tualimforum.com  

Geri git   tualimforum.com > KÜLTÜR VE SANAT > Biyografiler > Diger Ünlülerin Biyografileri
Kayıt ol Yardım Üye Listesi Ajanda Bugünki Mesajlar

Diger Ünlülerin Biyografileri Gazetecilerin biyografisi,Radyocuların biyografisi,Bestecilerin biyografisi,İllizyonistlerin biyografisi,Televizyoncuların biyografisi,Akademisyenlerin biyografisi,Tarihteki önemli kişiliklerin biyografisi.Mankenlerin biyografisi,Modellerin biyografisi,Dizi oyuncularının biyografisi,Kategorisi olmayan biyografiler...


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Cüneyd-i Bağdadi Biyografisi,Cüneyd-i Bağdâdî Hayatı,Cüneyd-i Bağdâdî Kimdir?
Konudaki Cevap Sayısı
0
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
1865

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler
Alt 29.06.09, 21:24   #1 (permalink)
Kullanıcı Profili
Gamma Üye
 
İpek - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2008
Nerden: Mersin
Mesajlar: 1.271
Konular: 1076
Puan Grafiği
Rep Puanı:3790
Rep Gücü:0
RD:İpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond reputeİpek has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 71
210 Mesajına 272 Kere Teşekkür Edlidi
:
icon1c Cüneyd-i Bağdadi Biyografisi,Cüneyd-i Bağdâdî Hayatı,Cüneyd-i Bağdâdî Kimdir?

Cüneyd-i Bağdadi Biyografisi,Cüneyd-i Bağdâdî Hayatı,Cüneyd-i Bağdâdî Kimdir?

Tasavvufun pek çok tarifi yapılmıştır. Bu tariflerden toplu bir netice çıkaracak olursak onu, “bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılıp, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamak” diye tanımlayabiliriz. Kısaca İslâm’ın ruhî hayatı diyebileceğimiz tasavvufta birbirinden farklı pek çok anlayış; özellikleri değişik bir çok yol ve yöntem ortaya konulmuştur.

Sofiye, genel çizgileriyle başlıca iki gruba ayrılır:

1- İlim yörüngeli hareket edip, mârifet kanatlarıyla vuslat arayanlar.
2- Mücerred zevk, vecd ve keşif yolunda gidenler.

İkinci yolda, bazen keşif, keramet, zevk ve vecd arzusuyla his ve beklentiler öne çıktığından bu yolun, birincisi kadar selâmetli olmadığı belirtilmiştir. İşte çalışmamıza mevzu olan Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, yukarıda kaydedilen “selâmetli yol”u temsil eden, tasavvufun önde gelen isimlerinden birisidir.

Cüneyd-, Bağdadi:

İsmi Ebu’l-Kasım, el-Cüneyd b. Muhammed b. el-Cüneyd el-Bağdâdî el-Hazzâz’dır. Ailesi Nihavend asıllıdır ama kendisi Bağdat’ta doğmuş ve orada vefat etmiştir. Doğum tarihi kesin bilinmemekle beraber, H. 220′den sonraki yıllar olarak kaydedilmektedir. Dedeleri ticaretle meşgul olan Cüneyd-i Bağdâdî “hazzâz” yani ipek tüccarı, babası “kavârîrî” yani cam tüccarı, dayısı Serî de “sakatî” yani baharat ve tuz tüccarı idi. H. 297, M. 910 senesinde vefat etmiş, cenazesine altmış bin kişi katılmış ve Bağdat’ta meşhur zâtların mezarlığı olarak tanınan Şunîziye’ye dayısı Serî b. Mugallis es-Sakatî’nin (5. 251/865) yanına defnedilmiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî, Bağdat’ta sufilerin tevhid anlayışını ilk ortaya koyan kimse olarak tanınır. Onun hakkında İbnü’l-Esir (5. 630/1233) şöyle der: “O zamanının imamıydı. Ulema onu tasavvuf yolunun şeyhi saymıştır. Çünkü o, yolunu Kitap ve Sünnet kaideleri ile sağlamlaştırmış, zemmedilen akidelerden sakınmış, gulâtın (orta yolu bırakıp aşırıya gidenlerin) şüphelerinden uzak kalmış, şeriatın itiraz edeceği her hâlden salim olmuştur.”

Yaşadığı dönemde Bağdat’ta o kadar tanınmıştır ki sadece sufiler değil her kesimin ilgisine mazhar olmuştur. Onun meclisine ediplerin sözlerindeki belâgat için, mütekellimlerin de konuşmalarındaki derin mânâlar için katıldıkları nakledilmektedir.9 Onun şöhreti kendi devri ve Bağdat’la da sınırlı kalmamış, ulema tarafından o, günümüze kadar yaşamış olan bütün sufilerin önde gelen imamlarından sayılmıştır.

Şer’î İlimlere Karşı Tavrı:
Tasavvuf temelde Kur’ân ve Sünnet’e dayanır. Ama buna rağmen “Bir hakikatin iki ayrı yüzünden ibaret olan dinin ahkâmı ile murâkabe, riyâzât, mücahede gibi dinin ruhu birbirinden ayrı zannedilerek, bunlardan biri zâhirperestlik, diğeri de bâtınîlik vehmiyle birbirine düşman gibi gösterilmişlerdir. Vâkıa bu ayrılık, biraz da, zâhir-i şeriatın fakîhler ve müftîler tarafından, diğerinin de mutasavvıflarca temsil edilmesiyle destekleniyor gibi görünse de, buna, herkesin daha yatkın olduğu mesleği öne çekip çıkarması şeklinde bakmak da mümkündür.”

Tasavvufun esası, zâhiren şeriat âdâbına riâyet, bâtınen de o âdâba vukuf olmasına rağmen tasavvuf yolunu tutmuş bazı nakıslar, fıkıh, hadis gibi ilimlerle meşgul olanları küçümseyebilmişlerdir. Ancak kamil mutasavvıflar bu hataya düşmemişlerdir. İşte Cüneyd-i Bağdâdî bunlardan birisidir.

Bazı sufilerin zâhir ilimlerine karşı olumsuz tavırlarına mukabil Cüneyd-i Bağdâdî, bu ilimlere çok ehemmiyet vermiştir. Onun bu hususiyetini kendisine izafe edilen sözlerinde müşahede etmekteyiz: “Ebû Ubeyd (5. 224/838) ve Ebû Sevr’den (5. 240/854) hadis öğrendim, Haris el-Muhasibî (5. 243/857) ve Serî b. Mugallis’in (5. 251/865) sohbetlerinde bulundum. Bizim ilmimiz Kitap ve Sünnet’le mazbuttur. Kim tasavvuftaki seyr-i sülûkundan önce Kur’ân, hadis ve fıkıh öğrenmezse ona uyulamaz.”

Görüldüğü gibi Cüneyd-i Bağdâdî, yeterli ilime sahip olmayanların tasavvufa girmesini hoş karşılamamaktadır. Bu konuda dayısı Serî de onu uyarmış; “Allah seni sufi muhaddis değil, muhaddis sufi yapsın.” demiştir. Bununla tasavvufta derinleşmeden önce şer’î ilimlerin öğrenilmesi gerektiğini ve ilimsiz tasavvufa dalmanın tehlikeli olduğuna dikkat çekmişti. Bu nasihatleri da dikkate alan Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, tasavvufa sülûkundan önce ilim tahsilini ikmal etmiştir. Fıkıh ilmini İmam Şafiî’nin (5. 204/820) talebesi Ebû Sevr’den (5. 240/854) almıştır. Henüz genç yaşında fıkıhta o dereceye ulaşmıştır ki Ebû Sevr’in meclisinde yirmi yaşında fetva vermeye başlamıştır. Hattâ Ebû Sevr’in huzurunda bile fetva verdiği rivayet edilir. Kendisinden istifade ettiği bir başka fakih de İbn Süreyc’tir (5. 306/918).

“Cenab-ı Hak yarattığı bütün ilimlerde bana bir pay ayırmıştır.” diyen Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerine sahip olduğu ilmi nereden aldığı sorulunca; “Otuz sene şurada Allah’ın huzurunda oturmaktan...” diyerek evindeki merdivenin altını göstermiştir.

Talebesi el-Huldî onun hakkında: “Hocalarımız arasında Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinden başka kendinde hem ilmin hem de hâlin birleştiği bir kimse görmedik. Onların çoğunun ilmi oluyor ama ameli olmuyor; bazısının da ameli çok olmasına rağmen ilmi az oluyordu.Hz. Cüneyd’in ise hem ilmi hem de yaşayışı mükemmeldi. Onun ilmini görsen hâline tercih ederdin, hâlini görsen ilmine tercih ederdin.” der.

Onun ilme verdiği ehemmiyeti bir şahsa nasihat ederken söylediği şu sözlerde de görebiliriz: “Delikanlı, başına ne gelirse gelsin ilimle bağını koparma. Gençken, ihtiyarken, hastayken, sıhhatliyken ilim hep senin dostun olsun.”

Hadis ilmiyle de meşgul olmuştur. Ama Onun sadece bir hadis rivâyet ettiği kaydedilmiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin, fıkıh, hadis ve tasavvufta olduğu gibi kelâm ilmine de önem verdiğini söyleyemiyoruz. Sözlerinden Onun kelâma karşı bir tavır içinde olduğu anlaşılmaktadır. Aslında O, kelâma vâkıftır, ancak bir kelâmcı sayılamaz. Serî es-Sakatî’nin ikazıyla kelâm ile ilgili tartışmalardan uzak durmuştur.

Haris el-Muhasibî’nin (5. 243/857) sohbetlerine devam ederken Serî (5. 251/865), onu Muhasibî’nin istidlallerine karşı uyarmıştır. Kendi metodlarını kullanarak Mu’tezile’ye cevap verdiğinden dolayı Muhasibî, Ahmed b. Hanbel’in (5. 241/855) tenkitlerine hedef olmuştu. Onun bu hâlini Serî de benimsemiyordu ve bu hususta Cüneyd-i Bağdâdî’ye dikkatli olması için uyarıda bulunmuştu. O bu uyarıyı dikkate alarak kelâma meyletmemiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin, kelâmcıların metotlarını benimsemediğine şu hâdise şahitlik etmektedir: Bir gün münakaşa eden kelâmcıları görür, bunların kim olduklarını sorar, onların Cenab-ı Hakk’ı tenzih etmek için deliller ortaya koyan mütekellimler oldukları söylenince; “Kendisinde eksiklik olmayanı eksiklikten tenzih etmek kusurdur.” der. Onun Kelâm hakkındaki düşüncelerini şu sözünde de okumamız mümkündür: “Kelâm’ın verdiği en az zarar kalbden Rabb’in heybetini düşürmesidir. Kalb heybetten sıyrılırsa imandan da sıyrılır.”

Kelâma meyletmemekle birlikte Cüneyd-i Bağdâdî, zamanının kelâmcılarıyla diyalog kurmuştur. Bunlar içinde Muhasibî vardır. Muhasibî’den başka Ebu’l-Kasım el-Ka’bî (Mu’tezilî) ve İbnü’l-Küllâb (5. 240/854), Hz. Cüneyd’in görüştüğü kelâmcılardan önemli isimlerdir. Ebu’l-Kasım el-Ka’bî: “Belîğler sözlerinin güzelliğinden, felsefeciler mânâlarının inceliğinden, mütekellimler ilminin faikiyetinden dolayı sohbetlerine iştirak ederlerdi. Onun kelâmı mütekellimlerin anlayış ve ilimlerinden üstündü.” der. Bir mütekellimin de (İbnü’l-Küllâb olduğu söylenir), onunla muhaveresi sonunda “Bunun sözlerine muaraza edilmez.” dediği nakledilir.

Tasavvufu:
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, şer’î ilimlere vakıf olunca tasavvufa yöneldi. Serî es-Sakatî, Hasan b. Arafe, Muhasibî, Ebû Hamza el-Bağdâdî’den tasavvuf dersleri aldı. Ondan da Cafer el-Huldî, Ebû Muhammed el-Cerirî, Ebû Bekir eş-Şiblî (5. 334/945), Muhammed b. Ali b. Hubeyş, Abdulvahid b. Alvan ve pek çok kimseler ders aldılar.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin mensub olduğu Bağdat Tasavvuf Okulu?nun iki kurucusu Serî ve Muhasibî’dir. Bu okulun ilgilendiği ana konu tevhid idi. Bu okul mensupları tevhid ile ilgili bilgilerini çok ileri bir seviyeye çıkarmışlar, doktrinlerini geliştirip sistemlerini kurmuşlar ve bunu gizli gizli öğretmişlerdir. Onlara göre bunlar sırdı ve bu sırrın yayılmaması için görüşlerini kendi icad ettikleri özel bir terminoloji içinde işarî olarak ifade ediyorlardı. Serrac’ın (5. 378/988) Lüma’da kaydettiğine göre Cüneyd Hazretleri tasavvufun esrarı üzerine konuştuğu zaman kapıları örterek konuşurdu. “Sofiye bir evin ehlidir, onların içine başkası giremez.” sözünde onun, tasavvufunun mahremiyetini vurguladığını görüyoruz. Siyasete hiç karışmayan Cüneyd-i Bağdâdî’nin, fikirlerini gizlilik içinde öğretmesinin sebeplerinden birisi, halkın yanlış anlamalarına fırsat vermemek; bir diğeri de idarecileri tahrik etmemekti. O, Karmatîler gibi değerlendirilmemek için çok çaba sarfetmiş, hatta talebesi olan Hallâc’ı (5. 309/922) dahi yanından uzaklaştırmıştır. Zira bu dönemlerde Sufiler sıkı gözlem altında tutuluyor ve devamlı tutuklanıp hapse atılıyorlardı.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin hayatının sonlarına doğru Bağdat Tasavvuf Okulu çok baskılara maruz kalmıştı. Gulâmu’l-Halil adındaki birisi onları halifeye şikâyet etmiş, çok defa mahkemelere celbedilmişlerdi. Cüneyd-i Bağdâdî bu mahkemelerde, kendisini sadece bir fakih olduğunu söyleyerek kurtarmıştır.

Bu baskılar Hazret’i ihtiyata sevketti: Talimatlarını Kur’ân’a ve Sünnet’e dayandırmaya daha da özen gösterdi. Halkın taşkınlıklarını frenleme lüzumunu hissetti. Siyasetle ve idareyle arasındaki mesafeyi korudu. Hatta arkadaşı Ruveym’e kadılığı kabul etmesinden dolayı çok kızmış, onun bu hareketini dünya sevgisine bağlamıştır.

Muhasibî, Cüneyd-i Bağdâdî ile olan diyaloglarından anlaşıldığı kadarıyla onun insanlar arasına girmesinde bir sakınca görmüyordu. Ancak Serî, ona devamlı uzlet hayatı yaşayıp insanların içinde bulunmamasını salıklıyordu. “Kim dinini ve bedenini korumak istiyorsa uzlete çekilsin, zira zaman uzlet zamanıdır.” diyen Cüneyd-i Bağdâdî’nin teşvik ettiği uzleti, aşırılıktan uzak mutedil bir uzlet olarak anlamak durumundayız. Zira onun hayattan tamamen el etek çekmeyip insanlara faydalı olma gayreti içinde yaşadığını, hatta ticaretle meşgul olup hatırı sayılır bir servet edindiğini kaynaklardan okumaktayız. Ayrıca aşağıda da değinileceği üzere onun benimsediği sahv yolu, sufinin hayatın içinde yer almasını sağlar. Belki de yukarıdaki sözünde önemini vurguladığı uzlet, onun hayatının bir dönemine ait olan uzletti, hayatının ve seyr-i sülûkunun sonraki dönemlerinde bunu dengeleme yoluna gitmişti.

“Bizim tasavvuf ilmimiz Resûlüllah’ın hadisine bağlıdır.” diyen Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, tasavvuf anlayışını şer’î ilimlerle temellendirir. Aynı zamanda onun tasavvufu tamamen tecrübeye dayanır. Aşağıda da temas edeceğimiz üzere onun ortaya attığı nazarî hususlar da tamamen tecrübeye dayalı iç müşahedelerdir. Başka bir ifadeyle onun teorilerine pratikleri yön verir. Bu hususu kendisi şu şekilde ifade etmektedir: “Biz tasavvufu kîl ü kâlden almadık; açlıktan, dünyayı terk etmekten ve alışılan şeyleri bırakmaktan aldık.” Bir keresinde kendisine bir sual sorulduğunda müsaade istemiş, sonra onu kendisinde tecrübe edip öyle cevap vermiştir.

Bir gün elinde tesbih gördüklerinde “Sen o kadar yüksek mertebelere erişmene rağmen hâlâ elinde tesbih mi taşıyorsun?” diye sorarlar, o da cevaben “Evet, (şayet) biz (bahsettiğiniz) bu mertebelere (ulaştıysak) işte bununla ulaştık, asla onu terk etmeyiz.” der. Bu misalde onun hem amele (pratik) çok ehemmiyet verdiğini hem de belli bir seviyeden sonra ibadetler hususunda gevşemekten sakındığını görüyoruz. Hakikaten, ibahiliğe kayan, ulaşılan bazı makamlarda mükellefiyetlerin düşeceğini iddia eden mutasavvıflar olmuştur. Cüneyd-i Bağdâdî’nin ise bu hususta hiç müsamahası yoktur. Nitekim bir adam ona mârifetten bahseder ve der ki: “Allah’ı bilenler O’na taat ifade eden hareketleri terk ederler.” O şöyle cevap verir: “Bu, amelleri ortadan kaldırmak isteyenin sözüdür ve hırsızlıktan ve zinadan daha büyük bir günahtır. Allah’ı bilenler, amelleri Allah’tan almışlar ve amellerde O’na dönmüşlerdir. Eğer bin sene yaşamış olsam amellerde zerrece eksiklik göstermem.” Yine bir keresinde Ebu’l-Hüseyn en-Nurî’nin (5. 295/908) yedi gün sekir içinde döndüğünü duyunca ilk olarak namazlarını sormuş, kıldığını öğrenince de Allah’a hamdetmiştir. İşte onun bu derece dinin emirlerine bağlılığı kendinden sonra gelenlerin takdirine mazhar olmuş ve mutasavvıf olsun olmasın herkes onu örnek bir insan kabul etmiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî’ye nispet edilen pek çok söz ve keramet vardır.
Onun kendi tasavvuf yolunu anlattığı iki sözünü kaydetmek istiyoruz:

“Bizim işimiz dört husus üzerine bina edilmiştir: Ancak vecdden dolayı konuşuruz, ancak zor durumda kalınca yeriz, ancak uyku tahammülü aşınca uyuruz, ancak haşyetten dolayı susarız.”

“Her ümmetin bir özü vardır, bu ümmetin özü de sufilerdir.”

O, tasavvufun sekiz temel üzerine kurulduğunu söyler ve her birinin yorumunu peygamberlerle yapardı:

1. Cûd (cömertlik): Hazreti İbrahim cömertti.
2. Rıza: İshak Peygamber’in en belirgin özelliğiydi.
3. Sabır: Eyyûb Peygamber sabır kahramanıydı.
4. Gurbet (inziva): Yahya Peygamber’in alâmetiydi.
5. Sûf (yün): Musa Peygamber yün giyerdi.
6. Seyahat (yolculuk): İsa Peygamber’in nişanesiydi.
7. İşare (alâmet, giz): Zekeriya Peygamber’e özgüydü.
8. Fakr (yoksulluk): Peygamber Efendimiz’in övündüğü bir hâldi.

Biri ona sufilerin konuşmaları hakkında sormuş o da “Sufiler konuşmaya malik değillerdir.” demiştir. Bununla sufilerin konuşmalarının ilham eseri olduğunu kastetmiştir. Nitekim önceden söylediği sözlerini tekrar etmesi istendiğinde “Bunları içime atan ve ağzıma söyleten Allah’tır. Bu sözler kesbî malûmat ürünü değildir. Allah bunları bana ilham ediyor ve söyletiyor.” demiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Yezid’in (5. 234/848) şatahatlarına şerhler yazmıştır ki hâlen Serrac’ın (5. 378/988) Lüma’ adlı eserinde mevcuttur. Hazret, onun sözlerine şerhler yazmakla beraber bu sözleri ona yakıştıramamıştır. Temkini esas alan Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre bu türlü şatahatlar mübtedilerin hâlidir. Tasavvufta kemal ve nihayete ulaşanlar bu türlü hâlleri aşarlar.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebelerinden Cüreyrî, fıkıhta ve kelâmda çok iyi yetişmiştir ve kendisinin vefatından sonra vasiyeti üzerine o halef olmuştur. Yine talebelerinden eş-Şiblî (5. 334/945), cezbesi, vecdi ve şatahatları ile meşhurdur. En meşhur talebesi ise Hallâc’dır (5. 309/922). Mutasavvıflardan bir kısmı tarafından kabul edilen, bir kısmı tarafından ise fena nazariyesini müfrit bir dille ifade ettiği için benimsenmeyen Hallâc, hicri 309 senesinde idam edilmiştir. Ebû Said İbnü’l-Arabî adlı talebesi sufi olmakla beraber aynı zamanda bir muhaddis ve bir fakihti. İhtimal kendi kitaplarıyla birlikte diğer sufi kitapları Ebû Said vasıtasıyla Batı dünyasına geçmiştir. Dolayısıyla Doğu?nun tasavvuf düşüncesi onun vesilesiyle Batı?ya intikal etmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî’nin bir önemli talebesi de Cafer b. Muhammed el-Huldî’dir. Tahsiline bir muhaddis olarak başlayıp tasavvufa sülûk etmiştir. Tasavvuf ilimlerinde, hikâyelerinde ve siyerlerinde kaynak olarak kabul edilir. Eserleriyle tasavvuf büyüklerini tanıtmıştır.

Görüşleri: Cüneyd-i Bağdâdî’nin asıl düşünceleri, yayılmasını istemediği özel yazı ve mektuplarındadır. Sözleri çok yayılmışken yazılarının pek bilinmemesinin sebebi halkın anlayamayıp yanlış tevil etmelerinden duyduğu endişedir. Onun için kendisine ait yazıların kendisiyle beraber gömülmesini vasiyet etmiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin tasavvufunu üzerine bina ettiği temel görüşleri vardır. Onun “tevhid” ve “sahv” nazariyeleri, tasavvufunu taşıyan iki önemli direktir. Bu ikisinin dışında tevhid nazariyesinin üzerine bina edildiği “misak” ve “fena” nazariyeleri de vardır.

a) Tevhid:
Cüneyd-i Bağdadî’nin tevhide ait düşüncelerine geçmeden önce konu ile alâkalı şu bilgileri aktarmak uygun olacaktır: “Tevhid; vahdet kökünden, birleştirme, bir kılma, bir sayma, Allah’ı birleme, “Lâ ilâhe illallah” hakikatine inanma ve bu yüce hakikati sürekli tekrarlayıp durma mânâlarına gelir. Sofiye ıstılahında tevhide, bu mânâların yanında; yalnız Bir’i görme, Bir’i bilme, Bir’i söyleme, Bir’i isteme, Bir’i çağırma, Bir’i talep etme ve O’ndan başkasıyla olan münasebetlerini de hep O’na bağlama, her şeye O’ndan ötürü alâka duyma anlamları da yüklenmiştir. Tevhid; mebde’de, Allah’ın zâtını, aklen tasavvur edilebilecek her şeyden tecrid; müntehâda da, zevk u hâlin vüs’at ve derinliği ölçüsünde mâsivâyı (Allah’tan başka her şeyi) kalben bütün bütün unutup O’na tahsîs-i nazar etmektir. Bu mânâda tevhid, İslâm’ın hem esası hem de meyvesidir. Bu çerçevede mebde’ ve müntehâ mülâhazasıyla bir tevhid telâkkisi, sofiyece sık sık üzerinde durulagelmiştir.”

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinin meşhur tevhid tarifi şu şekildedir: “Sufilere mahsus tevhid, kıdemi hadesten ayırmak, vatanlardan çıkmak, sevdiklerinden kaçmak, bilinen ve bilinmeyen her şeyi terk etmek ve hepsinin yerini Allah’ın almasıdır.” Bu sözde, yukarıda tevhidle alâkalı aktardığımız cümlelerde vurgulanan hususlar göze çarpmaktadır. Daha sonra gelen sufi yazarlar Cüneyd’in bu sözünün tesirinde kalmışlar ve onu tevhidin en veciz ifadesi olarak kabul etmişlerdir.

Tevhid açısından kullar çeşitli mertebelere ayrılır. Cüneyd-i Bağdadî de muvahhidleri derecelere ayırır. Ona göre avamın tevhidi (birinci mertebe), ilm-i zahirin hakikatine ermiş kimselerin tevhidi (ikinci mertebe) ve ehl-i mârifetten olan havassın tevhidi (üç ve dördüncü mertebe) olmak üzere tevhid ehli dört mertebedir. Yine ona göre tevhid, mücerred bir fikir değil, bir yaşama hâlidir ve herkes yaşamasına göre bu mertebelerden birisine girer.

Onun tevhid nazariyesini desteklemek üzere ortaya koyduğu “fena” ve “misak” nazariyeleri ise, en yüksek tevhid mertebesine çıkan yolu gösterir. Misak ve fena tevhide varan iki ayrı yoldur. Birincisi Allah’a varış hâlini açıklar, ikincisi de bu varışın yolunu, usulünü ve buna varmak için atılacak başarılı adımları gösterir. Hakk’a kavuşmak isteyen muvahhid, beşeri varlığını kaybetmek zorundadır. Ancak bu takdirde ilk varlığını idrak edebilir.

Ona Göre Fena Üç Mertebedir:
1. Amellerle ve nefsine muhalefetle huylarından ve tabiatından fani olmak.
2. Sırf Allah’a teveccüh etmek suretiyle ibadetlerdeki zevkleri de terk etmek ve böylesi mânevî füyüzat hislerinden fani olmak
3. Hak nuru galebe edince artık Hakk’a varmanın farkına varmaktan da fani olmak.

Fenanın bu son mertebesi bekayı da içine alır. Onun fena anlayışı, sonunda insanı panteizme götürebilen bir fena değildir. Cüneyd-i Bağdâdî ve ilk mutasavvıflar bu tehlikenin önüne geçmişlerdir. Onun fena anlayışı Allah’ta bekadan ibarettir. Yoksa, kulun fizikî varlığının (hâşâ) Cenab-ı Hak’la birleşmesi değildir. Cüneyd-i Bağdâdî’nin ifade ettiği en yüksek mertebede dahi kul, Allah’ın mahiyetini kavrayamaz. Çünkü O’nun mahiyetini kendisinden başka kimse bilemez. Hulûl ve ittihad söz konusu değildir. Hazret bütün talimlerini bu nokta üzerinde yoğunlaştırır ve hakikat-i diniye üzerinde hassasiyetle durur. İnsanları fena makamına erdikten sonra hakikat-i diniyeye davet eder.

b) Sahv:
“Sarhoşluk ve kendinde olmama hâli diyebileceğimiz sekir; sofiye ıstılahında sâlikin, sübühât-ı vechin şuaları karşısında mest olup kendini kaybetmesidir ki, onun yeniden his ve şuur âlemine dönmesi demek olan sahv ile beraber zikredilir.. ve sahv u sekir şeklinde kullanılır.” Mutasavvifenin beyanına göre seyr-i sülûk-i ruhanîsinde makamlar aşan kul, bir noktada kendinden geçip Allah’ın iradesine girer. O bu hâldeyken kendisinde değildir ve bir sekir (sarhoşluk, kendinde olmama) hâli yaşar. Bu durum, sufiyi dinin sınırları dışında bir davranışa götürebilir. Gerçekten de bazı sufiler, dinî vazifeleri aldırmazlığa kadar gitmişlerdir. Bundan dolayı sekir hâli makbul görülmeyip sahv esas alınmıştır. Hazreti Cüneyd de sekrin sebebiyet verebildiği dinin hükümlerini umursamama tavrını kesinlikle kabul etmez ve böyle davrananların dini ortadan kaldırma gayreti içinde olduklarını belirtir. Ona göre salikin sekir yaşadığı mertebe, tevhidin son mertebesi değildir. Cenab-ı Hak, onu cemiyete faydalı olması için sahve (uyanıklık, kendinde olma hâli ki sekir hâlinin mukabilidir) ulaştırır. Sahve ulaşan sufi, cemiyete hizmet eder, halkı irşad faaliyetlerinde bulunur, dinin emirlerini yaşama hususunda insanlara örnek olur.

Sahv makamı sekir hâlinden daha objektif, daha temkinli, daha sıhhatli ve daha istikametli bir makamdır. Sekir bir kısım velilerin yolu olmasına mukabil sahv, enbiya ve asfiyanın mesleğidir. Ayrıca sahv, hayat mülâhazasıyla da sımsıkı irtibatlıdır. Bütün bunlardan dolayı sahv her yönüyle sekirden üstün görülmüştür.

Ebû Yezid Bistâmî (insanlar arasındaki yaygın ismiyle Bayezid-i Bistâmî) (5. 234/848), sekri sahve tercih eden bir sufidir. Cüneyd-i Bağdâdî, Bayezid-i Bistâmî’nin mübtedilikten kurtulamadığını ifade eder. Zira ona göre sahv, sekirden üstün bir hâldir. Sonraları Bayezit’in sekr yolunu tercih eden Tayfuriye tarikatı zuhur etmiştir. Bunun mukabilinde Cüneyd-i Bağdâdî’nin ismine nisbet edilen Cüneydiye tarikatı, onun sahv görüşünü benimser. Cüneyd-i Bağdâdî’de temkin, dikkat ve şuur hâli esas olduğundan sohbetinde bulunmak isteyen Hallâc’ın mecnun (sermest) olduğunu yani sekr hâlinde bulunduğunu söyleyerek onu kendinden uzaklaştırmış ve bu konuda ileri sürdüğü mazeretleri de kabul etmemiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin, sufilerin cemiyetin içine girmesini öngören bu görüşleri çok önemlidir. Böylece ruhen yüksek mertebelere ulaşmış kişiler, bir köşede uzlet hayatı yaşamak suretiyle âtıl kalmayıp, cemiyet içinde aktif olarak topluma faydalı olmaya çalışacaktır. Bu davranış da mutasavvıfı cemiyetten yitirme değil, cemiyete kazandırma ve dolayısıyla medeniyete müsbet yönden tesir etme davranışıdır. Bunun felsefe, sanat, edebiyat ve hattâ siyaset sahasında yaptığı müspet tesirler pek derin olmuştur. Cüneyd-i Bağdâdî, bu görüşleri neticesinde kendisini cemiyete hizmete adamış; pek çok talebeye ders vermiş; bazı sufilerin geçimlerini temin için hiç çalışmamasına mukabil o, ticaretle meşgul olmuştur. İslâm’ın ve İslâm medeniyetinin bu ilk çağlardan asırlara uzanıp yayılmasında sufilerin oynadığı rol, bu sahv hâli düşüncesinin bir neticesidir ve bunun öncüsü de Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleridir.

Temkini esas alan Hazreti Cüneyd, cezbe ve vecd hâllerine lüzumundan fazla ehemmiyet vermezdi. Nitekim cezbeye kapılıp semâa duran bir topluluğa rast geldiğinde, ona “Sen neden sakin duruyorsun (vecd içinde hareketler etmiyorsun)?” diye sorulunca “Dağları görürsün de sen onları hareketsiz sanırsın, hâlbuki onlar bulutlar gibi seyretmektedir.” (Neml Sûresi, 27/88) âyetini okudu.

“Bazıları su üstünde yürüyorlar. Ama ibadet içinde susuzluktan ölmek, su üstünde yürümekten daha hayırlıdır.” diyen Hazret’e göre esas olan, Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) yaşadığı gibi yaşamaktır: “Allah’a giden yol ancak Rasulullah’ın yaşadığı gibi yaşayan, O’nun sünnetlerini diri tutanlara açıktır.”

Netice olarak diyebiliriz ki Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, hem savunduğu görüşlerle hem de yaşantısıyla aşırılıklardan kaçınmış, halkın yanlış anlayacağı bir üslûbu benimsememiş, yolunu ilim temelleri üzerine oturtmuştur. Vahdet-i vücuda kaymamış, ancak bazı sözleri yanlışlıkla o yönde yorumlanmıştır. Aslında yanlış anlaşılmaya müsait sözleri, içinde bulunduğu durumu ifadede dîk-i elfazdan (söz yetersizliği) kaynaklanmıştır. O bunların da halk arasında yayılmasını istememiş, hattâ kendisiyle beraber gömülmesini vasiyet etmiştir. Ayrıca o, görüşleri ile mutasavvıfların faal olarak cemiyet hayatına girip insanlar için faydalı olmalarına zemin hazırlamıştır. Bu yönleriyle Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, hem dinin emirlerini hem de dinin ruhi hayatı olan tasavvufun inceliklerini yaşama durumunda olan Müslümanlar için iyi bir misal teşkil etmektedir. O, yaşadığı hayatla bizlere öncelikle dinî ilimleri iyi öğrenmek suretiyle elimize sağlam bir kriter alma ve her türlü ruhî tecrübelerde bu kıstasa müracaat ederek istikametimizi muhafaza etme; ifrat-tefritlerden, fitnelerden, yanlış anlaşılma noktalarından uzak durma; devamlı cemiyetin içinde bulunarak topluma faydalı olma mesajları vermiştir. En veciz ifadesiyle “dünyayı kesben değil, kalben terk etme”nin âdâbını göstermiştir.
İpek isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
bagdadi, biyografisi, cuneydi, cüneydi bağdadi, cüneydi bağdadi biyografi, cüneydi bağdadi biyografisi, cüneydi bağdadi hakkında, cüneydi bağdadi hakkında bilgi, cüneydi bağdadi hayatı, cüneydi bağdadi kim, cüneydi bağdadi kimdir, cüneydi bağdadi özgeçmişi, cüneydi bağdadi yaşamı, hayati, kimdir


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar son Mesaj
Ebu Bekir Bağdadi Biyografisi - Ebu Bekir Bağdadi Kimdir - Ebu Bekir Bağdadi Hayatı Tolga Diger Ünlülerin Biyografileri 0 06.07.14 19:17
Abdullâtif el-Bağdadî Hayatı - Abdullâtif el-Bağdadî Kimdir? SERDEM Sahabeler - Evliyalar - İslam Alimleri 0 23.08.13 01:24
Ebu Hamza Bağdadi - Ebu Hamza Bağdadi Hayatı - Ebu Hamza Bağdadi Kimdir? EZEL Sahabeler - Evliyalar - İslam Alimleri 0 17.08.11 22:34
Cüneydi Bağdadi - Cüneydi Bağdadi Hayatı - Cüneydi Bağdadi Kimdir? EZEL Sahabeler - Evliyalar - İslam Alimleri 0 15.08.11 21:41
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî - Mevlana Halidi Bağdadi Hayatı - Mevlana Halidi Bağdadi Kim Tuna Sahabeler - Evliyalar - İslam Alimleri 0 14.08.11 21:33


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 03:33 .


Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2