tualimforum.com  

Geri git   tualimforum.com > KÜLTÜR VE SANAT > Dini Konular > Dini Bilgiler
Kayıt ol Yardım Üye Listesi Ajanda Bugünki Mesajlar

Dini Bilgiler Dini bilgiler,kandiller,özel günler geceler,dini konularda bilgi alışverişi


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
İmana Ait Temel Bilgiler
Konudaki Cevap Sayısı
0
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
1072

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler
Alt 21.09.12, 16:05   #1 (permalink)
Kullanıcı Profili
Moderator
 
EZEL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 1.089
Konular: 909
Puan Grafiği
Rep Puanı:2080
Rep Gücü:36
RD:EZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant futureEZEL has a brilliant future
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 41
64 Mesajına 108 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İmana Ait Temel Bilgiler

İmana Ait Temel Bilgiler



İman, iman esaslarını dil ile söylemek, kalp ile tasdik etmek ve bu esaslara göre amel etmektir. Bu nedenle iman itaat ile artar ve siyanla eksilir. Nitekim peygamberimiz (sav) “Kişi cehennemde imanın eksikliği miktarınca yanar” buyurmuşlardır. Ayrıca “İman altmış veya yetmiş küsür şubedir, en üstünü ‘Lâ İlâhe illallah’ demek, en alt mertebesi de yoldan eza veren şeyleri ayağını ucu ile kaldırmaktır” (Buhârî, İmân 3; Müslim, İmân, 57, 58; Ebu Dâvud, Sünnet, 14; Tirmizî, İmân 6; Nesâî, İmân 16; İbn Mâce, Mukaddime 9) “Haya da imandan bir şubedir” (Buhari, İman, 3) buyurmuşlardır.

İbadet ve güzel ahlak imanın kemalindendir. Nitekim peygamberimiz (sav) “İmanca kâmil olanınız ahlakça mükemmel olanınızdır” (Tirmizi, Rada, 11) buyurarak iman ile ahlak arasında da bağlantı kurmuştur. Şüphesiz amel cinsinden olan ibadet ve ahlak olmasa da iman makbuldür; ancak ibadet ve ahlak imana güç verir ve kemaline delildir. Bu nedenle iman kalple tasdiktir ve dil ile imanın ifadesi kişinin imanına delildir. İbadet ve ahlak ise imanın kemaline delildir. İman ise delillerle artar, yani güçlenir. Delilleri terk ettikçe zaafa uğrar ve nihayet Allah korusun kalpten çıkar ve kişiyi küfre kadar düşürebilir. Bütün bunlardan dolayı İmam-ı Şafii (ra) “İman kalp ile tasdik, dil ile ikrar, azalar ile amel etmektir” derken Abdukadir Geylani hazretleri de “İman kalple bilmek ve tasdik etmek, dille ikrar etmek ve esaslarına göre amel etmektir. İman taat ile artar ve isyanla eksilir. Bilgi ile kuvvetlenir, cehalet ile zayıflar. Allah’ın tevfik ve inayeti ile sabit kalır” demiştir.

İman kalple tasdiktir. İman esasları bellidir ve bunlar artıp eksilmez; ancak delillerle ve ilimle güçlenir ve ameli terk etmekle de zayıflar. Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Gerçek mü’minler o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir ve Allah’ın ayetleri kendilerine okununca imanları artar ve yalnız Rablerine tevekkül ederler” (Enfal, 8:2) buyurularak delillerin ve ayetlerin artması ile imanın da artacağı, yani güçleneceği ifade edilmiştir. Nitekim yüce Allah “Bir sure indirildiği zaman ‘bu hanginizin imanını artırdı’ derler. Evet imanı olanların imanı artmıştır ve onlar kendi aralarında birbirlerine müjde verir dururlar” (Tevbe, 9:124) buyurarak Kur’an nazil oldukça mü’minlerin imanlarının artmaya devam ettiğini ifade etmiştir.

1. İman ve İslam
İslam da iman cümlesindendir. Her ne kadar imanın ilim ve tasdik ile İslam’ın da taat, ibadet ve uygulama ile ilişkisi kesin olup birbirinden ayrı olsa da sonuçta ibadet, amel ve ahlak imana bağlı olup imandan kaynaklanır ve imana delildir. Bu nedenle mü’minin amel imandan ayrılmaz; yani imanından kaynaklanır. Hem ibadet ve ahlakla ilgili hükümlerin bir de iman yönü vardır. Bu da ibadete ve ahlaka ait Kur’an ve hadiste geçen hükmün Allah’tan geldiğine ve Allah’ın emri ve peygamberin (sav) tavsiyesi olduğuna inanmak imandandır. Kişi bunların Allah’tan olduğuna inanmazsa inkâr ettiği için küfre girer; ama inandığı halde amel etmezse günaha girer. Bu nedenle İslam’ın beş şartına ve diğer rükünlere iman etmek teslim olmak ve yerine getirmek de imandandır. Bu sebeple İslam bilginlerinden bir kısmı iman ve islam birdir demişlerdir. Ancak Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin de belirttiği gibi aralarında şöyle bir fark vardır:

“İslamiyet iltizamdır; iman iz’andır. Tabiri diğerle, İslamiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve ınkıyaddır; iman ise hakkı kabul ve tasdiktir.” Bu nedenle “İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz” (Mektubat, 10. Mektup) Yani imansız kurtuluş mümkün olmadığı gibi amelsiz, islamsız kurtuluş da mümkün olmaz. Nitekim peygamberimiz (sav) “Cibril Hadisi” diye meşhur olan bir hadisinde Hz. Cebrail’in (as) “İman Nedir?” “İslam Nedir?” diye sorduğu sualine verdiği cevapta İmanın Altı Şartı ile İslamın Beş Şartını sayarak cevap vermiş ve bunlara tam uyulmadan Allah rızasını kazanıp kurtulmanın mümkün olmayacağını ifade etmiştir. İman ve İslamın asgari şartları bunlardır. Bu hadiste peygamberimiz (sav) İman ile İslam’ı birbirinden ayırmış ve ne manaya geldiğini açıkça ortaya koymuştur.

Peygamberimiz (sav) ganimet mallarını dağıtırken bir Arap köylüsü/bedevisi “Ya Muhammed sen şuna verdin, ama bana vermedin!” diye itirazda bulundu. Peygamberimiz (sav) “Evet ona verdim, çünkü o mü’mindir” buyurdu. Arap “Ben de mü’minim!” dedi. Peygamberimiz (sav) “Sen müslimsin!” buyurarak İslam hükümlerini kabul edip peygambere tabi olmakla beraber iman etmediğini belirtmiştir. Yani bir kısım Araplar peygamberimizin etrafında inanmadıkları halde toplandılar. Çünkü peygamberimiz (sav) Mekke’yi fethetmiş ve bütün düşmanlarına galip gelmişti. Bu nedenle Arapların yapacağı şey otoriteye boyun eğmekti. Ama henüz inanmamışlardı. Bu nedenle yüce Allah “Arapların bir kısmı bir inandık dediler. Gerçekte inanmamışlardır. Ey Resulüm sen de ki, “Sizler iman etmediniz, kalplerinize iman yerleşmedi; ancak sizler Müslüman oldunuz ve bana teslim oldunuz” (Hucurat, 49:14) buyurarak imansız teslimiyetin faydasız olduğunu, gerçekte imanın kalple tasdik olacağını, kalben iman etmedikleri halde dille inandığını söylemenin münafık imanı olup makbul olmadığını ifade etmiştir.

2. İmanın Artması Nasıl Mümkün Olur?
İman delillerle artacağı, yani güçleneceği gibi Allah korkusu ile haramlardan sakınmakla ve Allah’ın emirlerini yapma gayreti içinde olmakla güçlenir. İman güçlendikçe kişinin Allah’a itimadı ve tevekkülü de artar. Bu nedenle yüce Allah “Gerçek mü’minler o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir ve Allah’ın ayetleri kendilerine okununca imanları artar ve yalnız Rablerine tevekkül ederler” (Enfal, 8:2) buyurarak tevekkülün imanın artmasına göre artacağını ifade etmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “İman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder” buyurarak imanın tevhid, teslim ve tevekkülü gerektirdiğini veciz bir şekilde ifade etmiştir. İki cihanın saadeti de böylece imana bağlı olmuş olur.

İmanlı kişi Allah’ın haramlarından kaçar, farzlarını yapmaya koşar, kadere teslim olup Allah’tan geleni rıza ve memnuniyetle kabul eder ve buna razı olursa kamil bir mü’min olduğunu göstermiş ve ispat etmiş olur. Allah’tan gelene razı olup kadere teslim olup Allah’a itirazı bırakmak, Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükürle, bela ve musibetlere de sabırla mukabele ederse daima imanda terakki ve tekâmül halinde olur. Bunları terk ettiği ölçüde de imanı zaafa uğrar. Nitekim Şeytan elbette Allah’ı biliyordu ve ona sonsuz iman ve itaati vardı. Bu nedenle seçkinler arasına girmiş ve melekler katına yükselmişti. Ancak ne zaman ki itaati terk ederek isyana ve itiraza yöneldi kalbindeki iman zaafa uğramaya başladı ve nihayet isyan ve tuğyan, fitne ve haset, fesat gibi kötü huylar kalbini tamamen istila etti, kalbinde marifet ve iman kalmadı. Bu nedenle lanete uğrayarak küfredenlerden oldu.

İmanda terakki ve tekâmülün en kısa ve en sağlam yolu ise Kur’an-ı Kerimin insanlığa açtığı “Kâinat Kitabını Okuma” ve üzerinde ilimle tefekkür etmektir. Kişi böylece Allah’ın ayetlerini, yani varlığına ve birliğine, isim ve sıfatlarına ait delilleri öğrendikçe ve üzerinde derin düşüncelere daldıkça hayreti ve Allah’ın varlığına, birliğine, ilim, irade ve kudretine ait imanı artar. Bu Tefekkür mesleğini Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Risale-i Nur adında telif ettiği Kur’an Tefsiri ile açmış ve insanlığa göstermiştir. Bu zamanda imanı öğrenmenin, imana ait meselelerdeki şüphelerini gidererek imanda terakki ve tekâmül etmenin yolu Risale-i Nurları okumaktan geçmektedir. Bu nedenle bu zamanda Risale-i Nur dersleri tüm zamanlardaki imana ait sohbetlerden daha önemlidir. Bediüzzaman hazretleri sadece 33. Söz hakkında şöyle der: “Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı, inşaallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir, daha nuranî, daha parlak manzaraları açar.”

3. İman Küfre ve Kafire Düşman Olmayı Gerektirir:
İmanın iki kutbu vardır. Birincisi Allah’ın birliğine inanmak, ikincisi ise şirke ve küfre düşman olmaktır. Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Dinde ikrah ve zorlama yoktur; rüşd ve irşat vardır. Hak batıldan tamamen ayrılmıştır. Bundan sonra her kim taguta küfredip Allaha iman eylerse o işte en sağlam ve kopmaz bir ipe, urvetu’l-vüskâ’ya yapışmıştır, Allah her şeyi hakkıyla işidir, her şeyi kemali ile bilir” (Bakara, 2:256) buyurarak Allah’a dost olmanın küfre ve kâfire düşman olmaktan geçtiğini belirtmiştir.

Yüce Allah Allah’ın varlığını ve zatı sıfatlarını ders verdiği İhlas Suresi ile beraber İman Suresi adını verdiği Kâfirun Suresini de inzal buyurarak müşriklere “Ey Kâfirler!” diye şiddetle hitap edip mü’minlerin de onlara böyle hitap etmesi gerektiğini, küfre ve şirke düşma olmaları ile imanlarının sabit ve sağlam olacağını bildirmiştir. Peygamberimiz (sav) Kafirun ve İhlas Suresini birbirinden ayırmaz ve bu ikisine “İbadet Suresi” derdi. Bu nedenle “sabah namazının sünnetinde birinci rekâtta “Kâfirûn”, ikinci rekâtta “İhlâs Suresini” okurlardı. (İbn-i Mâce, İkâme, 102; Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, 15:653)

Mekke müşrikleri olan kâfirler peygamberimize (sav) geldiler ve “Bu davayı bırak sana istediğin kadar mal verelim, kızlarımızdan dilediğin ile evlendirelim ve istersen seni başımıza kral yapalım dediler.” Peygamberimiz (sav) kabul etmedi. Ebu Talibe gittiler. Ebu Talib peygamberimize isteklerini iletti. Kabul etmesini rica etti. Peygamberimiz (sav) “Amcacığım! Bir sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz ben bu davadan vazgeçmem” buyurdu. Bu sefer Kureyş müşrikleri peygamberimize bir heyet gönderme kararı aldılar. Bu heyete Kureyşin yaşlılarından ve ileri gelenlerinden Esved b. Muttalib b. Esed b. Abdi'l-Uzza ve Velid b. Muğire ve Ümeyye b. Halef ve As b. Vâil es-Sehmî’den oluşuyordu. Bunlar peygamberimize (sav) gelerek şu teklifte bulundular: “Bir sene biz senin rabbine ibadet edelim, bir sene de sen bizim tanrılarımıza ibadet et. Böylece barış içinde yaşayalım ve anlaşalım” dediler. Peygamberimiz (sav) onlara şöyle dedi: “Ben Allah’a iman etmişken siz beni ona şirk koşmaya mı davet ediyorsunuz? Bu asla olmayacak bir iştir. Ben asla sizin ibadet ettiğiniz şeye ibadet etmem. Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına ibadet mi bana emrediyorsunuz?” (Zümer, 39:64) cevabını verdi.

Bu ve benzeri olaylar üzerine yüce Allah müşriklerin bu konuda ümitlerini tamamen kırmak için Kâfirun Suresi”ni inzal buyurdu. Bu sure hem peygamberimizin (sav) “Ben asla şirke dönmem” sözünü desteklemekte, hem de “İman konusunda” asla taviz verilemeyeceğini açıkça deklare ederek iman ile küfrün ortasının olmayacağını açıkça ifade etmektedir. Bu bakımdan sureye “İman Suresi” denilmiştir. Peygamberimize (sav) de Kureyş müşriklerine “Câhiller!” diye değil, “Kâfirler” diye hitap etmesini emretmiştir. (Suyutî, Dürrü’l-Mensûr, 8:655)

Peygamberimiz (sav) Surenin inzalinden sonra Kâbe’ye gitti. Kureyş’ten dolgun bir heyet vardı. Peygamberimiz (sav) onların karşısına geçti ve sureyi okudu. Onlar da bütün bütün ümitlerini kestiler ve bir daha peygamberimizi dinlerine davet etmediler.

Peygamberimiz (sav) “Kul huvallahü ehad Kur’ânın üçte birine, Kul Ya Eyyühe’l kâfirun suresi ise dörtte birine denktir” buyurdular. (Alusi, Tefsir, 15, 2:319) Yine peygamberimiz (sav) “Yatarken Kâfirûn Suresini okursanız şirkten beri olursun” buyurdular. (İbn Kesîr, 8: 526; Şevkânî, 5:597; Suyutî, 8:657; Müsned, 3:146) Zeyd b. Hârise’nin kardeşi Celebe b. Hârise peygamberimize (sav) “Yatarken ne okuyayım?” diye sorar. Peygamberimiz (sav) ona “Yatarken Kâfirun Suresini oku” emreder. (Dârimî, Fezâilu’l-Kurân, 23)

Kur’ân-ı Kerimin ifadesi ile peygamberimiz (sav) “Yumuşak davranan, katı ve sert tutum takınmayan” (Âl-i İmran, 3:159) bir ahlaka sahipti. Yüce Allah inatçı münkir ve müşriklere yumuşak davranmanın faydası olmayacağını ve sert bir tutum sergilemek gerektiğini ders vermektedir.

Allah’a iman ve muhabbetin şeytana ve kâfirlere düşman olmayı gerektirir. Nitekim yüce Allah “Haberiniz olsun ki Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin, çünkü o etrafına toplanan hizbini ancak ashabı Saîrden olsunlar diye cehenneme da'vet eder” (Fatır, 35:6) buyurarak şeytan düşman olmayı emretmektedir. Yüce Allah peygamberin sahabelerini de “Kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli” (Fetih, 48:29) oldukları için övmektedir.

İman Allah’ın birliğine ve Tevhide imandır. Bu ise şirki ve iştiraki asla kabul etmez. Tevhit, Allah’ın her işi bizzat ilim, irade ve kudreti ile yapması demektir. Tevhide iman, Allah’ın her yerde hazır ve her şeye bir anda nazır olması ve her şeye kadir olduğuna iman demektir. Böyle bir kudret, ilim ve irade sahibinin elbette şirke ve iştirake ihtiyacı yoktur. İbadete de ancak lâyık olan odur. Diğer sebepleri de yaratan ve Müsebbibü’l-Esbab olan Allah’tır. Bu sebeple bütün minnet ve şükran, hamd ve medih Allah’a aittir ve tesbih, tahmid ve tekbire layık odur. Bunu bilen ve iman eden bir mü’minin şirki netice veren bir başka müessir tanıması ve ona minnet duyması ve ibadet etmesi elbette mümkün değildir. Yüce Allah peygamberine bu hususu tebliğ etmesini emretmiştir. Peygamberimiz (sav) de “Ben sizin taptığınız ve menfaat talep ettiğiniz şeyler asla iltifat etmem ve onları merci ve müsebbip olarak tanımam” buyurmuştur.

Müşriklerin Allah’ı bilmemeleri ve tanımamaları, tevhide iman etmemelerinden dolayı sebepleri merci tanımaları onların iman etmelerine engeldir. “Sebepsiz hiçbir şey olmadığına göre demek sebepler müessirdir” fikri ve düşüncesi onların Allah’a iman etmelerine engel olmuştur. Hâlbuki sebepler Allah’ın ilim, irade ve kudretinin perdeleridir. İş gören Allah’tır. Yoksa sebeplerin hiçbir tesiri yoktur. Sebepler tesirsiz ise elbette “hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelam” gibi sıfatlardan mahrum olan putların müessir olması elbette düşünülemez. Hal böyle iken putları müessir bilen ve ona ibadet eden ve bunu da savunan bir akılsızın Allah’ı tanımaması ve ibadet etmemesi normaldir. Bundan dolayı onların cehalet ve hamakatlarını yüce Allah “Sizler benim ibadet ettiğim Allah’ı tanıyacak ve bilecek akıl, bilgi ve anlayışa sahip olmadığınız için ibadet etmezsiniz” ayeti ile ifade etmiştir.

İbadetin başı “İman”dır. İman aklın ve kalbin amelidir. Bu sebeple yüce Allah ibadet emrederken imansıza iman etmelerini, imanı olana imanlarını ibadetle artırmalarını emretmektedir. İmansıza ibadet emri imana gelin anlamında, imanlıya ibadet edin, münafığa ise imanda ihlâslı olun anlamındadır.

Madem durum budur, dininiz sizin olsun. Benim dinim de bana... Allah beni hak ve hidayet ile göndermiştir. (Fetih, 48:28) “Allah katında gerçek din İslam’dır.” (Âl-i İmran, 3:19) Benim dinim budur. Bu din, tevhit dini olup ihlâsla Allah’a ibadeti emretmektedir. Sizin şirk ve küfürden ibaret olan dininiz bana gerekmez. Benden onun kabulünü asla ummayın ve beklemeyin buyurarak “Sizin dininiz size benim dinim bana!” ferman buyurtur. (Kafirun, 109:6) Bu ayette birkaç nükte vardır: Birincisi: Bu ayet müşriklere imkân ve fırsat vermek ve müsaade etmek anlamını taşımaz; bilakis bu bir tehdittir. “Elinizden geleni ardına komayın! Yapacağınız varsa göreceğiniz de var!” demektir. Nitekim bu manada “İstediğinizi yapın! Ne yaparsanız onu bulursunuz!” (Fussilet, 41:40) buyrulmuştur. İkincisi: Ben sizi hak ve hidayete davet eden bir peygamberim. Böyle iken siz hak ve hidayeti kabul etmiyorsunuz, öyle ise siz dilediğinizi yapın; ama beni de bırakın dinimi dilediğim gibi anlatayım” demektir. Üçüncüsü: Bu sure ve ayet “takiyye”nin caiz olmadığına delildir. Takıyye, amacını gizleyerek anlaşmış gözükmektir. Gizli bir amaç taşımak, anlaşmış gözükmek gibi insanlığa, doğruluğa ve dürüstlüğe yakışmayan bir durum ve ahlâkî olmayan bir tavırdır. Doğruluk sıfatını taşıyan peygamberin asla yapmayacağı bir şeydir. Açık ve net olmak, amacı ve hedefi belli olmak, mesajlarını açık ve anlaşılır bir şekilde net vermek, haklı ve doğru olmanın şartıdır. Sure ve bilhassa bu son ayet bunu açıkça ifade etmektedir.

Kafirun Suresi cihat emri gelmeden nazil olmasından dolayı cihat emri ile bu surenin nesh olunduğu iddiasını İslam bilginleri kabul etmemektedirler. Bu sure ve ayetler muhkem olup manası çok açık ve nettir. Küfrü, şirki ve Allah’tan başkasına ibadeti açıkça reddetmektedir. Kadı Beydavî “Bu surede ne küfre izin, ne de cihaddan men etmek gibi bir durum yoktur ki cihad emri ile mensuh olsun” demektedir. Bu sureden sonra “Nasr/yardım” suresinin gelmesi de Allah’ın yardımının ancak şirk ve küfürden uzaklaşarak Allah’a iman ve tevekküle bağlı olduğunu ifade etmektedir.

Yüce Allah’ın öfkesi, azabı ve cehennemi küfür ve inkârda ısrar ederek güzel, hak ve hakikat olan imanı ve İslamı kabul etmeyenleredir. Allah’ın affı, rahmeti ve ihsanı büyük olduğu gibi, azabı, ikabı ve cezası da büyüktür. “Melikin atıyyelerini ancak matıyyeleri taşıyabilir.” “İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez. / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” Bu bakımdan şefkat ve merhamet ancak hakkı ve hakikati kabul edenleredir. Kâfir ve münafıklara acımak ve merhamet etmek şefkat ve merhameti yanlış, amaç dışında kullanmak demektir. “Allah’ın dinini kabul ve emrini ifa konusunda merhamet ve acıma duygusu sizi engellemesin” (Nur, 24:2) ayeti günahkar ve kafire ceza vermede acıma duygusu ile hareket edilmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Bediüzzaman hazretleri “Aç canavara karşı tahabbüb merhametini değil, iştihasını açar. Döner diş ve tırnağının kirasını da ister” demektedir. Hem “masum koyunları merhametsizce parçalayan kurda ve canavara merhamet ve şefkatli davranan masum koyunlara ve mazlumlara acımıyor demektir.” Caniye merhamet mazluma zulümdür.

Peygamberimiz (sav) “Kafirun suresini münafıklar okumaz” (Deylemî, Firdevs, 4: 203) buyurarak iman kalbine yerleşmeyen, adalet ve zulmü karıştıran, iman ve küfrün önemini kavramayanların bu suredeki hakikatleri anlamayarak sureyi okumaktan imtina edeceklerini ifade etmiştir.

4. İman Şüphe ve İnkâr Kaldırmaz:
Bediüzzaman hazretleri “İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü, her bir rükn-ü imanî, kendini ispat eden hüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Her biri her birisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam olur. Öyle ise, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir” (Meyve Risalesi, Dokuzuncu Mesele) buyurarak imanın bir bütün olduğunu mezkur mesele ile ispat etmiştir.

Dini meselelerde de bütünlük esastır. Bu nedenle imanın bir meselesinden şüphe eden veya kabul etmeyenin imanı yoktur. Kur'anın 6666 ayetinden birini inkâr ve kabul etmemek küfürdür. 6665'ini kabul edip inanmak o insanın iman etmesi için yeterli olmaz. Nasıl ki namaz ibadetinin on iki şartı vardır. Birinin eksik olması ile o namaz ibadet olmaktan çıkar. Bu çok önemli bir husustur. Ben imana ait yüz meseleden 99'unu kabul ediyorum, bir meseleyi kabul etmiyorum demek imansızlıktan kaynaklanır.

Aynı şekilde peygamberimizden (sav) tevatüren nakledilen “Kabir azabı” imani bir meseledir, “ahir zaman alametleri” de yine imani meselelerdendir. Kur’anda açıkça ifadesini bulmasa da peygamberimizin (sav) sözlerini kabul etmeyen zahiri nasslara muhalefet ettiği için ehl-i dalalet ve ehl-i bid'attır. Esas olan aklımız ermese de bilgimiz anlamaya yetmese de kabul edip inanmak, sonra anlamaya çalışmak, ilmimizi artırmaya gayret etmektir . Peygamberimiz sav "Kişi öğrendiği müddetçe alimdir; biliyorum derse cahildir" buyurur. İmam-ı Gazali ra "İlim ilim sahibine hakikati anlamaya perdedir. Bir şeyi biliyorum diyen o şeyin hakikatinden mahrum kalır" der. Bir ilim sahibi biliyorum diye araştırmayı ve detayları bıraksa cehalete düşer. Zira gerçekler detaylarda gizlidir. Detayı kaçıran bir doktor nasıl ki adamın ölmesine ve hâkim haksız hüküm vermesine ve zulme sebep olursa dinde en küçük detay dahi önemlidir. Önemsiz görmek veya değer vermemek veya inkâr etmek kişiyi imandan mahrum eder ve dalalet derelerine atar. Neden Bediüzzaman "Bütün mesaimi iman üzerine teksif ettim" dediğini anlayabiliyor muyuz?

Ayrıca “Bir şeyin varlığı bütün eczasının varlığıyla vücut bulur. Bir şartın ademi, yani onu meydana getiren bir şeyin yokluğu ve eksik olması onun varlığına engel olur. Mesela bir binanın yapılması için binanın yapımında gerekli olan bütün malzemelerin olması gerekir. Binaya ait temel maddelerden su veya demir veya taş olmazsa o bina vücut bulmaz.

Bu anlatılanlar elbette ilim sahibi olan ve dini konularda konuşma hakkını kendisinde görenlere aittir. Yoksa avama icmali iman kafidir; âlimim diyeler ise tahkiki iman ile mükelleftir. Öyle hem biliyorum diye yanlış yorum yapmak, hem de kendini avam ile kıyas ederek kurtulmaya çalışmakla, yani Bektaşilik ve deve kuşu taktiği ile işin içinden sıyrılamaz.

İmani meselelerle ameli de karıştırmamak gerekir. İmani meseleler ile fikri ve beşeri meseleleri de birbirinden ayırmak gerekir. Karıştırılırsa zihinler de karışır. Her şeyi yerli yerine koymak gerekir. Adil ve doğru olan budur. Avamın “Ben Kur'anın Allah kelamı olduğuna inanıyorum” demesi onun imanı için yeterlidir. Amel noktasındaki ihmali ile sadece günaha girer.

5. İman Yaratılmış mıdır?
İslam bilginlerinden Ahmed b. Hambel (ra) “İman yaratılmıştır diyenin küfrüne, yaratılmamıştır diyenin ise ehl-i bid’a ve dalalet olduğuna kail olmak gerekir” demiştir. Ahmed b. Hambel (ra) bunu şöyle izah eder. “Bir şeyi Kur’an haber vermemiş ise ve o konuda peygamberden bize intikal eden bir hadis yok ise, bu konuda sahabenin bir kavli de bilinmiyor ise bu konuda söz söylemek bid’attır ve dalalettir.” Selef ulemasının görüşü bu şekilde özetlenebilir.

Bu hususta söylenecek en güzel şey “İman ve Küfür” “Adalet ve Zulüm” “Şirk ve Şüphe” gibi hususların varlık cinsinden olmaması ve hüküm içermesidir. İman etmek, inkar etmek, şirk koşmak, zulmetmek ve adalet yapmak ve bunlarla ilgili hüküm vermek insana ait bir hükümdür. İnsan ise yaratıcı değildir ve dolayısıyla verdiği hükümler var olan ve harici vücudu bulunan şeyleri ya inkâr veya tasdik etmek şeklindedir. Bu nedenle iman, küfür, adalet ve zulüm insana ait birer hükümdürler. Var olan tasdik etmekte ve kendi fiili ile bunların gereğini yapmaktadır. Bu nedenle ceza ve mükâfatı insan hak etmektedir.

Nasıl ki ruh bir kanun-u emridir. Ancak ruha nurdan bir harici vücut giydirilmiştir. Allah’ın emridir ve emir âlemindendir. Ruhun fonksiyonları olan akıl, zekâ, hafıza ve hayal gibi hususlar da ruhun manevi organları hükmündedirler. Amir, Mürid, Muhyî, Alim, Kadir, Hakim, Semi ve Basar gibi Allah’ın pek çok isimlerine mazhardır. Bu nedenle yaratılmış bir hakikattir. (Sözler, 478; Barla Lahikası, 141) Ancak insan aklı ve iradesinin varlıklara bakarak verdiği hükümler ve insanın amellerinin sonuçlarını içeren hükümler insanın hükmüdür.

İman Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmek, gönderdiği elçilerini, kitaplarını ve yarattığı meleklerinin varlığına hükmetmektir ve bunu kabul etmektir. Dolayısıyla kabul edene Allah mü’min sıfatını vermiş ve imanını kabul etmiştir. İnkâr eden de bunların olmadığına hükmederek kâfir sıfatını kazanmış, yani kendi kesb etmiştir. İnsanın kesbi ise hükümleri içerir, bir vücud-u haricinin varlığını gerektirmez. Bu nedenle iman ve küfür yaratılmıştır veya yaratılmamıştır demek ve üzerinde münakaşa etmek doğru değildir.

6. Gerçek Mü’min Kime Denir?
İmanda kesinlik esastır. İman şüphe ve tereddüt kaldırmaz. Bu nedenle bir mü’min kesinlikle iman etmeli ve imanda şüphe ve tereddüt içeren bir kelime kullanmamalıdır. İmanını haykırmalı ve dil ile ikrar etmelidir. Dil ile ikrar bu nedenle gereklidir ve imanın tarifi içine girmiştir. İslam bilginleri imanın ikrarında da şüphe ve tereddüt içeren bir kelime veya cümle kurulmaması gerektiğini ifade ederek “İnşallah mü’minim” demenin dahi imanı ifade etmeyeceği konusunda ittifak halindedirler. Kesinlikle inanıyorum manasını ifade eden “Elhamdülillah mü’minim!” demesi gerektiğini söylemektedirler.

İkinci bir husus da imanın Allah katında gerçek iman olması ve Allah’ın kabul etmesi gerektiğidir. Allah kalbe bakar; sözün değer de kalbin tasdikine bağlıdır. Bu nedenle münafığın imanı yoktur ve Allah katında imansızdır. İnsan ise kalbe muttali olmadığı için dil ile ikrar edene mü’min muamelesi yapar ve yapmakla mükelleftir.

Yüce Allah iman etmeyi emretmiş küfür ve masiyet emri vermemiş bilakis yasaklamıştır. Bu nedenle iman edenin imanından razıdır, kafirin küfründen ve zalimin zulmünden razı değildir. İşler neticelerine göre hüküm alır ve değerlendirilirler. Sonuç iyi değilse onun başının ve ortasının iyi olmasının önemi yoktur. Sonucun iyi olması ve ibadetin şartlarına uygun tamamlanması ve imanın son nefese kadar devam etmesidir ve önemli olan da budur. Abdullah b. Mesut (ra) “Bir kimse cennetlik veya cehennemlik olduğunu bilemediğimize göre işin sonunu Allah’a bırakmak gerekir. İşin sonu Allah’a bırakılacaksa başı da Allah’a bırakılmalıdır” demiştir. Bu nedenle gerçek mü’min son nefesini iman ile veren kimsedir. Bu ise ancak öldükten sonra bilinecektir. Dolayısıyla dünyada insanları suçlamak yersizdir. Gerçek mü’min Allah katında da mü’min olan ve cennete giren kimsedir.

7. Hafv ve Reca Dengesini Korumak:
İnsanın cennete girip girmeme ve amellerin Allah katında kabul edilmesi veya eilmemesi konusunda korku ve ümit içinde olması gerekir. Havf ve reca imana ait hükümlerde değil, amellerin kabul edilip edilmemesi ve kişinin cennete girip girmemesi konusu ile ilgilidir. Zira imanda tereddüt küfürdür. İmanda kesinlik, amelde ise ihlasın derecesine göre havf ve reca esastır.

Mü’min ibdet ve amel hususunda ve kabul edilip edilmeyeceği konusunda korku ve ümit içinde olmalıdır. Zira imanda şüphe ve tereddüt olmaz, kesinlik ve iddia esastır. Ancak amel ve ibadet imanın gereği olmakla beraber imandan ayrıdır. Ruh ve beden gibi. Bu nedenle amelde riya, ucup, gurur, süm’a ve Allah rızası dışında başka unsurlar girebilir ve o amelin makbuliyetine perde çeker. Allah halis lillah için olmayan ve saf ihlasla Ahiret niyeti ile yapılmayan ameli kabul etmez. Kişinin amel işlememesi haram ve günah olduğu gibi riya ve gösterişe, süm’a ve işittirmeye girmesi o amelin sevabını giderir ve makbuliyetine set çeker. Ayrıca riya niyeti ile işlenen bir amel ile kişi günaha girmiş olur. Ayrıca kişinin ameline güvenmesi ucup ve gururdur ve bu da günahların en büyüklerindendir. Dünya kaygısı ve menfaatini takip etmesi de ameli iptal eder. Bu nedenle mü’min imanından şüphe duymamakla beraber ameli Allah rızasına uygun işleme konusunda havf ve reca içinde olmalıdır. Günahkar ve isyankarların yeri imanlı da olsa cehennem olduğu için de daima tövbe ve istiğfar ile meşgul olup sonuçta cennete gireceğinden emin olmamalıdır. Makbul olabileceği ümidi ile de amelden vazgeçmeyerek işlemeye devam etmelidir. İşte buna havf ve reca dengesi denir. Mü’minin amel konusundaki hali ve akibeti ile ilgili düşüncesi böyle olmalıdır. Yüce Allah “Sana ölüm gelene kadar Allah’a ibadet üzere ol!” (Hicr, 15:99) ferman etmiştir.

Ehl-i imana yakışan korku ve ümitle amel işlemeye koşmaktır. Zira Allah imandan sonra mü’minden hayırlı amel istemektedir. Amelsiz kurtuluş mümkün değildir. ölüm kendisine gelene kadar çekingen halini koruyarak ibadet ve itaat üzere olmalıdır. Ölümü hayırlı bir halde, itaat ve ibadet üzere karşılamalıdır. Peygamberimiz (sav) “İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür ve nasıl ölürse öyle dirilir” buyurmuşlardır.

8. Ameller:
Hayırlı amelleri ve ibadeti emreden yüce Allah’tır. İnsanların amellerini ve fiillerini yaratan da yüce Allah’tır. Kul kâsib, Allah Hâlıkır; yani ameli kesbeden işleyen kul, yaratan Allah’tır. Amele hayır ve şey hükmünü veren insanın niyeti ve kasdıdır. Yani kul niyeti ve kasdı ile mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı gühana kalb eder, dönüştürür. Niyeti ile adi bir hareketi ibadete çevirir ve riya, yani gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalb eder. Aynı şekilde nazar, yani bakış açısı da eşyanın mahiyetini değiştirir. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah namına ve hesabına bakılırsa marifet-i ilâhiyedir. (Mesnevi, 45)

İşte bu nedenle yaratıcı olan Allah kulun fiillerini yaratır, fiillerin sonuçlarını ise kulun niyetine göre ona sevap ve günah olarak yazar. Bu nedenle mahiyeti bir olmakla beraber kulun niyetine göre o fiil ya sevap ve ibadet olur veya günah hükmünü alır. Fiile kulun yüklediği hüküm ona sevap ve günah olarak döner. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “Ameller niyetlere göredir” buyurmuşlardır. Allah masiyet emrini vermemiştir. Ama kulun fiillerini niyetine, kasdına ve fiilin sonuçlarına göre sevap ve günah olarak takdir ve hükmetmiştir, kul bu hükmü kendisi niyeti ile kesb etmektedir.

Yüce Allah dünyayı insan için bir okul ve imtihan meydanı olarak yaratmıştır. İmtihan da kulun ameline ve Allah’a yakınlığına göre daha büyük ve daha çetindir. Büyüklerin imtihanı daha şiddetli ve düşüşleri de müthiş olur. İhlaslı olanları da büyük imtihanlar beklemektedir. Yüce Allah Şeytanı Adem’le (as) Hz. Musa’yı (as) Firavun’la ve Hz. Süleyman’ı İfritle ve Âsâf b. Berhıya ile imtihan etmiştir. İnsanları nefis ve şeytanla ve insanlarla imtihan etmektedir.

Allahım, bizi kelime-i şahadetsiz ve imansız dünyadan çıkartma… Amin!


Alıntıdır.
--------------Tualimforum İmzam--------------
Allah'ım Hakkımızda Hayırlısını Ver.
Amin
EZEL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
ait, bilgiler, imana, imana ait temel bilgiler, temel, İmana


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar son Mesaj
İmana Gelmek Deyiminin Anlamı ve Açıklaması Nokia Deyimler ve Açıklamaları 0 28.08.12 23:57
Flüt Hakkında Temel Bilgiler - Flüt Nedir? Melodi Enstrümanlar 0 04.01.11 04:02
Kanun Nedir ? Kanun Hakkında Temel Bilgiler Melodi Enstrümanlar 0 04.01.11 03:57
Ud Hakkında Temel Bilgiler - Ud Nedir? Melodi Enstrümanlar 0 04.01.11 03:49
Akvaryum ve Balıklar Temel Bilgiler Hazan Akvaryum Balıkları 0 30.10.08 22:27


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:04 .


Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2