![]() |
Dört Gözle Beklemek DÖRT GÖZLE BEKLEMEK Bir müddet önce California, Santa Barbara'nın güzel dağlarına birkaç haftalığına tatile gitmiştim. Arkadaşlarıma, üzerinde çalıştığım kitabı bitirmek için evlerinde kalıp kalamayacağımı sordum. İlk üç günüm inanılmazdı. Her gün ayrı özel bir olay yaşadım. İlk önce cennet kapılarım açtı ve üç gün boyunca dinmek bilmeden yağmur yağdı. Gerçekten hoş bir atmosferdi. Bir müddet sonra su kemeri inşa etmeyi bile düşünmeye başladım. İkinci olay, bana bir yardımcının çıkmasıydı. Her gün öğlen arkadaşımın oğlu Christopher çocuk yuvasından geliyor ve bana yardıma ihtiyacım olup olmadığım soruyordu. Yağmurun son günü bana neden bu kadar çok yağmur yağdığını sordu. Konuşmuş olmak için "Bazen yağmur yağdığında bu Tanrı'nın üzgün olduğu ve ağladığı anlamına gelir." dedim. Beş yaşındaki mesih, "Belki de Sevgililer Günü bittiği için ağlıyordur" diye açıklama yaptı. Kendinden emin yağmura çıktı baktı ve "Tasalanma, Tanrım. Sevgililer Günü bitmiş olabilir, ama Paskalya geliyor!" dedi. Çok geçmeden yağmur dinmişti. Barry Spilchuk |
Kalpten Vermek KALPTEN VERMEK 13yaşındayken annem bana asla unutamayacağım bir ders vermişti. Bir gün küçük bir markette alışveriş ediyorduk. O anda içeri giren aile dikkatimi çekti. Anne, kızı ve torunu gibi görünüyorlardı. Üsleri başları temiz gibi, ama yırtık pırtıktı. Bizlerden daha şanssız oldukları bir gerçekti. Markette gezinirken el arabalarım dikkatle seçtikleri gerekli yiyeceklerle dolduruyorlardı. Annem ve ben alışverişimizi bitirmiştik. Ödeme yapmak için kasaya yanaştık. Kasa sırasında önümüzde o aile vardı, aramızda sadece bir kişi vardı. Belirli miktarda paraları olduğundan el arabasından çıkardıkları her yiyecekten sonra kasiyere yekün aldırıyorlardı. Bu biraz zaman aldığından önümüzdeki adam sabırsızlanmaya başlamıştı. Duyulduğundan emin olduğum hoş olmayan şeyler söylemeye başlamıştı. Kasiyer yekünü aldı, ama kadıncağızın parası yetişmedi. Bazı yiyecekleri geri koymaya başladı. Annem cüzdanına uzandı, yirmi dolar çıkardı ve kadına uzattı. Kadın şaşırmıştı, "Bunu alamam" dedi. Annem kendinden gayet emin kadına baktı ve usulca yanıtladı, "Evet, kesinlikle alabilirsiniz. Bunu bir hediye olarak düşünün. Arabanın içindekilerinin hepsi de ihtiyacınız olan şeyler. Lütfen bunu kabul edin." Kadın parayı aldı, annemin elini sıktı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. "Çok teşekkür ederim. Bana daha önceden hiç kimse böyle yardım etmedi." dedi. Gözlerim yaşlar içinde marketten ayrıldım. Bu olayı asla unutamadım. Annemle babam beş çocuk yetiştirmişler. Hiçbir zaman çok paraları olmamış. Annemin şefkatli kalbi bana miras kaldığı için çok seviniyorum. Hiç bencillik yapmadan veriyorum. Dünyada bundan daha güzel bir duygu olabilir mi? Dee M. Taylor |
Kahramanlar üzerine KAHRAMANLAR ÜZERİNE GEÇ KALMIŞ TEŞEKKÜR Oğlum Mark, üçüncü sınıftayken, sevdiklerine armağanlar alabilmek için iki ay boyunca bütün harçlığım biriktirmişti. Yirmi doları olmuştu. Aralık ayının üçüncü cumartesisi listesini yaptığım, parasını hazırladığım ilan etti. Onu eskiden "Five and Dime" olarak adlandırdığımız mağazaların modem versiyonuna götürdüm. Ben mağazanın ön kısmında kitabımı okuyup sabırsızlıkla onu beklerken, Mark el sepetini alıp alışverişe başlamıştı. Mark'ın hediyelerini seçmesi kırk beş dakika sürmüştü. Kasaya yaklaşırken yüzündeki ifadeden sevinç okunuyordu. Ben başka tarata bakarken kasiyer onun aldıklarım sıraya dizdi. Mark hesabını yaptı ve parayı çıkarmak için elini cebine attı. Para yerinde yoktu. Cebi delikti ve para düşmüştü. Mark mağazanın ortasında, elinde hediyelerini koyduğu alışveriş sepeti, gözleri yaşlar içinde ağlıyordu. Her iç çekişinde bütün vücudu titriyordu. Sonra şaşırtıcı bir şey oldu. Mağazadaki müşterilerden biri Mark'a yaklaştı. Eğildi, onu kollarına aldı ve "Eğer sana o parayı vermeme izin verirsen bana çok büyük bir iyilik yapmış olacaksın. Bu bana verdiğin en büyük hediye olacak. Bir gün ben de senden bir şey isterim ve sen de bana verirsin. Senin de büyüyünce yardım edebileceğin birilerini bulmam isterim. O insana yardım ettiğinde sen de eminim kendini şu anda benim kendimi hissettiğim kadar iyi hissedeceksin." Mark parayı aldı, gözyaşlarını kurulamaya çalıştı ve tüm hızıyla kasaya doğru koştu. O yıl Mark'ın bize hediye vermekten zevk aldığı kadar biz de hediyelerimizden zevk aldık. O inanılmaz kadına "Teşekkür ederim" demek istiyorum. Ona dört yıl sonra Mark'ın kapı kapı dolaşıp, onu düşünerek, Oakland yangınzedelerine battaniye ve palto topladığım iletmek istiyorum. Mark'ın onun yaptığı iyiliği hiçbir zaman unutmayacağım, onun izinden gideceğini ona anlatmak istiyorum. Laurie Pines |
Gruptan Bir Asker GRUPTAN BİR ASKER Bu hikaye bir pazar günü yaşlı bir rahip taraf ından anlatılmıştı. Askerlik yaptığı yıllarda yaşanmış gerçek bir hayat hikayesiydi. Bir gün teftiş subayı gelir ve bir grup genç askerin üstüne el bombası atar. Askerler kaçışırlar ve kendilerini el bombasından korumaya çalışırlar. Daha sonra, subay el bombasının patlamaya hazır olmadığım, sadece onların tepkilerini ölçmek istediğini söyler. Bir sonraki gün gruba yeni bir asker katılır. Subay askerlere yeni askere ne olacağı konusunda hiçbir şey söylememelerim tembih eder. Subay yanlarına yaklaşıp el bombasını üslerine atınca, yeni asker patlamayacağım bilmediğinden kendisini arkadaşlarım korumak amacıyla bombanın üstüne atar. Arkadaşlarım koruma pahasına ölümü göze almıştır. O yıl, o asker yıllardır verilmemiş cesaret madalyasıyla ödüllendirilir. Kim Noone |
Babam Inanılmaz Biri! BABAM İNANILMAZ BİRİ! Kız kardeşim ocak ayında doğduğundan Chicago'da geçirdiğimiz birkaç kışı hatırlayamayacak kadar küçüktü. Oysa üç yaşına geldiğinde (bu yaşa geldiğinizde anne babanızın sizin için her şeyi yapabileceklerim düşünürsünüz), bir gün uyandığında bir kar battaniyesinin her yeri kapladığını fark etti. Hayatında ilk defa kar görüyordu. Yatak odasından mutfağa koştu. Herkes mutfakta kahvaltı ediyordu. Mavi gözlerini kocaman açtı ve babama heyecan içinde "Babacığım, bunu nasıl yaptın?" diye sordu. John Sandquist |
Gölde Bir Gün GÖLDE BİR GÜN "Benimle oynar mısın?" diye sordu akli dengesi bozuk çocuk. "Şüphesiz" diye yanıtladım. Topu ona attım. "Tamam ben yakalarım" diye bağırdı. "Hadi, şimdi bana at" dedim. Çocuk topu bana attı: Yakaladım ve göle daldım. Çocuğun annesi, "Bunu yapmak zorunda değilsin" diye seslendi. "Eğlenceli oluyor" diye yanıtladım. "Hadi, yine dal" diye bağırdı çocuk. Ben de daldım. Yaklaşık yarım saat daha oynadık. Çocuk uzaklaşırken yüzünde güller açıyordu. Bu küçük deneyim kendimi normal hissetmeme yardımcı olmuştu. Herkesin böyle davranması gerektiğini düşündüm. Çocuk oynamak istemişti, ben de oynamıştım. Bu, çocuğa da, bana da kendimi iyi hissettirmişti. Ama sonradan insanlar bana dik dik bakmaya başlamışlardı. Hatta bir çocuk yanıma yaklaşıp "O geri zekalıyla neden oynadın ki?" diye sordu. Yanıt bile vermeden oradan uzaklaştım. Kevin Toole 6. sınıf öğrencisi Eğer gerçek bir arkadaşın varsa, paylaştıklanndan daha fazlasına sahipsin demektir. Thomas Fuller |
Eve Hoşgeldin EVE HOŞGELDİN Büyükannem ve büyükbabam 1921 yılında Yahudilere karşı girişilen katliam nedeniyle Rusya'dan göç etmişler. Başlarından oldukça maceralı olaylar geçmiş. En sonunda Amerika'ya varmışlar. Amerika'ya gelince gemiden inen herkesin Amerika'ya kabul edilebilmek için elli dolar göstermesi gerekiyormuş. Annemlere parayı Amerika'da yaşayan amcam göndermiş. Tam gemiden inerlerken büyükbabamın gözüne deliler gibi ağlayan bir çocuk ilişmiş. Büyükbabam çocuğun yanma yaklaşmış. Çocuk büyükbabama parasını kaybettiğim, şimdi Amerika'ya kabul edilmeyeceğini söylemiş. Büyükbabam, adı Isadore Feterman olan çocuğa kendi elli dolarını vermiş. Amerika'ya geldiklerinde amcamla bağlantı kurup ona daha fazla paraya ihtiyacı olduğunu söyleyebileceğini düşünmüş. Büyükbabam orada birkaç gün beklemek zorunda kalmış. Sonunda herkes Amerika'ya kabul edilmiş. On beş yıl sonra büyükbabam eskici dükkanında oturuyormuş. Bir limuzin durmuş ve içinden iki adam çıkmış. Benjamin Lasensky'i sormuşlar. Büyükbabam Benjamin Lasensky'nin kendisi olduğunu söylemiş. Adam da kendisini Isadore Feterman olarak tanıtmış ve büyükbabama açık çek yazmış. "Amerika'daki başarımı ve mutluluğumu size borçluyum. Çeke istediğiniz miktarı yazabilirsiniz" demiş. (Isadore o zamanlar oldukça tanınmış bir milyonermiş.) Büyükbabam amcamı çağırmış ve ona olanları anlatmış. Amcam "Sadece ona verdiğimiz elli doları yaz" demiş. Birkaç yıl geçtikten sonra iletişimleri yeniden kopmuş. Büyükbabamın kuzeni Isadore Feterman'ın yaşadığı New York'ta yaşıyormuş. Büyükbabamın seksen beşinci yaş günüymüş. Büyükbabamın kuzeni partiye Isadore Feterman'ı da çağırmış. Isadore, "Bu fırsatı asla kaçıramam" diye yanıtlamış. Ve Isadore Feterman büyükbabamın seksen beşinci doğum günü partisine gelmiş. Bu büyükbabama çok hoş bir sürpriz olmuş. Isadore partideki insanlara Amerika'ya gelişinin hikayesini anlatmış. Amy Cubbison |
Fakirlere Yardım Fonu FAKİRLERE YARDIM FONU Tipik bir taksi gibi değildi. Hyatt'dan Kansas City Havaalanına giderken kendimizi iyi döşenmiş tam teşekküllü bir ofisteymiş gibi hissettik. Sonra şoför gururlana gururlana "Bu benim ofisim!" dedi. Ön camda "Fakirlere Yardım Fonu" yazılıydı. "Görünmeyen 10.000 Kansas City'li evsize yardım ediyorum." Kelimelerindeki duygu yoğunluğunu yakalamıştım. Gözlerim dolu dolu olmuştu. "Evet" dedi Richard Tripp "Noel yemeği bile yiyemeyen 800 insana Noel kahvaltısı veriyorum. Altı ay evsiz yaşadıktan sonra kendimi ayaklarım üzerinde bulunca 'Fakirlere Yardım Fonu'nu başlattım. 20 yıldır hayatımı öylesine yazılar yazarak kazanıyordum. Sonra lisansımı kaybettim ve evsiz kaldım. O kadar da kötü değildi. Sonra o eski araba mezarlıklarından ve çöplüklerden plastik bulmaya başladım. Sağ kalabilmek için kalın plastikten, yağmur geçirmeyen çadır ve uyku tulumu yaptım. Altı ay boyunca ormanın içinde yatıp kalktım. Eğer bir kişi altı ay evsiz kalıyorsa, bunların onda dokuzu sürekli evsiz demektir. Ben onlara yeni bir şans yaratmaya ve seçim hakkı tanımaya çalışıyorum." "Para kabul etmiyoruz. Sadece yiyecek ve giyecek. Anlayacağınız evsizlerin gerçekten ihtiyaçları olan şeyler. Radyo yayınlarına katılıyorum ve bir sürü eşya topluyorum." "Geçen yıl benim radyodaki konuşmamı duyan bir karı koca 'Fakirlere Yardım Fonu'na geldiler. Onlara ulaşmıştım, çünkü tüm kalbimle konuşmuştum. Çiftin beş yaşındaki kızları bir sokak serserisi tarafından öldürülmüştü. Kızlarının anısına 800 insana eldiven dağıttılar. Bu gördüğüm en anlamlı ve en güzel yardımdı. Herkes ağladı ve onlara teşekkür etti. Artık elleri soğuktan donmayacaktı." Richard Kripp sayesinde Kansas City'deki 10.000 evsizden 5.000'i giyim ihtiyacım karşılayabiliyor ve yemek yiyebiliyor. Mark Victor Hansen |
Bilgi Lütfen BİLGİ LÜTFEN Telefon operatörü olarak çalışıyorum. Tek yapacağınız 411'i çevirmektir. O anda karşınızda beni bulursunuz. 411'den telefon numaralarım öğrenebilirsiniz. Oysa bir sürü insan "Orası bilgi servisi. Her konuda her şeyi biliyorlar." diye düşünmektedir. Bazen "Sen bilirsin kızım. Birinci caddede kahverengi bir evde oturuyor. Biz aynı sınıftaydık. Kahverengi saçları var." şeklinde telefonlar bile aldığım oluyor. Hatta, "Yumurta salatasının nasıl yapıldığını öğrenebilir miyim?" diyenler bile oldu. Bir yün bir telefon aldım. Noel yaklaşıyordu. "Ben telefon operatörünüz, nasıl yardımcı olabilirim?" diye açtım telefonu. Telefondaki erkek sesi oldukça yalnız olduğu hissedilen bir tonlamayla, "Bayan, ben şey, kedimin yemeğe ihtiyacı var." dedi. Oldukça yalnız olduğunu düşünmüştüm. Ama onunla konuşmamın bir anlamı yoktu. Telefon numaraları hariç birşeyler vermek kurallara aykırıydı. Tekrar aradı ve mucize kabilinden tekrar bana ulaştı. Yine ürkek sesiyle, "Bayan lütfen telefonu kapatmayın. Zavallı kedim çok aç. Noel için tek istediğim biraz yiyecek. Lütfen, bayan yardımcı olun." dedi. Ne yapabilirdim? Zavallı adamın sesi çok içten geliyordu. Birşeyler yapmam gerektiğini düşündüm, Ona hemencecik adresini sordum ve küçük bir kağıda yazdım. Elimden geleni yapacağımı söyledim. Bu zavallı adamcağız ve kedisi için birşeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Müdürüme gittim ve öğleden sonrası için izin istedim. Dışarıda hava kararmak üzereydi ve kar yağmaya başlamıştı. Binadan çıktım ve bir markete girdim. Büyük bir torba kedi maması aldım, büyük kırmızı kurdeleyle bağladım ve Noel baba kartı iliştirdim. Yaşlı adamın adresini cebimden çıkardım ve evi aramaya koyuldum. Şehri kötü bir yerindeydi. Oraya vardığımda, hava kararmıştı ve kar yağıyordu. Kapıdan girdim ve izbe merdivenlerden çıkmaya başladım. Kedi mamasını yere koydum, kapı zilini çaldım ve arabama koşup saklandım. Yaşlı bir adamın kapıyı açtığını gördüm. Yemeği gördüğünde ve kartı okuduğunda yüzünde beliren gülümseme aldığım en güzel Noel hediyesiydi! Molly Mehille |
Yarım Kalan Iş YARIM KALAN İŞ Bu hafta sonu evde anneme bakıyordum. Annem kendisini pek iyi hissetmiyordu ve yardıma ihtiyacı vardı. Babam yarım gün çalışıyor ve arkadaşlarının ve bizim yardımımızla annemin ayakta durmasını sağlamaya çalışıyor. Bu hafta sonu babam yardımcı kadınlardan birinin hikayesini anlattı. Ama Öncelikle, benim yetişme yıllarımda evimizin nasıl olduğunu size anlatmalıyım. Anne babamız hepimizin (sekiz kardeştik) dünyayla yakın ilişkiler kurmamız gerektiğine inanırlardı. Üçümüz misafir öğrenci olarak Avustralya, Brezilya ve Hollanda'ya gitmiştik. Bunun nedeninin anne babamızın bizim yükümüzden kurtulup daha az masraf yapmak istemeleri olarak düşünebilirsiniz. Annem bizim evimizde yedinci ya da sekizinci çocuk yetiştirmenin başka bir evde üçüncü veya dördüncü çocuk yetiştirmekten daha kolay olduğunu düşünürdü. Bugünlerde annem hiç kimseyi ağırlayamıyor. Çünkü doğru dürüst ayakta bile duramıyor. Erkek kardeşlerim birinci kata duşlu banyo yaptırdılar. Her hafta Beth adında bir hemşire annemin banyo yapmasına yardımcı olmaya geliyor. Babam hemşireye bundan ne kadar mutlu olduklarım söylemiş ve ona kibarca neden kendisini bu işe, yani annemi yıkamaya adadığını sormuş. Beth, "Sanırım hatırlamıyorsunuz, ben yeni doğduğumda Williams caddesinden sizin evinize misafir olarak gelmiştim. Annem hasta olduğundan bana dört ay boyunca siz bakmıştınız. Bunun karşılığını verebilmek güzel." diye yanıtlamış. Milce Lynott İnsanlara karşı düşünceli davranmak, çocuklarınıza üniversite derecesinden daha fazlasını kazandıracaktır. Marian Wright Edelman |
Bir Değişiklik BİR DEĞİŞİKLİK Küçük bir çocuk karakolda bir süredir devam eden bisiklet açık arttırmasına katılmıştı. Açık arttırma her açıldığında çocuk "Bir dolar veriyorum, bayım" diyordu. Arttırma her bir bisiklet en yüksek fiyata ulaşana kadar devam ediyordu. Çocuk her defasında bir dolar veriyordu. Satılacak son bisiklet ortaya çıkarıldığında çocuk yine "Bir dolar veriyorum, bayım" dedi. Fiyat yükseltildi ve mezatçı arttırmayı dokuz dolarla kapattı. Bisikleti en ön sırada oturan çocuğa verdi. Mezatçı cüzdanına uzandı, sekiz dolar çıkardı ve tezgahın üzerine koydu. Küçük çocuk beşlikler, onluklar ve yirmi beşliklerden oluşan bir dolarını sekiz doların yanma koydu, bisikletini aldı ve kapıya doğru yöneldi. Sonra bisikletini yere bıraktı, mezatçıya doğru koştu, kollarını mezatçının boynuna doladı ve ağlamaya başladı. Jack Zobell |
Bilgelik üzerine BİLGELİK ÜZERİNE RÜYALAR GERÇEK OLDU Yukarıya kaldırdığı yumruğuyla gökyüzüne bakan henüz dokuz yaşım bile doldurmamış Matthew Ryan Emrich, "Bu senin için baba" diye bağırdı. Matthew küçük ligde oynadığı ilk maçta ilk vuruşunu yapmıştı, bu rüyalarını bile süsleyecek bir vuruştu. Babası Mark her zaman profesyonel bir beyzbol oyuncusu olmak istemişti. Uğraşmış didinmişti, ama babası Chet taraf ından beslenen ve desteklenen bu hayal gerçekleşmemişti. Mark mahalli takımlarda oynamış ve komşu çocuklara nasıl beyzbol oynandığını öğretmişti. 30 Temmuz 1985'te Matthew dünyaya gelince Mark bu hayalini oğluyla paylaşmaya söz vermişti. Matthew dört yaşına geldiğinde komşuların çatısına top atar hale gelmişti. Matthew'in formasının numarası aynen babasınınki gibi 7'ydi. Babasının bundan memnun olması onu çok sevindirmişti, aile geleneklerine uymak hoşuna gidiyordu. Bütün bunlardan sonra "Field of Dreams" (Hayallerin Gerçekleştiği Saha) filmi sadece beyzbolle ilgili değildi. Bu film babalar, oğullarıve inançlarla ilgiliydi. Üzücü olan, inancı güçlü cesur Mark'ın kanserle giriştiği epeyce önemli bir mücadeleyi kaybetmesiydi. 33 yaşındaydı. Öldüğü Pazar günü sadece kontrol için hastaneye gitmişti. Doktorlar Matthew'in Pazartesi öğleden sonraki ilk oyununu izlemek için hastaneden çıkabileceği sözünü vermişlerdi. Aile bireyleri ve arkadaşları Matthew'in sadece babası istediği için oyuna çıkıp oynayacağım biliyorlardı. Matthew annesi Sherry'e söz vermişti; "İlk topa babam için vuracağım." Verdiği sözü yerine getirdi. Matthew'inbaşarısıyla ilgili yapılan "attığı top babasının onu izlediği buluta ulaştığı" yorumu elde ettiğimiz başarıları çok güzel özetliyor, değil mi? Ronald D. Eberhard |
Sınavı Geçmek SINAVI GEÇMEK Mayıs 1947, saat sabahın beş buçuğuydu. Iowa Des Moines'in 20 mil doğusunda küçük bir kasabanın papaz evinin mutfağında tost yiyordum. Bütün gece bir ikilemden dolayı kabuslar görmüş ve dua etmiştim. Drake Üniversitesi'ne hala öğrenim harcım olarak 50 dolar borcum vardı. Bugün de son sene final sınavlarına girmem gerekiyordu. Öğrenci işleri, son sınıf öğrencilerinin finallere girebilmeleri için öğrenim harçlarım yatırmaları ön koşulunu koymuştu. Çek yazmaya nasıl cesaret ederim? Bunu ödeyecek parayı nereden bulacağım? Birinci sınıftayken evlenmiştim. İkinci sınıfın sonuna doğru ilk çocuğumuz olmuştu. Şu anda iki oğlumuz var ve eşim geçtiğimiz yaz bir ameliyat geçirdi. Bu küçük kasabada öğrenci papazı olarak iş bulduk ve rahibin evinde yatma ve biraz para kazanma şansım yakaladık. Gelirimize destek olsun diye ben okuldan sonra ve cumartesileri Des MoinesRegister and Tribune'de (des Moines gazetesi) çalışmaya başladım. Şu anda mücadelenin sonuna yaklaştık, ama hala çözümsüzlükler yakamızı bırakmıyor. O sırada telefon çaldı. Kilisenin muhasebecisi Ed arıyordu. "Bu kadar erken saatte aramak hiç hoşuma gitmiyor, ama dün gece düşünüyordum. Kilisede aramızda mezun olunca sana vermek üzere para toplamıştık. Buna şimdi ihtiyacının olabileceği aklıma geldi. Erkenden derse gideceğini bildiğim için bir arayayım dedim." Kalbim yerinden çıkacaktı. "Ed, ne kadar iyi düşünmüşsün. Sen dualarımın kabul edildiğini gösteriyorsun. Ona ihtiyacım olmaz mı? Final sınavlarına girebilmem için gerekli harcı henüz yatıramadım." dedim. "O zaman hemen oraya geliyorum." dedi. Birazdan Ed kapımızdaydı. Bana verdiği zarf için ona teşekkür ettim ve üniversiteye gitmek üzere arabama atladım. Yolda ilerlerken zarfı açtım ve içine baktım. Parayı saydım, tam tamına 50 dolardı. Gayle Fischer |
Yanlış Numara Mı? YANLIŞ NUMARA MI? Annem yeni vefat etmişti. Son bir yıldır bir iyileşmiş, bir kötüye gitmiş, sonunda hayata gözlerini yummuştu. Babam öldüğünden beri yaşadığı pek söylenemezdi. Ama geçen sene gerçekten kötü günler geçirmişti. George olmadan Marge'ın eğlenmesi olası değildi. Yaşayacak, kavga edecek, gülecek, sevecek biri yoktu. Şüphesiz biz vardık, ama bizi babamla bir görmüyordu. Biz de bunu anlayışla karşılıyorduk. Annemin durumu hastanede aniden kötüye gitmeye başlamıştı. Kız kardeşim Betsy'ye haber vermişlerdi, o da işi bırakıp doğru hastaneye gitmişti. Kocası Andy kötü haberi almış Betsy'ye evden ulaşmayı denemiş, ama başarılı olamamış. Sonra da hastaneyi aramaya karar vermiş. Andy annemin odasının yedinci katta olduğunu biliyordu. Oda numarasını tam olarak hatırlamaya çalışmış ama hatırlayamamış. 7226?, 7626?, 7662? Hastaneyi telefonla arayıp, bağlamalarını istemeye karar vermiş. Marge Mueth'i istemiş ve soyadının harflerim, M-U-E-T-H şeklinde tek tek söylemiş. "3643numaralı oda cevabı" onu şaşırtmış. "Sizi bağlıyorum." Andy annemin odasının neden değiştirildiğine bir anlam verememiş. Telefona bir erkek cevap vermiş. Andy sesi tanıyamadığı için kafası iyice karışmış, yanlış odanın bağlandığını düşünmüş. "Üzgünüm," demiş "yanlış oda bağlandı sanırım. Ben Mueth ailesiyle görüşecektim." "Adam "Evet, burası. Ben George." Andy'nin sinirleri iyice bozulmuş. "Yo, sanırım, yanlış oda. Ben Marge Mueth'i arıyorum." Adam oldukça sevimli bir ses tonuyla, "O benim eşim. Onu almaya geldim." demiş. Şaşkına dönen Andy telefonu kapatmış. Yeniden hastaneyi arayıp yedinci kattaki Marge Mueth'ın odasını bağlamalarını istemiş. 7226 numaralı oda bağlanmış ve çalan telefona Betsy bakmış. Kız kardeşimin oğlu Billy ancak çocukların anlayabileceği türden olayı özetleyivermişti. "Büyükbabam büyükannemi eve götürmeye gelmiş." Betsy ağlamaya başladı ve babasının bu kadar uzun zamandır neden beklediğini merak ettini söyledi. Lin Hardick |
Bunu Aktarın! BUNU AKTARIN! 1965yazında bütün aile Florida Plant City'de biraraya gelip bir aile toplantısı yapmıştık. Gece saatin 2'sinde büyükannem herkesi uyandırdı ve boş Coca Cola şişeleri, mantar ve boş kağıt bulmaları için seferber etti. "Tanrıdan bir mesaj aldım. Herkes bunu dinlemeli." Kağıda bir şeyler yazmaya başladı. O sırada çocuklar da yazdıklarım şişeye koyuyor ve şişenin ağzım mantarla kapatıyorlardı. O sabah yaklaşık 200 şişe denize bırakıldı. Yıllar geçtikten sonra anneannem yazdıklarıyla ilgili olarak teşekkür mektupları aldı; insanlar onu telefonla aradılar, hatta ziyaretine geldiler. Kasım 1974 yılında vefat etti. 1974 yılında en son teşekkür mektubunu aldık. Mektupta şunlar yazılıydı: Sevgili Bayan Gauge, Bu mektubu size mum ışığında yazıyorum. Çiftlikte artık elektriğimiz yok. Kocam sonbaharda traktörün altında kalıp öldü. Geride 11 çocuk ve beni bıraktı. Hepsinin yaşı 14'ten küçük. Banka bütün borçlarımızı ödememizi istiyor. Yiyecek bir somun ekmeğimiz bile kalmadı. Yerler karla kaplı. Noel'e sadece iki hafta kaldı. Tanrıya nehre gidip kendimi atmadan önce beni affetmesi için dua ettim. Nehir iki haftadır donmuş durumda. Buzu kırmak zorunda kalmıştım. O anda bir Coca Cola şişesi yüzeye çıkıverdi. Şişeyi açtım ve gözlerimde yaşlar ellerim titreyerek umutla okudum (ecciesiastes 9:4). "Yaşayan herkes için umut vardır Yaşayan köpek, ölü aslandan daha iyidir." Başka alıntılarda da bulunmuşsunuz: Hebrew 7:19, 6:18, John 3:3. Eve geldim ve Tevrat'ı okudum. Şimdi gönderdiği mesajdan dolayı Tanrıya teşekkür ediyorum. Biz de başaracağız. Lütfen bizim için dua edin. Şimdi daha iyiyiz. Tanrı yardımcınız olsun. Ohio'da bir çiftlik Chrystle White |
Tanrı Böyle Olmasını Istedi! TANRI BÖYLE OLMASINI İSTEDİ! Asla! Annemi ve babamı aynı gün kaybedeceğimi asla düşünmemiştim. Annemin ve babamın araba kazasında öldüklerini bildiren bir telefon almıştım. İkisi de aynı gün ölmek zorundalar mıydı? Neden ben? Neden onlar kadar iyi iki insan ölmek zorundaydı? Neden? Neden? Neden? Neden? Şok içinde, beynimin içi sorularla dolu ve inançlarımı yitirmiş durumda Kentucky'ye kalkan bir sonraki uçağı yakalamıştım. Daha sonra da histerik vaziyette ağlayan ve bunun bize olmasını kabullenemeyen kız kardeşlerimle buluştum. Anne babamızın evine gittik. Benim doğum günü hediyesi olarak aldığım babamın favorisi sallanan koltuğun yanındaydım. Evlerinde hala sıcak bir atmosfer vardı, sanki gizemli birşeyler oluyordu. İnanamadım. Sadece iki gün Önce onlarla telefonda konuşmuştum. Şimdi sonsuza kadar yoktular. Sonsuza kadar. Ayakta geçen dört gün boyunca, yüzlerce akrabamız ve arkadaşırnız üzüntülerini bildirmeye geldiler. Anne babamızla geçirdikleri güzel zamanları hatırlayarak tabutları başında oturdular. Onlarla hiç bu kadar gurur duymamıştım. Onların ölümlerini anlamama yardımcı olan tek şey rahip Dewitt Furrow'un söylediği cümle oldu. "Onların neden aynı gün cennete çağrıldıklarını düşünüyor olabilirsiniz. Belki kendileri böyle istemişlerdir. Hiç ayrılmadıkları, hep el ele, kol kola olduklarından ve yeryüzünde sevgiyle yürüdüklerinden. Birinin gitmesini, diğerinin kalmasını istememiz çok büyük bencillik. Arkada kalan bir sene içinde kederden ölebilirdi. Tanrının şimdi iki meleği var. Cennette de aynen yeryüzünde olduğu gibi sevgiyle yürüyecekler. Tanrı böyle olmasını istedi!" Daha sonra mezarlıkta dua ederken ve ağlarken mezarlarına dikkatle baktım. Bazı kelimeler gökyüzünde gezindi ve bana "Tanrı böyle olmasını istedi," şeklinde göründü. Tanrı böyle olmasını istemiş ve yapmıştı. Douglas Paul Blankenship |
Sessizliği Bozmak SESSİZLİĞİ BOZMAK "Baba, bunu nasıl yaptın? 20 yıldır bir tek damla bile içki almamayı nasıl başardın?" Bu oldukça özel soruyu babama sorabilmem tam yirmi yılımı almıştı. Babam içkiyi ilk bıraktığında, bütün aile tekrar içki içmeye başlayacak korkusuyla iğne üzerinde yaşamıştı. Birkaç yıl boyunca yine içkiye başlar diye korktuğumuzdan bu konuyu açmaktan uzak durmuştuk. Babamın 18 yaşındayken sorulmamış soruma verdiği yanıttı bu: "Günde en az dört ya da beş kere bu küçük şiiri kendi kendime okuyorum" gibi bir cümleydi. "Kelimeleri o anda beni rahatlatıyor ve bana olayların başedemeyeceğim kadar olumsuz olmadıklarım hatırlatıyor." Sonra da bu şiiri benimle paylaşmıştı. Şiir basitti ama o mükemmel sözleri aniden benim de günlük yaşantının bir parçası haline gelivermişti. Babamla bu konuşmayı yaptıktan yaklaşık bir ay kadar sonra bir arkadaşımdan postayla bir hediye aldım. Yılın her gününde değişik bir sözün yazıldığı sözler kitabı gibi bir şeydi. İnsan yılın günlerini belirten bir şey aldığında otomatikman doğum gününüzde ne yazdığına bakmak istiyor. Kitabın benim için neler yazdığım görmek için aceleyle 10 Kasım sayfasını açtım. Bir kez daha baktım, gözlerime inanamadım. Doğum günümde babama yıllarca destek veren o şiir yazılıydı! Bu şiir Huzur Duası olarak adlandırılmaktadır: Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem için huzur; değiştirebileceğim şeyleri değiştirmem için cesaret ve aralarındaki farkı anlayabilmem için akıl ver. Barry Spilchuk |
Huzur Içinde Yat HUZUR İÇİNDE YAT Donra’nın dördüncü sınıf öğrencileri geçmişte gördüğüm sınıflardan farklı değilmiş gibi görünüyorlardı. Öğrenciler beş sıra olarak sıralanmış altı sırada oturuyorlardı. Öğretmen masası en önde öğrencilere bakıyordu. Panoda öğrencilerin çalışmaları asılıydı. Bir çok açıdan geleneksel bir ilkokul havası hissediliyordu. Yine de sınıfa ilk girdiğimde bir şey bana farklı görünmüştü. Belirli bir heyecan söz konusuydu. Donna, emekliliğine sadece iki yıl kalmış, Michigan’da küçük bir kasaba öğretmeniydi. Ayrıca benim tarafımdan bölge çapında düzenlenmiş personel geliştirme projesine gönüllü olarak katkıda bulunuyordu. Eğitim sürecinde öğrencilerin kendilerini iyi hissetmeleri ve yaşamlarının sorumluluğunu üstlenmeleri baz alınıyordu. Donra’nın işi eğitim sürecine katılmak ve sunulan kavramları uygulamaya koymaktı. Benim işim ise, sınıf ziyaretleri yapıp, uygulamaya hız kazandırmaktı. Arka sıralardan birine oturdum ve izlemeye koyuldum. Bütün öğrenciler bir şeyler yazıp karalıyorlardı. Benim yanımda oturan 10 yaşındaki kız öğrenci kağıdını “Ben Yapamam” cümleleriyle doldurmuştu. “Futbol topunu kaleye gönderemem.” “Üçlü sayılarla bölme işlemi yapamam.” “Debbie’nin beni sevmesini sağlayamam.” Sayfanın yarısı dolmuştu ve yazmaktan bıkmışa benzemiyordu. Kararlılıkla ve ısrarla yazmaya devam ediyordu. Öğrencilerin defterlerine bakarak sıraların arasında yürümeye başladım. Hepsi de cümleler yazıyorlar ve yapamadıkları şeylere tanımlıyorlardı. “On atış üst üste yapamam.” “Sol alanda vuruş yapamam.” “Bir kurabiye ile yetinemem.” O anda egzersiz bende merak uyandırdı. Öğretmene ne olup bittiğini sormaya karar verdim. Yanına yaklaşınca öğretmenin de yazmakla meşgul olduğunu gördüm. En iyisinin rahatsız etmemek olduğuna karar verdim. “John’un annesini zorla veliler gününe getiremem.” “Kızımdan arabaya benzin koymasını isteyemem.” “Alan’dan bileğini değil, kelimeleri kullanmasını isteyemem.” Öğretmenin ve öğrencilerin “Yapabilirim” türü olumlu cümleler kurmak yerine neden böyle bir olumsuzluğa saplandığı düşüncesine karşı savaş verirken oturduğum sıraya geri döndüm. Yeniden etrafımı izlemeye koyuldum. Öğrenciler bir on dakika daha yazmaya devam ettiler. Çoğu kağıtlarını doldurmuş, başka kağıda geçmişti. Donna, “Elinizdeki kağıda bitirin, ama başka bir kağıda geçmeyin.” Diye seslenerek egzersizin sonuna geldiklerini vurguladı. Öğrencilere kağıtlarını ikiye katlamalarını ve teslim etmelerini söyledi. Öğrenciler kağıtlarını öğretmen masasının üzerindeki boş ayakkabı kutusunun içine koydular. Bütün kağıtlar toplanınca Donna kendi kağıdını da kutuya koydu. Kutunun kapağını kapadı. Kutuyu kolunun altına aldı ve kapıdan çıkıp koridorda ilerledi. Öğrenciler öğretmenin peşinden giderken ben de öğrencilerin peşine takıldım. Koridorun ortasında yürüyüş tamamlandı. Donna güvenlik odasına girdi ve elinde bir kürekle dışarı çıktı. Bir elinde kürek bir elinde ayakkabı kutusu öğrenciler arkasında bahçenin en uzak köşesine doğru yol aldılar. Ve kazmaya başladılar. “Yapamam” cümleciklerini gömeceklerdi! Kazma işlemi yaklaşık on dakika sürdü, çünkü bütün öğrenciler sırayla kazıyorlardı. Çukur bir. Bir buçuk metre olunca kazma işlemi sona erdi. “Yapamam” cümlecikleri kutusu çukurun dibine kondu ve üzeri toprakla örtüldü. Otuz bir tane on – on bir yaş çocuğu, yeni kazılmış çukurun başında bekleşiyorlardı. Her birinin bir metre aşağıdaki kutunun içinde en az bir sayfa süren “Yapamam”cümlecikleri vardı. Öğretmenin de öyle. “Arkadaşlar, bugün burada ‘Yapamamlar’ anısına toplandık. Yeryüzünde bizimle birlikteyken bir şekilde hepimizin hayatına girdi: kimimizinkine az, kimimizinkine çok. Adı her okulda, toplantı salonunda, hatta Beyaz Saray’da bile anıldı. ‘Yapamamlar’ı sonsuz uykusuna göndermeye karar verdik. Erkek ve kız kardeşleri ‘Yapabilirim’, ‘Yapacağım’ ve ‘Yapıyorum’ hayatlarına devam ediyorlar. Onlar ‘Yapamamlar’ kadar ünlü, güçlü ve kuvvetli değildirler. Belki bir gün sizin de yardımınızla dünyaya ayak izlerini bırakabilirler. İnşallah, ‘Yapamamlar’ huzur içinde yatarlar. İnsanlar onlar olmaksızın hayatlarına devam edebilirler. Amin.” Bu methiyeyi dinlerken öğrencilerin hiç birinin bugünü unutamayacaklarını düşündüm. Bu aktivite oldukça sembolik bir anlam taşıyordu. Gerek bilinçten, gerekse bilinç dışından asla silinmeyecek bir beyin egzersizi gibiydi. “Yapamam”cümlecikleri yazmak, onları gömmek ve methiye dinlemek. Bunların hepsi de öğretmenin gayretleri ile gerçekleşmişti. Methiyenin sonunda öğrencilerini etrafında topladı ve onları sınıfa götürdü. “Yapamamlar”ın ebediyete intikalini keklerle, patlamış mısırlarla ve meyve sularıyla kutladılar. Kutlamaların bir parçası olarak, Donna kalınca bir kağıttan mezar taşı kesti. En üste “Yapamam”ı, en alta o günün tarihini yazdı. Kağıttan yapılmış mezar taşı o yılın anısına Donna’nın sınıfına asıldı. Nadiren de olsa öğrencilerden biri unutup, “Yapamam” dediğinde Donna bunu gösterdi. Öğrenciler de böylece “Yapamamlar”ın öldüğünü hatırlayıp, yeni cümle kurmak zorunda kaldılar. Donna’nın öğrencilerinden biri değildim. O benim öğrencilerimden biriydi. Yine de o gün ben ondan ömür boyu unutamayacağım bir ders aldım. Şimdi yıllar geçmesine rağmen, ne zaman “Yapamam” gibi bir cümle duysam, dördüncü sınıf öğrencilerinin düzenlediği cenaze merasimi gelir aklıma. Ben de öğrenciler gibi “Yapamamlar”ın öldüğünü anımsarım. Jack Canfield * Mark Victor Hansen / Tavuk Suyuna Çorba |
Bu Yükü Niye Taşıyorum Demeyin! BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM DEMEYİN! Brenda yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda'nin gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu. Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkânsızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah'a dua edebilirdi yalnızca. Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı. "Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et." Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri "Aranızda lens kaybeden var mı?" diye bağırdı." Brenda'nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti. Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacakti: "Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa,senin için taşıyacağım.." |
Sol Kol Sol Kol Japonya'da bir çocuk 10 yaşlarindayken bir trafik kazasi geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmiş. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya'nin ünlü bir Judo ustasına gidip yapilacak bir şeyin olup olmadığını sormuş.. Hoca: Getir çocuğu ..bir bakalim, demiş. Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına.. Hoca çocuğu süzmüs ve: Tamam demiş.. Yarın eşyalarını getir, Çalışmalara basliyoruz. Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve "bu hareketi çalış" demiş. Çocuk bir hafta aynı hareketi çalısmış.. Sonra hocasınin yanına gitmiş. Bu hareketi ögrendim baska hareket göstermeyecek misiniz?" diye sormuş. Hocanın cevabı: - Çalışmaya devam et olmuş... 2 ay,3 ay,6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş.. Çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış. Hocanın yanına tekrar gitmiş: Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana baska hareket göstermeyecek misiniz? - Sen aynı hareketi çalış oglum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz.. 2 yıl ,3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş. Bir gün hocası yanına gelip. ..."Hazir ol ! " demiş.. "Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın!".. Delikanlı şok olmuş.. Hem sol kolu yok hem de judo da bildigi tek hareket var. Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış. Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmis. Derken.. ikinci ,üçüncü maç....çeyrek, yari final ve final... Finalde Delikanlının karşısına ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmış. .... Tam bir üstat, delikanlı dayanamayıp hocasının yanına kosmuş.. "Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var.. Bu kadar bana yeter.. Bari çıkıp ta rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim.." - Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş. Yenilirsen de namusunla yenil. Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç baslamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak.! Yenmiş rakibini şampiyon olmuş. Kupayı aldiktan sonra hocasının yanına koşmuş: -Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım ? -Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir, İkincisi de o hareketin tek bir karşi hareketi vardir. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.! Bunu anlatan kişi bir de şunu ekledi: " İnsanlarin eksiklikleri bazen, aynı zamanda en güçlü tarafları olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik kafalarinda olmasin..!! |
Seviyorum Demek Için Geç Kalmayın SEVİYORUM DEMEK İÇİN GEÇ KALMAYIN "Seni seviyorum" diyebilmek.. . 15 yıl kadar önceydi. Tommy'yi ilk o gün görmüştüm. 'İnancın Tarihi' dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı'ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana, imalı imalı "Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun, hocam?" dedi... "Hayır" dedim, yumuşakça. "Yaa..." dedi. "Oysa senin bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum hocam..." Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım: "Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak, bir gün, eminim." Tommy omzunu silkip yürüdü. Mezuniyetten sonra izini kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana. Ölümcül kansere yakalanmıştı. Odama girdiğinde zayıflamış, çökmüştü. Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü. Ama gözleri hâlâ pırıl pırıldı. "Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi. "Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim. "Tabii," dedi... "Ne öğrenmek istiyorsun?" "Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?" "Daha kötüsü olabilirdi. 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınları becermek ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak sanmak gibi..." Sonra niye geldiğini anlattı: "Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup bulamayacağımı sormuş, 'Hayır' yanıtı alınca şaşırmıştım. Sonra 'Ama o seni bulur' dedin... İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söyleyince, Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden. Habis ur diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca sabahlara kadar dualar etmeye başladım. Hiçbir şey olmadı... Bir sabah uyandığımda, ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim, aniden. Ömrümün geri kalan vaktini, Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm.. 'En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmektir. Bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine 'Seni seviyorum' diyemeden gitmektir' demiştin. Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte... En zorundan başladım. Babamdan..." Oğlu yanına geldiğinde babası gazete okuyormuş. "Baba seninle konuşmam lazım" demiş, Tommy. "Peki konuş oğlum." "Yani çok önemli bir şey..." Babası gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı: "Neymiş o bakalım?" "Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim..." Tommy gülümsedi, arkasını anlatırken.. Babasının elinden yere düşmüş gazete. Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış: Tommy'ye sarılmış ve ağlamış. Sabaha kadar konuşmuşlar. Babası ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde. "Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam etti Tommy. "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar... Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece. Ölümün gölgesi üzerime düşünce kalbimi açıyordum, bana aslında çok daha yakın olması gereken insanlara." "Tommy" dedim, "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa... Sen Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz. Ama hayatını sevgiye açarsan o gelir seni bulur... Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim: "Tommy bana bir iyilik yapar mısın? Bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?" Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün. Ölümle hayatı sona ermemişti tabii. Şekil değiştirmişti. Büyük bir adım atmıştı sadece... İnanmaktan, görmeye geçmişti. Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk. "Söz verdiğim derse gelemeyeceğim. Çok halsiz ve bitkinim hocam," demişti. "Anlıyorum Tommy!" "Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam? Sen anlatır mısın? Herkese, bütün dünyaya benim için anlatır mısın?" "Anlatırım Tommy" dedim... "Anlatırım, merak etme..!" İnsanlara "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize gerek yok. Şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz. Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin. Hem... Şimdi başlamazsanız, belki de söyleme şansınız hiç olmayabilir. . |
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken, şaşkınlığını gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi. Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün cesaretini toplayarak: -Baloncu amca, dedi. Biliyor musun benim hiç balonum olmadı. Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra: -Paran var mı? diye sordu. sen onu söyle. -Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak. -Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim. Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Bir kaç adım attıktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı. Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı. Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken,baloncu ona doğru dönerek: -Küçük, diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan birini sana veririm. Yapılan teklif, yavrucağın aklını başından almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım-adım yaklaşırken duyduğu heyecan, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet onları seyretti vedallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa, dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu. İster istemez balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adam dönerek: -Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o? Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra: -Seninki ağaçta kaldı evlat, dedi. İstersen çık al. Çocuk bu sefer ayakta bile duramadı. Kaldırım kenarına oturup baloncununuzaklaşmasını bekledikten sonra, dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak: "Olsun", diye mırıldandı. "Olsun." Ağacın üzerinde kalsa da, bir balonum var ya artık.. |
Baldan Umut.... Baldan Umut.... Köyün birinde arıcılıkla uğraşan bir ailenin beş altı yaşlarındaki çocuğu yemeden içmeden kesilivermiş. Su ve bal dışında bir şeyin yüzüne bakmıyormuş. Ne ekmek, ne süt, ne şeker kesinlikle yemiyormuş. Ailenin, akrabaların, arkadaşların, tüm köy halkının çabaları işe yaramamış. Ufaklık balı parmaklıyor, başka hiçbir şeyi ağzına koymuyormuş. Gitikçe zayıflayan çocuğu doktor doktor, hoca hoca gezdirmişler. Büyülere, telkinlere götürmüşler. Para etmemiş. Çocuğun gözü baldan başka bir şey görmüyormuş. Tabii ağzı ve midesi de öyle... Sonra bir gün bilen kişiler bir erenden övgüyle bahsetmişler. Her gün bir kapıya giden aile, iskelete dönen çocuğu alıp eren kişinin kapısına varmış. Yaşlı adam onları uzun uzun dinledikten sonra bir iç geçirmiş ve demiş ki: - "Bilmiyorum, belki elimden bir şey gelir ama bana on gün müsaade etmeniz gerekir. Yine de size söz veremem. On gün sonra ne olur bilemem. Belki bir yardımım dokunur." Ailenin tüm ısrarlarına rağmen yaşlı adam on gün sonra görüşmek üzere onları yolcu etmiş. On gün boyunca çocuğu kapı kapı gezdiren, ufaklığın hiçbir telkin tınmayan sabit bakışlarını ve iyice güçsüzleşen bedenini umutsuzca izleyen aile, on gün sonra yaşlı adamın karşısına çıkmışlar. Yaşlı adam sabırsızlıkla kendisine bakan anneyle babanın elinden çocuğu tutup yanına çekmiş, ona şöyle bir bakmış: - "Baldan başka şeyler de yeniyor, daha iyi oluyor..." demiş ve bir parça ekmek uzatmış. Çocuk da başını sallayıp ekmeği kemirmeye başlamış. O günden sonra her şeyi yemeğe başlayan çocuğun ailesi bayram etmiş tabii. Ama babası bir yandan da büyük bir meraka düşmüş. "Bu dervişin söyledilerini bin kere başkaları da söyledi. Daha güzel, daha etkileyici laflar edenler de oldu. Ama çocuk niye bu adamı dinledi? İhtiyardaki keramet nedir? Dur hele... Belki işime yarar... İşin sırrını öğrenirsem herkese istediğim her şeyi yaptırırım" deyip yaşlı adamın peşine düşmüş. Onu görür görmez dolambaçlı yollardan sorusunu sormuş. Derviş bu karmaşık laflar içindeki soruyu farkedince gülümsemiş. "Basit" demiş. "Ben de bal düşkünüyüm. Kulübenin arkasında iki kovan var. Bazı günler sadece bal yiyorum. Başka şey yemek hiç canım istemiyor. Zorunluluktan yiyorum. Siz çocuğu getirdiğinizde ağzımdan çıkan sözün sahibi olmak için on gün müsaade istedim ve on gün ağzıma bal koymadım. Zor oldu ama başardım. Gördüm ki baldan başka şeyler de yenirmiş. Bunu söyledim. Çocuk benim kendi söylediklerime yürekten inandığımı hissetti. Bu nedenle inandı" demiş ve keramet avcısı babanın gözlerine bakıp sözlerini şöyle bitirmiş: "Yürekten akan sözler yüreğe akar. Ağızdan çıkan sözler ise bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar..." |
Doğum Günü Hediyesi DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi. "İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum." Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi. "Benim ikizler acıkmıştır." Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden dört-beş tane çıkardı. Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu. Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!.. "Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum." "Kim bu adam?" diye sordum. "Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla." Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum. "Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu. "Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana bugün pasta gibi ekmek vereceğim." Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi. "Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?" |
Deniz Yıldızı DENİZ YILDIZI Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır: - Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun? Genç adam yanıtlar; - Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar; - Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var. Ne fark eder ki? Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır. - Onun için fark etti ama... |
Şimdilik benden bu kadar böyle güzel hikayeler buldukça ekleyeceğim sizlerde paylaşın arkadaşlar yazılarımız yazıldığı gibi kalmasın paylaşılan herşey büyür sevgi gibi ve tualimforum gibi tabiki:) |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:08 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2