tualimforum.com

tualimforum.com (http://www.tualimforum.com/)
-   Türk Şairlerin Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/)
-   -   Hüsrev Hatemi Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/12530-husrev-hatemi-siirleri.html)

Josephine 20.08.08 08:47

Hüsrev Hatemi Şiirleri
 
Agıt

Bir yas anıtı olmadan yat
Ugultunun kol gezdigini,
Duydugum ve bildigim tepede;
Hâl nice? Güller de...
Görünüyorlar mı zaman zaman?
Mevsim hep kış ve vakit gece
Oldugu sürece...
Uyu, kötü rüyalar yıldırmasın seni,
Bir yas anıtı olmadan yat...
Hüznün anıtı ol sadece...
Sen bir su damlası gibi arı,
Sen bir saç teli kadar ince.
Bir yas anıtı olmadan yat...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:48

Ağustos Melâli
 
Ağustos Melâli

I.
Cesâret kalbim, cesâret!
Sustun bütün kış, ürktün kırılmaktan;
Çok gerilerde kaldı derken kar,
Sonra bahar
Ve Temmuz geçti.
Yasımız duruldu, coşkumuz geçti...
Ne ümit var artık ne korku;
Ağustos gecesinde ağulu
Sesleri yalnız böceklerin...
Cisim sarayı yıkılmadan,
Yeni bir sevinçle yıka haydi
Geçmiş günlerin kıştan kalan,
Balçığını sanmam ki arınsın.
Bir devletin inkırazı sanırsın,
Ağustos güze terk eder mülkünü
Ve Zaman’ın Mehter Bölüğü,
İcra-yı âhenk edip sürekli,
Örtüyor gidenlerin çığlığını...
Cesâret ey kalbim, cesâret!

II.
Seni eleme emanet etmeliyim
Çünkü elem,
Sevinçten çok sağlam
Ve kalıcı.
Çocuk! Bu acımasız,
Bu can alıcı
Zaman, üstün gelir hepimize...
Ben seni elemin ellerine,
Emanet edip gidiyorum.
Kıyılar, dağlar
Ve ormanlar,
Senin de ardında kalır Çocuk!
Gün gelir, fakat onlar da
Zaman’a yenilip giderler...
Sonunda yenilenmez yenilgiler;
Zaman, bir başina kalir...
Ve bizim çoktan geçtigimiz,
Öte âleme geçince Zaman,
Orada hepimiz istisnâsiz,
O’ndan daha kıdemli oluruz...
Hiç üzülme seni elemin,
Emin ellerine terk ederek,
Gidiyorum.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:49

Anabasis
 
Anabasis

Yürekler yenilmiş ve suskun, dönüşteler
Bu bezgin yolculukta başlar eğik
Orak mı tırpan mı elinde bir yaşlı adam,
Bir yaşlı adam, en önde gider.

Ufku kapatmış bir dağ, sarp ve yola dik.
Sen küçücük yüreğinle bu mâcerayı
Hep şaşıyorum ki nasıl yaşadın?
Ceylanlar vurulmuş, kurtlar nerde;
Bu acımasız zamanda onlar da vurulmuş.
İlerde yola bakan yüksek yerde,
Kendini yırtıcı gösteren bir mazlum kuş,
-Korkusundan olmalı bu gayreti-
Yol yeşildi, bozkırlaşıyor şimdi,
Taş ocakları ve delik deşik kayalar.
Sen elimi tutma geriye koş, bekleyenlerin var.
Sen bir kuşsun, kanatların
Seni buradan uçursun.
Eski dünyanın hayalini bana bırak,
O benim gözlerimde dursun.
Sen yüksel ve gerilerde
Gölünü bulduğun zaman in.
Bırak bu Dünya sana hain,
Davransın, bu bedeldir,
Bu bedelidir bir gül olmanın Ey!
Kurbanlardan daha kurban çocuk
Dönüşe geçme sen, dayan çocuk...

Seni de mi Ezel meclisinden
Yazıya yabana saldılar.
Öyleyse kaybolmana imkân mı var?
Kurbanlığı kabul etme İsyan-çocuk.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:50

Ave Praha
 
Ave Praha

Can akımı küçük bir kediden geçer,
Üç günlükken ölür kedi, daha nice...
Daha nice iletkenden,
Geçmeyi sürdürür akım; Bu gece
Bilmem nedendir sustu şarkım.
Batan günün kızıllığı yayılırken,
Şarkı başlamıştı ve sesler...
Sesler Vaslav bulvarından,
Bir erganun âhengiyle doğup,
Külâhlı kulelerine şehrin
Topkapı Sarayı’ndaki kardeşlerinin
Selâmlarini henüz sunmuştu ki;
Bilmem nedendir, sustu şarkim.
Bunca Bohemya kralinin,
Anilarini yaşatan Prag, sen
Degişen düzenlerle sarsilmadin...
Hatirlatma bana bizdeki
Sulugöz ve içten olmayan özlemi...
Bir Ortaçag katedralimiz sayilan
Bergama Ulucâmii’ne uğramadan
Sâdece antik kenti gezdikten sonra,
Cehennemî otobüslere dolarak,
Cehennem olan kıroları ve Tünel’de,
Galip Dede’ye baş çevirip bakmadan
Sent Antuan’a seğirten zontaları...

Bizim işimiz çok zor biz ki,
Nazım Hikmet’in ve Yahya Kemal’in
Âkif’in ve Hacı Bektaş’ın
Hâşim’in ve Pir Sultan’ın
Yüreklerini anlarız.
İslav kederinden ve Tanburi Cemil’den
Ayrı zevkler devşiren dervişleriz ki,
Yâremiz merhem kabul etmez

Kokteyllerden sormak ile,
Köftelere saplanan kürdan mızrak ile
Belli olmaz ahvalimiz...
Fakat sayılırız parmak ile,
Kırmak ile de tükeniriz...
Tükendik bile,
Hüvelbaki...
Hemşerilerinin vefâsı sana,
Mübarek olsun ey Prag
Biz bedbaht ettik Dersadet’i;
Sağol, beni karşıladın,
Şimdi de bulvar ve köPage Rankingülerinde,
Heryere taşıdığım dertlerimle,
Beni başbaşa bırak.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:52

Bedahşan İli ve Yüreğim
 
Bedahşan İli ve Yüreğim

Sen çık ve salın, gün akşamlıdır
Tükeniyor, yok oldu bile sevgi
Yazılsın tarihi ve sezilsin
Sonlanışı aşkın, artık o yok ki...
Öyleyse gülüm, neye yarar bilim;
Ezelden ölümün ettiği zulüm,
Granit kayalara kazılsın.
Umardık yüreğimizin yazıtları,
Yâni o kayalar, bir de kanımız,
Bir gün lâl olur Bedahşan’da.

Ah kuzu, bıçak hep senin boynuna
Kirlenmiş çöllerde şimdi Leylâ...
Teneke kutu ve çöpler yanında,
Yüreğimiz lâl olmaz asla.

Yeridir, bu yürek şimdi ezilsin,
Yazılsın tarihi ve sezilsin...
Bir zaman vardı, şimdi yok sevgi
Sen çık ve salın, şunu da bil ki,
Küskün gider gidenler yer altına
Nice gevher bedenler çürüdüler
Gevher canlar imiş, parlıyor hâlâ
Tek sahipli ve çok yüzlü bir tebessüm
Özlem ve buluşmalar hep onunla.

Ben kınanma hırkasını kendim giydim eğnime

Sağtöre kadehini taşa çaldım kime ne
Bu kimi ilgilendirir Beyefendi?
Çünkü nice beden, gevher misâli
Arzın sandukasına kondu.

Ah çık ve salın ki gün akşamlıdır
Dilim ise lâl olacak yakındır
Ama yüreğimin kanı ve kayalar,
Lâl olmayacak Bedahşan’da...
Of kuzu, bıçak hep senin boynuna
Sen çık ve salın, gün akşamlıdır.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:52

Beyazıt'ta, Kış, Pazar Sabahı
 
Beyazıt'ta, Kış, Pazar Sabahı

Ten tortusu topraktadır
Cân neden damıtıldı ki...
Üstelik uçurdun gitti.
Garip imbiksin ey ölüm!
Bahar seni buhar eyler
Hayat çökertir toprağa,
İmbikten üstün imbik mi?
İstanbul’u damıtan kim?
O da öte yana geçmiş...
Sarıgüzel yangını mı,
Oldu bunun başlangıcı?
Sen ey ölüm kırlangıcı,
Konar gibi yaparsın da;
Yüzümüze bir değersin,
Sonra beklenmedik anda,
Alıcı kuşa dönersin.
Sevda sahip çıkmaz bize,
Bizi ölümden saklamaz;
Üstelik ihbar da eder
Sazlar, susmasanız şimdi,
Bir rind gibi karşılamak
Güzel olacak zâlimi.
Oysa, buna da bırakmaz,
Felç, prostat ve siare...
Tekrir-i müzakere mi...
Görüşme yinelemesi
İstemeliyim Tanrıdan,
-Yeni Elest kurultayı-
Tanrıya demeliyim ki
"Seven, ölmeli mi seni?"
Kaygusuz’un Filibesi
Onu aşkla seven kimdi?
Bu sözü kim anlayacak,
Kimler kimin kurbani ki?
Garip imbiksin ey ölüm.
Ey ölüm garip imbiksin!

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:55

Beykoz’da Gece Başlarken
 
Beykoz’da Gece Başlarken

Bir eski temmuz mu bu geçmiş yıllardan?
Yosun, kavun ve deniz kokan...
Hem küflü hem sıcak bir Temmuz
Hiçbir yerden hiçbir beste duyulmuyor
İster istemez geçmişi düşünüyor insan;
Siz söyleyin Filozof Rıza Bey,
Yenmek, bir kabristan mı almaktır?
Yoksa dönüşümlü müdür sevinç ve hüsran,
Yoksa hayatın özeti sadece,
Bir eski temmuz mudur geçmiş yıllardan?
Yosun, kavun ve deniz kokan...
Hem küflü hem sıcak bir Temmuz
Baharat kokulu kış çarşılardan,
Farklı ve uzak bir Temmuz...
Gün akşam oldu karardı kayalıklar,
Işıdı birkaç yıldız gökte
Yerdeyse birkaç diskotek ve restoran...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:57

Çarşıkapı Yazıtı
 
Çarşıkapı Yazıtı

Felek, esbab-i cefâsını bile toplamıyor;
Ciddiye almıyor ki bizi...
Devrilmiş anlatacak çınarlar,
"Yediyüzyıl süren hikâyemizi"
Buz gibi bizler ve sizler,
Yürekleri kaplamış buzlar,
Çocuklarımız buzlar arasında,
Ateşli kinler üretiyorlar.
Isınmaga yarasın da...
Diye mi düşünmekteler?
İki anlamıyla da horlayarak,
Tarihimizin ve günümüzün,
Nöbetini tutuyoruz;
Haydar Paşa’nın gelini mi olur,
Antalya’da mutlu Felemenkliler mi,
Ne söylenirse yutuyoruz.
Yarınlar bizim demek için,
Günler de bizim olmalı;
Sade zaferleriyle değil
Yenilgileri ve yaslarıyla,
Dünler de bizim olmalı.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 08:59

Deidesheim Düşünceleri
 
Deidesheim Düşünceleri

Gün bitiyor, gece de sona erecek,
Başladığı gibi,
Bütün yüzyıllarda
Ve her gün
Tekrarlanmada mı bu,
Akşamın inişiyle yürekleri ezen duygu?
Hallac ki bireysel günlerin pamuğunu atar,
Tanrının tek zamanında toplardı
Mutluydu, çünkü tek zamana
Koşutluğu sürdürenler,
Sürtünme kuvvetinden doğan elemi,
En aza indirenlerdir.
Mutluluk, Tanrısal tek Zamanla
Birlikte yahut ona koşut,
Olmaktadır bunu duydum...
Tekrar ediyorum: Bunu duydum,
Otuzyıl Savaşlarını görmüş,
Hemen her köşesi gibi yeryüzünün,
Acıdan pay almış Deidesheim’da...
Kuşlarla, yaban ördekleriyle,
Meşelerle, bütün yaratıklarla bir olup,
Hatta ölümden sonra da
Tanrısal Zamanda olmaktır mutluluk...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:00

Düşsel Süvar
 
Düşsel Süvar

Suvar atını sen düşsel süvâri,
Serin sularında göklerin...
Bir daha olmayacak ki seferin.
Bizi kiminle bilirdin ey can?
Bu kent,
Herşeyin kirlendigi bir şehirdir
Of çocuk elemler sana göredir
Hüzün senin için biçilmiş kaftan,
Sahi ben bizi kiminle bilirdin ey can?
Çocuk, seni gördügümü kim söyleyebilir
Nerde düşsel refret ve su içtigi nehir,
Nerde düşlerde dolu içiren pir?
Kim duvardaki sazı indirebilir...
Düşsel süvâriyi kim getirebilir?
Ah çocuk, elemler sana göredir...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:03

Ellili Yıllar İçin Acılı Alaturka Şarkı
 
Ellili Yıllar İçin Acılı Alaturka Şarkı

Meded ey zaman, bir parça kestir
Kestir bir parça ucundan zülfünün;
Gönül şarkılarını söylerken Safiye Aylâ,
Firak ey felek firak!
Ve bir o kadar da hüzün.

Ilık gazozlu, aynalı taraklı
Çok tramvaylı geçen yazlar
Spor ve Sergi Sarayı’na hayran şehir...
Cambazhaneli geceler, gök havai fişekli
Budur ellili yılların hayâlimdeki şekli.

Yenildik sana ey zaman, bu kesin fakat yine de,
Yine de demek isterim ki derdimi,
Yahya Efendi dergâhina en muvafik derdimi,
Arzetmege bir dem bulamadım
Buna izin vermedi felek.

Sana yaptırayım ey zaman-aman
İnsan kemigi tarak,
Tara kâküllerini ve ellili yılları
Bir yana bırak.
Derdimi arzetmege bir dem bulmamışken ben,
Ey dost, tanıdılar seni ve derhal geri aldılar
Sarı giymesek de olacagı buydu zâten.
Bekle orda üzerin sarı yapraklarla örtülü
Âhüzarı beni muhtemelen aglatabilir,
Lütfen uyarın Bülbülü.
Söyleyin Bülbüle nâliş filân etmesin
Bu bahar Feriköy’de kalsın
İstinye’ye hiç gitmesin
Esther Williams’lı ayna, plastik tarak
Çok Fahrettin Kerim’li ve Ulunay’lı bir yaz
Ey zaman, tara sen yine kâküllerini
Ve ellili yılları
Bir yana bırak.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:05

Grili Çocuk II Gidiş’i
 
Grili Çocuk II Gidiş’i

Bir kış günü, sabah dönüşürken öğleye,
Gittin, griler giyerek ötelere...
Boz idi bulutlar ve bozdular,
Güneşli görünümünü havanın.
Giden sendin, gelenlerden bana ne?
Eski gelmelerin çekildi gerilere,
Bundan böyle, bürünmüş grilere,
Kalacak gözümde gidiş ânın.
Ah çocuk, gri giymeyi de nerden buldun,
Gitmek mi sis rengi giydirdi sana?
Yamaçları sıyırıp göğe ağar gibi,
Akşam karanlığında savrulan kar gibi,
Bu ellerde geç kalmağa korkar gibi,
Gittin çocuk, sislere büründün de.
Ve süreklileşti benim için artık,
Bu kısa bölümü zamanın.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:07

Gül olmak Külleşmeye hazırlıktır
 
Gül olmak Külleşmeye hazırlıktır

Firak çakmaktaşından doğan kıvılcım,
Değdiğinde sevdanın kavına...
Fesleğen yerine gül bitebilir,
Gül yerine fesleğen de...

Sevda okunun keskin ucu,
Saplandığında yüreğe, yanı avına
Ateş renkli bir gül kesilirdi;
Ateş en iyi kavuşturucudur...

Halbuki, sükûn idi O’nun yoldaşı
Itır, onu saran bir bulut...
Deryâ ise derinliginde berdevâm,
Of çocuk neden uzaklaştın sen?

Fakat, işte, şimdi hemen söyle neden?
Füsun ve hüsün, onun çagrışımlarıydı
Gül olmak, külleşmeye hazırlıktır
Külleşmek, acıların dinişi.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:08

Hazin Kurallar
 
Hazin Kurallar

Kurgusu değişince hayatın,
Şirin görünür ölüm; bu kuraldır.
Sanırım ki korkumuzdan,
Öyle bir duruma düşmüşüz...
Düşler bile düz, mâcerasız;
Duygular nehri mecrâsız,
Yürek vadisi nehirsiz,
Zehirsiz ve panzehirsiz,
Bir ömür.
Sözde özgür...
Coşkudan uzak ve yavan
Gök yerine bir basık tavan,
Güneş yerine bir kandil.
Bunun farkına varılınca
Arkada tek geçit, bin menzil
Önümüzde yolun sonu görünür;
Bu da kuraldır.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:09

İntiha
 
İntiha

Sen de bilirsin hüznün incelmişliğini,
Fırınında değil, mezecilerinde bulunur kalbimizin,
Oysa keder, kara ekmek gibi zorunlu nerdeyse...
Senin verdiğin hüzün kedere dönüşüyor gitgide.
Sabah güneşi vuran doruklardan,
Pembe rengi sildim şimdiki halde...
Tipiyi çağırdım, göz gözü görmesin yine.
Gözlerime ilgisizlik bulutları ardından,
Kış güneşi gibi soluk, serin bak.
Her zamanki bakışınla muhakkak,
Özlem bulutu çözünür, taşkın olur.
Sabah güneşi vuran doruklardan,
Pembe rengi sildim bugünlerde;
Dağdan kereste kesemem bunu bekleme,
Kafeste kuş beslemek de değil bana göre
Son nefesine yetişmeyi düşler miyim,
-Tanrı beni korusun-
İlgisizlik bulutları ardından,
Kış güneşi gibi soluk bak gözlerime.
Tipiyi çağırdım göz gözü görmesin yine;
O güzelim bakışın kesinlikle
Eritir buzulları taşkın olur.
Ömür vâdisinin sona erdiği uçurumda,
Duygu nehri çavşanlaşır ve korkunç coşkun olur.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:10

İstanbul’a Ağıt
 
İstanbul’a Ağıt

Kaybettiğim eski İstanbul bir gün
Yaşlı, hasta bir beyefendinin,
Terekesinden çıkacak
- vefatından hayli sonra -
Ben o günü sanmam ki göreyim
Fakat o gün geldiğinde
Büyük bir sarı zarf içinde
Üstünde "muhibbim" filan beyefendiye
İthafıyla yaldızlı bir kent
Yarı küflenmiş fakat olağanüstü güzel
Zuhur edecek bir evden...
O zaman kentimiz çoktan,
Hani erkek çocukları ürperden
Hımar tıraşından geçerek
İmar görmüş tepeleriyle
New İstanbul olacağından
İş işten geçmiş olacak
Sadece gönül sahipleri umarım
Derinden ve insanın içine işleyen
Bir musıki duyacaklar kısa süre
Beton tepeler üzerinde...
"İşte onların mahvolmuş yurtları".

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:12

Keder Denizi
 
Keder Denizi

Yürekler vardır ki Devran elinden,
Onlara gam sunuldugunda,
İri güller gibi kan aglayıp
Sessiz, dünyayı seyrederler...

Yürekler vardır ki onlar,
Kırgınlık ve yalnızlıgı tadınca;
Sokak gösterilerinde yakılan,
Taşıt lastikleri gibi,
Alevli ve gösterişli yanarlar...

Yürekler vardır, gam denizi derinlerinde
Mürekkep balıklarıdır ki,
Onlara sitem eriştiginde,
Deniz içine aglarlar...
Laciverd ve dilsiz...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:18

Kitap ve Biz
 
Kitap ve Biz

Bütün olaylardan önceydi kitap,
Hayli uzun zaman yumagı bir de
Bir ölüm gecesi... dogum ve nice
Ölümler, dogumlar, yine ölüm...
Yürek çöküntüsü ya da sevinç haberi,
Gördüm yüzünde ışıyan yazları,
Yüzünde kazılmış kışları gördüm.
Sözler serpilmişti sazlıklara,
Sızan ışık altında sözler nemli,
Sözler serpilmişti sıcak kumlara,
Güneş altında da sözler gördüm
Duydum...
Kuşkuların yogun kedere, kederin yasa
Yasın yıkıma dönüştügünü
Kitap aslında çok önceden bir muştuydu
Neden öyleyse çocuk, neden
Yüzünün taç yapragından çekilmiş su?
Küçük bir çiçek için ne uzun...
Ne hazin bir öykü bu...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:19

Lâcivert Gece
 
Lâcivert Gece

Gülüşün kovamaz lâcivert geceyi
Bir hilâl belirir gecede, sâdece...
Kederle de kararmaz gözlerinin lâciverdi
Yıldızlar belirir, kayan yıldızlar
Yeryüzündeki bütün yalnızlar
Ürperir, derler ki “çocuk kederli”
Sert çocuk, sarp çocuk, lâcivert Çocuk,
Biraz neşelensen bu ne dert Çocuk?
Ürkme baykuşlardan, baykuşlar güzel
Keşki bu kadar azalmasalardı...
Hele kirpiler, yarasalar
Hepsinin başımın üstünde yeri var.
Ölü degil senin gecen, canlılarla dolu çocuk
Sisli çocuk, puslu çocuk, bugu çocuk...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:21

Maktul Yürek
 
Maktul Yürek

Keskin agzından ayrılık kılıcının,
Yüregimin yedigi darbe,
Bu acının;
En uç örnegini bana tanıttı:
Neden kısas uygulandı yüregime?
Ne suçtu ne de bir suça kanıttı,
Eski Dünya’nın ölümünü seyretmesi...

Yılları yele vermiş olması da belki
İkinci bir ağır suç sayılarak,
Nâhak yere zaman yargıcı,
Yüreğim için bu hükmü verdi.

Görmeden sevdiği kentler: Bağdat,
Saraybosna ve Priştine’nin
Harab olduğunu duymuştu
Kendini savunmaması bundandır...
Ben yirminci yüzyılı, bu sebeple
Yüreğimsiz bitiriyorum.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:23

Muhayyer Sünbüle
 
Muhayyer Sünbüle

Bu rüzgârla, şimdi çoktan unuttugum
Tarlalarda başaklar egiliyor;
Degirmen miydi depo mu, o yıkık...
Terkedilmiş yapının bacasında,
Derin düşüncelerde iki leylek;
Birisi ayakta ve çökmüş digeri.

Bu rüzgâr, şimdi deniz kokusunu,
O kadîm sâhilde gezdirirken
Bir şeyi yapamayacak yalnız...
Ölmüş güzellerin saçlarını,
-Onları ben unutmamış olsam da-
Artık dagıtmayacak bu imkânsız.

Duyulan bir sünbülün şarkısı mı?
Sünbül, eski saçların anısı;
Sanırım bizim de ardımızda...
Ölüm, zaman ormanının parsı...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:24

Selânik Şarkısı
 
Selânik Şarkısı

Eski duyarlıkları özleme hiç,
Aramak boşuna, yok onlar...
Giriş kapısı yıllardır çivili,
Kırık camlı otelde olmalılar;
Çünkü onlar da Selânik’de
Metrûk bir otelde öldü.
Vardar kapısı mıydı ey kalbim,
Yoksa Egnatia caddesi miydi?
Günlerimiz zaman çeşmesinden,
Akarak tükendi bitti;
Beyaz kuleler ömrümüzde ender...
Ve güvercinlerdir ki sevinçler,
Muttasıl kaçarlar bizden.
Ah Namıka Hanım, bilmem kimdiniz.
Bana mümkünse söyleseniz...
Neden bu Hüzün Bedesteni?
Bir de nedendir ki sevinçler,
Hep terkederler beni...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:26

Sırtlanlar Serenadı
 
Sırtlanlar Serenadı

Dilrübâ sırtlanlar sırıtıyor bak,
Kamyonlar seni ezer Çocuk muhakkak...
Kerli ferliler yasalarıyla,
Yarasaları serçelerden
Çok daha fazla koruyacak.
Sel gider kum kalır diyorsun Çocuk,
Kum kalır bu dogru fakat gül kalmaz;
Güller kalmaz, kuşlar kalmaz inan ki Çocuk
Sırtları saglam yere dayalı sırtlanlar
Pek dilrübâ sırıtırlar Çocuk...
Canavarlar ve cinayetler çogalır;
Ortada seni seven tek kul kalmaz...
O ürkek kumrudur ki senin ruhun,
Yakındır, yoklugundan yakınan bir kul kalmaz.
Kalmaz inan ki Çocuk...
İskete iskeletleri agaç dibinde,
Dilrübâ sırtlanlar sırıtır Çocuk...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:28

Toprak Aynasında Âlem
 
Toprak Aynasında Âlem

Gönül çeşmesini tâ durulunca pâk...
Etmeye bir ömür yetmedi.
Güller ki neyden fazla inlerken,
Nemli gözlerle bir mâzi,
Ve tâlik yazili çeşme
Nerdeydi?
Zemin denirdi, arz denirdi, saglam
Ve sıkı basarken ona biz neden?
Serviler, kekik otlarıyla bir âlem,
O eski âlem neden kaydı?
Ölüm beklemezdi serviler gerçi,
Bilmem hangi hayal kırıklıgı, yâhut
Hangi kederle müntehir onlar,
Kına giren kılıçlar misali,
Yeraltını süslemektedir şimdi.
Güller, yılanlar ve bütün
O eski âlem’in çocukları,
Semada ararken servileri...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:29

Uzlet Köşesi
 
Uzlet Köşesi

Yıllar birikir ardımızda, yürek,
Yıpranır ve soluk daralır
Güneşli geniş bulvarlardan,
Isıtan dost tebessümlerden
Uzlet köşemize ne kalır?
Hele elden gidince teselliler
Teslim oluruz teessüflere...
Mazinin seyrüsefer memurları,
Sühulet gösterirdi seyyahlara
Keder ki bir siyâhi seyyahtı, onu sen,
Onu sen hoş tutmadın ey yüreğim!

Güller dökülür bülbül ölür, sevgi gider
Çimen çocukları yeşerir sonra,
Onlar da çekilir birer birer,
Neydi ey yürek ne sandın ki?
Hüzün kalır mıydı girmişken sevgi.

Bir gün “Devletle efendim” diyerek,
Hüznü ve Sevgi’yi uğurlayan kimdi?
Ey yüreğim ne kadar da değiştin,
Seni tanıyamıyorum inan ki...
Dört yönden uğultusu olayların,
Yine düğümlendi dün ve yarın;

Taş döşeli bahçede ağaçların,
Altında kızıl ve sarı yığın,
Belirdi, demek ki sonbahardır...
Gün ardı karanlık güz ardı kardır
Hele elden gidince teselliler,
Yalnızlık köşemize ne kalır?
Teslim oluruz teessüflere.
Neydi ey yürek sen ne beklerdin ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken Sevgi...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:30

Yaykur Cebir Dersi
 
Yaykur Cebir Dersi

Büyüyle büyümüş gibisin;
Sesinde suların serinliği,
Tenin gül üzerine çeşitlemeler.
Migroslar-dolmuşlar arasında,
Hayâl varlıklardan birisin.
Buğulu sıcak ormanlarında gözlerinin,
Çocukluğunun tarzanları
Öfkenin arslanları,
Ve ürkekliğinin ceylanları gizlenir.
Büyüyle büyümüş gibisin,
Ümitle emeklemiş yürümüş...
Fakat bir müsavi işaretidir ki ölüm,
Seni de taşımağa hazır
Denklemin öte yanına.
Bunu başarınca müsavi işareti;
O zaman...
Ağlayış ve çok figan!
İz kalmayacak ceylanlardan,
Arslanlardan da.

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:30

Yaykur Tarih Dersi
 
Yaykur Tarih Dersi

1800’ler ile 1930’lar arasında,
Bazı Anadolu ve Rumeli kentlerinde
Yaşayan bu kavme dair
Pek az belge var elimizde. Bildiğimiz:
Kamış kalemlerini sevgiye batırıp,
Mührelenmiş kâğıtlara içirdiler;
Ney üflediler, tambur söylettiler,
Birçoğu muhabbet mülkü sultanına esir idiler.
Uysal ve sessiz yaşadılar, burası kesin,
Her talepte ibrâzı mecbûri aylık seyahat varakalarını,
Memur efendilere göstererek,
Meselâ Pendik’e Samatya’ya,
Dağılırlardı akşamları.
Frenklerden sevgi beklemeden,
Severek Fransızca çalıştılar.
Son derece hayretlerini muciboldu
Batıdan gelen her haksızlık;
"Niye hukuk-ı milel bizim için mer’i değil?"
Onların redingotları siyah- yeşil
Önceden söyler gibiydi siyah topraklarının,
Üstünde bitecek otları.
Ne oldular onlar, neden gittiler?
Bizim duymadığımız bir sayha mı işittiler?
Şairlere göre onları Gülcemâl
Bir defaya mahsus olmak üzere
Gemiler geçmeyen
Bir ummâna bırakmıştır.
Bu kadar unutulacaklardı demek,
Niye yaşadılar sanki?
Niye verdiler uygarlıklarının
O sırlı dokusuna emek?
-Ve onları izleyen kavim,
-Genellikle iyi asker veyâ muallim,
Millî bayramlarda heyecanlı,
Yaşadı ve çabuk çekildi şimdi yok.

Sistir o günleri canlandıran...
Tophane’ye sis bastığı günler,
Seyrisefain idaresi önünde
Sisten bir Rıza Bey çıkar ve sorar
Ne zaman gemi kalkacağını,
Hiç gitmeyeceği Napoli’ye
Muallim Feyzi’den Farisî öğrenen
Mekteb-i Sultani talebeleri
Tırmanırken Kadiriler yokuşunu
Sorar Rıza Bey nerde Napoli?
-İtalyan padişahının şehri-
Devran çarkını tersine çevirmeli,
Önce ölmeli, sonra görmeli.
Çok geçmez dağılır sis ve duman,
Yalnız sistir o günleri canlandıran...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:31

Yine de
 
Yine de

İç-dünyama İsviçre misâli
Yeşiller ve göller yarleşmedi.
Hangi kalıtımın ürünüyse,
İç-kentimde bir iki yaşlı kedi...
Çamurlu kaldırımlarda;
Dolaşır akşamüzeri.
İnsanların paçaları çamurlu,
İhtiyarların cebinde bir yumak sicim,
Ve en fazla bir elli lira.
Bir de paslanmış bir çakı.
Kadınlar ne leyli ne de güzel
Fakat ince ve saf yine de.
Hafif kamburu çıkmış kazaklı kızlar
Nemli ve kızarmış burun uçları
Gelecek günlerin hayâlini kurar.
Tek olağan dışı güzellik bu kentte
Koca kafasıyla Hindistan’ı anan
Bir fil bir de sükûti-devenin,
Süpermarketlere girmesidir.
Saygılı ve düşünceli her ikisi de.
Sen varsan ey yâr, ümit de var
Gözlerinde gizi güzelliğin,
Aman saklı kalsın saklamalısın,
Sarıp sarmalayıp sandıklamalısın.
Bekle ki bekçiler ihtiyarlasın
"Memlekete gettü" desinler de sen;
O zaman sandık-lekeli gizler
Bir de ben ve derinleşmiş izler,
Sürülmüş tarla kokusu yüzümde,
Sana doyasıya nazar edeyim.
"Geç oldu artık ben de gideyim"
Deyince ben, bu hikâye bitsin
Ve yeni bekçiler de benim için
Memlekete gitti diyeceklerdir
Deve ve Fil hemen gözden silinir.
Sen benim gözümde kalansın
Yine de...

Hüsrev Hatemi

Josephine 20.08.08 09:32

Yol Sonunda Reddiye
 
Yol Sonunda Reddiye

Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye
Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim,
Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe?
Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası;
Duygu tanımaz bir karayel işte...
Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran,
Son yolculuğunda yürek kadırgası.
Suç onun, sevgiye ne gerek vardı...
Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr,
Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur,
Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız.
Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık?
Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık...
İşte ama lâkin ricâ ederim fakat,
Şimdi asla ona gerek duymasaydık...
Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı
Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı
Bir yere varamadı, ölümse arkasında,
Suç onda sevgiye ne gerek vardı?
Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler
Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler?
Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler,
Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim,
Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı...

Hüsrev Hatemi


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:04 .

Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2