![]() |
Nihat Behram Şiirleri ANACAN YİĞİTLEMELERİ -I- Canımdan can yolundu Uğuldar anacanım Dalı diken bürüdü Filizim darda benim Oy çakıl da çakıl kuduz dişleri Körpe cani parçalamak işleri Canımdan can duruldu Sızıldar anacanım Baharı kan surudu Çiçeğim harda benim Oy sinsi de sinsi hain güçleri Aydınlığa tuzak kurmak işleri Canımdan can budandı Çağıldar anacanım Bir sevdaya adandı Yiğidim sırda benim Oy civan da civan umut kuşları Anaların can can açan düşleri -II- Gün doğar günüm olur Solurum dünüm olur Birisi benim yavrum Gerisi gülüm olur Vay kanlı da kanlı cellat elleri Cellat ellerinde halkın gülleri Işığı gözde cağır Sözünü özde cağır Yüreğin dağ rüzgarı Acını közde çağır Vay çatal da çatal yılan dilleri Yılan dillerinde halkın gülleri -III- Yavrum benim çağıl çağıl Sularda ışıldanır Zulüm ona ölum değil Bin canda yankılanır Oy seni de seni yavru ceylanım Öcünü hıncıma yemin ettiğim Tomurcuğum güne durmuş Dal üstünde hızlanır Düşmanları pusu kurmuş Kan içinde gizlenir Oy seni de seni yavru ceylanım Ölümlerde gülüşüne kurbanım -IV- Can zulüm bağlarında En güzel cağlarında Alevlenmiş kuşum benim Özgürlük dağlarında Oy seni de seni yavru kartalım Rüzgarını doruklarda tutanım Bir yanım uzaklarda Bir yanım tuzaklarda Öfkeyle bilendi acım Dişlenmiş kucaklarda Oy seni de seni kanlı bağlarım Günü gelir hesabını sorarım... Nihat Behram |
Doğadan Istek DOĞADAN İSTEK Beni geçmişin dehşetiyle besle Beni geleceğin özsuyuyla Küpeler tak kulaklarıma kirazlardan Mendilimi fesleğenlerle yıka Bana çılgın bir gürleyiş bellet Yankısıyla kapan üstüme geceleri Benimle rüzgarları tanıştır Gözlerimi boralara düğümle Beni kankardeşi bilsin gözyaşların Beni umudunla büyüle Bana ıssız gecelerden yıldız kaymaları sun Beni ucu kıl birbirine sürtünen çakmak taşlarının Koynuma başakları yıkayan yağmurunla yağ Kasıklarımı zeytin yapraklarıyla yenile Ben seni esir alayım şiirlerle Sen beni kul bil kendine. Nihat Behram |
Doğdum Bağlandim Sana DOĞDUM BAĞLANDIM SANA Bütün düşlerde olduğu gibi Anamın yaslı çehresinde olduğu gibi İçimde bir şeyler birikiyor Savaşarak pişirilen toprağı Kıvır kıvır işleyen güneş Yitip gitti sanılan Bir sesi iletiyor... (...eriklere, ardıçlara, dallarını Yosunların bürüdüğü selvilere, Koruda kaybolan tavşanla, kaynağa Biriken pervanelere, Uçsuz bucaksız maviliğine denizlerin, Bulutu evcilleşmeyen dağların görkemine, Serin çığ taneleriyle ağırlaşan hasat rüzgarına, Yaylaların büyüsü keskin ayaza...) Memleketim Kınından sıyrılıp Işıldamak için sabırsızlanan bıçak Habersiz duruyor Terkedilmiş çocuklar gibi Gözlerinde kıvılcım güzelliğinden... Nihat Behram |
Ellerin Avucumda Iki Ateş Damlasi ELLERİN AVUCUMDA İKİ ATEŞ DAMLASI Çiçeğinde yeni yeni kamaşan zerdalisi ömrümün, Gülüşümde çekirdeği sertleşmemiş ilk çağlam, Kızım benim, nazım benim, Gurbetelde sazım benim, Yalazlanmış can tanem, Körpe dalım bir tanem.. Sisini gözlerimin, içimdeki dumanı Seziverdin de sanki Acılandın uykunda, Sızlandın huysuzlandın.. Dudakların kurumuş, ter içindesin yavrum! Kolsuz kanatsız kalmış Geceden beri başucundayım.. Çırpınarak anlamını arayan binlerce sözcük Kabukları koparılmış yaralar gibi Uğulduyor beynimde.. İtiraf etmeliyim ki yavrum Çekip gitse de bir bir Ekmeğe, özgürlüğe, insanlık ve hayata dair İçimi dişleyen düşünceler, Senin bir gülücüğün şimdi Yaşamam için bana yeter. Geceden beri başucundayım.. İşte, sabaha dayandı gün! Aşsız, işsiz, kuruşsuz Bir ıssız bayırdayım. Bebeğim, canımın kıvırcığı, Boranda fırtınada sürgün vermiş tomurcuk, Üzüm tanem, nar tanem, Acar yanım, bir tanem.. Kim kime, dum duma bir tufandayız; Günlerin ağzında kara bir gül Dikenleri tenimize dayanmış; Ürkütülmüş, sarılmış, acıyla sınanmışız.. İnim inim uykunda nasıl da yalnız Yanıyor yüzün yavrum, Yüreciğin kaşlarında tütüyor, Ellerin avcumda iki ateş damlası, Tutuşmuş rüyaların, sesin duyulmaz, Kendi kollarımızdan başka Saranımız yok bizim.. Yazım benim, güzüm benim, Yemin olmuş sözüm benim; Sana kuş bulmalıyım Sana düş bulmalıyım Gidip iş bulmalıyım.. Koynunda çırpınırken böyle çaresiz Kahrınla tanıştırdın bizi ey hayat Zehrinle tanıştırdın; Alışılmaz bildiğimiz nefrete alıştırdın! Onurumuz : Senin için sakladığım tek servetim bu yavrum; Süt olmaz, aş olmaz, iş olmaz onurumuz.. Sızım benim, gizim benim, Gurbetelde izim benim; Ateş almış taş altında kalmışız, Gün olur hesabını sorarız elbet... Nihat Behram |
Hapishanedeki Arkadaşima HAPİSHANEDEKİ ARKADAŞIMA Sevgili kardeşim: Belli ki Gömleğinin yakasında kuruyan ter Bu bahar Tarlaların tozunu taşımayacak Kasketinin gölgesini Küçük üzümleri andıran gözlerini Bir selvi yaprağı gibi korumayacak Sana Tomurcuklu bir dal yollamıştım Bir kaç kitap Bir kilo portakal Ve "Dostları özlemle kucaklamayı unutma" dizesini Almadılar Geçen yaz-hatırlarsın- İlk meyvasını veren bir fidandan Ham zerdaliler toplayıp Uzun yollar boyunca Esaret ve zafer üstüne Marşlar söylemiştik Yaşadığın günlerin hesabını soranlara Bildiğin marşları söylemeyi unutma... Nihat Behram |
Hesapsiz Duygular HESAPSIZ DUYGULAR Bil ki Üzgün bırakıp ayrılırken Caddeler Kaldırım taşlarıyla örtülmüş uçurumlardır. Bilinçsizce mırıldanışta ansızın hatırlanan Bir şarkı gibidir dönüşündeki haz Uzun uzun ağlamak için güdülen hasret Bazen nelere değmez Subaşından ürkütülmüş ceylanın Sekerek kaçarken ırmağa saldığı kader Sanki süzülüp kalbine gelir Yanıp sönen solgun Ve kararsız ışıkları sehrin Topraklarda ışıldasa da yıldızlar kadar Gözlerimde yoğunlaşan anlamsız bakış Takılıp gölgesine derinliklerin Uzaklaşır. Oysa tayların körpecik kuyruğuna Parlak yelesine bağlanan kurdela Huylarını gizlice dizginlemek içindir Ve bilmediğim acılar Yemişine kuşların konmadığı ağaçlar Sarmaşıklar altında Seni birazdan ay batarken anacağım Fakat unutma ki yaşamak Sonsuz bir tadla onarıyor Hırçın bir çocuğun ısırdığı elmayı. Nihat Behram |
Manastir Kuşçusu MANASTIR KUŞÇUSU Zor bir nakış gibi işliyorum Liseyi ve aşkı Hüzünden bir kanaviçeye Üveyikler ibibikler arıyorum Kandillerle gece çullukları Bana bir salgını çağrıştıran bıldırcınlar Lise öğretmenlerinin dolduğu odalardan Sarı asmalar ürküyor koştuğumda Kim bilir kuşların öldüğünü Rüzgar geçerken selviler arasından Sepetime diken gülleri toplayıp Annemin güzelliğine üzgün Kuşlar vurduğumu benim Çağlalar çaldığımı Kim bilir hala nasıl süslüyor beni O yusufçuk sesleri Şimdi kumruların angutların kaçıştığı Çocukların mavi serçeler topladığı Aile albümünden bir yüreği Hızla soyunuyorum Hızla soyunuyorum karanlık koynumdan Liseli kitaplarımı. Nihat Behram |
ölülerimiz ÖLÜLERİMİZ Her sabah Her sabah O kusursuz acının kollarında O kusursuz acının kollarında öpüştüğüm gökyüzü Artık Çırpınan yüreğimi yatıştırmıyor. Ve onun Koparıp dizginlerini Uçarcasına boylu boyunca Sakınmasız çarpışı Heyecanlandırıyor beni. Bir serçe kümesinin konması karşıki dala Belki hiçbir şeydir, Ama sevgilimin mektubunda bir kuş resmi Beni coşkulandırabilir. Milyarla yıldız arasında tanırım onu Çünkü seyredince güzelleşir sevginin ışıltısı; Binlerce gözüm var Binlerce şafak halindeyim Anlamak istediğim şeyin karşısında Çünkü anlamak zorundayım; Her sevinç kolayca ele geçmez İnsan her acının sahibi değildir; Gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz Ve hayatın kararı kesin: Son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak Söylenecek son söz kahramanca olmalıdır. Vurgunum İnceliğinim senin Eyy Yapraklarda bir kuş hafifliğinde sürüp giden titreyiş Vurgunum Bir nehri besleyen suların uyumuna, Taşlara hırsla vuruşuna dalganın. Ölüm seni yanıltmasın... Nasıl ki yığılır yüzüne gecenin karanlığı Gözlerinle bir başına kalırsın Ölüm öylesine gözuçlarında Savun, kavuştur yüreğini Minicik bir çiçeğin bile kökleri Yaşamak hırsıyla uykusuzdur. Ölülerimiz... İşte Stevan Flipoviç. Bir kahraman. Faşistler sarmış çevresini. Sehpada. Boynunda ip. Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini Bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından Haykırıyor: "Kahrolsun faşizm; Yaşasın mücadelemiz..." Steven Flipoviç Onurun bekçisi Direnmenin. Ölüm seni yanıltmasın... Bir bir düşün yaşayanları Alnını korkusuzca kaldır Kimin yanındasın Yerin neresi Ve senin en çaresiz anında Tek silahın nedir? Ölüm seni yanıltmasın... Usanma hayata yaraşan sesi aramaktan Her kuşun palazlandığı bir yuva vardır, Her dal güneşin ve rüzgarın avuçlarında Kendi hevesince boyanır; Çünkü yaşaması gerekiyor bir şeylerin Bir şeylerin bir şeylerin: senin olan Bak: kollarını bağlıyorlar; Son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi Birazdan göğsünü parçalayacaklar. Ama kan onu geriletmiyor. Başlıyor şarkısına: "Yaşasın Ho Chi Minh: Yaşasın Vietnam..." Damarlarım damarlarına bağlı yaralarından Çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir Nguyen onun siperi... Bir buğday tanesi midir Aynı titreyişle Toprağa düşer düşmez kıpırdayan O şarkı... bir buğday tanesi mi? Ölülerimiz... Sesleri dünyamız kadar bilge. Birazdan kalkacaklarmış gibi Uzanıp bir sipere Koyulaşan... Ölülerimiz... Bakışları Uçmaya hazırlanan bir kartal kadar çevik, Vurgunum Gizleyemem. Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık Unutma Öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek. Nihat Behram |
Siğinak SIĞINAK Yedeğimde hep bir şiir olmalı Korusun diye beni, Sarsın Solusun diye... Yedeğimde hep bir şiir olmalı Dileğimce değiştirebildiğim Değiştikçe beni de değiştiren Yüreğimle sindiğim, Kimsenin bilmediği, Acısına başka acı Sevincine başka sevinç değmemiş, Canım gibi Yok etmek hakkını kendimde gizlediğim Ömrümce çılgın, gönlümce engin, Yeni doğmuş bebeklerin sesiyle Yankısı ufkuma dokunurcasına yakın Soluğumda kıvılcım, dudağında gül Yaşamaya düğümlü, Goncalar kadar körpe Dalgalar kadar hırçın Kavuşmamız olanaksız birine sakladığım, Mahrem, bağışıksız, Mazlum bir şiir Yedeğimde hep bir şiir olmalı; Çırpındığım geceler Yetişip yatıştıran Esinlenip dindiğim, Duygusu sağılmamış, Üşüse soluverecek, Pürüzsüz, bir başına incecik, Gülüşü gülüşüme denk, andıkça parıldayan Andıkça parıldadığım, Kanmayan, kandırmayan; Öfkesi kirlenmemiş, Zehri gibi kendi hayatımın Ayrılık yaralarını sarılır sanmış, Sürgün, ürkütülmüş, Üzgün bir şiir. Yedeğimde hep bir şiir olmalı Yuvasında ilk kez uçan serçe gibi telaşlı, Şafakta kuzulamış karaca gibi baygın, Ulaşınca çılgınlığa kırılan dallarda ömrün Yanarak uğuldayan Yanarak uğuldadığım... Yine daldım da kendi düşüme Hasretin kanayışı bitermiş sandım... Beni şiirler bağışlasın! Nihat Behram |
Suda Yiten Ayişiği SUDA YİTEN AYIŞIĞI Kırk sevginin baygınıyım "belki de yüzkırk" Yine de yalnızlık yalazlanır kırık kalbimde Otların tutuklusu Haylazı ağzım Şimdi tutlusu kara suların. Her şeye yeniden başlayabilseydim eğer Aşkımı acıyla anmazdım artık. Ben ki delisiyim suların, oysa bu sular Çöl rüzgarı kadar bulanık. Akar gibi geçiyorum dünyadan, ısınıp bakınmadan, Sarhoş Sıkılgan Sırılsıklam... Kırk diyarda kırkbin öpüşün bitkiniyim Dudağında kırkbin kekik tadı kamaşır Yine de kalbim ısırgan mı ısırgan. Eşini çağlayana kaptırmış balığıyım bu nehrin; Aydır, geceden beri dişlenmiş kelebeğin Her sabah ağzımda ölümüyle buluşan... Nihat Behram |
Sürgün SÜRGÜN Uyandırın anamı Söyleyin gidiyorum Yolumu gözlemesin Dönemem belki geri Arkadaşlarım duysun Kardeşim bunu bilsin Söyleyin gidiyorum Dönemem belki geri Babama haber salın Çiçekler onda kalsın Sulasın günaşırı Dönemem belki geri Korulara söyleyin Dağlara asmalara Baygın çocukluğumun Çınladığı kırlara Söyleyin gidiyorum Dönemem belki geri Gelsinler anılarım Uğurlasınlar beni Sadece sevdiğime Söylemeyin duymasın O kadar körpe ki kalbi Bilmiyor yitirmeyi Söylemeyin bu akşam Sevdiğim ağlamasın... Nihat Behram |
üç Dağa Ağit ÜÇ DAĞA AĞIT Açlığın Çıplaklığın acısı mı genişliyor Dalları Meyvaya çağıran rüzgâr mı? Dalgın bir kuşun ötüşünden Sevdiğinin kalbine düşen âşık mı? Yağmuru emen toprak mı derinleşiyor Yas mı tutmalıyım onurlu ölüme Halkın gözlerini dolduran çizgilere Umudu mu çağırmalıyım Ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre Sıcak titreyişi varlığını hayata adamışların Gidiyor Öfkenin haykırışları Yasalarıyla gidiyor kahredişin Zulmün ve iğrençliğin buyruklarıyla gidiyor Toprağa düşen bakımsız yapraklar gibi değil Azarlanmış çocukların kederiyle değil Doğuşun ve sevmenin feryadıyla gidiyor Ölümü donatan arkadaşlarım Ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre Durutarak gündüzleri geceleri Durutarak adanmışlığı, mertliği, yüceliği Damıtıp sevdalarına Neferi toprağa aşılamaya gidiyor arkadaşlarım Bulutlar da hafif mi kar taneleri kadar Özgürlüğün borcu mu ödeniyor Yaralar mı açılıyor yoksulluğa Ezilmişliğin isyanı mı sesleniyor Ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre Birer rüzgâr uğultusu bırakarak yanan ateşe... Nihat Behram |
Yaşadikça YAŞADIKÇA Ah benim aşkla beslediğim sevgilim Kalbimi zorlayan heyecanla sana Savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum Günler Sazlarla çevrili göl kıyısında Suyun inanılmaz berraklığıyla çalkalanıp geçti Serçeler karla yıkadı tüylerini Taşların oyuklarına doluşan kertenkeleler Düşlerimde zamanla silikleşti Bazan düşünmek acı veriyor bana İçimde yırtılarak uzaklaşan çayırları Ah, benim aşkla beslediğim sevgilim Bütün güzel şarkıları sanki ben bestelemişim Üstelik merakla bakıyorum tanıdık her yüze Çayırları düşün Anamdan emdiğim sütün tadı Yırtarak uzaklaşan çayırları Artık tek afiş kan kokusu şehrin sokaklarında Gerisi düşmanın kurduğu pusu Kan kokusu diyorsam Ah, benim aşkla beslediğim sevgilim Kalbimi zorlayan heyecanla sana Savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum... Nihat Behram |
Yenilgi YENİLGİ Ah susuşu o saf yüreğin Ah, acısı acemi çocukluğun Düş kırıklığı, coşkudaki bozgun Ah yenilginin yorgun kısrağı Kendi içini kavuran kızgın ateş Bekleyişe bağlanan umut, tasası haykırışın Ah, ardı ardına kenetlenen ölüm Ah, hıncı sabırla bezeyen sır Yazmadaki sırması ağlayışın, tırnaklara oturan kan Sanki delirmenin eşiğindeyim Boş bomboş gözlerine gömülmüşüm bir köpeğin Mısırların süt taneleri, kestanelerin Bademlerin daha olgunlaşmamış Suyla susuzluk arası kayganlığında Aranıp duruyorum kendimi Ey yangınlarda patlamaya hazırlanan merak Ey içimi ekşi sularla çalkalayan baş dönmesi Issız ıpıssız boşluğu aysız gecenin Ölümle yaşamak arasındaki şerit Naneler, kekikler, ebegümeçleri Ve şifalı bulutu kaynar kükürt deresinin Çekiyor altımdan nemli döşeğimi Ah, yürekleri toprağa saplanan arkadaşlarım Ah, oğlakların, tayların, buzağıların Acı otlarla kararan damakları (Akşamları barut kokusuyla dönsem de odama, Sancısı: çaresiz seyrettiğim ölümün Ah, bir kere daha kederliyim Ah, çılgın bir aşkın kollarında incelen bıçak Seni öperek bilemeliyim... Nihat Behram |
Yine De Gülümseyerek YİNE DE GÜLÜMSEYEREK Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız Yıldırımlarla ağmış, Ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış Kaburgamız, Dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir Uçurumlar, Yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin Yaşından İncitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği; Şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş, Sesimizde sendeleyen bir keder, Uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden; Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin. Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet Çiçek için, Neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için, Yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın Yürek için; Şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik, Yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz, Kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin Zehrini; Ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın İksiri. Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş, Ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp, Şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız, Şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak Kadar delik Üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin; Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten, Bakışımız lekesiz. Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften, Ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz Değişmemiş, Hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür; Şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız, Issızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış, Kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar İnildesek açlıktan; Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından. Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz. Ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz, Bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden; Şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk, Nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış. - Bizi eşkiyalar soymamış abi muhabbet yıkmış! Nihat Behram |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 02:27 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2