![]() |
Hüsrev Hatemi Şiirleri Agıt Bir yas anıtı olmadan yat Ugultunun kol gezdigini, Duydugum ve bildigim tepede; Hâl nice? Güller de... Görünüyorlar mı zaman zaman? Mevsim hep kış ve vakit gece Oldugu sürece... Uyu, kötü rüyalar yıldırmasın seni, Bir yas anıtı olmadan yat... Hüznün anıtı ol sadece... Sen bir su damlası gibi arı, Sen bir saç teli kadar ince. Bir yas anıtı olmadan yat... Hüsrev Hatemi |
Ağustos Melâli Ağustos Melâli I. Cesâret kalbim, cesâret! Sustun bütün kış, ürktün kırılmaktan; Çok gerilerde kaldı derken kar, Sonra bahar Ve Temmuz geçti. Yasımız duruldu, coşkumuz geçti... Ne ümit var artık ne korku; Ağustos gecesinde ağulu Sesleri yalnız böceklerin... Cisim sarayı yıkılmadan, Yeni bir sevinçle yıka haydi Geçmiş günlerin kıştan kalan, Balçığını sanmam ki arınsın. Bir devletin inkırazı sanırsın, Ağustos güze terk eder mülkünü Ve Zaman’ın Mehter Bölüğü, İcra-yı âhenk edip sürekli, Örtüyor gidenlerin çığlığını... Cesâret ey kalbim, cesâret! II. Seni eleme emanet etmeliyim Çünkü elem, Sevinçten çok sağlam Ve kalıcı. Çocuk! Bu acımasız, Bu can alıcı Zaman, üstün gelir hepimize... Ben seni elemin ellerine, Emanet edip gidiyorum. Kıyılar, dağlar Ve ormanlar, Senin de ardında kalır Çocuk! Gün gelir, fakat onlar da Zaman’a yenilip giderler... Sonunda yenilenmez yenilgiler; Zaman, bir başina kalir... Ve bizim çoktan geçtigimiz, Öte âleme geçince Zaman, Orada hepimiz istisnâsiz, O’ndan daha kıdemli oluruz... Hiç üzülme seni elemin, Emin ellerine terk ederek, Gidiyorum. Hüsrev Hatemi |
Anabasis Anabasis Yürekler yenilmiş ve suskun, dönüşteler Bu bezgin yolculukta başlar eğik Orak mı tırpan mı elinde bir yaşlı adam, Bir yaşlı adam, en önde gider. Ufku kapatmış bir dağ, sarp ve yola dik. Sen küçücük yüreğinle bu mâcerayı Hep şaşıyorum ki nasıl yaşadın? Ceylanlar vurulmuş, kurtlar nerde; Bu acımasız zamanda onlar da vurulmuş. İlerde yola bakan yüksek yerde, Kendini yırtıcı gösteren bir mazlum kuş, -Korkusundan olmalı bu gayreti- Yol yeşildi, bozkırlaşıyor şimdi, Taş ocakları ve delik deşik kayalar. Sen elimi tutma geriye koş, bekleyenlerin var. Sen bir kuşsun, kanatların Seni buradan uçursun. Eski dünyanın hayalini bana bırak, O benim gözlerimde dursun. Sen yüksel ve gerilerde Gölünü bulduğun zaman in. Bırak bu Dünya sana hain, Davransın, bu bedeldir, Bu bedelidir bir gül olmanın Ey! Kurbanlardan daha kurban çocuk Dönüşe geçme sen, dayan çocuk... Seni de mi Ezel meclisinden Yazıya yabana saldılar. Öyleyse kaybolmana imkân mı var? Kurbanlığı kabul etme İsyan-çocuk. Hüsrev Hatemi |
Ave Praha Ave Praha Can akımı küçük bir kediden geçer, Üç günlükken ölür kedi, daha nice... Daha nice iletkenden, Geçmeyi sürdürür akım; Bu gece Bilmem nedendir sustu şarkım. Batan günün kızıllığı yayılırken, Şarkı başlamıştı ve sesler... Sesler Vaslav bulvarından, Bir erganun âhengiyle doğup, Külâhlı kulelerine şehrin Topkapı Sarayı’ndaki kardeşlerinin Selâmlarini henüz sunmuştu ki; Bilmem nedendir, sustu şarkim. Bunca Bohemya kralinin, Anilarini yaşatan Prag, sen Degişen düzenlerle sarsilmadin... Hatirlatma bana bizdeki Sulugöz ve içten olmayan özlemi... Bir Ortaçag katedralimiz sayilan Bergama Ulucâmii’ne uğramadan Sâdece antik kenti gezdikten sonra, Cehennemî otobüslere dolarak, Cehennem olan kıroları ve Tünel’de, Galip Dede’ye baş çevirip bakmadan Sent Antuan’a seğirten zontaları... Bizim işimiz çok zor biz ki, Nazım Hikmet’in ve Yahya Kemal’in Âkif’in ve Hacı Bektaş’ın Hâşim’in ve Pir Sultan’ın Yüreklerini anlarız. İslav kederinden ve Tanburi Cemil’den Ayrı zevkler devşiren dervişleriz ki, Yâremiz merhem kabul etmez Kokteyllerden sormak ile, Köftelere saplanan kürdan mızrak ile Belli olmaz ahvalimiz... Fakat sayılırız parmak ile, Kırmak ile de tükeniriz... Tükendik bile, Hüvelbaki... Hemşerilerinin vefâsı sana, Mübarek olsun ey Prag Biz bedbaht ettik Dersadet’i; Sağol, beni karşıladın, Şimdi de bulvar ve köPage Rankingülerinde, Heryere taşıdığım dertlerimle, Beni başbaşa bırak. Hüsrev Hatemi |
Bedahşan İli ve Yüreğim Bedahşan İli ve Yüreğim Sen çık ve salın, gün akşamlıdır Tükeniyor, yok oldu bile sevgi Yazılsın tarihi ve sezilsin Sonlanışı aşkın, artık o yok ki... Öyleyse gülüm, neye yarar bilim; Ezelden ölümün ettiği zulüm, Granit kayalara kazılsın. Umardık yüreğimizin yazıtları, Yâni o kayalar, bir de kanımız, Bir gün lâl olur Bedahşan’da. Ah kuzu, bıçak hep senin boynuna Kirlenmiş çöllerde şimdi Leylâ... Teneke kutu ve çöpler yanında, Yüreğimiz lâl olmaz asla. Yeridir, bu yürek şimdi ezilsin, Yazılsın tarihi ve sezilsin... Bir zaman vardı, şimdi yok sevgi Sen çık ve salın, şunu da bil ki, Küskün gider gidenler yer altına Nice gevher bedenler çürüdüler Gevher canlar imiş, parlıyor hâlâ Tek sahipli ve çok yüzlü bir tebessüm Özlem ve buluşmalar hep onunla. Ben kınanma hırkasını kendim giydim eğnime Sağtöre kadehini taşa çaldım kime ne Bu kimi ilgilendirir Beyefendi? Çünkü nice beden, gevher misâli Arzın sandukasına kondu. Ah çık ve salın ki gün akşamlıdır Dilim ise lâl olacak yakındır Ama yüreğimin kanı ve kayalar, Lâl olmayacak Bedahşan’da... Of kuzu, bıçak hep senin boynuna Sen çık ve salın, gün akşamlıdır. Hüsrev Hatemi |
Beyazıt'ta, Kış, Pazar Sabahı Beyazıt'ta, Kış, Pazar Sabahı Ten tortusu topraktadır Cân neden damıtıldı ki... Üstelik uçurdun gitti. Garip imbiksin ey ölüm! Bahar seni buhar eyler Hayat çökertir toprağa, İmbikten üstün imbik mi? İstanbul’u damıtan kim? O da öte yana geçmiş... Sarıgüzel yangını mı, Oldu bunun başlangıcı? Sen ey ölüm kırlangıcı, Konar gibi yaparsın da; Yüzümüze bir değersin, Sonra beklenmedik anda, Alıcı kuşa dönersin. Sevda sahip çıkmaz bize, Bizi ölümden saklamaz; Üstelik ihbar da eder Sazlar, susmasanız şimdi, Bir rind gibi karşılamak Güzel olacak zâlimi. Oysa, buna da bırakmaz, Felç, prostat ve siare... Tekrir-i müzakere mi... Görüşme yinelemesi İstemeliyim Tanrıdan, -Yeni Elest kurultayı- Tanrıya demeliyim ki "Seven, ölmeli mi seni?" Kaygusuz’un Filibesi Onu aşkla seven kimdi? Bu sözü kim anlayacak, Kimler kimin kurbani ki? Garip imbiksin ey ölüm. Ey ölüm garip imbiksin! Hüsrev Hatemi |
Beykoz’da Gece Başlarken Beykoz’da Gece Başlarken Bir eski temmuz mu bu geçmiş yıllardan? Yosun, kavun ve deniz kokan... Hem küflü hem sıcak bir Temmuz Hiçbir yerden hiçbir beste duyulmuyor İster istemez geçmişi düşünüyor insan; Siz söyleyin Filozof Rıza Bey, Yenmek, bir kabristan mı almaktır? Yoksa dönüşümlü müdür sevinç ve hüsran, Yoksa hayatın özeti sadece, Bir eski temmuz mudur geçmiş yıllardan? Yosun, kavun ve deniz kokan... Hem küflü hem sıcak bir Temmuz Baharat kokulu kış çarşılardan, Farklı ve uzak bir Temmuz... Gün akşam oldu karardı kayalıklar, Işıdı birkaç yıldız gökte Yerdeyse birkaç diskotek ve restoran... Hüsrev Hatemi |
Çarşıkapı Yazıtı Çarşıkapı Yazıtı Felek, esbab-i cefâsını bile toplamıyor; Ciddiye almıyor ki bizi... Devrilmiş anlatacak çınarlar, "Yediyüzyıl süren hikâyemizi" Buz gibi bizler ve sizler, Yürekleri kaplamış buzlar, Çocuklarımız buzlar arasında, Ateşli kinler üretiyorlar. Isınmaga yarasın da... Diye mi düşünmekteler? İki anlamıyla da horlayarak, Tarihimizin ve günümüzün, Nöbetini tutuyoruz; Haydar Paşa’nın gelini mi olur, Antalya’da mutlu Felemenkliler mi, Ne söylenirse yutuyoruz. Yarınlar bizim demek için, Günler de bizim olmalı; Sade zaferleriyle değil Yenilgileri ve yaslarıyla, Dünler de bizim olmalı. Hüsrev Hatemi |
Deidesheim Düşünceleri Deidesheim Düşünceleri Gün bitiyor, gece de sona erecek, Başladığı gibi, Bütün yüzyıllarda Ve her gün Tekrarlanmada mı bu, Akşamın inişiyle yürekleri ezen duygu? Hallac ki bireysel günlerin pamuğunu atar, Tanrının tek zamanında toplardı Mutluydu, çünkü tek zamana Koşutluğu sürdürenler, Sürtünme kuvvetinden doğan elemi, En aza indirenlerdir. Mutluluk, Tanrısal tek Zamanla Birlikte yahut ona koşut, Olmaktadır bunu duydum... Tekrar ediyorum: Bunu duydum, Otuzyıl Savaşlarını görmüş, Hemen her köşesi gibi yeryüzünün, Acıdan pay almış Deidesheim’da... Kuşlarla, yaban ördekleriyle, Meşelerle, bütün yaratıklarla bir olup, Hatta ölümden sonra da Tanrısal Zamanda olmaktır mutluluk... Hüsrev Hatemi |
Düşsel Süvar Düşsel Süvar Suvar atını sen düşsel süvâri, Serin sularında göklerin... Bir daha olmayacak ki seferin. Bizi kiminle bilirdin ey can? Bu kent, Herşeyin kirlendigi bir şehirdir Of çocuk elemler sana göredir Hüzün senin için biçilmiş kaftan, Sahi ben bizi kiminle bilirdin ey can? Çocuk, seni gördügümü kim söyleyebilir Nerde düşsel refret ve su içtigi nehir, Nerde düşlerde dolu içiren pir? Kim duvardaki sazı indirebilir... Düşsel süvâriyi kim getirebilir? Ah çocuk, elemler sana göredir... Hüsrev Hatemi |
Ellili Yıllar İçin Acılı Alaturka Şarkı Ellili Yıllar İçin Acılı Alaturka Şarkı Meded ey zaman, bir parça kestir Kestir bir parça ucundan zülfünün; Gönül şarkılarını söylerken Safiye Aylâ, Firak ey felek firak! Ve bir o kadar da hüzün. Ilık gazozlu, aynalı taraklı Çok tramvaylı geçen yazlar Spor ve Sergi Sarayı’na hayran şehir... Cambazhaneli geceler, gök havai fişekli Budur ellili yılların hayâlimdeki şekli. Yenildik sana ey zaman, bu kesin fakat yine de, Yine de demek isterim ki derdimi, Yahya Efendi dergâhina en muvafik derdimi, Arzetmege bir dem bulamadım Buna izin vermedi felek. Sana yaptırayım ey zaman-aman İnsan kemigi tarak, Tara kâküllerini ve ellili yılları Bir yana bırak. Derdimi arzetmege bir dem bulmamışken ben, Ey dost, tanıdılar seni ve derhal geri aldılar Sarı giymesek de olacagı buydu zâten. Bekle orda üzerin sarı yapraklarla örtülü Âhüzarı beni muhtemelen aglatabilir, Lütfen uyarın Bülbülü. Söyleyin Bülbüle nâliş filân etmesin Bu bahar Feriköy’de kalsın İstinye’ye hiç gitmesin Esther Williams’lı ayna, plastik tarak Çok Fahrettin Kerim’li ve Ulunay’lı bir yaz Ey zaman, tara sen yine kâküllerini Ve ellili yılları Bir yana bırak. Hüsrev Hatemi |
Grili Çocuk II Gidiş’i Grili Çocuk II Gidiş’i Bir kış günü, sabah dönüşürken öğleye, Gittin, griler giyerek ötelere... Boz idi bulutlar ve bozdular, Güneşli görünümünü havanın. Giden sendin, gelenlerden bana ne? Eski gelmelerin çekildi gerilere, Bundan böyle, bürünmüş grilere, Kalacak gözümde gidiş ânın. Ah çocuk, gri giymeyi de nerden buldun, Gitmek mi sis rengi giydirdi sana? Yamaçları sıyırıp göğe ağar gibi, Akşam karanlığında savrulan kar gibi, Bu ellerde geç kalmağa korkar gibi, Gittin çocuk, sislere büründün de. Ve süreklileşti benim için artık, Bu kısa bölümü zamanın. Hüsrev Hatemi |
Gül olmak Külleşmeye hazırlıktır Gül olmak Külleşmeye hazırlıktır Firak çakmaktaşından doğan kıvılcım, Değdiğinde sevdanın kavına... Fesleğen yerine gül bitebilir, Gül yerine fesleğen de... Sevda okunun keskin ucu, Saplandığında yüreğe, yanı avına Ateş renkli bir gül kesilirdi; Ateş en iyi kavuşturucudur... Halbuki, sükûn idi O’nun yoldaşı Itır, onu saran bir bulut... Deryâ ise derinliginde berdevâm, Of çocuk neden uzaklaştın sen? Fakat, işte, şimdi hemen söyle neden? Füsun ve hüsün, onun çagrışımlarıydı Gül olmak, külleşmeye hazırlıktır Külleşmek, acıların dinişi. Hüsrev Hatemi |
Hazin Kurallar Hazin Kurallar Kurgusu değişince hayatın, Şirin görünür ölüm; bu kuraldır. Sanırım ki korkumuzdan, Öyle bir duruma düşmüşüz... Düşler bile düz, mâcerasız; Duygular nehri mecrâsız, Yürek vadisi nehirsiz, Zehirsiz ve panzehirsiz, Bir ömür. Sözde özgür... Coşkudan uzak ve yavan Gök yerine bir basık tavan, Güneş yerine bir kandil. Bunun farkına varılınca Arkada tek geçit, bin menzil Önümüzde yolun sonu görünür; Bu da kuraldır. Hüsrev Hatemi |
İntiha İntiha Sen de bilirsin hüznün incelmişliğini, Fırınında değil, mezecilerinde bulunur kalbimizin, Oysa keder, kara ekmek gibi zorunlu nerdeyse... Senin verdiğin hüzün kedere dönüşüyor gitgide. Sabah güneşi vuran doruklardan, Pembe rengi sildim şimdiki halde... Tipiyi çağırdım, göz gözü görmesin yine. Gözlerime ilgisizlik bulutları ardından, Kış güneşi gibi soluk, serin bak. Her zamanki bakışınla muhakkak, Özlem bulutu çözünür, taşkın olur. Sabah güneşi vuran doruklardan, Pembe rengi sildim bugünlerde; Dağdan kereste kesemem bunu bekleme, Kafeste kuş beslemek de değil bana göre Son nefesine yetişmeyi düşler miyim, -Tanrı beni korusun- İlgisizlik bulutları ardından, Kış güneşi gibi soluk bak gözlerime. Tipiyi çağırdım göz gözü görmesin yine; O güzelim bakışın kesinlikle Eritir buzulları taşkın olur. Ömür vâdisinin sona erdiği uçurumda, Duygu nehri çavşanlaşır ve korkunç coşkun olur. Hüsrev Hatemi |
İstanbul’a Ağıt İstanbul’a Ağıt Kaybettiğim eski İstanbul bir gün Yaşlı, hasta bir beyefendinin, Terekesinden çıkacak - vefatından hayli sonra - Ben o günü sanmam ki göreyim Fakat o gün geldiğinde Büyük bir sarı zarf içinde Üstünde "muhibbim" filan beyefendiye İthafıyla yaldızlı bir kent Yarı küflenmiş fakat olağanüstü güzel Zuhur edecek bir evden... O zaman kentimiz çoktan, Hani erkek çocukları ürperden Hımar tıraşından geçerek İmar görmüş tepeleriyle New İstanbul olacağından İş işten geçmiş olacak Sadece gönül sahipleri umarım Derinden ve insanın içine işleyen Bir musıki duyacaklar kısa süre Beton tepeler üzerinde... "İşte onların mahvolmuş yurtları". Hüsrev Hatemi |
Keder Denizi Keder Denizi Yürekler vardır ki Devran elinden, Onlara gam sunuldugunda, İri güller gibi kan aglayıp Sessiz, dünyayı seyrederler... Yürekler vardır ki onlar, Kırgınlık ve yalnızlıgı tadınca; Sokak gösterilerinde yakılan, Taşıt lastikleri gibi, Alevli ve gösterişli yanarlar... Yürekler vardır, gam denizi derinlerinde Mürekkep balıklarıdır ki, Onlara sitem eriştiginde, Deniz içine aglarlar... Laciverd ve dilsiz... Hüsrev Hatemi |
Kitap ve Biz Kitap ve Biz Bütün olaylardan önceydi kitap, Hayli uzun zaman yumagı bir de Bir ölüm gecesi... dogum ve nice Ölümler, dogumlar, yine ölüm... Yürek çöküntüsü ya da sevinç haberi, Gördüm yüzünde ışıyan yazları, Yüzünde kazılmış kışları gördüm. Sözler serpilmişti sazlıklara, Sızan ışık altında sözler nemli, Sözler serpilmişti sıcak kumlara, Güneş altında da sözler gördüm Duydum... Kuşkuların yogun kedere, kederin yasa Yasın yıkıma dönüştügünü Kitap aslında çok önceden bir muştuydu Neden öyleyse çocuk, neden Yüzünün taç yapragından çekilmiş su? Küçük bir çiçek için ne uzun... Ne hazin bir öykü bu... Hüsrev Hatemi |
Lâcivert Gece Lâcivert Gece Gülüşün kovamaz lâcivert geceyi Bir hilâl belirir gecede, sâdece... Kederle de kararmaz gözlerinin lâciverdi Yıldızlar belirir, kayan yıldızlar Yeryüzündeki bütün yalnızlar Ürperir, derler ki “çocuk kederli” Sert çocuk, sarp çocuk, lâcivert Çocuk, Biraz neşelensen bu ne dert Çocuk? Ürkme baykuşlardan, baykuşlar güzel Keşki bu kadar azalmasalardı... Hele kirpiler, yarasalar Hepsinin başımın üstünde yeri var. Ölü degil senin gecen, canlılarla dolu çocuk Sisli çocuk, puslu çocuk, bugu çocuk... Hüsrev Hatemi |
Maktul Yürek Maktul Yürek Keskin agzından ayrılık kılıcının, Yüregimin yedigi darbe, Bu acının; En uç örnegini bana tanıttı: Neden kısas uygulandı yüregime? Ne suçtu ne de bir suça kanıttı, Eski Dünya’nın ölümünü seyretmesi... Yılları yele vermiş olması da belki İkinci bir ağır suç sayılarak, Nâhak yere zaman yargıcı, Yüreğim için bu hükmü verdi. Görmeden sevdiği kentler: Bağdat, Saraybosna ve Priştine’nin Harab olduğunu duymuştu Kendini savunmaması bundandır... Ben yirminci yüzyılı, bu sebeple Yüreğimsiz bitiriyorum. Hüsrev Hatemi |
Muhayyer Sünbüle Muhayyer Sünbüle Bu rüzgârla, şimdi çoktan unuttugum Tarlalarda başaklar egiliyor; Degirmen miydi depo mu, o yıkık... Terkedilmiş yapının bacasında, Derin düşüncelerde iki leylek; Birisi ayakta ve çökmüş digeri. Bu rüzgâr, şimdi deniz kokusunu, O kadîm sâhilde gezdirirken Bir şeyi yapamayacak yalnız... Ölmüş güzellerin saçlarını, -Onları ben unutmamış olsam da- Artık dagıtmayacak bu imkânsız. Duyulan bir sünbülün şarkısı mı? Sünbül, eski saçların anısı; Sanırım bizim de ardımızda... Ölüm, zaman ormanının parsı... Hüsrev Hatemi |
Selânik Şarkısı Selânik Şarkısı Eski duyarlıkları özleme hiç, Aramak boşuna, yok onlar... Giriş kapısı yıllardır çivili, Kırık camlı otelde olmalılar; Çünkü onlar da Selânik’de Metrûk bir otelde öldü. Vardar kapısı mıydı ey kalbim, Yoksa Egnatia caddesi miydi? Günlerimiz zaman çeşmesinden, Akarak tükendi bitti; Beyaz kuleler ömrümüzde ender... Ve güvercinlerdir ki sevinçler, Muttasıl kaçarlar bizden. Ah Namıka Hanım, bilmem kimdiniz. Bana mümkünse söyleseniz... Neden bu Hüzün Bedesteni? Bir de nedendir ki sevinçler, Hep terkederler beni... Hüsrev Hatemi |
Sırtlanlar Serenadı Sırtlanlar Serenadı Dilrübâ sırtlanlar sırıtıyor bak, Kamyonlar seni ezer Çocuk muhakkak... Kerli ferliler yasalarıyla, Yarasaları serçelerden Çok daha fazla koruyacak. Sel gider kum kalır diyorsun Çocuk, Kum kalır bu dogru fakat gül kalmaz; Güller kalmaz, kuşlar kalmaz inan ki Çocuk Sırtları saglam yere dayalı sırtlanlar Pek dilrübâ sırıtırlar Çocuk... Canavarlar ve cinayetler çogalır; Ortada seni seven tek kul kalmaz... O ürkek kumrudur ki senin ruhun, Yakındır, yoklugundan yakınan bir kul kalmaz. Kalmaz inan ki Çocuk... İskete iskeletleri agaç dibinde, Dilrübâ sırtlanlar sırıtır Çocuk... Hüsrev Hatemi |
Toprak Aynasında Âlem Toprak Aynasında Âlem Gönül çeşmesini tâ durulunca pâk... Etmeye bir ömür yetmedi. Güller ki neyden fazla inlerken, Nemli gözlerle bir mâzi, Ve tâlik yazili çeşme Nerdeydi? Zemin denirdi, arz denirdi, saglam Ve sıkı basarken ona biz neden? Serviler, kekik otlarıyla bir âlem, O eski âlem neden kaydı? Ölüm beklemezdi serviler gerçi, Bilmem hangi hayal kırıklıgı, yâhut Hangi kederle müntehir onlar, Kına giren kılıçlar misali, Yeraltını süslemektedir şimdi. Güller, yılanlar ve bütün O eski âlem’in çocukları, Semada ararken servileri... Hüsrev Hatemi |
Uzlet Köşesi Uzlet Köşesi Yıllar birikir ardımızda, yürek, Yıpranır ve soluk daralır Güneşli geniş bulvarlardan, Isıtan dost tebessümlerden Uzlet köşemize ne kalır? Hele elden gidince teselliler Teslim oluruz teessüflere... Mazinin seyrüsefer memurları, Sühulet gösterirdi seyyahlara Keder ki bir siyâhi seyyahtı, onu sen, Onu sen hoş tutmadın ey yüreğim! Güller dökülür bülbül ölür, sevgi gider Çimen çocukları yeşerir sonra, Onlar da çekilir birer birer, Neydi ey yürek ne sandın ki? Hüzün kalır mıydı girmişken sevgi. Bir gün “Devletle efendim” diyerek, Hüznü ve Sevgi’yi uğurlayan kimdi? Ey yüreğim ne kadar da değiştin, Seni tanıyamıyorum inan ki... Dört yönden uğultusu olayların, Yine düğümlendi dün ve yarın; Taş döşeli bahçede ağaçların, Altında kızıl ve sarı yığın, Belirdi, demek ki sonbahardır... Gün ardı karanlık güz ardı kardır Hele elden gidince teselliler, Yalnızlık köşemize ne kalır? Teslim oluruz teessüflere. Neydi ey yürek sen ne beklerdin ki? Hüzün kalır mıydı gitmişken Sevgi... Hüsrev Hatemi |
Yaykur Cebir Dersi Yaykur Cebir Dersi Büyüyle büyümüş gibisin; Sesinde suların serinliği, Tenin gül üzerine çeşitlemeler. Migroslar-dolmuşlar arasında, Hayâl varlıklardan birisin. Buğulu sıcak ormanlarında gözlerinin, Çocukluğunun tarzanları Öfkenin arslanları, Ve ürkekliğinin ceylanları gizlenir. Büyüyle büyümüş gibisin, Ümitle emeklemiş yürümüş... Fakat bir müsavi işaretidir ki ölüm, Seni de taşımağa hazır Denklemin öte yanına. Bunu başarınca müsavi işareti; O zaman... Ağlayış ve çok figan! İz kalmayacak ceylanlardan, Arslanlardan da. Hüsrev Hatemi |
Yaykur Tarih Dersi Yaykur Tarih Dersi 1800’ler ile 1930’lar arasında, Bazı Anadolu ve Rumeli kentlerinde Yaşayan bu kavme dair Pek az belge var elimizde. Bildiğimiz: Kamış kalemlerini sevgiye batırıp, Mührelenmiş kâğıtlara içirdiler; Ney üflediler, tambur söylettiler, Birçoğu muhabbet mülkü sultanına esir idiler. Uysal ve sessiz yaşadılar, burası kesin, Her talepte ibrâzı mecbûri aylık seyahat varakalarını, Memur efendilere göstererek, Meselâ Pendik’e Samatya’ya, Dağılırlardı akşamları. Frenklerden sevgi beklemeden, Severek Fransızca çalıştılar. Son derece hayretlerini muciboldu Batıdan gelen her haksızlık; "Niye hukuk-ı milel bizim için mer’i değil?" Onların redingotları siyah- yeşil Önceden söyler gibiydi siyah topraklarının, Üstünde bitecek otları. Ne oldular onlar, neden gittiler? Bizim duymadığımız bir sayha mı işittiler? Şairlere göre onları Gülcemâl Bir defaya mahsus olmak üzere Gemiler geçmeyen Bir ummâna bırakmıştır. Bu kadar unutulacaklardı demek, Niye yaşadılar sanki? Niye verdiler uygarlıklarının O sırlı dokusuna emek? -Ve onları izleyen kavim, -Genellikle iyi asker veyâ muallim, Millî bayramlarda heyecanlı, Yaşadı ve çabuk çekildi şimdi yok. Sistir o günleri canlandıran... Tophane’ye sis bastığı günler, Seyrisefain idaresi önünde Sisten bir Rıza Bey çıkar ve sorar Ne zaman gemi kalkacağını, Hiç gitmeyeceği Napoli’ye Muallim Feyzi’den Farisî öğrenen Mekteb-i Sultani talebeleri Tırmanırken Kadiriler yokuşunu Sorar Rıza Bey nerde Napoli? -İtalyan padişahının şehri- Devran çarkını tersine çevirmeli, Önce ölmeli, sonra görmeli. Çok geçmez dağılır sis ve duman, Yalnız sistir o günleri canlandıran... Hüsrev Hatemi |
Yine de Yine de İç-dünyama İsviçre misâli Yeşiller ve göller yarleşmedi. Hangi kalıtımın ürünüyse, İç-kentimde bir iki yaşlı kedi... Çamurlu kaldırımlarda; Dolaşır akşamüzeri. İnsanların paçaları çamurlu, İhtiyarların cebinde bir yumak sicim, Ve en fazla bir elli lira. Bir de paslanmış bir çakı. Kadınlar ne leyli ne de güzel Fakat ince ve saf yine de. Hafif kamburu çıkmış kazaklı kızlar Nemli ve kızarmış burun uçları Gelecek günlerin hayâlini kurar. Tek olağan dışı güzellik bu kentte Koca kafasıyla Hindistan’ı anan Bir fil bir de sükûti-devenin, Süpermarketlere girmesidir. Saygılı ve düşünceli her ikisi de. Sen varsan ey yâr, ümit de var Gözlerinde gizi güzelliğin, Aman saklı kalsın saklamalısın, Sarıp sarmalayıp sandıklamalısın. Bekle ki bekçiler ihtiyarlasın "Memlekete gettü" desinler de sen; O zaman sandık-lekeli gizler Bir de ben ve derinleşmiş izler, Sürülmüş tarla kokusu yüzümde, Sana doyasıya nazar edeyim. "Geç oldu artık ben de gideyim" Deyince ben, bu hikâye bitsin Ve yeni bekçiler de benim için Memlekete gitti diyeceklerdir Deve ve Fil hemen gözden silinir. Sen benim gözümde kalansın Yine de... Hüsrev Hatemi |
Yol Sonunda Reddiye Yol Sonunda Reddiye Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim, Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe? Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası; Duygu tanımaz bir karayel işte... Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran, Son yolculuğunda yürek kadırgası. Suç onun, sevgiye ne gerek vardı... Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr, Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur, Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız. Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık? Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık... İşte ama lâkin ricâ ederim fakat, Şimdi asla ona gerek duymasaydık... Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı Bir yere varamadı, ölümse arkasında, Suç onda sevgiye ne gerek vardı? Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler? Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler, Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim, Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı... Hüsrev Hatemi |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 05:22 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2