Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06.09.08, 13:23   #5 (permalink)
Kullanıcı Profili
ÇisiL
Delta Üye
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jun 2008
Mesajlar: 581
Konular: 477
Puan Grafiği
Rep Puanı:4934
Rep Gücü:0
RD:ÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond reputeÇisiL has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 1
58 Mesajına 390 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart

Nükteler...


Peygamberimizin ahlakıyla ahlaklanmayan birisi bir gün rüyasında peygamberimizi görür. Fakat Allah Resulü O’na hiç alaka göstermez. Adam der ki:

Ey Allah’ın Resulü bana kırgın mısınız?
Efendimiz: hayır
Adam: o halde bana niçin bakmıyorsunuz?
Efendimiz: çünkü seni tanımıyorum
Adam: nasıl tanımazsınız. Ben senin ümmetinden birisiyim. Halbuki alimler senin ümmetinden birisini anananın evladını teşhisinden daha iyi teşhis ettiğini söylemişlerdi
Efendimiz: doğru söylemişler. Fakat ben senin üzerinde benim güzel ahlakımdan bir şey görmüyorum ve senin bana hiç salat-i selamın gelmedi. Benim ümmetimden birini tanımam O’da benim ahlakımın bulunması nisbetindedir.

Adam uyanınca bunları düşündü ve hemen peygamberin güzel huyları nelerse onları yaşayışına tatbik etmeğe karar verdi. Bir müddet sonra tekrar Allah Resulünü rüyada gördü. Peygamberimiz hemen:

Şimdi seni tanıyorum ve senin için şefaat edeceğim. Buyurdular.

Çünkü artık o peygamberimizi seviyor demekti. Çünkü O’nun güzel ahlakına uymuştu.

Bişr Hafi anlatıyor:

Bir gün rüyada peygamberimizi gördüm. Bana “Allah seni akranın arasında ne ile yükseltir, biliyor musun?” dedi. Ben “hayır” diye cevap verince şunları söyledi:

Salih kişilere hizmet etmek, müslüman kadeşlerine öğütle bulunmak, müminleri ve benim sünnetime tabi olanları sevmek ve benim güzel ahlakıma uymakla!

DUA

Allah'ım, kalplerimizi imân ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Allah'ım, bizi Sana muhtaç olduğumuzun şuuruyla zenginleştir; Senden müstağnî durma fakirliğine düşürme. Kendi güç ve kuvvetimizden teberrî ediyor, Senin havl ve kuvvetine sığınıyoruz. Bizi Sana tevekkül edenlerden kıl. Bizi nefsimizin eline bırakma. Bizi, koruyuculuğunla muhâfaza eyle. Bize ve erkek, kadın bütün müminlere merhamet et. Kulun, peygamberin, seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, masnuâtının melîki ve sultanı, inâyetinin gözbebeği, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisânı, rahmetinin timsâli, mahlûkatının nuru, mevcudâtının şerefi, mahlûkatının çokluğu içinde birliğinin kandili, kâinat tılsımının keşşâfı, rubûbiyet saltanatının dellâlı, hoşnut olduğun şeylerin tebliğ edicisi, gizli isimlerinin tanıtıcısı, kullarının muallimi, âyetlerinin tercümânı, rubûbiyet güzelliğinin aynası, şuhud ve işhâdının medârı, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin habîbin ve resûlün olan Efendimiz Muhammed'e, onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere, melâike-i mukarrebîne ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle.

Rahmân-ı Rahîm olan Allah'ın, Furkan-ı Hakîmi Arş-ı Azîmden üzerine indirdiği zât olan Efendimiz Muhammed'e (a.s.m.) ümmetinin iyilikleri adedince milyon salât ve milyon selâm olsun.

Risâletini İncil, Tevrat ve Zebûr'un müjdelediği; nübüvvetini doğduğundan hemen önce ve doğumu ânında meydana gelen hârikulâde hallerin, cinnî hâtiflerin, insanlardan evliyâ ve kâhinlerin haber verdiği; işaretiyle ayın ikiye bölündüğü Efendimiz Muhammed'e (a.s.m.) ümmetinin alıp verdiği nefesler sayısınca milyon salât ve milyon selâm olsun.

Çağırmasıyla, ağaçların, yanına geldiği, duâsıyla yağmurun süratle yağdığı, bulutun sıcaktan korumak için başında gölge yaptığı, bir kilelik yiyeceğinden yüzlerce insanın doyduğu, parmakları arasından suyun üç defa Kevser gibi aktığı; Allah'ın kertenkeleyi, ceylanı, kuru hurma direğini, koyun paçasını, deveyi, dağı, taşı ve çakıl taşlarını onun için konuşturduğu; Mi'racın ve, "Göz ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı" (Necm Sûresi: 17.) âyetinin sahibi Efendimiz ve şefaatçimiz Muhammed'e, (a.s.m.) ilk indiği andan itibâren Kıyâmete kadar Kur'ân'ın, her okuyanın okuduğunda hava dalgalarının aynalarında Allah'ın izni ile temessül eden her kelimesindeki her harfi sayısınca salât ve selâm olsun. Bu salâvâtların herbirisi hürmetine bizi bağışla, bize merhamet et, ey İlâhımız! âmin.

AZ YEMEK

Muhammed b. el-Yeman, oruca verdiği önemi şöyle anlatıyor: "Altı kişiye, altı şey sordum, fakat hepsi bu altı soruma tek bir cevap verdi. Doktorlardan, İlaçların en şifa verenini sordum. Onlar: 'En şifa verici ilaç açlık ve az yemektir' dediler. Filozoflardan hikmeti aramak hususunda en büyük şeyi sordum. 'Açlık ve az yemektir' dediler. Abidlerden, Allah'a ibadet etmek hususunda en faydalı şeyi sordum. 'Açlık ve az yemektir' dediler. Bilginlere: 'İlmi hatırda tutmak için en faydalı şey nedir?' diye sordum. 'Açlık ve az uyumaktır' dediler. Padişahlardan en iyi yemekleri sordum. 'Açlık ve az yemektir' dediler. Aşıklardan, İnsanı sevgiliye neyin ulaştırdığını sor*dum. 'Açlık ve az yemektir' dediler."

İnsanın bir uzvu çalışırsa, diğer uzuvları tadil-i eşgal eder. Mide çalışırken, maddî bünye çalıştığı için, manevî kabiliyetler tatile girer, daha az çalışır.

Ebu Talib-i Mekkî: "Mümin fülüt gibidir, ancak içi boş olursa sesi güzel çıkar" der.[1]

SİZİ TOKLUK ÖLDÜRDÜ BİZİ DE AÇLIK DİRİLTTİ

İnsanı öldüren tokluk, yaşatan ise açlıktır.

Evet, yanlış okumuyorsunuz, gerçeğin ta kendisidir bu söz.

Devamlı tok olan insanda hem maddî, hem de manevî hastalık başlar. Maddî hastalığın başlayacağını tıp adamları açık seçik söylemekteler. Manevî hastalığın olacağı ise, yaşanan hayatta da bellidir. Midesi tıka basa dolan insana vaaz, nasihat tesir etmez. Hikmetli sözlerin en cazibini söyleseniz, en değerlisini anlatsanız, kılı bile kıpırdamaz. Çünkü mide dolu, göz ve gönül de ölüdür.

Bundan dolayıdır ki bir maneviyat büyüğü şöyle demiştir:

— Sizleri tokluk öldürdü, bizleri de açlık diriltti!

Bu sözde büyük gerçek saklıdır. Kimilerini hep tok kalmak öldürür, kimilerini de aç kalmak diriltir. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri'ni, sık sık aç halde görmekteyiz.

Bir gün Patıma validemiz (r.a.) bir parça ekmek alıp Efendimiz (s.a.v.)'in huzuruna girerek kendisine uzatmış-ü:

— Taze ekmek pişirmiştim, bir parçasını da sana getirdim, babacığım, demişti. Efendimiz (s.a.v.) ekmeği alırken şöyle buyurdu:

— Kızım, baban üç günden beri ilk defa bir ekmek parçası eline alıyor!

Âişe validemiz bu konudaki rivayetinde şöyle demiştir:

— Biz Muhammed (s.a.v.) ailesi, ay geçerdi de ocağımızda duman tütmezdi. Yiyeceğimiz, iki tane siyah hurma ile içeceğimiz sudan ibaret olurdu. Bazan yakınımızda bulunan Ensar hanımları Resûlüllaha süt gönderirler, onunla kendimizi ayakta tutardık.

Resûlüllah (s.a.v.) Hazretlerinin bu halini örnek alan bazı İslâm büyükleri, açlığı çokça yaşamayı tercih etmiş, gönüllerim ve kalblerini açlıkla diri tutmaya çalışmışlardır.

Nitekim tasavvuf büyüklerinden Sehl bin Abdullah, örnek aldığı Resûlüllah'in (s.a.v.) açlığını tam yaşamaya çalışırken ona gelen biri sormuştu:

— Günde bir öğün yemeye ne dersin?

— Sıddıkların yemesidir, derim.

— Ya iki öğün yemeye?

— Ona da müminlerin yemesidir, derim.

—Peki üç öğün yemeğe ne diyeceksin? deyince, kızan Sehl:

— Sen git, ailene söyle, sana bir ahır yapsınlar, orada istediğin kadar ye, demiştir.

Maneviyat büyükleri açlığı, tokluğa isteyerek tercih etmişler, yaşadıkları iradî açlıktan sonra, kendilerinde inkişaflar olmuş, ilim ve hikmetlere vakıf olmaya başlamışlardır.

İsimleri kitaplara yazılacak kadar itibara sahip bir çok büyüklerde hep mahrumiyet esas olmuş, nefsin arzu ve isteklerine set çekmek ilk hedef halini almıştır. Bizlere ise nefsin isteklerini yerine getirmek gaye halini almış, birazcık mahrumiyet dünyamızı karartacak duruma düşürmüştür. Yani büyüklerin irade ile yaşadıklarına biz bazen mecburen maruz kalsak ürperiyor, bundan istifade yerine yeise düşüyor, bunalımlara maruz kalıyoruz.

Ebû Türab-ı Nahşebîye bir mescidde rastlayan biri, kaç gündür aç beklediğini sorunca, yedi gün, cevabını almıştı.

Böyle zatların yanında bir kuru ekmek parçası, Allah'ın en büyük nimeti olarak görülüyor, buna sahip olduklarında kendilerini en mesud ve bahtiyar insan olarak biliyorlardı.

Şimdi bizlerin sofrasında Allah'ın lütfettiği nimetlerin bütün çeşitleri var, ama bizler mesud ve bahtiyar değiliz. Kendimizi büyük nimetlere sahip insan duygusu içinde bulamıyor, hâlâ, mahrumiyet hissiyle boğuluyoruz. Yani onları açlık diriltiyor, bizleri de tokluk öldürüyor, anlaşılan...







ÇisiL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla