, Talihe aldırmadan kayalar üzerinde. Bulutlar birleşir alaca düzlüklerde, Çöker uzak limanlardan bir sis. Bir sıkıntı başlar karanlığında kaderin, Bildirir, yanınca yanınca, Ömrün neresindesiniz, aşkın neresindesiniz? Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında, Bırak anılar gitsin biraz daha geri. Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir, Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl, Hep bu benekte bu deniz feneri. Bak deniz savaşlarına, yaşlı korsanlara, Uçan dalgalara, uyuyan rüzgara bakmış, Bir tek göz kadar kara ve mavi, Enginle boş, Kısmetsiz balıkçılara bakmış. Saçlarında tuz kokan, ölü kokan bir serinlik, Yüzünde bir fırtına tadı. Durursun yorgun, umutsuz, Birden bir daha yanıp söner, sevinçle titrersin, Bir şey, belki de yaşaman uzadı. Yaslıdır dulların ölçülmez özleminde, Güçlüdür kocaman geceleri taşır. Delidir, konuşmaz, uyumaz, Sonrasızlığın iyiliğini bekler, kötü günlerden, Akıllıdır. Sarhoş gemilerimiz sallanır sallanır, Gömülmüş kasırgaların uykusuyla belli, Kayalar mezarlara benzer enginlerden, Duyulur sudan göğe kadar, "Ölüsü kandilli." Vakit yok olur, zamandan boşalır varlık, Düşmez burçlardan haber. Bir uğursuzlukla ağır ve yorgun, Bütün insanlar bitti sanırsınız, Deniz feneri gülümser. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Destan Ölü Destan Ölü İşte zamanın karanlığı, gece gibi, Geçer bir gölge komadan. İşte Tanrı nefesli sahiller, İşte Bizans kopmuş Romadan. Sakalları uzamış keşişler sırtında, Bahar halinde bir yük: Sur örülmüş kıyılarda yokluğa taraf, Taşlarla, kıskançlıkla ağır ve büyük. Eski İstanbul, ruh kadar eski, İnsan daha fazla eskiyemez ki. Bir boşluk ki göller tadında uzun, Ya hiçe uzanmış vaktimiz, ya hepe. Yedi meçhul üstüne açılmış, Yedi tepe. Haliç, dünya öküzünün boynuzu, hiç kımıldamaz, Kımıldar bir kapalı su. Geçer, asırlar gövdesine, aydınlık, Uyumayanların uykusu. Eski İstanbul, hatıralardan eski, Göresin usul usul gez ki. Tarumar olmuş, Daradan, Sardanapaldan anlar. Gemilerle, kervanlarla dolmuş, çırılçıplak, Aşkı kaybedenler, bulanlar. Devir devir kapılarında durmuş, Nesilleri Asyanın, bu bakış ahu diye. Sormuş sıcak rüyasını, Peygamberin orduları, Hu, diye. Eski İstanbul, eski, Geçmiş günleri kimse söyletemez ki. Saz nameleri gelir, din uğruna çarmıha gerileceklerden, Belki çarmıhsınız, belki sazsınız. Ölümlerden hangisi gerçek, Anlıyamazsınız. Farkedilmez Doğu ve Batı. Hayaller dolusu cenaze, düşüncelerden. Ayaklarınızın, ayaklarınızın, Ayrılışı yerden. Eski İstanbul, yakın ve eski Öyle bir ses ki. Can ile ten susamış, susamış, Geçmiş de nice güzeller aradan. Osmanlı padişahı Sultan Mehmet, Bir seher, kadırgalarını yürütmüş karadan. Aşk ile dizdiği topları bir bir dizmiş. Çevirmiş hülyanın her yanını. Lale gibi vermiş, bir akşam güneşinde, Yiğit yeniçeri canını. Eski İstanbul, çok eski, Rüzgar, şahadete varasın, es ki. Dil farkı, din farkı iyice azalmış o demlerde, Bir sis ki bahçeleri, yüzü, cihanı kaplar. Tekrar güne çıkmış, tekrar hayata, mahzenlerden, Nur ve hayal ölmüş ellerin yazdığı kitaplar. Yürümüş yürümüş hilalleri Türklerin, Allahın havalarına, yalnız ve tek. Serdengeçtilerle, akıncılarla Buradan başlamış dünyayı sevmek. Eski İstanbul, hem rahat, hem eski, Yaşaması öyle tez ki. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dışardan Gazel Dışardan Gazel Siz Ali Bey, Veli Beyefendi busunuz, Gelecekler önünde suçlusunuz. Yöneteceksiniz de ulaşacak ha, Çağdaş Uygarlığa ulusunuz. Ön karanlık, art karanlık, Sağ karanlık, sol karanlık Kara toprak içine mi gömülüyoruz. Bir ülke, yarısı çırılçıplak, Yarısının yediği ekmek tuz. Uyur itleri, inekleri, ayıları, Bütün aydınları uykusuz. Milyonu trahom toplumun, milyonu sıtma, Milyonu verem, bilmiyor muyuz? Ne olmuşuz, ne yapmışlar bize, Nasıl bağlanmış elimiz, kolumuz. Böyle giderse biline hep. Mustafa Kemal'le bile yokuz. De, yüreğin nice yanarsa yansın, Efendilerin yüreği buz. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dolu Sokak Dolu Sokak Ne korkuyorsun Uyanıp geceleri Ölüm yaşayacağını yokedebilir Yaşadığını değil Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dönüş Dönüş Askerler dönüyor ihtiyar askerler, Sulhun mavi dağlarından. Kalbimize ne kadar aşina Adımlarında kalan. Türküler dönüyor nurdan türküler Kağnı arabalarından söylenmişti. Karşı bahçeler ki ayna mıdır Nasibi devreder şimdi. Kuşlar dönüyor sadık kuşlar, Bahar için değil, saçaklarımız için. Dönen mesafesiyle var oluruz Mevsimler arkası güzelliğin. Gemiler dönüyor garip ve zengin. Garip ve sonsuz sular üzerinde. Gemilerle beraber gelen şey Aydınlıklar gibi yüzer, derinde. Ve bunlar değil de ey gecem, Sen dönüyorsun ellerime, sen. Aşka ve hayata dönüyorum Toprağın bütün ölülerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dört Yapraklı Çiçek Dört Yapraklı Çiçek Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse. Oynamamız bundandır. Kara toprakla binlerce yıl. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse. Bundandır sevmemiz kiraz ağaçlarını. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse. Kardeşliğimiz bundandır Mavi sularla binlerce yıl. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse Bundandır inanmamamız Kocaman bombalara. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dosdoğru Dosdoğru İki kişi birbirini aldatır Köy olur oraları Uluslar yalan söyler birbirine Ülkelerde dolar yeryüzümüz Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 11:32 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2