Konu: Miraç
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16.02.08, 21:46   #9 (permalink)
Kullanıcı Profili
tualim
Administrator
 
tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 2.920
Konular: 3793
Puan Grafiği
Rep Puanı:22454
Rep Gücü:20
RD:tualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 125
207 Mesajına 2.102 Kere Teşekkür Edlidi
:
Arrow



“Siz, bize neye geldiniz? Birtakım aklı ermez ve zâif kimseleri aldatıp azdırıyorsunuz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız, derhal buradan ayrılın!”

Hz. Mus’ab, “Hele biraz dur, otur. Sözümüzü dinle, maksadımızı anla; beğenirsen kabul edersin, beğenmezsen o zaman engel olursun” diye gayet nazikçe mukabelede bulundu.

Üseyd, “Doğru söyledin” dedi ve mızrağını yere saplayarak yanlarına oturdu.

Hz. Mus’ab, ona İslâmiyet hakkında bir konuşma yaptı ve Kur’ân-ı Kerim okudu.

Üseyd kendisini tutamayarak, “Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir söz” diye konuştu ve, “Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu.

Mus’ab (r.a.), ona İslâmı anlattı. O da kelime-i şehâdet getirerek İslâmiyetle müşerref oldu.1

Sonra da, “Ben gideyim, size birini göndereyim. Eğer, o da imana gelirse, bu beldede iman etmedik kimse kalmaz” deyip oradan ayrıldı; Sa’d bin Muaz ve kavminin yanına vardı.

Sa’d, “Ne yaptın?” diye sordu.

Üseyd şöyle dedi: “O iki adama söylenmesi gerekeni söyledim. Vallahi, ben onlardan bir itâatsizlik, bir inad görmedim.”

Sa’d bin Muaz, “Vallahi, sen beni tatmin edici bir malûmat getirmedin” dedi ve doğruca Mus’ab ile Es’ad’ın (r.a.) yanına gitti. Hiddetli hiddetli, “Ey Es’ad! Eğer seninle aramızda akrabalık olmasa, böyle kabilemiz içine soktuğunuz çirkin işlere sabır ve tahammül edemezdim” diye tekdir ve tehdit etti.

Mus’ab (r.a.) ona da aynı tatlılıkla, “Hele biraz durunuz. Oturup dinleyiniz, anlayınız da; beğenirseniz kabul edersiniz, beğenmezseniz, biz de size, çirkin gördüğünüz işi tekliften vazgeçeriz” diye nazikçe cevap verdi.

Onun üzerine Sa’d oturdu ve Hz. Mus’ab’ın sözlerini dinlemeye başladı. Hz. Mus’ab ona İslâm dininin ne demek olduğunu anlattı ve Zuhruf Sûresinin baş kısımlarından okudu.

Kur’ân okunurken, Sa’d’ın yüzü birdenbire değişiverdi. Simâsında îmân alametleri bir anda belirdi. Dinledikleri, o âna kadar duymadığı, bilmediği şeylerdi. Kur’ân’ın eşsiz belagatı ve tatlı üslûbu karşısında derhal, “Siz bu dine girerken ne yapıyordunuz” diye sordu.

Mus’ab (r.a.), ona İslâm dininin esas ve adâbını anlattı. O da orada şehâdet getirerek Müslüman oldu.1

Sonra da kendi kavmi olan Benî Abdü’l-Eşhel cemâatının yanına döndü. Onlara, “Ey topluluk! Beni nasıl biliyorsunuz?” diye sordu.

“Sen bizim büyüğümüz, en üstünümüzsün” diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Sa’d Hazretleri, “Öyle ise, siz de Allah Resûlüne iman etmelisiniz” dedi ve ilâve etti:

“Îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!”

Bu söz üzerine, Beni Abdü’l Eşhel aşireti içinde o gün îmân etmedik hiç kimse kalmadı.

Es’ad bin Zürâre Hazretleri de Mus’ab (r.a.) ile birlikte evine döndü.

Artık, Mus’ab Hazretleri Medine’de İslâmı tebliğ ve neşirde yalnız değildi. Evs ve Hazreç kabilelerinin reisleri de yanında yer almışlardı. Olanca gayretleriyle İslâmın yayılmasına çalışıyorlardı.

Yine İslâmı tebliğ ve neşir merkezi Es’ad bin Zürâre Hazretlerinin evi idi. Mus’ab ile Sa’d bin Muâz Hazretleri el ele vererek burada insanları hak dine davetle meşgul oluyorlardı.

Kısa zamanda, İslâmiyet Medine’de büyük bir inkişaf kaydetti. Öyle ki, Evs ve Hazreç kabileleri içinde Benî Ümeyye bin Zeyd’in hânesinden başka İslâm ve Kur’ân nûru ile aydınlanmayan ev kalmadı. Bir müddet sonra, bu evde de İslâmın nûru parlamaya başladı.

İkinci Akabe Bîatı

Bi’setin 13. senesi (Milâdî: 622). Bu senenin hac mevsiminde, Kur’an muallimi Mus’ab bin Umeyr Hazretleri, hem Medine’deki İslâmî gelişmeyi bizzat Peygamber Efendimize bildirmek, hem de haccetmek üzere, Evs ve Hazreç kabilelerine mensup ikisi kadın 75 Müslümanla Mekke’ye geldi. Bunları temsilen bir grup Mescid-i Haram’da amcası Hz. Abbas’la oturan Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına vardılar ve şu teklifte bulundular:

“Ya Resûlallah! Biz oldukça kalabalığız. Seni yanımıza almak, size yardımcı olmak, uğrunuzda canımızı fedâ etmek, şahsımızı koruduğumuz şeylerden zâtınızı da esirgeyip korumak üzere söz birliği etmiş bulunuyoruz. Bu hususta sizinle daha geniş konuşmak için nerede buluşalım?”

Resûl-i Kibriyâ, yine Akabe’de buluşmayı uygun gördü.

Bu buluşma, gece yarısı olacak ve kimseye duyurulmayacaktı. Hatta karargâhlarından ayrılırken de dikkatleri çekmemek için küçük küçük gruplar halinde Akabe’ye geleceklerdi.1

Medineli Müslümanlar, bu tâlimat gereği gece yarısı hiç kimseye hissettirmeden ve kimsenin dikkatini çekmeden Akabe yanındaki vadide bir araya geldiler.

Peygamber Efendimiz de burada henüz Müslüman olmamış amcası Hz. Abbas ile geldi. Hz. Abbas’ın maksadı, yeğenini bu mühim meselede yalnız bırakmamak, yapılanları ve verilen sözleri bizzat görüp işitmekti.

Önce, Hz. Abbas söz aldı. Medineli Müslümanlara hitaben Allah Resûlünü koruma hususunda kendilerine güvenleri varsa bu işe girişmeleri, aksi takdirde daha şimdiden bu işten vazgeçmeleri gerektiğini belirten bir konuşma yaptı. Ancak, Medineli Müslümanlar bizzat Resûlullahın konuşmasını istiyorlardı:

“Yâ Resûlallah! Sen de konuş. Kendin ve Rabbin için arzu ettiğin ahdi al” dediler.

O esnada Medineli Müslümanların önderi durumunda olan Es’ad bin Zürâre Hazretleri Resûlullahtan konuşmak için müsâade aldı ve “Ya Resûlallah,” dedi, “her dâvetin bir yolu var. O yol ya kolay olur, ya da zor! Bugün senin yaptığın dâvet, insanların çok zor kabul edecekleri çetin bir dâvettir. Sen, bizi takip ettiğimiz dini bırakmaya ve kendi dinine tâbi olmaya davet ettin. Bu çok güç ve zor bir işti. Buna rağmen biz bu teklifini kabul ettik.

“Biz, yurdumuzda, şerefli ve her tecavüzden korunmuş, orada değil kavminden ayrılan ve amcaları tarafından düşmanlarına teslim edilmek istenilen bir zâtın, hattâ kendimizden başka hiçbir kimsenin de hâkim olmak için göz dikemeyeceği bir cemaâttık. Bu çok zor bir iş olduğu halde, biz senin bu yoldaki teklifini de kabul ettik!

“Halbuki, bütün bunlar—Allah Taâla, doğru yolu bulma azmini ve sonunda hayra ulaşma ümidini ihsan etmedikçe—insanların hiç de hoşlanacakları şeylerden değildi. Fakat, biz bunları dillerimizle ikrar, kalblerimizle tasdik, ellerimizi uzatmak sûretiyle de kabul ettik.

“Allah’dan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bîat ediyoruz. Biz, Rabbimize ve Rabbine bîat ediyoruz. Allah’ın kudret eli, ellerimizin üzerindedir. Kanlarımız kanınla, ellerimiz elinledir.

“Kendimizi, evladlarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz şeylerden seni de esirgeyip koruyacağız.

“Eğer, bu ahdimizi bozarsak, Allah’ın ahdini bozan bedbaht insanlar olalım.”

Es’ad bin Zürâre Hazretleri konuşmasının sonunu şöyle bağladı:

“Yâ Resûlallah! Kendin için arzu ettiğin ahdini bizden al. Rabbin için de istediğin şartı koş.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz, önce onlara Kur’ân-ı Kerimden bazı âyetler okudu. Onları Allah’a dâvet, İslâmiyete teşvik ettikten sonra, kendisi ve Rabbi için arzu ettiği hususları şöyle sıraladı:

“Yüce Allah için size söyleyeceğim şartım şudur: Ona hiç bir şeyi eş ve ortak koşmadan ibadet etmenizdir. Namazı kılmanız, zekâtı vermenizdir.

“Kendim için isteyeceğim ise şudur: Allah’ın peygamberi olduğuma şehâdet etmenizdir. Kendinizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızdır.”1

Bu sırada Abdullah bin Revâha söz alarak, “Yâ Resûlallah. Bunları söylediğiniz tarzda yaparsak, bize ne var?” diye sordu.

Resûl-i Ekrem, “Cennet var” diye cevap verdi.

Bu cevabı alınca, gözlerinde parlayan pırıl pırıl sevinçlerini, “O halde bu kazançlı ve kârlı bir alışveriştir”2 diyerek sözleriyle de te’yid ettiler.

Sonra Peygamber Efendimize, “Yâ Resûlallah! Sana ne yolda bîat edelim, söz verelim?” diye sordular.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet getirerek, namazı kılacağınıza, zekâtı vereceğinize; neşeli neşesiz zamanlarınızda sözlerime itâat edeceğinize; emirlerime tamamıyla boyun eğeceğinize; darlıkta da varlıkta da muhtaçlara yardımda bulunacağınıza; hiç bir kınayıcının kınamasından korkmaksızın Allah yolunda, Allah için hak ve gerçeği söyleyeceğinize; iyiliği emredip, kötülükten alıkoyacağınıza bîat etmeli, bana kesin söz vermelisiniz!

“Şahsıma gelince; bana her yönden yardım edeceğinize; yanınıza vardığımda, kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden beni de esirgeyip koruyacağınıza kat’i söz vermelisiniz!”1 dedi.

Bundan sonra Resûl-i Kibriyâ Efendimiz onlara, “Aranızdan, her hususta kavimlerinin benim yanımda temsilcisi olacak 12 kişi seçiniz. Musâ da İsrâiloğullarından 12 temsilci almıştı”2 buyurdu.
--------------Tualimforum İmzam--------------
TUALİM



Tualimforum kurallarını okuyunuz Lütfen.
Forum kullanımı hakkında bilgi için TIKLAYINIZ%TIKLAYINIZ.
Soru ve sorunlarınızı BURADAN bize yazabilirsiniz.
Kurallara uymayan kişilerin tualimforum'a girişleri yasaklanacaktır.
Lütfen imzanıza site adı, link içeren resimler koymayınız sorgusuz silinecektir.
tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla