tualimforum.com

tualimforum.com (http://www.tualimforum.com/)
-   Türk Şairlerin Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/)
-   -   Nevzat Çelik Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/13066-nevzat-celik-siirleri.html)

Josephine 25.08.08 05:47

Sevgili Yoldaş Kurbağalar 5
 
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 5

Ne güzel geldin çiçeklerinle demeyi getirdim -çünkü
ne güzel gidiyorsun kuşlarımla demek istiyorum
sevgili sevinç olmalı su sızdırmazken ölüm bu kadar
yeni bir sevme biçimi getirdim belki yalan ama yeni
ne kadar temizlenirse halı kiri o kadar gösteriyor
ayçekirdeğinin tuzu ve dağınıklığı mazeret olabilir
tırnaklarımın ve dişlerimin arasına bulaşması dahil
kaldırılan sandalye bir daha aynı yere oturmuyor
aynada kırılan ilk yalan amipten hızlı çoğalıyor
tam bu anda suya bakan salkımsöğüt önerilebilir
konuyla alakası yokmuş gibi duran bir benin
bilmediğimiz bir kızın ensesinde ben oluşu gibi
bilmediğimiz bir oğlanda yürüyen incelik gibi
aşk olur o zaman belki de kim bilir aşk tamam olur

ışığın gölgesini inatla aydınlatma çabasını getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar...

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:48

Sevgili Yoldaş Kurbağalar 6
 
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 6

Dem çeken kumruların ansız susmasını getirdim -çünkü
karanlıkta çakılan kibritin buz gibi yalnızlığını gördüm
içimizde patlayacak bir suskunluğu ateşliyordur belki
yeni bir susma biçimi getirdim bir başka konuşma hali
dikenlerini çekmiş bir gülün üzerine yürüsek diyorum
geçtiğimiz sokakların çehresini değiştirsek diyorum
saç dibinden başlıyor dökülme isteği bunu biliyorum
kel olmadan kellik hesaba katılırsa sözün önü açılır
yüz metrede deniz olmadan bayrak değişimi belki
yaşlılık biraz da oyunsuz kalmış çocukluk değil mi
bugünlerde iyi bakmalı can yücel'e vedat günyol'a
tok bir sesle usul usul biri biri usul usul bir sesle tok
kendinden önce ipi göğüsleyene nasıl bakar bir atlet
dağ dağa dönsün yüzünü arada bulut yağmur olsun

bir şey olsun hayatımızda tutup o bir şeyi getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar...

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:49

Sevgili Yoldaş Kurbağalar 7
 
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 7

Bir kuşun kanatlarındaki rüzgârı getirdim -çünkü
dört bir taraf gökyüzü ve geniş açı yüzümü okşuyor
kalabalığın uyumu muydu yürüyüşümüze fiyaka katan
yeni bir görme biçimi getirdim okuyorum şair bey
kan giderek çoğaldı bir gülün kırmızısına mı döndük
sessizce elini eteğini çekiyor annelerimiz bizden
namaza durmalarından belli allah'a yakın dualarından
gitgide buruşan yüzleri ki cesaret edip okşayamadığımız
yitirme korkumuzu yalnız kalma korkumuzu getirdim
yükseklik korkumuzu aşağılık korkumuzu getirdim
ödediğimiz faturaları ödeyemediklerimizi ne varsa
bir taşın döne döne düşme hızını sırası gelen öyküyü
bir vapurun nazlanarak kalkışını çocukların boy atışını
sahi çocuklar boy atarken ayaklarının altı kaşınır mı

saçlarının esintisine bulutlar karışır mı onu getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar...

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:49

Sevgili Yoldaş Kurbağalar 8
 
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 8

yüklemi öznesine yaklaşan bir cümleyi getirdim -çünkü
bir kilimin teklifsiz sıcaklığına dokunuyor ayaklarım
henüz ıslanmış bir karanfil tomurcuğu duruyor elimde
yeni bir direnme biçimi getirdim eveti ve hayırı bilen
bir kazakta ilmik ilmik büyümesini çağla yeşilinin
eski bir dostun ansızın karşımıza çıkan merhabasını
bir dilim ekmeğe bir paket sigaraya muhtaçken
az giydiğimiz pantolonda her nasılsa unutulan parayı
uzayıp giden bir dalgakıranı dalgaların kırılmışlığını
kollarımızda soba yanığı gibi duran aşı izini aşk izini
siyahla beyaz arasındayken bütün renkler bir umudu
bir kaşık suda boğacakken yutkunduğumuzu
zan altında kalışımızı zan altında bırakışımızı
erzincan depremleriyle boy ölçüşen aşklarımızı

sıracevizler caddesi'ne ceviz ağacı dikmeyi getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar...

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:51

Sevgili Yoldaş Kurbağalar 9
 
Sevgili Yoldaş Kurbağalar 9

Dile düşecek bir şiiri bir şarkıyı ısrarla getirdim -çünkü
sağlam bir masada rakının üçüncü kadehini özledim
kendi yalanına inanıp bir ömrü tekrar göze almayı
yeni bir itiraz biçimi getirdim kimyası insan kimyası
matematiğini coğrafyasını fen ve tabiatını kavganın
kumda izi kalan yavrularıydık deniz kaplumbağalarının
alıcı kuşların pike yaptığı suya değdi de ayaklarımız
kalbimiz suyun aynasına düşen suretimizmiş meğer
gölgesinden nasıl kurtulur insan kendi derisini yüzmeden
erkeği zaten saymıyorum kadınsa şüphelerim çok ciddi
bir kasapla akrabalık kurmalı alışmak zor ölü arkadaşlara
tuza banılmış ekmekten geriye tuza banılmış ekmek kalıyor
keskin yüzünden köreliyor bıçak bu işlerde bir terslik var
aşık olunmaz aşkolunur devrimci olunmaz devrimolunur

ellerinden tutup soluk soluğa bütün bunları getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar...

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:52

Sıcak Saklayın Gecelerimi
 
Sıcak Saklayın Gecelerimi

geçici ayrılık benimkisi
ilkyaz çiçeğine gebeyim
ağıtlar yakmayın adıma
ben ölmedim ölmeyeceğim

sıcak saklayın gecelerimi
karlar altından çıkıp geleceğim
düşlerinizin ateşinden
ılık bir rüzgar gibi eseceğim

demlice bir çay koyun üstüne
aç çocuk gibi besleyin sobayı
nasıl tütüyorsanız gözlerimde
öylece tütsün buharı

uzunca serin yatağımı
boyunca uzansın ayağım
el aman deyince gece
usulca kıvrılır yatarım

can canım canlarım
hazır mı koynunuzdaki yerim
gün olur gecikmiş çocuk gibi
bağıra çağıra gelirim...

Aralık 1982

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:52

Suç
 
Suç

Evimin önü yokuş
Sokağımı kar tutmuş
Al da uç gözlerimi
Kanatları gümüş kuş
Al da uç...

1986

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:53

Suda Seken Hayat
 
Suda Seken Hayat

bindokuzyüzaltmış doğumlular
yıldız kanatlı birer kuştular
doğru uçtular yanlış uçtular
bıkmadan usanmadan uçtular
bindokuzyüzaltmış doğumlular
yıldız kanatlı birer kuştular

fırtınalara bindi
ateşi harlayan kanatları
en acemi
ve en usta
gözlerimize değen gözleri
kaçamadığımız yangın

karanlıkta

suda seken taş
onların hayatıdır
suda seken
yassı parlak taş
hayatımızın en dehşet anıdır
üç kere seker
beş kere seker

başı bulutlara değer

belki varamadı
karşı yakaya
varacak fakat
suda seken

hayat...

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:53

Sunu
 
Sunu

I
güneşi hiç görmedim penceremde
ne ay doğdu geceme ne bir yıldız
hem sıkış sıkış hem çöl kadar ıssız
beş yıldır bir şeyler soluyor içimde
II
dal olsun diye kuşa uzattımdı kolumu
omuzlarıma kadar ekmek ufaladımdı
yanılıp da bir kez bile konmadı
inip üç adımda bitirdim yolumu

evet üç adımdabir tokat
gibi çarptı yüzüme duvar
dibine çöküp avuçlarımı açtım fakat
hangisine sapsam ne çok yol var

el eli çoğaltmayınca bir yerde
uçurumlaşıyor avuç çizgisi de
tek başıma yürüsem şimdi
barbaros bulvarı'ndan beşiktaş'a
bir vapura binsem ya da motora
-kaptan dümen kır üsküdar'a-
düşteki gibi ansısam birden
koyun gibi yatırılıp kazınmış saçımla
ayakkabısızlığım.. pantolonsuz bacaklarımla
içinizde aykırı bir yaşamım ben
ihbar polis filan.. güvertede tutuklanmadan
balığın üstüne martının altına
yarı yolda kaldırıp gövdemi atsam
bulurdum kendimi ayaklarımın dibinde
beş yıldır bir şeyler sürükleniyor içimde

yıllarca mektupsuz kitapsız bırakıldım
bir elimle yazdıklarımı
okudum diğer elimle
beş yıldır beş koca yıldır
bir şeyler kopuyor içimde

III
şortum ve şıpıdık tokyalarımla gördünüz
beni haydarpaşa hastane girişinde beklerken
güneş yanığı teninize renk renk giysilerinize bakarken
uzun zincirlerle bağlı kollarımı süzdünüz

imgeleminiz hemen de devindi
-deli bu deli-
yüzdeki buruşmadan
duymasa da anlıyor insan
biraz kötücül biraz acımaklı
baktınız yüreğimi şaşırdım
dürterek birbirinizi
gizliden fısıldaştınız

sıkıca kavranıp kollarımdan
özenle geçirildim aranızdan
-sizi mi koruyorlardı beni mi bilmem-
çocuklarınızı kaparak çamurmuşum
gibi sıçradınız iki yanıma
ama soru sorandır çocuk-baba
anne kim neden bu amca...
bir çift dikenli tel yumağıydı gözlerim
ağlayamadığımca ağladım yanıtınıza

IV
gün batınca çocuklar erkenden
masallarını dinlemeden derin bir uykuya
bir yunus dalıp çıkıyormuş gibi suya
kalkıyorlar gözlerinde yıldız gülerken

bendim öpen bendim silen
anne diye üşüyen korkularını
ellerimle şafak yangını yıldızları
bendim gözlerine koyup giden

sabah bir parça da anneler
beni öpüyorsunuz
bilmeden tadımı taşıyorsunuz
günboyu sıcacık dudaklarınızda

yaslandığınız ağaçta benim sırtım
çiğniyorsunuz sokakta ayak izlerimi
kokladıkça açan güzelim çiçeği
ansıyın bir zaman yakama taktım

geçerken kulaklarınıza uğultular geliyordur
evet siz de vardınız taksim alanı'nda
hepten unuttuğunuza inanmıyorum mutlaka
omzunuzda omzumun sıcaklığı duruyordur

V
duysanız anlasanız bir kez beni
böyle tek başıma geceleri
çığlık çığlığa kalkmazdım
ellerimin arasında kanayan alnımla
çatlak bir duvar gibi bakmazdım

bir elime ateş ötekine barut
çizgi çizgi ben mi kazıdım
değmesin diye bağlasa mıydım
açlık ve ölümle yağarken bulut

gençliğimi kakıp durmayın başıma
bugünden yarına akardım
bir bilseniz neler yaşadım
yüzyıl bebek kalır yanımda

VI
asıldım yüreğinizin kapısına
acıyı sevince bölerim
su gibi yaprak gibi gülerim
çıkmayın dokunmadan bana

bir orman gibi yürüyüp elbet
varacaksınız ortasına yolun
ben yatarım bin müebbet
siz çiçeklene-dallana durun...

Ocak 1985

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:54

Şafak Türküsü
 
Şafak Türküsü

1

Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice

2

Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3

sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk

pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4

sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim çok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5

tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun

6

kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz sıvası eylül'ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

7

ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına

8

geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını

9

yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarza kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı

ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza

10

künyemi okudular
suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca

11

kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne

12

beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne...

Ağustos-Ekim 1983

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:55

Tahliye Olan
 
Tahliye Olan

I

kara sürülmesin diye anamızın ak sütüne
başımızın gölgesini bile düşürmedik önümüze
koşarak gelirdi seksek çizgisinden çocukların sesi
acının aynasında yansırdı yurdumun o can sureti

II

apansız kar fırtınası tozardı uykularımız
duyardık basılmış yuvaları dağkırlangıçlarının
sesimiz sesimizi kucaklayarak aşardı duvarı
kar aklığını kan yakmasın
açın kanatlarınızı kırlangıçlarım
mavi dağ dumanını
sarın kanatlarınıza kırlangıçlarım
umut umut dağlarımızda
kanatlanın kırlangıçlarım

III

çatımızın üzerinde gökyüzü diye bir şey vardı
boş bir tabut gibi yatardı havalandırmada bizsiz
bir zaman çıplaklığımızı ısıtan giysilerimiz
ve görüşçülerimiz vardı yüzleri yasaktı
o yasaktı bu yasaktı şu yasak
yasaklar arasından bir güzelim yasak
kırıp atardı yasakları elimizden yuvarlasak

mektupsuz kitapsız uykusuz kaldık
kadınsız topraksız ağaçsız kaldık
yıl yıl mapus mapus kaldık aç açık
taştık.. dayandık.. kimseler duymadı
gelip de çatmasa kaşını ayrılık
dostlar gene birlikte dayanırdık

IV

ne yaşlı bir kavak gibi son deminde üşüyen babamı
ne yaprak yaprak düşleri savrulan anamı
ne bin yıllık kavgamızın bağbozumunu
ne bir akşam vakti yanan denizin ufkunu
ne beyninin yüreğinin ve gövdesinin
bütün kapılarını araladığım üç aylık karımı
ne de karımın karnında yatan yarı canımı
bırakıp da düşmek içeri dostlar
koymadı
sizi parmaklığa asıp gitmek kadar...

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:55

Uykusuz
 
Uykusuz

Duvara demire değmekten
Gün boyu yorgun
Uzanıyorum ranzama
Birdenbire kokun...

Temmuz 1986

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:56

Yağmur Yağmasaydı
 
Yağmur Yağmasaydı

(...)
kollarım bağlı
değildi
bunu
anladım

oyun havaları
klarnet
darbuka

rakı

rakılı uzun masalarda insan kendini eğri çakar

benim içimde zenci bir akşam vardı
pastoral bir ay utanmasız soyunuyordu
çoban köpekleri kalın havladı
kuşluk vakti sokuldum ranzama
oyun havaları klarnet darbuka rakı

benim içimde zenci bir akşam vardı

çingeneler küstü

oyun havaları
klarnet
darbuka

küstü

saksofona döndüm yüzümü

ipince girdi geceye soprano saksofon
öldürülenler ambrosia[*] içer dedi
öldürülenlerin ölmediğini saksofon söyledi
o dere bu dere miydi diye sordum kızıl
dere miydi kalbimin ufkuna kıvrılarak yatmış
her kıvrımı bir başka türlü baruta batmış

allegro dedi içimdeki maestro
allegro be
bacaklarım uzadı da
sokaklara sığamadım
sokaklarda
sen
yoktun
ben kederimi ellerinden tuttum

arananlar listesinde afişe olmuş yüzün
şarkıların ve polisin bilmediği adını
kafiye düşmez adını
bağırsam

bağırsam

duvarlarda yüzün kalmış
gidip gördüm
kimseler görmedi

ellerimi yüzüme sürdüm
ellerim yüzümde geziyorum
yağmurlar yağmazdı eskiden böyle
günlerdir yüzümün ıslaklığını yağmura yordum

sen yoktun
belki yağmur

ben kederimi ellerinden tuttum

kalkıp oynayabildiğime göre despina'da
oyun havaları da bilmem üstelik
kollarım bağlı değildi bunu anladım
çingeneler klarnet darbuka rakı
kalkıp oynayabildiğime göre despina'da
kollarım bağlı değildi

bunu anladım

yanımdaki kadın kimdi

sen değildin buna eminim
senin ellerinden elleri vardı
belki bu yüzden vardı
ve hatta gözlerinden gözleri vardı
belki bu yüzden vardı
ama sen değildin

buna eminim

gülüşün bir rüzgârdı senin
kuşların kanadına binip giden
kuşların uçma merakına
senin rüzgârların neden

nerdesin

musluğu açan ellerinde
belli değil
su mu akardı

gümüş mü

nerdesin

yoruldu kalbim
kadınlarda
aramaktan
seni
tüketiyorum onları
kendimi
nerdesin
(...)

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:57

Yaşamak Ağrısı
 
Yaşamak Ağrısı

bir gece küçüktüler zavallı korkunç geldiler
sevme dediler unut dediler sürün dediler

ne varsa beni bağlayan ellerimle yakmışım
ben ki spartaküs'le birlik ayağa kalkmışım

biz olmasak açlık biz olmasak ölüm.. dediler
seni kapkara bir çarşaf gibi yere serdiler

sevildikçe güzeldin öpüldükçe güzelim kız
kızoğlankız olmadın mı şimdi daha duldasız

mapus çağındayız bakarsın ayakta duramam
bağışlama güzelliğin bozulur dayanamam

sınanıyoruz kaçınılmaz ayrılıklarda bak
son demde yakaranı tanrı bağışlasın bırak

okşadım tenini kırıldı bir kez yasak bıçak
kanımı akansın olası mı seni unutmak

seni sevdalar yontusu seni aşk yaratısı
sana çoğaldım elbet bitecek yaşamak ağrısı...

Şubat 1982

Nevzat Çelik

Josephine 25.08.08 05:57

Yaşıyorum
 
Yaşıyorum

Bu gece de gelmediler anne
Ağustosböceklerini duyuyor musun?

Ağustos 1986

Nevzat Çelik


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:58 .

Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2