Enis Batur Şiirleri Amazon Gecemden uykuyu söküp aldılar, yüzümden gamzeyi: Aynalara durdum günden güne, boy aynalarına serdim poşumu, vitrinden vitrine bir cinnet, gezdim: Mevsim sonu gelirken mankenler bile çıplak, tamamdı. Geceme uyku verdiler sonra, göğsümdem söküp aldılar kem yengeci: Gidip geliyordum ki eksik sisli aynaların içinde, duydum Yengeç'in kırbaçsı sesini: "Neslihan bir Amazon şimdi" 1987 Kaynak: in Memoriam Enis Batur |
Albino Albino Kaç gece kaç gün geçti bilmem; Bembeyaz denizin üzerinden uçarı Bir kabuk, uzun, arşa yükselen Albino dalgaların savurduğu kör Bir lekeydim: yorgun, korkusunu Çoktan terketmiş, hem iki boşluk Duygusu arasında sonsuz kuş, hem Kuyunun dibinde soluksuz karanlık Hayvanı, bekledim, kaç gece kaç gün Geçti bilmeden çoktan geçmişken Kendimden an geldi koptum hepten, Çekildim uzaktaki bir noktaya doğru, İçimden geçen eksen mi kırılmıştı, Gövdemi tutan yay mı oynamıştı Kökündeki yerinden bilemedim: Kaçıncı gecenin sabahıydı doğmadı Güneş, bana gönderilen tufanın Ardından gelen siyah bir gündü, uyandım... Kaynak: doğu-batı divanı, yky, 2.b., istanbul-aralık 1998, s.227 Enis Batur |
Ars Poetica Ars Poetica Hiçbir şeye benzemediği söylendi şiirlerimin, Wallace Stevens'a benzediğim, hiç kimseye benzemediğim, olsa olsa ``II. Yeni'nin devamı'', ``III. Yeni'nin ta kendisi'' sayılabileceğim -- ``delisaçması bir söz ve işaret yumağı'' denildi. Bütün bunlar bensem, bütün bunlar bendim. Yaktığım kağıtlar, fırladığım kürsüler ve çekilip dinlediğim kör mağarada söyleştiğim gölge, örümcek, alter: Kendimden çekilsem de, gelsem de kendime farkedilmedi: Ateşin içine söktüğüm el, gözümü ayırmadığım saat, insanlarla çarpıştığım seyrek günler ses ile kelimenin birbiriyle dikleştikleri yere kilitledi beni. Gençtim, çok genç - şiiri düzen sanmıştım: Çileydi gözümde, arınma ve yurttu, terkedilmiş yüzüm için her an yanımda yürüyen aynaydı, gecenin kaynağında gövdemi dalgalayan simsiyah su, sanmıştım. Yıllar başka bir yol çiziyor tortuya. Şüphesiz şimdi de sanıyorum: Sehere duyduğum inanç arkamdaki koyu, hem delifişek uykudan geliyor belli ki. Düzen değil şiir, kargaşa değil. İki üç arası zamanı çelen uçarı bir odak belki. Belki zaman ender seslerin eşiğinde tuzak, kıvrılıp yatmış çıngıraklı bir soru, öd noktasında, hançerede, yerimden her oynayışımda kuytudan çıkagelen koşnul bir yumak belki. Bir düzen değil ama - bekleyiş, zemberek, inatçı, köz, kaknüs hep. Kömürden elmasa varmak için çıktığım yolda elmastan yola çıktığımı unutmadım: Yangınsa sonunda yazılan, orada yazacağım an gelmeli de. Birer kıvılcım olsun harflerim, her kelimemi yalım dili taşısın - öyle bir ateş ki içinde içimde tutuşmuş bir karanlıktan kana kanaya içsin herkes, istedim... Kaynak: Ahmet Necdet,Modern Türk Şiiri,Yönelimler, Tanıklıklar Enis Batur |
Aztek Yılı Biterken Aztek Yılı Biterken Ahmatova'ya Bırak, gelsin: ışık, ses, temas: Sen sis nedir bilir misin? Avlandığım ıssız akşamlar, kıpırtısız binlerce yaprak ve erketede bekleyen rüzgar hatırlıyorum herşeyi bir bir unutuyorum herşeyi: Bu gam, bu dövme, Ave Maria ve kuşların toparlanma çağı: Güneş batarken başını kaldırıp kısık gözleriyle gökyüzünü delen kadından kalmış bir bakış hızla akıyor içimden. Karanlığın sonuna gittim ben. Orada pencereler dilsiz kapılar sürgülüyken bağırdım: Yankı dönüp geldi ve vurdu yüzüme: Çöktüysem, tortu, dibime kimse sallanmasın artık... Enis Batur |
Bekleyiş Bekleyiş Cehennem kimdir demiştiniz? Keder kuşlarını ben de gördüm Flütün ucundan bir oraya bir buraya Evet, biliyorum, herşey benim düşgücüm Şeyi, nasıl söylenebilir, bu kelimeler Böyledir işte:Tam tutacakken. Yağmur yürüyüşüne çıkmıştık o gün, Unutmam ben ayrıntıları, kimdi Hatırlayamıyorum tabii, ne önemi olabilir İsimlerin, evet yüzünü de getiremiyorum Gözümün önüne, eylüldü, eylüllerden Biri, cehennem kimdir diyordunuz? Enis Batur |
Çift Çift Pus, sis, alaca bir tesbih saatler, çeviriyorum. Bir düğme açıyorum yakamda, bir başka düğme kapanıyor, çıkıp yürüyorum nisandan nisana doğru. Düşüyor işte dilimdeki tetik ve havaya çiziyorum sesleri, sessiz harfleri bomboş bir çiviyle. Bir düğme açıyorum yakamdan, bir düğme daha açıyorum: Tutup kökünden söndürdüğüm geceye fırlıyor apansız bir kuş sürüsü. Kedimin gözleri gecemi aydınlatıyor... 1987 Kaynak: Pençeler Enis Batur |
Düşük Ninni Düşük Ninni Beli bağlanmış anneler babalar için de bir ninni düzmeli; Abélard'dan Heloise'den sözetmeden yumuşak, umutsuz bir nota bulmalı Doğuma muska kurup karayazı kırmadan çocuğun olması mı ölmesi mi diye sormalı; Ey tohum tanrısı! Temsili bir çocuk için de düş yatağında uykusuz kadınlar mı olmalı ? Kaynak: Dokuz Ninni ve Bir Ögüt Enis Batur |
Fal Fal Eşiğine dayanıp seyirdiğim cansız doğa: Bir çingene geldi gece, ellerimi açtı ve uzun, dingin bir yağmur düştü yüzüne: "Her şey geçer, sen geçmezsin." Güldüm, katıldım: Bilmem mi kuytudan beslenen yorgun tekliğimi: Ben amansız çatlak, sudan ve çıradan çıkma yangın lehçesi: Her şey geçer ben kalırım. 1984 Kaynak: Küçük Gümüş Şiir Enis Batur |
Fugue IV Fugue IV Ben daha yokum "Sizi kendi şehirlerime götürmeliydim" demişti adam. "Kendi sokaklarıma, çıkmazlarıma, durmadan taşındığım, hiçbirini unutmadığım evlere". Donmuş gibi dinlemişti. Saydığı şehirlerin hepsini su ikiye bölüyordu. Andığı sokaklar hiçbir rehberde kayıtlı olamazdı. Evlere gelince: Onları belki unutmamıştı, ama bir daha uğramadığı nasıl da belliydi. "Ben yokum" demek istemişti birden, "ben daha yokum". "Bu ev, bu sokak, bu şehir bu şehri ikiye bölen su daha yok." Çoktan susmuşlardı oysa... 1986 Kaynak: Fugue Enis Batur |
Fugue V Fugue V Bu çocuğu hemen aldırtmazsam "İşaretleri bunca sevdiğine göre ona yorulmadan işaret vermeliyim". Nasıl yorulmazdı: Kapısına götürüp bağladığı beyaz at, aynı gün içinde postaya attığı binbir mektup, beklenmedik gecede beklenen bir güneş olmak - verdiği her işaret hayatında birikmiş büyük bir imgeyi söküp atıyordu ondan. Kadın doymuştu oysa bu duygulara. Beklediği işaretler değil işaretlerin işaret ettiği yere çağrılmaktı. Olmayınca o da yorulmadan işaret verdi. Nasıl yorulsundu ki: Adamın çakmağı bitince onu değiştirdi, gömleğine sinmiş kokuyu benimsedi, istedi ve isteklerini onun istediği kadar göstermeyi öğrendi, kabul etti. Yalnız kaldığında düşünüyordu: "Bu çocuğu hemen aldırtmazsam, onunla ölebilirim." Zaman geçiyor ve çocuk büyümüyordu oysa. Neden sonra içinde kaskatı bir ur olduğunu farketti ve onu sevdi... 1986 Kaynak: Fugue Enis Batur |
Fugue XIII Fugue XIII Zaman da değil Gidilebilse, ne çok iz kalıyor geride. "Belki zaman", diye düşünüyor adam: "Zaman eksiltebilir birikeni". Oysa ne zaman, ne de ona benzer şeyler - ona benzer şeyler? - silebiliyor mekana sinenleri. Eşyalar değiştirilse de, yeni badana yaptırılsa da degişmiyor ağrının kurduğu sıra: Değişmiyor çünkü sokak adları, değişmiyor şehirler ve insanlar, dünden bugüne inatla yürüyen inatçı mantık: Her mevsim, her dolunay, yağmurlar, bahar aldatmacaları, her kuyu, her kule, her balkon, kadehler, mumlar, köpükler, her kırmızı, her siyah, her gri, her uyku, her düş, her uyanış - yer etmişse - aynı çiviyi isteyen bir delikte tıpatıp zonkluyor. "Zaman da değil", diyor adam, kimse yokken, yüksek sesle. Yeni bir iz kalıyor orada, o an... 1986 Kaynak: Fugue Enis Batur |
Giz Ses Giz Ses Bir rüzgarda buldu seni bir rüzgarda yitirdi, penceresinden baktı sine sine yağan uçarı yağmura ve essin dedi, bir daha essin, sen çünkü bana eşsizsin, gökyüzünde karmaşık bir sözdizimiydi kurduğu esin perisinin - çekti sinesine koydu bulutlardan bir tortuyu, uzan dedi, uzan Enis, tam bir gece için biriksin sesin... Enis Batur |
İlençli Ninni İlençli Ninni Borges'in hülyalı masalını anımsadım, Ege'de bir sabah: Ben de Paracelsus gibi gülü küle dönüştüren ateşe yakarıp külü güle getirmek için arı, dayanılmaz bir çileye yatabilirdim: Dönesin diye ey kırılgan tay, kırıp belleğimde demir atan görüntüyü: Bir çift umarsız bacak silinsin gitsin gözümün dibinden, silinsin kömür gibi yüzün ve babanın deli gözleri, boğulsun seni alan acımasız deniz... Kaynak: Dokuz Ninni ve Bir Ögüt Enis Batur |
Kırkikindiler Kırkikindiler "Bu sarı, tok tütünü senin için ayırdım; senin için soydum domatesin kabuğunu, senin için dildim, tuzladım". "Senin için perdaha çektim içimdeki hayvanı; gövdemi yaya, burguya aldım senin için. Bu koku, bu kor, bu gemsiz istek senin açlığın için". "Toprak suya doydu bu yıl, ben sana daha doyamadım", diye sürdürüyor kadın, içinden. "Yüzündeki gururlu umutsuzlukla içimdeki doludizgin kısrağa katıl". 1981 Kaynak: Suluboya Yaz Şiirleri Enis Batur |
Le Rouge Et Le Noir Le Rouge Et Le Noir Eskiden bir bahar vardı, lavta ve arp, düşmezdi elimizden Le Rouge et Le Noir; üşürdü kadınlar, ellerimiz eldiven, atkıydı kollarımız engerek soğukta, karakışın ardından çözülürdü yumak: Tuz ve tütsü, kül ve duman, kelimeler, sesler ve tınılar ve gece: Gecenin sonunda ışık vardı. Le Rouge biraz daha kanadı sonra, Le Noir koyuldu biraz daha: Aynı çıplak at gelip sırtına aldıydı zamanı. Bir soru sorulsa, yanıt yerine yeni bir soruydu ağzımızdan çıkan, mağrurdu yüzümüz hala, ama kopmuştu bakışımız bizden: Ufukta seyreden dümensiz gemilerdik, bekliyorduk fırtınanın çökmesini üstümüze. Sancılandık böylece ve doğurduk yıldan yılı: Erkekler suskun ve kavruktular, bir düşün peşinde yenik. Sökülmüştü ağır ağır kurdukları imge ağı, çatlaktı sisli gözbebekleri. Kadınlar mi getirdi bu korkulukları, bu bürümcükten erken doğum kefenini, onlarla mı büyüyüp kurudu diktiğimiz ağaçlar? Eskiden bir bahar vardı, eskiden içimizde başlayan. Jim Morrison, Hendrix ve John Lennon yoktu artık; yoktu ``Göğe Bakma'' durağında şemsiyesiz bekleyen yağmur kadınları. Herkes bir 35 yaş şiiri yazdı kendi eksik hayatından, fethedeceğimiz dünya inanılmaz bir hızla geçmişe doğru kaydı: Üşümüyordu kimse şimdi, yanlış koruda düdük çalıyordu bekçiler. Eskiden bir bahar vardı, flüt ve keman, Le Rouge biraz daha kana, koyul biraz daha ey dipsiz Zaman... Enis Batur |
Mehmet Hamdi İçin Tırtıl Ninnisi Mehmet Hamdi İçin Tırtıl Ninnisi Süte ve geceye tutsak aç uykusuz koyunu karanlığın: Gemiler dalmış gidiyor açığa, Tarancı ki karamsar bir dede ilk atışta vuruyor imgeyi: Bir sebep değil, belki neticedir gece. Mehmet Hamdi: Oturmuş iri badem gözüne uyku, sallanıyor saatin iskemlesinde! iki kez söylesem mavi tırtıl bir ninniyi, söyle, artar mı ipek düşüne kana kana kanamadığın özsudan bir damla küpe? Süte ve geceye tutsak atılgan çocuk, kırılmaz bir inadın tartısında dur da nasılsa çözül: Uyusun sultan annen, uyusun ki al götür şu kalemi ceylan Yusuf'a: Başlasın dondurdugun yerden büzül sözüne gergin kanadın... Kaynak: Dokuz Ninni ve Bir Ögüt Enis Batur |
Mor Mor Aşkınlığın gizli kafesinde barınan nedir tortulaşmadan, kaskatı? Rüzgarın sürüklediği ışıksızlık diliminde bizi birleştiren ortak çağrışım? Bir ölünün sesi yoktur oysa, bize ulaşacak. Ama nedir, en sağır böğrüme saplanan bu sancı? Ya şimdi, ona doğru uzattığımız el kadar güneş? Upuzun bir şahin geçiyor üzerimizden göğe doğru alçalarak. Akşamın basamaklarına yönelirken gökte mürekkep balığı... Enis Batur |
Ortak Bir Işık Ortak Bir Işık Bekledik, gelmediler. Açtık pencereleri, kulak kesildik seslere gündüz ve gece, taradık tek tek istasyona inen yorgun yüzleri, ufuktaki lekelere ayarladık dürbünü: Bekledik, kırık, gelmeyeceklerini anladıktan sonra bile. Görkemli geçmedi günler burada: Sıradan, sade, dingin anlar kovaladı sıradan, sade, kekre anları: Yoktu büyük fırtınalar öyle, büyük büyüler kurulup çözülmedi bu yaz: Her zamanki nedensiz hüzünler, çocukların şaşkın falı, biraz tatilde kasaba sosyolojisi, biraz başı boş konuşmayla döndü takvimler. Gözümüz yoldaydı gelmediler. Odalara çekilip şiir okuduk içimizden: Seferis ve Montale, Akdeniz dolu dizeler, hepsi genizden. Durup dururken yürüyüşe çıktık akşamları, durup dururken sustuk yakalamış gibi seyrek bir anlamı, dağ köylerine çıkıp bir gün öyküsünü dinledik süngerci oğulların, unutulmuş bir kadınla konuştuk bir başka gün, tansiklar? izledi birbirini sonra: Bir atmacaya baktık uzun uzun avının gözünden, sağanak indirdik kavruk mevsimin ortasına, bir yangını söndürürken bir başkasını başlattık: Durup dururken gelebilirdiniz, bekledik. Hazırdı sofra: Semizotu ve sarımsak, elimizle topladığımız kekik, incir, nane: Hazırdık sürdürmeye telaşı ve coşkuyu bıraktığımız yerden. Geçmişin nasıl geçtiğini, nasıl geleceğini geleceğin soracaktık. Dinmezdi ağrı üstüne gitmedikçe, açılmazdı bu koyu sis tutmadıkça kökünden ortak bir ışığı, içinde olacaktık içimizdeki korkunun: Bekledik gelmediniz. Eksikti önemli bir şey, başladığında dönüş, bavulu kapatamadık. Döndük odalara baktık yeniden, aradık taşlık ve hayatta: Neydi yitirdiğimiz anlayamadık. Yarım bir duyguydu belki, belki sürüp giden bir gündüşü, kendimizde beslenmiş, ötekinde sönmüş bir ateşti belki de, eşiğine dayanıp göremediğimiz: Bekledik, gelseydiniz... Türkbükü - 1984 Kaynak: Bu Yaz Enis Batur |
Sahici Sanrı Sahici Sanrı Sabahın eşiğinden devriye gözüm karşı tepeye hafif, uçarı bir hızla süzülürken vurkaç bir duygu tırmanır sırtıma: O mor, etli ışığın içinden madde kıpırdayacak sanırsın. Güzel yağmur, kıvrak yağmur: Duru bir sevda sonrasına kilitle beni... Enis Batur |
Salgı Salgı Her yıl, ağustosta. Bu büyü işte, kısaca allegro diyorum ona ben: Hem zarif, hemde kaba oluyor ağı. Hem zarif, hem de kaba nasıl olur derseniz, bakın: ince dokuduğu için zarif, uzun uzadıya çalışmadığı için kaba. Köşeleri sever çoğunlukla aşağıda dokur ve ağın dışına çekilir. Nereden mi biliyorum bunları? Eskiden örümcektim ben. Her yıl ağustosta. Yalnız kalınca rahatlarlar: Kadın eli dolaşmaz dolaplarda, duvarlarda. İpin ucunu kaçırıverirler tabii: Ekmek kutusu, ilaç çekmecesi, abajurla ampulün arasında büyük trapez yaşanır bir ay boyunca. Bu tutku işte, onun adı andante grazioso aslında. İnce, ipince dokur, bilir av için önemini ayrıntıların. Eskiden örümcek olmasam bilmezdim bütün bunları ben. Hayır, zehirlileri pek yaşamaz burada. Geçen yıl rastlamıştım birine, çoktandır açmadığım piyanonun kapağına sokulmuş, Fırtına'nın ilk notalarıyla kıpırdayınca gördüm onu: Siyah, diyez, attaca diyordum bu örümceklere ben, (bir tuhaf gülerek) "ölüm gelecek" benim "gözümden bakacak". Korku mu, taşkı mı, ikisinin arasında Bölünmüş bir yangın mı, kapağı tak kapatmıştım üstüne. Ağına rastlamadım- ben de kurmaz mıydım yoksa, eskiden. Ağustos, kasım, mart: Örümceğe iklimler değil koyu zamanlar gerek. Geceleri severim ben, kuytu ve aseyrek çağların içinden ağır ağır geçmek: Bilir misiniz parmaklarımdaki arı yalnızlığı, nereden bileceksiniz- Piyano, şiir, ağ içre ilerleyen saatte duyduğunuz tik tak bende dolarken çekip gitmektir bütün istediğim: Dolanır kalır oysa kurumuş gövdem, bu eşsiz ağı eskiden ben kendi kendime örmüşsem... 1987 Kaynak: Pençeler Enis Batur |
Sandık Sandık Bir kutu dolusu anahtar. Régie des Tabacs de l'Empire Ottomane, paslanmış, kenarları delinmiş o kutunun ağırlığını tartmak güç. Çekmecelerin, evrak dolaplarının ve evlerin sahipleri geçekte yıkım yerlerinde dolaşan birer hayalet. Ne çok taşındık! Nasıl dolaştırdık bunca umudu, terkedilişi, kaybetme ve kaybolma duygusunu? İçimize kazınmış yolculuklar birer loş düş ve hiçbir zaman hiçbiri gerçekleşmemiş tasarılardı oysa: Bu anahtarları olmamış kilitlerde sandık. Sahi, sandık! kendisi duruyor da onun, yıllardır giz'li bir ölü gibi anahtarsız bekliyor. İnsan asla açmamalı böyle bir efsaneyi. Herkesin hayatında içindekileri unuttuğu, umduğu, bambaşka kutularda aranacak eşya, söz ve işaretler kalmalı... Enis Batur |
Sessiz Sinema Sessiz Sinema Yordu bütün yıl bizi işler ve ilişkiler: Buraya ondan geldik. Korkmuştuk korkularımızdan, coşkularımızdan bıkmıştık, ne yavaşlıyor ne de hızlanıyordu çarklar, kimseye rastlamıyorduk, kendimize bile: Buraya ondan gelmiştik. Bulduk aradığımız yeni oyuncuları, öğrendik ve öğrettik basit ve karmaşık kuralları, neden böyle oldu pek anlayamadık: Kağıtlar ve zarlar, pullar ve kibrit çöpleri atıldı tek tek bir köşeye: Bir gençlik oyunuydu, benimsedik birden. Kamera kontrol, döndü makaralar geceden geceye: Rolden role girdik gördüğümüz, görmediğimiz filmlerle; güldük beceriksiz bir anlatıma, usta bir kavrayışı içtenlikle alkışladık, mimikler ve jestler arasında başka durumlara ve kişilere öykündük: Buraya ondan gelmiştik. Kimbilir kim hatırladı piyanoyu içimizden: Bıkmıştık sinemadaki sessizlikten. Biraz buruk, çokça esrik, kendimizden koparak yattık sonra o gece. Buraya ondan mı gelmiştik: Uyandık erkenden, yeniden seslendirdiğimiz filimde: Yabancıydik şimdi giyindiğimiz kişiye, tıpkı gelmeden önce... Enis Batur |
Sizin İçin Kestim Saçlarımı Sizin İçin Kestim Saçlarımı I Femme vous suis-je,et de grand sens. Sizin için kestim saçlarımı. Yıllardır uzattığım. Sizin için durdum ilk, dinlendim. Yıllardir yorduğum. Açtım sizin için bekledim, sizin için güldüm bir tek, sustum. Yıllardir durduğum boşlukta femme vous suis-je, et de grande songe indiğim merdivende gecelere tuttuğum ışıkta sizin için umdum, umursadım. Sizin için yaktım bu ateşi, besledim yıllardır. Esirgediğim zaman, gizlediğim tortu ve tortuda ayrışan bu hayat sizin için kamaştığım gün titrediğim mum aktığım yatak. II Sizin için hazırladım bu masayı, iki kelimenin ortasında dinsin fırtına. Sizin için hazırladım bu döşeği, iki fırtınanın ortasında kuyu uyku. Sizin için hazırladım bu yemeği, iki açlığın ortasında körelmez açlık. Sizin için hazırladım bu bu bakışı, bu sözü, bu sessizliği - sizin için hazırlandım. Sizin için uzattım saçlarımı, kestiğim. Sizin için söndürdüm bu ateşi, yandığım. Kurduğum bu çadır, bu saat arındığım su soyunduğum gece: Sizin için. Devrilirken tutunduysam tutuşurken susmam zemberekte bu Eyyüb hem cellat hem kurban sizin için bir tohum... 1987 Kaynak: Pençeler Enis Batur |
Sümela Sümela (bir kaç önsezi) Trabzon: Yıllardır içime gömdüğüm kaçak sevdaya hem büyütüp hem korkarak yataklık eden nefti düş: Sindiğin taşa bakıyorum da inanılmaz, ürpertici bir duyarlığa açılıyor kurumlu dünyam. Hep yola çıksam, ara konakçılar gibi biriktikçe düşsem kayıttan dilimdeki yılgı ağusunu, sisli bir tren uzadıkça uzasa iki tepe arası piyano çalsa Alfred Brendel, bir bükülüp bir kırılmasam. Birlikte boğulurum içimdeki keşişle, atsam ayağımdaki demiri erinçle: Ben ki karşılarım kendimi indiğim her tekneden, silinir mi durur mu adresin... 1984 Kaynak: Küçük Gümüş Şiirler Enis Batur |
Ulak Ulak Yıldan yıla geçerken hikayeler topladım evlerde, çıkından çıkına doldum taşırdım hiç bir yere sığmayan ölüm dirim haberlerini, çıkamadığım yokuşları bağışlıyorum giremediğim çıkmazları. Doydum gezdiğim caddelerde kovandan kovana delik deşik götürdüğüm uğultulara. Bir kül ki boşuna: Ben unutsam, kimse hatırlamaz. Belki de yenilenmeli ağaçlar. Boyalar devşirilmeli mevsimin yapraklarından, haşarı erguvandan. Yepyeni fırçalar alınmalı çarşıdan, insan eliyle germeli bezi tahtaya: Herkes kendine görülmemiş bir düş aramalı. Sen, penceremdeki suskun kadın: Hayatımda ol, kal, öl, istiyorum... 1987 Kaynak: Pençeler Enis Batur |
Yokuş Yokuş Attar'ın öldüğü yaşa geldim yorgun, öfkeli; içimde belli belirsiz bir hızla sönen mum: Fitil bitti bitecek, yağ sürüyorum boşuna: Belki de yarın olmayacak, diyorum. Bu kehribar ağızlık, tütüne dadandığım yıllardan: Figen bulup seçmişti, gümüşün, minenin arasından; sayısız armağan aldım ondan yaşarken, ama bir tanesi beslerdi tümünü: Sevdim sevildim bu çirkin dünyada. Attar'ın yaşına geldimse, bilinmedik bir giz yok elimde: Öyle çok zaman yitirdim yaşantı kalmamış gerimde: Saat durmuş ilerlemiş farkına varmamışım: Dipsiz! bir hokkaya sığmış, seyrek, yokuş, şiirim... Enis Batur |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 14:33 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2