![]() |
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 5 Sevgili Yoldaş Kurbağalar 5 Ne güzel geldin çiçeklerinle demeyi getirdim -çünkü ne güzel gidiyorsun kuşlarımla demek istiyorum sevgili sevinç olmalı su sızdırmazken ölüm bu kadar yeni bir sevme biçimi getirdim belki yalan ama yeni ne kadar temizlenirse halı kiri o kadar gösteriyor ayçekirdeğinin tuzu ve dağınıklığı mazeret olabilir tırnaklarımın ve dişlerimin arasına bulaşması dahil kaldırılan sandalye bir daha aynı yere oturmuyor aynada kırılan ilk yalan amipten hızlı çoğalıyor tam bu anda suya bakan salkımsöğüt önerilebilir konuyla alakası yokmuş gibi duran bir benin bilmediğimiz bir kızın ensesinde ben oluşu gibi bilmediğimiz bir oğlanda yürüyen incelik gibi aşk olur o zaman belki de kim bilir aşk tamam olur ışığın gölgesini inatla aydınlatma çabasını getirdim aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar... Nevzat Çelik |
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 6 Sevgili Yoldaş Kurbağalar 6 Dem çeken kumruların ansız susmasını getirdim -çünkü karanlıkta çakılan kibritin buz gibi yalnızlığını gördüm içimizde patlayacak bir suskunluğu ateşliyordur belki yeni bir susma biçimi getirdim bir başka konuşma hali dikenlerini çekmiş bir gülün üzerine yürüsek diyorum geçtiğimiz sokakların çehresini değiştirsek diyorum saç dibinden başlıyor dökülme isteği bunu biliyorum kel olmadan kellik hesaba katılırsa sözün önü açılır yüz metrede deniz olmadan bayrak değişimi belki yaşlılık biraz da oyunsuz kalmış çocukluk değil mi bugünlerde iyi bakmalı can yücel'e vedat günyol'a tok bir sesle usul usul biri biri usul usul bir sesle tok kendinden önce ipi göğüsleyene nasıl bakar bir atlet dağ dağa dönsün yüzünü arada bulut yağmur olsun bir şey olsun hayatımızda tutup o bir şeyi getirdim aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar... Nevzat Çelik |
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 7 Sevgili Yoldaş Kurbağalar 7 Bir kuşun kanatlarındaki rüzgârı getirdim -çünkü dört bir taraf gökyüzü ve geniş açı yüzümü okşuyor kalabalığın uyumu muydu yürüyüşümüze fiyaka katan yeni bir görme biçimi getirdim okuyorum şair bey kan giderek çoğaldı bir gülün kırmızısına mı döndük sessizce elini eteğini çekiyor annelerimiz bizden namaza durmalarından belli allah'a yakın dualarından gitgide buruşan yüzleri ki cesaret edip okşayamadığımız yitirme korkumuzu yalnız kalma korkumuzu getirdim yükseklik korkumuzu aşağılık korkumuzu getirdim ödediğimiz faturaları ödeyemediklerimizi ne varsa bir taşın döne döne düşme hızını sırası gelen öyküyü bir vapurun nazlanarak kalkışını çocukların boy atışını sahi çocuklar boy atarken ayaklarının altı kaşınır mı saçlarının esintisine bulutlar karışır mı onu getirdim aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar... Nevzat Çelik |
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 8 Sevgili Yoldaş Kurbağalar 8 yüklemi öznesine yaklaşan bir cümleyi getirdim -çünkü bir kilimin teklifsiz sıcaklığına dokunuyor ayaklarım henüz ıslanmış bir karanfil tomurcuğu duruyor elimde yeni bir direnme biçimi getirdim eveti ve hayırı bilen bir kazakta ilmik ilmik büyümesini çağla yeşilinin eski bir dostun ansızın karşımıza çıkan merhabasını bir dilim ekmeğe bir paket sigaraya muhtaçken az giydiğimiz pantolonda her nasılsa unutulan parayı uzayıp giden bir dalgakıranı dalgaların kırılmışlığını kollarımızda soba yanığı gibi duran aşı izini aşk izini siyahla beyaz arasındayken bütün renkler bir umudu bir kaşık suda boğacakken yutkunduğumuzu zan altında kalışımızı zan altında bırakışımızı erzincan depremleriyle boy ölçüşen aşklarımızı sıracevizler caddesi'ne ceviz ağacı dikmeyi getirdim aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar... Nevzat Çelik |
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 9 Sevgili Yoldaş Kurbağalar 9 Dile düşecek bir şiiri bir şarkıyı ısrarla getirdim -çünkü sağlam bir masada rakının üçüncü kadehini özledim kendi yalanına inanıp bir ömrü tekrar göze almayı yeni bir itiraz biçimi getirdim kimyası insan kimyası matematiğini coğrafyasını fen ve tabiatını kavganın kumda izi kalan yavrularıydık deniz kaplumbağalarının alıcı kuşların pike yaptığı suya değdi de ayaklarımız kalbimiz suyun aynasına düşen suretimizmiş meğer gölgesinden nasıl kurtulur insan kendi derisini yüzmeden erkeği zaten saymıyorum kadınsa şüphelerim çok ciddi bir kasapla akrabalık kurmalı alışmak zor ölü arkadaşlara tuza banılmış ekmekten geriye tuza banılmış ekmek kalıyor keskin yüzünden köreliyor bıçak bu işlerde bir terslik var aşık olunmaz aşkolunur devrimci olunmaz devrimolunur ellerinden tutup soluk soluğa bütün bunları getirdim aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar... Nevzat Çelik |
Sıcak Saklayın Gecelerimi Sıcak Saklayın Gecelerimi geçici ayrılık benimkisi ilkyaz çiçeğine gebeyim ağıtlar yakmayın adıma ben ölmedim ölmeyeceğim sıcak saklayın gecelerimi karlar altından çıkıp geleceğim düşlerinizin ateşinden ılık bir rüzgar gibi eseceğim demlice bir çay koyun üstüne aç çocuk gibi besleyin sobayı nasıl tütüyorsanız gözlerimde öylece tütsün buharı uzunca serin yatağımı boyunca uzansın ayağım el aman deyince gece usulca kıvrılır yatarım can canım canlarım hazır mı koynunuzdaki yerim gün olur gecikmiş çocuk gibi bağıra çağıra gelirim... Aralık 1982 Nevzat Çelik |
Suç Suç Evimin önü yokuş Sokağımı kar tutmuş Al da uç gözlerimi Kanatları gümüş kuş Al da uç... 1986 Nevzat Çelik |
Suda Seken Hayat Suda Seken Hayat bindokuzyüzaltmış doğumlular yıldız kanatlı birer kuştular doğru uçtular yanlış uçtular bıkmadan usanmadan uçtular bindokuzyüzaltmış doğumlular yıldız kanatlı birer kuştular fırtınalara bindi ateşi harlayan kanatları en acemi ve en usta gözlerimize değen gözleri kaçamadığımız yangın karanlıkta suda seken taş onların hayatıdır suda seken yassı parlak taş hayatımızın en dehşet anıdır üç kere seker beş kere seker başı bulutlara değer belki varamadı karşı yakaya varacak fakat suda seken hayat... Nevzat Çelik |
Sunu Sunu I güneşi hiç görmedim penceremde ne ay doğdu geceme ne bir yıldız hem sıkış sıkış hem çöl kadar ıssız beş yıldır bir şeyler soluyor içimde II dal olsun diye kuşa uzattımdı kolumu omuzlarıma kadar ekmek ufaladımdı yanılıp da bir kez bile konmadı inip üç adımda bitirdim yolumu evet üç adımdabir tokat gibi çarptı yüzüme duvar dibine çöküp avuçlarımı açtım fakat hangisine sapsam ne çok yol var el eli çoğaltmayınca bir yerde uçurumlaşıyor avuç çizgisi de tek başıma yürüsem şimdi barbaros bulvarı'ndan beşiktaş'a bir vapura binsem ya da motora -kaptan dümen kır üsküdar'a- düşteki gibi ansısam birden koyun gibi yatırılıp kazınmış saçımla ayakkabısızlığım.. pantolonsuz bacaklarımla içinizde aykırı bir yaşamım ben ihbar polis filan.. güvertede tutuklanmadan balığın üstüne martının altına yarı yolda kaldırıp gövdemi atsam bulurdum kendimi ayaklarımın dibinde beş yıldır bir şeyler sürükleniyor içimde yıllarca mektupsuz kitapsız bırakıldım bir elimle yazdıklarımı okudum diğer elimle beş yıldır beş koca yıldır bir şeyler kopuyor içimde III şortum ve şıpıdık tokyalarımla gördünüz beni haydarpaşa hastane girişinde beklerken güneş yanığı teninize renk renk giysilerinize bakarken uzun zincirlerle bağlı kollarımı süzdünüz imgeleminiz hemen de devindi -deli bu deli- yüzdeki buruşmadan duymasa da anlıyor insan biraz kötücül biraz acımaklı baktınız yüreğimi şaşırdım dürterek birbirinizi gizliden fısıldaştınız sıkıca kavranıp kollarımdan özenle geçirildim aranızdan -sizi mi koruyorlardı beni mi bilmem- çocuklarınızı kaparak çamurmuşum gibi sıçradınız iki yanıma ama soru sorandır çocuk-baba anne kim neden bu amca... bir çift dikenli tel yumağıydı gözlerim ağlayamadığımca ağladım yanıtınıza IV gün batınca çocuklar erkenden masallarını dinlemeden derin bir uykuya bir yunus dalıp çıkıyormuş gibi suya kalkıyorlar gözlerinde yıldız gülerken bendim öpen bendim silen anne diye üşüyen korkularını ellerimle şafak yangını yıldızları bendim gözlerine koyup giden sabah bir parça da anneler beni öpüyorsunuz bilmeden tadımı taşıyorsunuz günboyu sıcacık dudaklarınızda yaslandığınız ağaçta benim sırtım çiğniyorsunuz sokakta ayak izlerimi kokladıkça açan güzelim çiçeği ansıyın bir zaman yakama taktım geçerken kulaklarınıza uğultular geliyordur evet siz de vardınız taksim alanı'nda hepten unuttuğunuza inanmıyorum mutlaka omzunuzda omzumun sıcaklığı duruyordur V duysanız anlasanız bir kez beni böyle tek başıma geceleri çığlık çığlığa kalkmazdım ellerimin arasında kanayan alnımla çatlak bir duvar gibi bakmazdım bir elime ateş ötekine barut çizgi çizgi ben mi kazıdım değmesin diye bağlasa mıydım açlık ve ölümle yağarken bulut gençliğimi kakıp durmayın başıma bugünden yarına akardım bir bilseniz neler yaşadım yüzyıl bebek kalır yanımda VI asıldım yüreğinizin kapısına acıyı sevince bölerim su gibi yaprak gibi gülerim çıkmayın dokunmadan bana bir orman gibi yürüyüp elbet varacaksınız ortasına yolun ben yatarım bin müebbet siz çiçeklene-dallana durun... Ocak 1985 Nevzat Çelik |
Şafak Türküsü Şafak Türküsü 1 Beni burada arama anne Kapıda adımı sorma Saçlarına yıldız düşmüş Koparma anne Ağlama Kaç zamandır yüzüm tıraşlı Gözlerim şafak bekledim Uzarken ellerim Kulağım kirişte Ölümü özledim anne Yaşamak isterken delice 2 Bugün görüş günü Günlerden salı Islak Sarı bir yağmur Ülkemin neresine bakarsa ay Orada yitik bir anne ağlıyor Sen aralıyorsun yağmuru Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini Sonra bir umut koşuyorsun Yüreğin avcunda ısırırken çırpıntı gözlerini (ah verebilseydim keşke yüreği avcunda koşan her bir anneye tepeden tırnağa oğula ve kıza kesmiş bir ülkeyi armağan koşma anne birdenbire batacak olan düş denizinde yarattığın umut sandalıdır oysa benim için gece ışık hızıyla koşan kısa ve soğuk bir zamandır bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak uykusuz yorgun ve korkak 3 sanırım baytardı yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor boşver hipokrat amca üzülme ne olur sen de anne sen de üzülme hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim korkak kahraman gecelerimi düşlerimle sınırsız diretmişliğimle genç şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine usulca açılıverdi yanağımda tomurcuk pir sultan'ı düşün anne şeyh bedrettin'i börklüce'yi torlak kemal'i düşün anne hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın deniz'i düşün anne her mayıs şafağında uzun uzun döverken darağaçlarını ve o şafaktan doğma onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları insanları düşün anne düşün ki yüreğin sallansın düşün ki o an güneşli güzel günlere inanan mutlu bir yusufçuk havalansın 4 sıcak omuzlar değerken omzuma buz üstünde yürüdüm yıllar boyu bayraklar ve türkülerle kopunca memelerinden o mükemmel yaşama kurşunlar sıktılar alnıma açık alanlarda ağır kartalların konup kalktığı yalçın kayalardan biriydim ölüp dirildim yeniden güneşli güneşsiz akşamlarda mutlu yarınlar adına özgürlük adına ekmek adına üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin dirilip dönmesin diye hiroşimalar tahtadan atların boynuna çıplak ölümlerle yatmasın diye çocuklar aç gözlerle bakmasın diye çocuklar kardeşlik adına havadaki kuş denizdeki balık adına yürüdüm yıllar boyu dönüp bakmadım arkama ıraktı gözlerim çok ırak izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda kalsa da silinir gider yalnızca bir ağıt gibi çakılır ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer 5 tören adımlarıyla ölmek ne garip şey anne kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum bütün gözler üstümde sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun masa üstünde üşüyen bir sigara yanında küçücük bir cam bardak içinde rengi bu gecenin cılız titrek bir kibrit kağıt kalem sandalye geride flu yağlı büküm büküm bir ip ve çingene kuralına uygun değişmez dekoru mudur idam mahkumunun 6 kırılacak cammışım gibi davranıyorlar yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün oysa birazdan boynumu kıracaklar pul pul dökülecek yaz sıvası eylül'ün ben ölümü asıl az ötede titreyen çingenenin kara killi ellerinde gördüm anladım ki küllenen sigaradır soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm yani benim güzel annem alacaşafağında ülkemin yıldız uçurmak varken oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim 7 ne garip duygu şu ölmek öptüğüm kızlar geliyor aklıma bir açıklaması vardır elbet giderken darağacına 8 geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem bağışla beni güzel annem oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana elleri değsin istemedim gözleri değsin istemedim ağlayıp koklayacaktın belki bir ömür taşıyacaktın koynunda usul adımlarla yürüdüm ömrümü karşımda kurum kurum-laşan darağacı (tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan ökse de olsa dört bir yanı) birdenbire acıdı boynum gelecekler var birbiri ardınca genç yakışıklı ne olur işçi kadınım az yumuşak dik şu kefenin yakasını 9 yaşamak ağrısı asıldı boynuma oysa türkü tadında yaşamak isterdim çiçekleri kokmak ırmakları akmak yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak su başlarında aylak sektirmek kavalımı sonra bir çocuğun afacan bacaklarında anavarza kayalıklarına tırmanmak isterdim o güzel günleri görenler arasında bir soluk ben de yaşamak isterdim bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden öperken siya-u jakond'u tebessümünden işte o an saçlarından yakalamak dolunayı bir de yirmibeş kilometreden görebilmek nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı ölmek ne garip şey anne bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı sedef kakmalı bir kutu içinde vermek isterdim çocukların ellerine sonra sonra benim güzel annem damdan düşer gibi vurulmak isterdim bir kıza 10 künyemi okudular suçumuz malum gecenin kıyısında durmuşum kefenin cebi yok koynuma yıldız doldurmuşum koşun çocuklar çocuklar koşun sabah üstüme üstüme geliyor yanlış mı duydum yoksa erkenci bir horoz mu ötüyor keskin bir acı bilenmiş gitgide yaklaşıyor sonum iri sözlerim yoktu söyleyecek usulca baktım yüzlerine bin yıllık iskeletleri çatırdayarak göçtü ayaklarının dibine korkutamadılar beni anne avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran darağacı bir zaman rüzgarda saçını tarayan telli kavak değil mi boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi söyle anne o çingene bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan bağıra çağıra geçen bohçacı kadını sevmedi mi çılgınca 11 kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda işkenceler zindanlar hücreler savunmak yok mutlu tok bir yaşamı açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren mideme karşı kısacası bir çiçeği düşünürken ürpermek yok gülmek umut etmek özlemek ya da mektup beklemek gözleri yatırıp ıraklara ölmek ne garip şey anne artık duvarları kanatırcasına tırnağımla şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım baba olamayacağım örneğin toprak olmak ne garip şey anne ceplerimde el yerine balyoz taşırken korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini ve yüreğimin ırmakları taştı taşacakken ölmek ne garip şey anne uçurumlar ki sende büyür dağdır ki sende göçer ben yaprak derim çiçek derim çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim gül yanaklı çocuğa benzer yine de oğlunu yitirmek kimbilir ne garip şey anne 12 beni burada arama anne kapıda adımı sorma saçlarına yıldız düşmüş koparma anne ağlama kırıldıysa düş evinin kapısı bütün kırık kapıların çağrılışıyım kızların yanaklarında çukurlaşan biten başlayan aşkların ortasındayım her kavgada ölen benim bayrak tutan çarpışan her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni özlem benim kavga benim aşk benim bekle beni anne bir sabah çıkagelirim bir sabah anne bir sabah acını süpürmek için açtığında kapını umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak öylece kalkar uykudan şalterler dişleyip tükürmeden sigaralarını türkü tadında giyinirken işçiler bir sabah anne bir sabah acını süpürmek için açtığında kapını adı başka sesi başka nice yaşıtım koynunda çiçekler çiçekler içinde bir ülke getirirler başlarını koymak için yorgun dizine sen hazır tut dizini anne o mükemmel güne... Ağustos-Ekim 1983 Nevzat Çelik |
Tahliye Olan Tahliye Olan I kara sürülmesin diye anamızın ak sütüne başımızın gölgesini bile düşürmedik önümüze koşarak gelirdi seksek çizgisinden çocukların sesi acının aynasında yansırdı yurdumun o can sureti II apansız kar fırtınası tozardı uykularımız duyardık basılmış yuvaları dağkırlangıçlarının sesimiz sesimizi kucaklayarak aşardı duvarı kar aklığını kan yakmasın açın kanatlarınızı kırlangıçlarım mavi dağ dumanını sarın kanatlarınıza kırlangıçlarım umut umut dağlarımızda kanatlanın kırlangıçlarım III çatımızın üzerinde gökyüzü diye bir şey vardı boş bir tabut gibi yatardı havalandırmada bizsiz bir zaman çıplaklığımızı ısıtan giysilerimiz ve görüşçülerimiz vardı yüzleri yasaktı o yasaktı bu yasaktı şu yasak yasaklar arasından bir güzelim yasak kırıp atardı yasakları elimizden yuvarlasak mektupsuz kitapsız uykusuz kaldık kadınsız topraksız ağaçsız kaldık yıl yıl mapus mapus kaldık aç açık taştık.. dayandık.. kimseler duymadı gelip de çatmasa kaşını ayrılık dostlar gene birlikte dayanırdık IV ne yaşlı bir kavak gibi son deminde üşüyen babamı ne yaprak yaprak düşleri savrulan anamı ne bin yıllık kavgamızın bağbozumunu ne bir akşam vakti yanan denizin ufkunu ne beyninin yüreğinin ve gövdesinin bütün kapılarını araladığım üç aylık karımı ne de karımın karnında yatan yarı canımı bırakıp da düşmek içeri dostlar koymadı sizi parmaklığa asıp gitmek kadar... Nevzat Çelik |
Uykusuz Uykusuz Duvara demire değmekten Gün boyu yorgun Uzanıyorum ranzama Birdenbire kokun... Temmuz 1986 Nevzat Çelik |
Yağmur Yağmasaydı Yağmur Yağmasaydı (...) kollarım bağlı değildi bunu anladım oyun havaları klarnet darbuka rakı rakılı uzun masalarda insan kendini eğri çakar benim içimde zenci bir akşam vardı pastoral bir ay utanmasız soyunuyordu çoban köpekleri kalın havladı kuşluk vakti sokuldum ranzama oyun havaları klarnet darbuka rakı benim içimde zenci bir akşam vardı çingeneler küstü oyun havaları klarnet darbuka küstü saksofona döndüm yüzümü ipince girdi geceye soprano saksofon öldürülenler ambrosia[*] içer dedi öldürülenlerin ölmediğini saksofon söyledi o dere bu dere miydi diye sordum kızıl dere miydi kalbimin ufkuna kıvrılarak yatmış her kıvrımı bir başka türlü baruta batmış allegro dedi içimdeki maestro allegro be bacaklarım uzadı da sokaklara sığamadım sokaklarda sen yoktun ben kederimi ellerinden tuttum arananlar listesinde afişe olmuş yüzün şarkıların ve polisin bilmediği adını kafiye düşmez adını bağırsam bağırsam duvarlarda yüzün kalmış gidip gördüm kimseler görmedi ellerimi yüzüme sürdüm ellerim yüzümde geziyorum yağmurlar yağmazdı eskiden böyle günlerdir yüzümün ıslaklığını yağmura yordum sen yoktun belki yağmur ben kederimi ellerinden tuttum kalkıp oynayabildiğime göre despina'da oyun havaları da bilmem üstelik kollarım bağlı değildi bunu anladım çingeneler klarnet darbuka rakı kalkıp oynayabildiğime göre despina'da kollarım bağlı değildi bunu anladım yanımdaki kadın kimdi sen değildin buna eminim senin ellerinden elleri vardı belki bu yüzden vardı ve hatta gözlerinden gözleri vardı belki bu yüzden vardı ama sen değildin buna eminim gülüşün bir rüzgârdı senin kuşların kanadına binip giden kuşların uçma merakına senin rüzgârların neden nerdesin musluğu açan ellerinde belli değil su mu akardı gümüş mü nerdesin yoruldu kalbim kadınlarda aramaktan seni tüketiyorum onları kendimi nerdesin (...) Nevzat Çelik |
Yaşamak Ağrısı Yaşamak Ağrısı bir gece küçüktüler zavallı korkunç geldiler sevme dediler unut dediler sürün dediler ne varsa beni bağlayan ellerimle yakmışım ben ki spartaküs'le birlik ayağa kalkmışım biz olmasak açlık biz olmasak ölüm.. dediler seni kapkara bir çarşaf gibi yere serdiler sevildikçe güzeldin öpüldükçe güzelim kız kızoğlankız olmadın mı şimdi daha duldasız mapus çağındayız bakarsın ayakta duramam bağışlama güzelliğin bozulur dayanamam sınanıyoruz kaçınılmaz ayrılıklarda bak son demde yakaranı tanrı bağışlasın bırak okşadım tenini kırıldı bir kez yasak bıçak kanımı akansın olası mı seni unutmak seni sevdalar yontusu seni aşk yaratısı sana çoğaldım elbet bitecek yaşamak ağrısı... Şubat 1982 Nevzat Çelik |
Yaşıyorum Yaşıyorum Bu gece de gelmediler anne Ağustosböceklerini duyuyor musun? Ağustos 1986 Nevzat Çelik |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:58 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2