Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30.10.08, 19:38   #6 (permalink)
Kullanıcı Profili
AnGeL
Delta Üye
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Aug 2008
Nerden: Konya
Mesajlar: 833
Konular: 724
Puan Grafiği
Rep Puanı:1364
Rep Gücü:0
RD:AnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud of
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 16
29 Mesajına 34 Kere Teşekkür Edlidi
:
icon

QUINBUS FLESTRIN'İN (DAĞ ADAM'IN) SUÇLARINI SAPTAYAN MADDELER Madde 1 Haşmetli Calin Deffar Plune'nin saltanatları sırasında konulmuş olan bir yasaya göre, Kral sarayının sınırları içinde su dökenler, devlete hıyanet suçunun yüklediği cezalara çarptırılırlar. Bu böyle olmakla birlikte, Quinbus Flestrin, sözü edilen bu yasaya açıkça aykırı davranmış; İmparatorumuz hazretlerinin pek sevgili eşlerinin dairesinde çıkan bir yangını söndürmek bahanesiyle, kötü niyet, hıyanet ve şeytanlıkla işeyerek sözü edilen dairede çıkan yangını söndürmüştür. Bu daire, Kral sarayının sınırları içinde olduğundan, ve, bu yolda konmuş olan yasaya karşı geldiğinden... vb. vb. Madde 2 Sözü edilen Quinbus Flestrin, Blefuscu İmparatorluk donanmasını Lilliput Krallık limanına getirdiğinde; İmparator Hazretleri, Blefuscu İmparatorluğu'nun geri kalan gemilerini getirmesini; bu İmparatorluğu, buradan gönderilecek bir genel valiyle yönetilecek bir il haline sokmasını; yalnızca geniş uç yandaşlarını değil, Blefuscu İmparatorluğu'nun bu geniş uç sapkınlığından vazgeçmeyen halkını da öldürüp yok etmesini buyurduğu halde; sözü edilen Flestrin, hayırlı, mutlu İmparator Hazretlerimize alçakça hıyanet etmiş, suçsuz bir halkın vicdanlarını zorla etkilemek, özgürlüklerini yok etmek istemediğini ileri sürerek bu görevlerden bağışlanmasını dilemiştir. Madde 3 İmparator Hazretlerimizin sarayına, barış dilemek için, Blefuscu sarayından elçiler gelince, sözü edilen Flestrin, alçakça hıyanet ederek; bu elçilerin, az zaman önce, İmparator Hazretlerimizin açıktan açığa düşmanı olan ve İmparator Hazretlerimize açıktan açığa meydan okuyan bir hükümdarın hizmetinde olduklarını bildiği halde, onlara hizmet ve yardım etmiş, onları avutmuş, eğlendirmiştir. Madde 4 Sözü edilen Quinbus Flestrin, sadık bir yurttaşa yakışmayacak bir biçimde, İmparatorumuz hazretlerinin yalnızca sözlü iznini alarak Blefuscu İmparatorluğuna gitmeye hazırlanmaktadır; ve bu sözü edilen izni bahane ederek, düzmecelik ve hıyanetle bu geziye çıkmaya niyetlenmekte; böylece, az zaman önce, İmparatorumuz hazretlerinin düşmanı olan ve onunla savaş durumunda bulunan Blefuscu İmparatoruna hizmet ve yardım etmek istemektedir. Daha başka maddeler de var ama, ben size, en önemlilerinin bir özünü okudum. Bu suçlamalar üzerinde yapılan birçok görüşmede, İmparator Hazretlerinin, kendisine ettiğiniz hizmetleri ileri sürüp suçlarınızı hafifletmeye çalışarak, acıma duygusunun birçok belirtisini göstermiş olduğunu da söylemeliyim. Hazine Bakanıyla Amiral, alçakça ve yürekler acısı bir biçimde öldürülmeniz gerektiğinde diretiyorlardı: gece eviniz yakılacak; General, iki bin erle gelip yüz ve ellerinize zehirli oklar atacak; hizmetçilerinizden bazılarına gömleğinize zehir sürmeleri için gizlice buyruk verilecek; siz de acıdan etlerinizi parça parça ederek şiddetli azaplar içinde ölecektiniz. General de bu düşünceye katıldı, ve böylece, bir süre, oyların çoğu size karşıydı. Fakat, yapabilirse yaşamınızı kurtarmaya karar vermiş olan İmparator, Mabeyinciyi kendi yanına çekebildi. Bunun üzerine İmparator Hazretleri, Özel İşler Genel Yazmanına düşündüklerini söylemesini buyurdu. Kendisini daima sizin gerçek dostunuz saymış olan Reldresal, ona iyi niyetler beslemekte ne kadar haklı olduğunuzu açıkça gösterdi. Suçlarınızın büyük olduğunu kendisinin de kabul ettiğini, fakat acınarak bağışlanabileceğini söyledi. Acıma, bir hükümdarda bulunan en değerli bir erdemdi; İmparator Hazretleri de acıma duygusuyla tanınmış bir hükümdardı. Sözlerini şöyle sürdürdü: Sizinle dost olduğunu bütün dünya bildiğinden en onurlu bir meclis bile, sizden yana çıkacağını sanabilirdi; fakat İmparator Hazretlerinin buyruklarını dinleyerek, düşündüklerini açıkça ve yansızlıkla söyleyecekti: İmparator Hazretleri ettiğiniz hizmetleri göz önünde tutup yumuşak yaratılışına uyarak yaşamınızı kurtarmak lütfunda bulunur, yalnızca iki gözünüzün çıkarılması buyruğunu verirlerse, onun kanısına göre adalet bir dereceye kadar yerini bulmuş olacak, bütün dünya İmparator Hazretlerinin şefkat ve acıma duygularını, bakanları bulunmak onuruna sahip olanların da doğru ve soylu davranışlarını alkışlayacaktı; gözlerinizi yitirmenizin gücünüze de bir etkisi olmayacak, İmparator Hazretlerine yine hizmet edebilecektiniz; aksine körlük, tehlikeleri gizleyeceğinden gücünüz artacaktı; düşman filosunu getirirken en büyük güçlük, kör olmaktan korkmanız olmamış mıydı? Her şeyi, bakanların gözüyle görmeniz yetecekti; en yüce hükümdarlar bile bundan başka bir şey yapmıyorlardı... Reldresal'ın önerisine bütün Meclis karşı koydu... Amiral Bolgolam kendini tutamadı, öfkeyle kalkarak, Genel Yazmanın, bir hainin yaşamını kurtarmak yolunda görüş ileri sürmeye nasıl cesaret edebildiğine şaştığını söyledi. Devlet çıkarları göz önünde tutulacak olursa, ettiğiniz bütün hizmetler suçlarınızı ağırlaştırıyordu; idrarınızı boşaltarak İmparatoriçe hazretlerinin dairesindeki yangını söndürmeyi başaran siz, (bunu büyük bir dehşet duyarak söyledi) aynı biçimde, başka bir zaman, bütün sarayı sulara boğacak bir sele neden olabilirdiniz; düşman donanmasını ülkemize getirmeyi başaran gücünüzle, ilk hoşnutsuzluk anınızda, bu donanmayı geri götürebilirdiniz; hem sonra, yürekten geniş uç yandaşı olduğunuzdan da emindi; hıyanet de yürekten başlayıp sonra ortaya çıktığı için sizi hıyanetle suçluyor, öldürülmenizde diretiyordu. Hazine bakanı da aynı düşüncedeydi; sizi beslemek için harcanan paranın, İmparator Hazretlerinin maliyesini çok daraltmış olduğunu, yakın bir zamanda bu harcamaların artık karşılanamayacağını bildirdi. Genel Yazmanın önerdiği gibi gözlerinizi kör etmek bu yıkımı önleyecek bir çare olmaktan uzak olduğu gibi onu artırması da olasıydı: Bazı kümes hayvanlarının daha çok yemelerini, daha çabuk semirmelerini sağlamak için gözleri kör edilmiyor muydu? Sizin hakkınızda yargıya varacak kutsal İmparator Hazretleri ve meclis, suçunuza yürekten inandığına göre bu sizi öldürmek için yeterli bir kanıttı; yasa metnine harfi harfine uyarak kesin kanıtlar bulmaya hiç de gerek yoktu. Fakat öldürülmemenize karar vermiş olan İmparator, meclis gözlerinizin çıkarılmasını hafif bir ceza sayıyorsa, buna başka cezaların da eklenebileceğini söyledi. Bunun üzerine, dostunuz Reldresal söz almak için izin rica etti; sizi beslemenin İmparator Hazretlerinin maliyesinde açtığı gediklere karşı çıkan hazine bakanına şu yanıtı verdi: Hükümdarın gelirini kullanmada bütün sorumluluğu üzerine almış olan sayın bakan, size yapılan harcamaları yavaş yavaş azaltarak sözünü ettiği yıkımı önleyebilirdi; böylece yeterli beslenemeyeceğinizden, yavaş yavaş eriyecek, güçten düşecek, iştahınızı yitirecek ve birkaç ay içinde çürüyüp gidecektiniz; hemen o zaman vücudunuz yarı yarıya küçülmüş olacağından, cesedinizin çıkaracağı koku da pek o kadar tehlikeli olmayacaktı. Siz ölür ölmez, İmparator Hazretlerinin uyruklarından iki üç bin kişi, bulaşıcı hastalıkların önünü almak için etlerinizi parçalayıp, arabalarla ülkenin en uzak köşelerine gömecekler; ve iskeletiniz gelecek kuşakların hayranlığını çekecek bir anıt olarak kalacaktı. İşte böylece Genel Yazmanın büyük dostluğu sayesinde bir anlaşmaya varıldı. Sizi yavaş yavaş açlıktan öldürmek tasarısının gizli tutulması, fakat gözlerinizin çıkarılması kararının tutanağa geçirilmesi yolunda yönerge verildi. Buna, Amiral Bolgolam'dan başka kimse karşı koymamıştı. Amiral İmparatoriçenin adamıdır; öldürülmenizde diretmek için ondan hep destek görmüştür; İmparatoriçe hazretleri ise dairesinde çıkan yangını yolsuz ve yasaya aykırı bir biçimde söndürdüğünüzden beri, size karşı kötü niyetler beslemektedir. Üç gün sonra dostunuz Genel Yazman evinize gönderilecek ve size suçlarınızı gösteren maddeleri okuyacaktır; sonra yalnızca gözlerinizin çıkarılması kararını veren İmparator Hazretlerinin ve meclisin şefkat ve acıma duygusunun yüceliğini vurgulayacak; İmparator Hazretlerinin, bu karar karşısında gönül borcuyla boyun eğeceğinizden kuşku duymadığını söyleyecektir. Krallık cerrahlarından yirmi kişinin gözetiminde ameliyatın iyi bir biçimde yapılmasına özen gösterilecek ve siz yerde yatarken gözbebeklerinize sivri uçlu oklar saplayacaklardır. Almanız gereken önlemleri size bırakıyorum; kuşku uyandırmamak için de geldiğim gibi yine gizlice gideceğim. Lord cenapları böylece gittikten sonra ne yapacağımı şaşırmış bir durumda düşüncelere daldım. Şimdiki İmparatorla bakanlarının koymuş oldukları bir yöntem vardı (bana söylediğine göre bu görenek, eski zamankilerine hiç uymuyormuş): Hükümdarın öfkesini yatıştırmak veya bir yakınının kötülüğünü hoşnut etmek için çok acımasız bir ceza verilince, İmparator bir söylev çeker, bunda acıma duygusu ve şefkatinden söz eder, bunları bütün dünyanın bildiğini ve kabul ettiğini söylermiş. Bu söylev hemen bütün ülkeye duyurulurmuş. İmparatorun acıma duygusunun övülmesi de halkı çok korkuturmuş; çünkü bu övmeler ne kadar ayrıntılı olursa, bunların üzerinde ne kadar durulursa cezanın o kadar şiddetli, cezaya uğrayanın da o kadar suçsuz olduğu anlaşılırmış. Bana gelince, saray adamı olmak üzere eğitilmediğim, doğuştan da böyle olmadığım için bu gibi işleri o kadar az anlıyordum ki, varılan yargıda bir lütuf, acıma belirtisi bulamadım; yargının, hafif olmak bir yana, çok şiddetli olduğunu düşündüm; belki yanılmışımdır. Bir ara, yargıçların karşısına çıkayım dedim; her ne kadar beni suçlayan maddelerdeki olayları yadsıyamazsam da, bunları hafifletici nedenler bulunabileceğini sanıyordum. Fakat yaşamımda, devlet mahkemelerinde görülen birçok davayı incelemiş, bunların hep yargıçların keyfine göre sonuçlandığını görmüştüm; onun için böyle nazik bir anda, böyle güçlü düşmanlarım varken, böyle tehlikeli bir karar vermeye cesaret edemedim. Bir ara da güçle karşı koymak isteğini duydum. Serbesttim; İmparatorluğun bütün halkı bir araya gelse, beni alt edemezdi; başkentlerini de taşlarla yıkıp kül edebilirdim. Fakat bu düşünceyi hemen nefretle bıraktım: İmparatora ettiğim yemini, ondan gördüğüm iyilikleri ve bana verdiği yüksek Nardac rütbesini anımsamıştım. Saray ileri gelenlerinin, minnet ve şükran borçlarına nasıl baktıklarını o zaman bilseydim, İmparator Hazretlerinin bu şiddetli davranışının beni ona olan bütün borçlarımdan kurtardığına inanabilirdim. Sonunda bir karara vardım. Bu yüzden belki de haksız olmayarak eleştirilebilirim. Gözlerimi kaybetmememe, sonra da özgürlüğümü elde etmeme, düşüncesizlik ve deneyimsizliğimin neden olduğun itiraf etmeliyim; çünkü sonradan başka saraylarda öğrendiğim gibi, hükümdar ve bakanların yaratılışlarını ve benden daha az zararlı suçlulara yaptıklarını o zaman bilmiş olsaydım, bu kadar hafif bir cezaya hemen razı olur, onu sevinçle karşılardım. Fakat gençliğin verdiği tez yüreklilikle ivedi davrandım; Blefuscu hükümdarını ziyaret etmek için İmparatordan almış olduğum izinden yararlanarak, üç gün geçmeden dostum Genel Yazmana bir mektup gönderdim; aldığım izne dayanarak, hemen o sabah Blefuscu'ya gitmeye karar verdiğimi bildiriyordum. Yanıtını beklemeden, adanın, donanmanın bulunduğu kıyısına gittim; büyük bir savaş gemisini çekerek burnuna bir halat bağladım; demirini çıkardım; soyundum; giysilerimi, yanımda getirmiş olduğum yorganla birlikte gemiye yerleştirdim; sonra kâh yürüyerek, kâh yüzerek ve gemiyi ardımdan çekerek Blefuscu krallık limanına geldim. Halk beni çoktandır bekliyormuş; Blefuscu adını taşıyan başkente gidebilmem için yanıma iki kılavuz verdiler. Kentin kapısına iki yüz yarda yaklaşıncaya kadar kılavuzları elimde taşıdım; orada durdum; yazmanlardan birine geldiğimi haber vermelerini ve kral hazretlerinin buyruklarını burada beklediğimi bildirmelerini rica ettim. Bir saat sonra yanıt geldi: İmparator Hazretleri ailesi ve sarayının yüksek görevlileriyle beni karşılamaya geliyordu. Yüz yarda kadar ilerledim; İmparator ve adamları atlarından, İmparatoriçe ve yanındaki bayanlar da arabalarından indiler; korktuklarını veya endişeli olduklarını gösteren hiçbir belirti görmedim. Yere uzandım; İmparator Hazretlerinin, İmparatoriçenin ellerini öptüm. İmparatora verdiğim sözü tutarak geldiğimi; efendim Lilliput İmparatorunun iznini aldığımı: böyle yüce bir hükümdarı görmekle onur duyduğum ve asıl efendime olan bağlılığıma uygun olmak koşuluyla elimden gelen hiçbir hizmeti kendilerinden esirgemeyeceğimi söyledim. Gözden düştüğümü söz konusu bile etmedim; çünkü bundan daha resmen haberdar edilmemiştim; böyle bir şeyi bilmiyor gibi davranabilirdim; efendim İmparatorun da, etki alanı dışında olduğumdan bu sırrı açıklayacağını pek sanmıyordum; fakat bir süre sonra yanıldığımı anladım. Blefuscu sarayında nasıl karşılandığımı, ev ve yatak bulmak için çektiğim güçlükleri ayrıntılarıyla anlatarak okuyucularımı sıkmak istemem; gördüğüm kabul, Blefuscu İmparatoru gibi yüce bir hükümdarın cömertliğiyle orantılıydı; barınacak bir ev bulunmadığı için de yorganıma sarılarak toprak üzerinde yatmak zorunda kalmıştım. VIII Yazar, iyi bir raslantıyla, Blefuscu'dan uzaklaşmak için bir araç buluyor. Birkaç güçlükle karşılaştıktan sonra sağ ve esen yurduna dönüyor. Blefuscu'ya geldikten üç gün sonra, ülkeyi görmek merakıyla adanın kuzeydoğu kıyısına gitmiştim; denizde yarım fersah kadar açıkta, devrilmiş bir kayığa benzeyen bir şey gözüme ilişti. Ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkardım ve denizin içinde iki üç yüz yarda kadar yürüdüm; gördüğüm şey suların kabarmasıyla bana doğru yaklaşıyordu. Bunun gerçek bir kayık olduğunu anladım; sanırım, fırtına nedeniyle bir gemiden kopmuş, denize düşmüştü. Hemen kente döndüm; İmparator Hazretlerinden, donanmasından elinde kalan en büyüklerinden yirmi gemi ve visamiralin komutasında olmak üzere üç bin denizci rica ettim. Gemiler yola çıktı; ben de en kestirme yoldan kayığı gördüğüm yana gittim; sular kayığı biraz daha karaya doğru sürüklemişti. Denizcilerin hepsinde halat vardı; ben de bu halatları, daha sağlam olsun diye birkaç kat burmuştum. Gemiler gelince soyundum ve denizin içinde, kayığa yüz yarda yaklaşıncaya kadar yürüdüm; sonra yüzerek kayığın yanına geldim. Denizciler halat attılar, bir ucunu kayığın burnundaki bir deliğe, öteki ucunu da bir savaş gemisine bağladım; fakat bütün çabalarım boşa çıktı; su boyumu aştığından, işimi istediğim gibi göremiyordum. Bu durum karşısında yüzerek kayığı bir elimle karaya doğru itmeye başladım; kabaran suların yardımıyla da epey ilerledim ve biraz sonra ayaklarım dibe değdi; başımı su üstünde tutabiliyordum; böylece iki üç dakika dinlendim; sonra kayığı birkaç kez daha iterek, suların omuzlarıma kadar yükseldiği bir yere geldim. İşimin en güç yanını atlatmıştım. Gemilerde bulunan öteki halatları çıkardım, uçlarını, kayığa ve yanımda olan dokuz gemiye birer birer bağladım; rüzgâr uygundu, gemiciler kayığı yedeğe aldılar, ben de arkadan iterek kıyıya kırk yarda yaklaştık; bir süre bekledikten sonra sular çekilince kayık tümüyle karada kaldı. iki bin kişinin yardımıyla kayığı doğrultmayı başardım; çok hasara uğramamıştı. Kayığı, Blefuscu krallık limanına götürmek için çektiğim güçlükleri anlatarak okuyucularımı sıkmayacağım. Ancak on günde iki kürek yaparak limana gelebildim. Beni büyük bir kalabalık karşıladı; bu kadar kocaman bir gemi görmekten şaşkınlık içinde kalmışlardı. İmparatora, talihin önüme bir kayık çıkardığını; bununla yurduma dönecek bir araç bulabileceğim bir yere kadar gidebileceğimi söyledim; kendilerinden kayığın donanımı için gereç sağlanması için buyruk, adasından ayrılmam için de izin vermelerini rica ettim. Biraz sitem ettikten sonra izin verdi. Aradan bu kadar zaman geçmesine karşın, Lilliput İmparatorunun, Blefuscu sarayına hakkımda bir haber göndermemiş olmasına şaşırıyordum. Fakat sonra gizlice öğrendim ki İmparator Hazretleri niyetlerinden hiç haberim olmadığını düşündüklerinden, vermiş olduğum sözü yerine getirmek üzere, bütün sarayın da bildiği gibi kendi izniyle Blefuscu'ya gittiğimi; Blefuscu'daki törenler sona erince Lilliput'a döneceğimi sanıyormuş. Fakat böyle uzun zaman dönmediğimi görünce merak etmeye başlamış ve hazine bakanıyla yardakçılarına danıştıktan sonra beni suçlayan maddelerin bir kopyasını yüksek bir kişiyle Blefuscu'ya göndermişti. Bu elçi, Blefuscu hükümdarına, bana yalnızca gözlerimin çıkarılması cezasını vermekle yetinen efendisinin yüce acıma duygusunu belirtmek; adaletten kaçtığımı ve iki saat içinde Lilliput'a dönmezsem, Nardac rütbesinden yoksun bırakılıp hain sayılacağımı söylemekle görevlendirilmişti. Elçi şunları da ekledi: İki İmparatorluk arasındaki barış ve dostluğun sürebilmesi için Lilliput İmparatoru, Blefuscu İmparatoru kardeşinden, buyruk verip elimi ayağımı bağlatarak bir hain gibi cezalandırılmak üzere Lilliput'a gönderilmemi istiyordu. Blefuscu hükümdarı, bakanlarıyla üç gün süren bir görüşmeden sonra bu işten bağışlanmasını isteyen nazik bir yanıt verdi. Beni, elim ayağım bağlı olarak göndermenin mümkün olamayacağını kardeşi İmparator da kabul ederdi; her ne kadar bütün donanmasını elinden aldıysam da, barış görüşmelerinde kendisine çok yardımım dokunduğundan bana borçlanmıştı; bununla birlikte, her iki İmparatorun da yakında hiçbir kaygısı kalmayacaktı. Kıyıda koca bir gemi bulmuştum, bununla denize açılabilecektim; geminin, benim yardımım ve yönetimimle donatılması için buyruk vermişti ve birkaç hafta sonra her iki İmparatorluğun da benim gibi ağır bir yükten kurtulacağını umuyordu. Elçi, bu yanıtı alarak Lilliput'a döndü. Blefuscu hükümdarı bütün olup bitenleri bana anlattı; hizmetinde kalmak istersem beni koruyacağını da ekledi (bunu çok gizli söylemişti); içten olduğuna inandığım halde, elimde oldukça, hükümdar ve bakanlara hiçbir zaman güvenmemeye karar vermiştim; iyi niyetleri için gereken teşekkürleri sunduktan sonra beni bağışlamasını rica ettim. Talihim, önüme iyi kötü bir kayık çıkarmıştı. Böyle güçlü hükümdarlar arasında bir anlaşmazlığa neden olmaktansa, bahtımı denizlerde denemeye karar verdiğimi söyledim. İmparator hiç gücenmedi; hatta sonradan bir vesileyle öğrendiğime göre, kendisi de bakanlarının birçoğu da bu kararımdan çok hoşnut kalmışlardı. Bu düşünceler beni, kararlaştırdığım günden daha önce yola çıkmaya sürükledi. Bir an önce gitmemi isteyen saray ileri gelenleri de çabalarıma istekle katıldı. Beş yüz işçi, bu ülkede bulunabilen en sağlam bezleri on üç kat dikerek, verdiğim yönergeye göre, kayığıma iki yelken yapmaya uğraşıyorlardı; en kalın, en sağlam iplerinden, on, yirmi veya otuzunu bir arada bükerek kendime ip ve halat yapmak için bir hayli sıkıntı çektim. Uzun araştırmalardan sonra, deniz kıyısında raslantıyla bulduğum büyük bir taşı da demir olarak kullanacaktım. Üç yüz ineğin donyağını yağlamak ve başka işler için kullandım; kürek ve direk yapmak için en büyük ağaçlardan bazılarını keserken çok güçlük çektim; bereket versin İmparator Hazretlerinin gemici ustaları, kaba işleri ben yaptıktan sonra, kürekleri, direkleri düzleme işinde bana yardım ettiler. Bir ay sonra, her şey hazır olunca, İmparator Hazretlerine haber yolladım; buyruklarını beklediğimi, veda etmek istediğimi bildirdim. İmparator, ailesiyle birlikte saraydan çıktı; ellerini öpmek üzere yüzükoyun yere yattım; İmparatoriçe ve kral soyundan prensler ellerini lütfen uzattılar. İmparator Hazretleri, iki yüz sprug 'luk elli kese armağan etti; bir de boy resmini verdi; bunları, iyi koruyabilmek için hemen eldivenimin içine yerleştirdim. Blefuscu'dan ayrılırken yapılan törenlerden söz ederek okuyucularımı sıkmayacağım. Kayığıma yüz kadar kesilmiş sığır, üç yüz koyun, uygun miktarda ekmek ve içki ve dört yüz aşçının pişirebildiği kadar yiyecek koydum. Canlı olarak altı inek, iki boğa, bir o kadar da dişi koyun ve koç almıştım; amacım bunları ülkeme götürmek, üretmekti; bunları denizdeyken beslemek için de kayığa büyük bir demet saman, bir çuval da ekin koydum. Yerlilerden bir düzine kadar götürmeyi çok istedim ama, İmparator Hazretleri bir türlü izin vermedi; ceplerimi arattıktan başka, istek ve rızalarıyla da olsa, uyruklarından hiçbirini götürmeyeceğime onurum üzerine ant içtirdi. Böylece, her şeyi elimden geldiği kadar tamamladıktan sonra, 1701 yılı Eylülü'nün yirmi dördüncü günü, sabah saat altıda yola çıktım; rüzgâr güneydoğudan esiyordu; kuzeye doğru dört fersah ilerledikten sonra, kuzey batıda, yarım fersah ötede, ufak bir ada gözüme ilişti; ilerledim; adanın rüzgâraltı yanında demirledim. Ada sanırım ıssızdı. Bir parça bir şey yedikten sonra yattım. Tahminime göre altı saat uyumuşum, çünkü uyandıktan iki saat sonra gün doğdu; gece de berraktı. Güneş doğmadan kahvaltımı ettim; demir aldım; uygun bir rüzgâr vardı; cep pusulamın yardımıyla bir gün önceki rotayı tuttum; amacım, yapabilirsem, Van Diemen topraklarının kuzey doğusunda bulunduğunu kuvvetle tahmin ettiğim adalardan birine gitmekti. O gün, hiçbir şeye raslamadım; fakat ertesi gün, öğleden sonra saat üçte, hesabıma göre, Blefuscu'dan yirmi dört fersah uzakta, güneydoğuya doğru yol alan bir yelkenli gördüm; benim rotam doğuya doğruydu. Bağırdım; yanıt alamadım; rüzgâr hafiflediğinden, yelkenliye yavaş yavaş yaklaşıyordum; hemen bütün yelkenlerimi açtım; ve yarım saat sonra, gemiden beni görmüş olacaklar ki, bayrak çektiler, bir el de silah attılar. Sevgili yurdumu ve orada bıraktığım çoluk çocuğumu görebilmek umudunun böyle birdenbire doğmasından duyduğum sevinci tanımlayamam. Gemi, yelkenlerini gevşetti; ben de, akşam beşle altı arasında, yanına ulaşabildim. 26 Eylül'dü; İngiliz bandırasını görünce içim titredi. İnek ve koyunlarımı ceplerime yerleştirdim; ve tüm erzağımla birlikte gemiye çıktım. Gemi, kuzey ve güney denizleri yoluyla Japonya'dan dönmekte olan bir İngiliz ticaret gemisiydi; kaptan Deptfordlu John Biddle, çok nazik bir adam ve usta bir denizciydi. Otuz derece güney enlemindeydik: gemide elli kişi vardı; bunların arasında eski arkadaşlarımdan Peter Williams'a rasladım. Kaptana, hakkımda çok iyi şeyler söyledi. Kaptan da bana çok iyi davrandı: nereden geldiğimi, nereye gittiğimi söylememi rica etti. Ben de birkaç sözcükle her şeyi anlattım; fakat kaptan, sayıkladığımı, geçirmiş olduğum tehlikelerden ötürü akıl yürütme yeteneğimi yitirmiş olduğumu sandı. Bunun üzerine cebimden siyah öküzlerle koyunları çıkardım; çok şaşırdı ve söylediklerimin doğru olduğuna inandı. Sonra, Blefuscu İmparatorunun verdiği altınları, tam boy resmini ve o ülkeden getirdiğim birkaç garip şeyi gösterdim. Kaptana iki yüz sprug'luk iki kese verdim; İngiltere'ye geldiğimizde, bir inekle gebe bir koyun armağan edeceğim konusunda da söz verdim. Bu yolculuğumun ayrıntılarına girerek okuyucularımı yormayacağım; yalnızca şu kadarını söyleyeyim, yolculuğumuz genellikle çok iyi geçti. 13 Nisan 1702'de Downs'a geldik. Canımı sıkan yalnızca bir olay olmuştu: gemideki fareler koyunlarımdan birini alıp götürmüşlerdi; zavallının kemiklerini bir delikte buldum; etleri tümüyle sıyrılmıştı. Geri kalan hayvanlarımı sağ ve esen karaya çıkardım; Greenwich'te bir çayırda otlamalarını sağladım; otlar nefisti, büyük bir iştahla yiyorlardı; oysa ben bunun tersinden korkmuştum. Yolda da kaptan, en iyi peksimetlerinden vermeseydi, hayvanlarımı besleyemezdim; peksimetleri dövmüş, toz haline getirmiş, suyla karıştırmıştım; hayvanlarım da hep bu lapadan yemişlerdi. İngiltere'de kaldığım kısa süre içinde, hayvanlarımı yüksek tabakadan kimselere ve başkalarına göstererek bir hayli para kazandım; ikinci gezime çıkmadan önce de altı yüz liraya sattım. Son gezimden döndüğümde, hepsinin, hele koyunların, bir hayli üremiş olduğunu gördüm; yapağılarının güzelliği, umarım, yünlü sanayimize yararlı olur. Karım ve ailemle birlikte ancak iki ay kalabildim; yabancı ülkeler görme isteği, o içimi yakan doymak bilmez istek, daha uzun kalmama olanak vermedi. Karımı, Redriff'te güzel bir eve yerleştirdim; bin beş yüz lira da para bıraktım; geri kalan sermayemi de, daha fazla kazanırım umuduyla, yarısı para, yarısı mal olmak üzere kendime alıkoydum. Büyük amcam John'dan Epping yakınlarında bir miktar arazi miras kalmıştı: yılda otuz lira getiriyordu; Feitter Lane'de Black Bull meyhanesini de kiraya vermiştim; bundan da yılda otuz lira alıyordum. Böylece ailemi, zor durumda kalıp yardımla geçinme tehlikesinden kurtarmış oluyordum. Amcasının adını taşıyan oğlum John ortaokula gidiyordu; çok yetenekliydi. Kızım Betty - şimdi, iyi bir kocayla evlenmiş ve birkaç çocuğu olan kızım Betty- o zaman daha dikiş öğreniyordu. Karım, oğlum ve kızımla ağlaşarak vedalaştıktan sonra Adventure adlı bir ticaret gemisine bindim. Bu üç yüz tonluk gemi, Surat'ya gidiyordu. Kaptanı Liverpoollu John Nicholas'tı. Bu yolculuğumu, gezilerimin ikinci bölümünde anlatacağım.


Kitabı bilgisayarınıza indirmek isterseniz buradan indirebilirsiniz.

Konu AnGeL tarafından (30.10.08 Saat 19:40 ) değiştirilmiştir..
AnGeL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla