Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30.10.08, 19:36   #4 (permalink)
Kullanıcı Profili
AnGeL
Delta Üye
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Aug 2008
Nerden: Konya
Mesajlar: 833
Konular: 724
Puan Grafiği
Rep Puanı:1364
Rep Gücü:0
RD:AnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud of
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 16
29 Mesajına 34 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart

Halbuki İmparator Hazretleri de sarayının ne kadar görkemli olduğunu görmemi çok istiyorlardı. Bunu ancak üç gün sonra başarabildim. Bu üç gün içinde, kentten yüz yarda kadar uzakta bulunan krallık parkındaki en büyük ağaçlardan birkaç tanesini çakımla kestim, ağırlığımı kaldırabilecek üç ayak yükseklikte iki iskemle yaptım. Mildendo'ya geleceğim halka gene duyuruldu; elimde iki iskemleyle kentten geçerek saraya vardım. Dış avlunun yanına gelince, iskemlelerden birinin üstüne çıktım; ötekini de elimle kaldırarak damın üzerinden geçirdim, iki avlu arasında olan sekiz ayak genişlikteki boşluğa usulca koydum; sonra bu iskemleye basarak, hiçbir zararım dokunmadan, yapının üzerinden geçtim ve ilk iskemleyi ucu çengelli bir değnekle yerinden aldım... İşte böylece iç avluya kadar geldim; ve yan yatarak yüzümü, özellikle açık bırakılmış olan orta kattaki pencerelere dayadım: düşlenemeyecek derecede göz alıcı bir daireyle karşılaştım. İmparatoriçeyle küçük prensler, yanlarında buyruklarındaki adamlarıyla, odalarındaydılar. İmparatoriçe hazretleri, büyük bir incelikle gülümsemek ve sonra ellerini pencereden uzatarak bana öptürmek lütfunda bulundular. Okuyucularıma böyle betimlemeleri şimdiden sunmak istemiyorum; bunları daha büyük bir yapıt için saklıyorum. Bu yapıt baskıya verilmek üzeredir ve içinde şunlar olacaktır: Lilliput İmparatorluğu'nun kuruluşundan beri, birçok hükümdarın saltanatı boyunca, genel bir betimlenmesi; savaşları, siyasetleri, yasaları ve bilimleri üzerine bilgiler; bitkileri, hayvanları, gelenekleri ve daha başka yararlı, meraklı şeyler... Şimdilik başlıca amacım, bu İmparatorlukta geçirdiğim dokuz ay kadar bir zaman içinde, halkın veya benim başımızdan geçenleri anlatmaktır. Serbest bırakıldıktan on beş gün sonra, bir sabah, (burada kendisine verilen ada göre) Özel İşler Genel Yazmanı Reldresal, yanında yalnızca bir hizmetçiyle evime geldi. Arabasının biraz ötede beklemesini buyurarak bir saat kadar benimle görüşmesine izin vermemi rica etti. Seçkin bir adamdı, birçok artamı vardı; serbest bırakılmam için saraya yaptığım başvurularda bana yardımı da dokunmuştu. Bunlardan ötürü isteğini hemen yerine getirdim. Sesini bana kolaylıkla işittirebilmesi için yere yatmayı önerdim; fakat, bütün konuşmamız boyunca kendisini elimde tutmamı yeğledi. Söze, serbest bırakıldığım için beni kutlamakla başladı; bu işte kendisinin de biraz payı olduğunu söyleyebileceğini işaret ettikten sonra, özgürlüğüme böyle kısa bir zamanda kavuşmuşsam, bunda ülke işlerinin şimdiki durumunun da etkisi olduğunu ekledi; ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Ülkemiz yabancılara gönenç ve mutluluk içindeymiş gibi görünüyorsa da, başımızda iki büyük bela var: biri ülke içinde şiddetli bir particilik, ötekisi, çok güçlü bir düşmanın ülkemizi istila tehlikesi. Birinci belaya gelince, şunu bilmelisiniz ki yetmiş aydır, İmparatorluğumuzda iki düşman parti var; bunlara, kendilerini birbirlerinden ayırmak için yüksek ve alçak ökçeli ayakkabılar giydiklerinden, Tramecksan ve Slamecksan diyoruz. Yüksek ökçelilerin, ülkemizin öteden beri süregelen yönetim düzenine uygun oldukları ileri sürülüyorsa da, İmparator Hazretleri, sizin de göreceğiniz gibi, bütün hükümet işlerinde alçak ökçelileri kullanıyorlar; doğrudan doğruya hükümdarlığa bağlı görevleri de onlara veriyorlar; hatta herhalde dikkat etmişsinizdir, İmparator Hazretlerinin ökçeleri devlet görevlilerininkinden bir drurr (drurr, bir parmağın on dörtte biri kadardır) daha alçaktır. Bu iki parti arasındaki düşmanlık o kadar büyümüştür ki, bir partiden olanlar, ötekilerle hiç konuşmadıkları gibi, birlikte yiyip içtiklerini de görmek olası değildir. Tramecksanlar, yani yüksek ökçeliler, sayıca bizden üstünler ama iktidar tümüyle bizim elimizde. Yalnızca bir kaygımız var: veliaht hazretlerinde yüksek ökçelilere doğru bir eğilim seziyoruz: çünkü ökçelerinin birinin ötekinden daha yüksek olduğu açıkça görülüyor; bu yüzden de yürürlerken bir az aksıyorlar. Ülke içinde bu karışıklıklar süregiderken, Blefusculuların ülkemizi her an istila edeceklerinden korkuyoruz; yeryüzünün öteki İmparatorluğu olan Blefuscu adası, İmparator Hazretlerimizin ülkeleri kadar geniş ve güçlüdür. Gerçi siz, dünyada daha başka ülkeler ve devletler bulunduğunu, halkının da sizin gibi kocaman yaratıklar olduğunu söylemiştiniz; ama buna, bilginlerimiz pek inanmıyor; sizin de aydan veya yıldızların birinden düştüğünüzü tahmin ediyorlar; çünkü sizin boyutlarınızda olan yüz kişinin, İmparator Hazretlerimizin ülkeleri içindeki bütün toprak ürünlerini ve hayvanları kısa sürede yok edeceği kesindir. Hem sonra, altı bin ay gerilere giden tarihlerimizde, Lilliput ve Blefuscu yüce imparatorluklarından başka hiçbir ülkenin adı geçmiyor. İşte, demin söylemek istediğim gibi, bu iki yüce güç otuz altı aydır inatçı bir savaşa girişmiştir; nedeni de şu: herkesin de teslim ettiği gibi, yumurtayı yemeden önce, geniş ucundan kırmak, eskiden beri kabul edilmiş bir yöntemdi; fakat şimdiki İmparatorumuzun dedesi, daha çocukken, yumurtasını eski göreneğe göre geniş ucundan kırarken, nasılsa parmağını kesmiş. Bunun üzerine babası İmparator bir ferman çıkararak, bütün uyruklarının yumurtalarını sivri uçtan kırmalarını buyurmuş; bu buyruğa aykırı davrananlar ağır cezalara çarpılacakmış. Halk buna o kadar kızmış ki, tarihçilerimizin yazdıklarına göre, bu yüzden altı kez ayaklanma çıkmış; bir İmparator canından, bir İmparator da tahtından olmuş. Bu iç karışıklıklar Blefuscu hükümdarlarınca sürekli olarak körükleniyor, yatışınca da, suçlular hep Blefuscu'ya kaçıyor, oraya sığınıyorlarmış. Hesap edildiğine göre, değişik zamanlarda, on bir bin kişi, yumurtalarını sivri uçtan kırmaya katlanmaktansa ölüme razı olmuşlar. Bu anlaşmazlıkla ilgili sürü sürü ciltler doldurulmuş, fakat geniş uçtan yana olanların kitapları yasaklanmış ve hiçbir göreve alınmamaları için yasa çıkarılmıştı. Ülkemiz böyle bir kargaşalık içindeyken, Blefuscu imparatorları elçileri aracılığıyla bize çok ağır sözler söylemişlerdi; bizi Brundecral'in ( bu, Lilliputluların kutsal kitabıdır ) elli dördüncü bölümündeki, peygamberimiz Lustrog'un ana öğretisine aykırı davranarak dinde bir ayrılık yaratmakla suçluyorlardı. Fakat, bunun asıl metni zorlamaktan başka bir şey olmadığı anlaşıldı; çünkü asıl metin şöyle der: gerçek inananlar yumurtalarını en kolay ucundan kıracaklardır. En kolay ucun da hangisi olduğuna gelince; bunun, herkesin vicdanına veya hiç olmazsa başyargıcın kararına bırakılması gerektiği kanısındayım. Blefuscu'ya kaçan geniş uççular, hükümdarın sarayında öyle saygınlık kazandılar, ülkemizdeki yandaşlarından öyle gizli yardım gördüler ve kışkırtıldılar ki, iki İmparatorluk arasında, karşılıklı başarılarla, otuz altı aydır çok kanlı bir savaş süregelmektedir. Şimdiye kadar kırk büyük gemi ve daha çok küçük gemiyle birlikte en iyi asker ve denizcilerimizden otuz binini yitirdik; düşmanın uğradığı zararın ve yitirdiklerinin bundan daha çok olduğu sanılmaktadır. Bununla birlikte, düşmanlarımız güçlü bir donanma kurarak, bize saldırmaya hazırlanıyorlar. İmparator Hazretlerimiz, yiğitlik ve gücünüze büyük bir güven duyduklarından, bu ülke işlerinden size söz etmemi buyurmuşlardı. Genel Yazman'dan İmparator Hazretlerine saygılarımı sunmasını, şunları bildirmesini rica ettim: yabancı olduğumdan, parti kavgalarına karışmayı uygun bulmuyordum; fakat kendisini ve devleti, istilacılara karşı yaşamım pahasına da olsa, savunmaya hazırdım. V Olağanüstü bir manevrayla yazar istilayı önlüyor. Kendisine yüksek bir onur rütbesi veriliyor. Blefuscu İmparatorluğu'ndan elçiler geliyor, barış istiyorlar. İmparatoriçenin dairesinde, kaza sonucu, yangın çıkıyor; yazar, sarayın bir bölümünü yanmaktan kurtarmayı başarıyor. Blefuscu İmparatorluğu Lilliput'un kuzey doğusunda bir adadır ve iki imparatorluk arasında sekiz yüz yarda genişlikte bir boğaz vardır. Ben bu adayı henüz görmemiştim; hele her an için bir istila saldırısı olabileceğini de öğrenince, adanın Blefuscu'ya bakan kıyısına gitmez oldum; çünkü düşmanın benden haberi yoktu; gemilerinden görülürüm diye korkuyordum. İki imparatorluk arasında her türlü ilişki, savaş boyunca, ölüm cezasıyla yasaklanmış ve İmparatorumuz bütün gemilere ambargo koymuştu. Düşmanın tüm donanmasını ele geçirmek için kurduğum bir planı İmparator Hazretlerine anlattım; keşif kollarımızın söylediğine göre, donanma, uygun rüzgâr çıkar çıkmaz harekete geçmek üzere limanda demirli duruyordu. En deneyimli denizcilere danıştım, boğazın derinliğini sordum: yaptıkları iskandillere göre, derinliğin ortada yetmiş glumgluff, yani aşağı yukarı altı ayak ve diğer yerlerde de en çok elli glumgluff olduğunu söylediler. Blefuscu Adası'nın tam karşısındaki kuzey doğu kıyısına doğru ilerledim: bir tümseğin gerisine yattım; küçük dürbünümü çıkardım; düşmanın demirli duran donanmasına baktım: elli kadar savaş ve birçok taşıt gemisi vardı. Sonra evime döndüm; birçok halat ve demir çubuk sağlanması için buyruklar verdim (bana, bu konuda gereken yetki verilmişti). Halatlar, sicim kalınlığında; demir çubuklar, dikiş iğnesi uzunluk ve boyundaydı. Daha sağlam olmaları için halatları üç kat yaptım; demir çubukları da üçer üçer burarak uçlarını kıvırdım, çengel yaptım. Böylece elli çengeli, bir o kadar halatın ucuna iliştirdikten sonra kuzeydoğu kıyısına gittim; ceketimi, ayakkabılarımı çıkararak, deri yeleğim sırtımda, suların yükselmesine yarım saat kala denize girdim. Suda, olanca hızımla yürüdüm; ortada, ayaklarım yeniden dibe değinceye kadar otuz yarda yüzdüm; denize gireli yarım saat olmamıştı ki, donanmanın yanındaydım. Düşmanlar beni görünce o kadar korktular ki, gemilerinden atlayıp yüzerek karaya çıktılar. Sayıları otuz binden aşağı değildi. Hemen halat ve çengellerimi çıkardım; çengelleri birer birer her geminin başındaki palamar gözlerine geçirdim; halatların uçlarını da birbirine bağladım. Ben bu işlerle uğraşırken, düşman, üzerime binlerce ok yağdırıyordu; oklar yüzüme ve ellerime saplanıp kalıyor, hem fena halde canımı yakıyor, hem işimi rahatça görmeme engel oluyordu. En çok gözlerime bir şey olmasından korkuyordum; buna karşı hemen bir çare düşünmemiş olsaydım, kesinlikle kör olurdum. Önce de söylemiş olduğum gibi, İmparator Hazretlerinin arayıcı memurlarının gözünden kaçan gizli bir cebim vardı; buraya, ufak tefek birkaç şeyden başka gözlüğümü de koymuştum; bunu hemen çıkardım; sıkı sıkıya gözlerime taktım; ve böylece silahlanmış olarak, düşmanın ok yaylımına karşın, hiçbir şeye aldırmadan işimi gördüm. Okların birçoğu gözlüğüme çarpıyordu; fakat camları biraz zedelemekten başka bir etkileri olmadı. Bütün çengellerimi palamar gözlerine takmıştım; halatları, uçtaki düğümden tutarak çekmeye başladım; fakat, gemiler kımıldamadı: demirli olduklarından yerlerinde sımsıkı duruyorlardı; giriştiğim işin en fazla cesaret isteyen kısmı kalmıştı. Elimde tuttuğum halatı koyuverdim; çengelleri de yerlerinde bırakarak, çakımı çıkardım; yüzüme ve ellerime iki yüzden fazla ok yediğim halde, büyük bir dayanıklılıkla demirlerin halatlarını kestim; sonra uçlarına çengelleri bağlamış olduğum halatların düğümünden tutarak, düşmanın en büyük savaş gemilerinden ellisini, büyük bir kolaylıkla ardım sıra sürükledim. Ne yapmak istediğime akıl erdiremeyen Blefusculular, önce, büyük bir şaşkınlık içindeydiler; halatları kestiğimi görmüşler, gemilerini, ya başıboş bırakacağımı veya birbiri üzerine bindireceğimi sanmışlardı. Fakat tüm donanmalarının düzenle harekete geçtiğini, benim de önden çektiğimi görünce öyle bir çığlık kopardılar ki, bunu betimlemek ya da düşlemek hemen hemen olanaksızdır. Tehlikeli alandan çıkınca durdum; yüzüme ve ellerime saplanmış olan okları birer birer ayıkladım; yaralarımı, Lilliput'a geldiğim zaman vermiş oldukları, önce de sözünü etmiş olduğum, merhemle oğdum, sonra gözlüğümü çıkardım ve bir saat kadar suların çekilmesini bekledikten sonra yükümle birlikte boğazın ortasından yürüyerek geçip Lilliput krallık limanına sağ ve esen geldim. İmparator ve bütün saray ileri gelenlerı, bu büyük serüvenin sonucunu bekleyerek, kıyıda duruyorlardı. Gemilerin büyük bir yarım ay biçiminde ilerlediğini görmüşler, fakat, göğsüme kadar su içinde olduğumdan beni seçememişlerdi. Boğazın ortasına gelince, endişeleri büsbütün artmıştı; çünkü o zaman başıma kadar suyun içindeydim. İmparator Hazretleri, boğulduğum sonucuna varmışlar, donanmanın da kötü niyetlerle yaklaştığını düşünmüşlerdi. Fakat çok geçmeden geniş bir soluk aldılar; çünkü ben ilerledikçe boğaz sığlaşmıştı; sesimi işitebilecekleri bir yere geldiğim zaman da, donanmanın bağlı olduğu halatların ucunu yukarı kaldırmış ve yüksek sesle: Yaşasın Lilliput'un güçlü İmparatoru diye bağırmıştım. Lilliput'un yüce hükümdarı beni olağanüstü övücü sözlerle karşıladı ve hemen orada Nardac yaptı: Nardac'lık bu ülkede en büyük onur rütbesidir. İmparator Hazretleri geri kalan düşman gemilerini de kendi limanlarına getirmem için fırsat kollamamı rica etti. Hükümdarların tutkuları o kadar ölçüsüz ki, bizim İmparator, koca Blefuscu ülkesini bir eyalet haline sokmaktan ve bir genel valiyle yönetmekten başka bir şey düşünmediği gibi, geniş uç yandaşı sürgünleri de yok etmek, Blefuscu halkını, yumurtalarını sivri uçtan kırmaya zorlayarak bütün dünyanın biricik hükümdarı kalmak istiyordu. Siyaset ve adalet konuları üzerinde durarak, kanıtlar ileri sürerek, İmparatoru bu niyetlerinden vazgeçirmeye uğraştım; özgür ve mert bir ulusun köle olmasına hiçbir zaman alet olamayacağımı söyledim. Bu sorun mecliste görüşülürken, aklı başında birkaç bakan benden yana çıkmıştı. Açık ve cüretli sözlerim, hükümdarın tasarılarına ve siyasetine o kadar aykırıydı ki, İmparator Hazretleri bu söylediklerimi hiç bağışlamadı; bunlardan, mecliste büyük bir ustalıkla söz edince, en akıllıca düşünenlerden bazıları susarak benim yanımı tutar gözükmüşler; fakat gizli düşmanlarım beni hedef tutan birkaç sözcük harcamaktan kendilerini alamamışlardı. O andan başlayarak İmparatorla birkaç bakandan oluşan yandaşları, bana karşı, tümüyle kötü niyetlerin doğurduğu birtakım dolaplar çevirmeye başladılar; bu dolaplar, iki aydan kısa bir süre içinde semeresini verdi ve az kalsın yok olmama neden olacaktı. Hükümdarlara verilen en büyük hizmetler, tutkularını karşılamakta gösterilen eksiklikle tartıya vurulunca, ne de çabuk değerden düşüyorlar. O olağanüstü başarımdan üç hafta sonra, barış dilemek için Blefuscu'dan büyük bir kurul geldi; ve koşullar tümüyle İmparatorumuzun lehine olmak üzere bir barış imzalandı. Altı elçi, beş yüz kişilik bir görevli topluluğuyla gelmiş; İmparatorlarının büyüklüğüne ve görecekleri işin önemine uygun bir biçimde kente büyük bir gösterişle girmişti. Antlaşma yapılırken, sarayda elde etmiş olduğum - ya da öyle görünen - saygınlığa dayanarak onlara birçok hizmette bulunmuştum; elçiler, kendilerine ne kadar iyilik etmiş olduğumu gizliden gizliye duymuşlar, beni açıkça ziyarete gelmişlerdi. İyi yüreklilik ve yiğitliğimden ötürü övgülerle söze başladılar; efendileri İmparator Hazretleri adına beni ülkelerine davet ettikten sonra, bir hayli sözünü işittikleri olağanüstü gücümü kendilerine de göstermemi rica ettiler. İsteklerini hemen yerine getirdim; fakat yaptıklarımı anlatarak okuyucularımı sıkmayacağım. Elçileri bir süre eğlendirip hoşnut ettim; şaşkınlıklar içinde bıraktım. Sonra, erdemlerini bütün dünyanın hayranlıkla karşıladığı efendileri İmparator Hazretlerine saygılarımı sunarak bana onur vermelerini rica ettim; yurduma dönmeden önce hükümdarlarına hizmette bulunmak istediğimi de ekledim. Onun için bizim İmparatoru görmek onurunu elde ettiğim ilk fırsatta, Blefuscu hükümdarının yanına gitmeme izin buyurmalarını rica ettim; İmparator dileğimi, açıkça gördüğüm gibi, pek soğuk karşıladı. Ben o zaman bunun nedenini pek anlayamamıştım; fakat sonradan birinin kulağıma fısıldadığına göre, Flimnap'la Bolgolam, elçilerle görüşmemi İmparator Hazretlerine sadakatsizlik olarak göstermişler; bense böyle bir şeyi düşünmemiştim bile... İşte bu andan başlayarak, saray çevresi ve bakanlar hakkında pek o kadar iyi olmayan düşünceler beslemeye başladım. Elçilerin benimle çevirmen aracılığıyla konuştuklarını da söylemeliyim. Lilliput'la Belfuscu İmparatorluklarının dilleri, Avrupa'da herhangi iki ulusun dilleri kadar birbirinden farklıdır. Her iki İmparatorluk da kendi dilinin eskilik, güzellik ve gücüyle övünüyor, komşusunun dilini aşağı görüyor. Bununla birlikte, Blefuscu donanmasını eline geçirmiş olmaktan güç alan bizim İmparator, elçileri, güven mektuplarını ve söylevlerini Lilliput dilinde vermeye zorlamıştı. Oysa her iki ülkede de ileri gelenlerin, kıyı boylarında oturan tüccar ve denizcilerin hemen hepsi iki dilde de konuşabiliyor: çünkü, iki ülke arasında büyük ölçüde ticaret oluyor; sürgünler karşılıklı olarak her iki ülkede de kabul ediliyor ve dünyayı görmek, başka insanlar, başka göreneklerle ilişki kurarak eğitimlerini tamamlamak için her ülke de, genç soylularını ve zengin çocuklarını öteki ülkeye göndermeyi görenek etmiş. Ben bunu, birkaç hafta sonra Blefuscu İmparatoruna saygılarımı sunmaya gittiğim zaman öğrendim. Büyük yıkımların eşiğinde giriştiğim ve salt düşmanlarımın kötü niyetlerinin neden olduğu, fakat sonra benim için çok yararlı olan bu gezimi sırası gelince anlatacağım. Okuyucularım herhalde anımsarlar: özgürlüğüme kavuşmak için kabul ettiğim koşullar arasında beni adeta köle yerine koyan birkaç koşul vardı ki hiç hoşuma gitmemişti ve ancak çaresizlik içinde olduğum için kabul etmek zorunda kalmıştım. Ama şimdi, Nardac'tım; İmparatorluğun en yüksek rütbesini almıştım; onun için bu gibi koşulları yerine getirmem artık onuruma ve konumuma uygun görülmüyordu; İmparator da (hakkını yememeliyim) bunların bir kez bile sözünü etmedi. Her neyse, çok geçmeden İmparator Hazretlerine, o zaman çok büyük sandığım bir hizmette bulunmak fırsatını elde ettim. Bir gece yarısı, kapımın önünde yüzlerce kişinin bağrışmasıyla birdenbire uyandım; çok korktum; burglum, burglum diye haykırıp duruyorlardı. İmparatorun saray ileri gelenlerından birkaçı halkı yararak yanıma geldiler ve hemen saraya gelmemi rica ettiler: İmparatoriçe hazretlerinin dairesinde, roman okurken uyuyakalmış hizmetindeki bir bayanın dikkatsizliği yüzünden yangın çıkmıştı. Hemen kalktım; halka yolumdan çekilmeleri buyurulduğu için, gece de ay olduğundan kimseyi çiğnemeden saraya doğru hızla gittim. Duvarlara merdivenler dayamışlardı; bol kova vardı, ama su biraz uzaktaydı. Zavallı halk ellerinden geldiği kadar çabuk davranıyor ve bana yüksük büyüklüğünde olan kovaları veriyordu; fakat yangın o kadar şiddetliydi ki, bunların pek yararı olmuyordu. Aceleyle ceketimi evde bırakıp yalnızca deri yeleğimi giyerek gelmemiş olsaydım, ateşi ceketimle kolayca söndürebilecektim. Durum acıklı ve umutsuzdu; bu görkemli saray kesinlikle kül olacaktı. Fakat böyle durumlarda pek seyrek olmakla birlikte, o anda aklıma bir düşünce geldi ve hemen bir çare buldum. O akşam, glimigrim denen çok lezzetli bir şaraptan bol bol içmiştim ( buna, Blefusculular flunec diyorlar, ama bizimkinin daha iyi olduğu söyleniyor ); bu şarap çok çiş yaptırıyordu; bereket versin daha dışarı da çıkmamıştım. Alevlerin ve ateşi söndürmek için harcadığım çabanın da etkisiyle şarap etkisini gösterdi; öyle bol su döktüm ve bunu öyle uygun yerlere boşalttım ki, üç dakika içinde yangından eser kalmadı; ve bu yüce yapı, ancak birçok dönemde kurulabilen bu yüce yapı, yok olmaktan böylece kurtulmuş oldu. Gün doğmuştu; İmparatorun kutlamasını beklemeden evime döndüm; çok büyük bir hizmette bulunmuş olmakla birlikte, İmparator Hazretlerinin bu hizmeti görme biçimimi nasıl karşılayacağını bilmiyordum; çünkü bu ülkenin başlıca yasalarından biri, saray sınırları içinde su döken kimseyi, konumu ve rütbesi ne olursa olsun, ölümle cezalandırmaktadır. Fakat İmparatordan gelen bir haber yüreğime su serpti: Hükümdar, Başyargıca bağışlanmam için emir verecekti. (Bununla birlikte bağışlanma belgemi bir türlü elde edemedim). Bana gizliden gizliye gelen haberlere göre de, İmparatoriçe hazretleri yaptığımı öyle derin bir nefretle karşılamış ki, sarayın en ıssız bir köşesine taşınmış; yanan yapının, kendisinin oturması için onarılmasına şiddetle karşı koymaya karar vermiş; en yakın dostları yanında da benden öc almaya ant içmekten kendini alamamış.
AnGeL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla