tualimforum.com

tualimforum.com (http://www.tualimforum.com/)
-   İçinizden Geldigi Gibi (http://www.tualimforum.com/icinizden-geldigi-gibi/)
-   -   Tavuk Suyuna Çorba-Hikayeler (http://www.tualimforum.com/icinizden-geldigi-gibi/18865-tavuk-suyuna-corba-hikayeler.html)

Okyanus 15.11.08 12:05

Tavuk Suyuna Çorba-Hikayeler
 
http://img161.imageshack.us/img161/7...26887rsqv5.jpg


Jack Canfield ve Mark Victor Hansen, Amerika’nın en sevilen iki hatibi, insanların yüreklerini ısıtan, en sevilen ve en iyi öyküleri bu kitapta toplamışlar. Canfield ve Hansen, yaşadığınız kötü anlarla başa çıkabilmeniz için sizi, sepri, bilgelik, ümit ve kudretle tanıştırıyorlar. Özenle seçilmiş öyküler yolunuzu aydınlatacak ve neyn mümkün olduğuna iişkin örnekler sunacak.



Kitabı E-Kitap olarak indirmeye çalıştım arkadaşlar ama indirdiğim tüm programlar bozuk çıktı bende yazmaya karar verdim başka duygusal bulduğum hikayelerde ekleyecegim umarım beğenirsiniz.

Okyanus 15.11.08 12:38

CD-Tavuk Suyuna Çorba Hikayeler
 
''CD''

19-20 yaşlarında bir delikanlı amansız bir hastalığa yakalanmış. Doktorlar birkaç ay içinde öleceğini söylemişler. Bu haber üzerine delikanlı kendini hayattan soyutlayıp, amaçsızca dolaşmaya başlamış. Bir gün, kaset, CD, kitap satan bir mağazaya girmiş. Rafların arasında bakınırken, bir kenarda duran tezgahtar kızı görmüş ve ondan çok hoşlanmış. Hatta, orada daha uzun kalmak ve kızla konuşabilmek için bir CD almış.


Aralarındaki muhabbet sadece alışveriş için olsa da, bu, oğlanı çok mutlu etmiş. Ertesi gün tekrar aynı yere gidip bir CD daha almış. Bu vesileyle kızla yine sohbet etmiş. Artık her gün mağazaya uğrayıp, sırf kızla birkaç kelime edebilmek için CD alıp duruyormuş. Derdi müzik değil, kızla konuşmakmış ya, bu yüzden her seferinde kıza, "Ne önerirsiniz?" diye sorup, onun söylediği CD'yi alıyor ama eve gidince bir kenara atıyormuş. Dolayısıyla hiçbirini açmayıp odasında bi yere fırlatmış.


Kızla araları her geçen gün daha iyi olmuş. Ancak konuşmaya cesaret edemediği için, bir kağıda, "Senden çok hoşlandım, lütfen görüşelim" yazmış, altına da adres ve telefonunu eklemiş. Bu küçük notu kızın tezgahının altına gizlice koymuş. Kız maalesef bu yazıyı günler sonra farketmiş ve gördüğünde çok mutlu olmuş. Çünkü o da çocuktan hoşlanıyormuş.

Kızcağız o kadar heyecanlanmış ki, delikanlıyı telefonla aramaktansa , notu da geç gördüğü için yüzyüze görüşmek için evine gitmiş. Kapıyı üzüntülü olduğu her halinden belli olan orta yaşlı bir kadın açmış. Kadın, oğlunu soran bu tatlı kıza ağlayarak sarılmış ve çocuğun birkaç gün önce öldüğünü söylemiş. Dünyası yıkılan kız ağlayarak oradan uzaklaşmış.

Bir süre sonra delikanlının annesi oğlunun eşyalarını toplarken dolabında açılmamış bir sürü CD bulmuş. Bunların ne olduğunu anlayamayıp birini ambalajından çıkarmış. İlkinde gördüğü not üzerine hüngür hüngür ağlamaya başlamış ve hepsini açmış. Her CD'nin içinde, tezgahtar kızın el yazısıyla aynı not varmış: "Senden çok hoşlandım, lütfen görüşelim".

Okyanus 15.11.08 12:40

Siyah Duvar-Tavuk Suyuna Çorba Hikayeler
 
Siyah Duvar

Ayni kalp rahatsizligindan ayni kaderi paylasan iki yasli adam ayni odayi da paylasiyorlardi. Tek fark biri cam kenarinda biri duvar dibinde yatiyordu. Cam kenarindaki yasli adam her gun camdan bakarak arkadasina disarisini anlatirdi.

-"Bu gun deniz sakin, yine hafif ruzgar var sanirim cunku uzaktaki teknenin yelkenleri ruzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salincak dolu iki salincak bos, dunku sevgililer yine geldi, ayni yere oturup konusmaya basladilar. el ele tutustular, ne kadar da yakisiyorlar birbirlerine. Erguvan agaclari ne guzel acmis her yer mor bir renk almis, erik agaclarida beyaz cicekleriyle onlara eslik ediyor. Denizin uzerindeki martilar bu gunku yemlerini ariyorlar, ne guzel de daliyorlar suya"


Gunler boyle gecip gidiyordu ta ki cam kenarindaki yasli adam kalp krizi gecirene kadar, iste o anda duvar kenarindaki adam dusmeye bassa kurtaracakti arkadasini ama seytana uydu, bunca zamandir sadece dinleyebiliyordu, artik gorebilirdi de, iste iste bunun icin dugmeye basmadi ve hemsireyi cagirmadi. Ayni kaderi paylastigi kisiyi olume gonderdi, ama o bunu hakli bir savunma oldugunu dusunuyordu.

Ertesi gun hasta bakicilar olen yasli adamin yerine kendisini koymaya gelmislerdi. Hemen yataginin yerini degistidiler. Iste o gunlerdir bakmak istedigi manzarayi nihayet gorebilicekti. Basini kaldirdi ve bakti...
Gordugu sey simsiyah bir duvardi...

Okyanus 15.11.08 12:55

Misafir öğrenci
 
MİSAFİR ÖĞRENCİ

Andrea ve diğer öğrencileri ülkelerinden getiren otobüsü karşılamaya gittik. Bunlar Slovakya'dan gelen misafir öğrencilerdi. And­rea, İngilizce konuşuyordu, ama oldukça heyecanlıydı. Onun ürperdiğini hissedebiliyordum. Biz, beş çocuklu bir aileyiz. Çocuklarım misafir öğrencilere o kadar alışıklar ki ona rahatça yaklaştılar. Andrea'yı kucaklamak istediler. Sonradan öğrendiğimiz üzere Andrea böyle sarılmalara pek alışık değildi. Biz ailece birbirimize çok sarılırız. Gün boyunca binlerce kere birbirimizi kucaklarız. Andrea dikkatle bizi göz­lüyordu. Bizi sarılırken her gördüğünde yüzünde mutlu bir ifade beliriyordu. Hoşuna gidiyordu. O da sarılmak istiyordu.

Bana Avrupa'da geçirdiği çocukluk yıllarını anlattı. Annesi çok sevecenmiş; Andrea'nın deyişiyle Avrupa tarzında sevgi dolu bir ilişkileri varmış. Oysa küçüklüğünden bu yana annesi onu hiç kucaklamamış.

1992yazını bizimle geçiren Andrea ailemizin bir parçası olmuştu. Her geçen gün birbirimize karşı sevgimiz artmıştı. Birbirimizi sürekli ku­caklıyorduk.

Andrea sarılmanın tadına varmıştı. En önemlisi bu duygusal de­neyimi annesiyle paylaşma ihtiyacı duyduğunu öğrenmişti.

Ağustos sonunda Andrea Slovakya'ya geri döndü. Uçakla Münih'e uçtu, annesi onu havaalanında karşılayacaktı. Annesi onu her zamanki sevecen gülüşü ve sevecen konuşmalarıyla karşılamış ve valizleri taşımasına yardımcı olmuş.

Andrea tüm sevecenliğiyle annesinin koluna asılmış ve "Anne, ben sana sarılmak istiyorum." demiş, Andrea'nın ilettiğine göre annesi bir müddet ne yapması gerektiğini bilememiş. Andrea annesinin gözlerinin içine bakmış, her ikisinin gözleri yaş dolmuş. Andrea, "Anneciğim ben sana sarılma ihtiyacı duyuyorum. Senin de bana sarılmam çok is­tiyorum." demiş. Birbirlerini kucaklamışlar. Havaalanının karşılama salonunda bir milim bile ilerleyememişler. Andrea üç saat boyunca aynı noktada kaldıklarım söyledi. Ağlamışlar ve birbirlerine sarılmışlar. Ko­nuşmuşlar. Yine ağlamışlar, yine sarılmışlar ve daha fazla konuşmuşlar. Andrea çocuklarım sarılarak yetiştireceğim söylüyor. Annesinin de bun­dan oldukça memnun olduğunu belirtiyor.

Mary Jane West-Delgado

Okyanus 15.11.08 12:56

Evrensel Ilaç
 
EVRENSEL İLAÇ

Ne yedek parçası var, ne pili

Ne peşinat gerekiyor, ne aylık taksit

Enflasyona karşı dayanıklı, vergiden muaf

Gerçekten dinlendirici



Çalınmaz, etrafı kirletmez

Herkese uyar, katıksızdır

Çok az enerji harcar

Ama çok iyi sonuçlar verir



Tansiyonunuzu düşürür, stresinizi azaltır

Mutluluğunuza mutluluk katar

Depresyona karşı savaşır, yüzünüzü güldürür

Öz-güveninizi arttırır



Dolaşım sisteminizi çalıştırır

Yan etkileri yoktur

Sanırım en kusursuz ilaç odur:

Dostlarım reçetesini yazıyorum... bu kucaklamaktır!

(Şüphesiz karşılıklı olanı!)

Henry Matthew Ward

Okyanus 15.11.08 12:58

Sevgi üzerine
 
SEVGİ ÜZERİNE
ÖNEMLİ BİR İŞ

Seattle'dan Dallas'a giden uçağa en son bir kadın ve üç çocuk bin­diler. "Ne olur benim yanıma oturmayın" diye geçirdim İçimden. "Ya­pacak bir sürü önemli işim var." Birkaç dakika sonra, on bir yaşındaki kız çocuğuyla dokuz yaşındaki erkek çocuğu neredeyse tepeme tırmanmışlardı. Kadın ve dört yaşındaki kız çocuğuysa arkamda otu­ruyorlardı. Büyük çocuklar itişip dururken, dört yaşındaki ufaklık koltuğumu tekmeliyordu. Erkek çocuğu her beş dakikada bir ablasına "Şimdi neredeyiz?" diye soruyordu. Kız, "Kapa çeneni" dedikten sonra aynı itişip kakışma ve sorgu sual yeniden yaşanıyordu.

"Şu çocukların önemli işten anladıkları yok" diyerek kendi kendime hayıflanıyordum. Sonra birdenbire İçimden bir ses bana onları sev dedi. Bir yandan da kendi kendime "Bu çocuklar tam sopalık. Benim ya­pacak Önemli İşlerim var." diyordum, içimden gelen ses sorgulamalarımı yanıtladı, onları kendi çocuklarınmış gibi sev.

İçindekilere dön

Onlara uçuş rotamızı anlattım, uçuşumuzu çeyreklere böldüm ve Dallas'a ne zaman varacağımız konusunda tahminde bulundum.

Birazdan bana hastanedeki babalarım görmeye gittikleri Seattle se­yahatlerin! anlatmaya koyuldular. Konu konuyu açtı; uçma, havacılık, bilim ve yetişkinlerin hayat görüşleriyle ilgili sorular sordular. Zaman çarçabuk geçti ve benim önemli işler de kaldı.

Uçak inişe hazırlanırken, babalarının nasıl olduğunu sordum. Ses­sizleştiler, erkek çocuk "Öldü" yanıtını verdi.

"Oh, çok üzüldüm."

"Ben de öyle. Ama beni küçük erkek kardeşim daha fazla tasalandırıyor. O bununla zor başedeceğe benziyor."

O anda konuştuklarımızın esasında hayatta karşı karşıya kaldığımız en önemli işler olduklarım fark ettim; yaşamak, sevmek ve kalp kınklığına rağmen büyümeye devam etmek. Dallas'ta birbirimizle vedalaştığımızda, erkek çocuk elimi sıktı ve uçakta ona öğretmenlik yaptığım için bana teşekkür etti. Ben de bana öğrettiklerini düşünerek ona teşekkür ettim.

Dan S. Bagley

Okyanus 15.11.08 12:58

Yolumdan Bir Melek Geçti
 
YOLUMDAN BİR MELEK GEÇTİ

Yirmi yıldan beri çocuk fotoğrafları çekiyorum. Şükran Günüydü. Bir çocuktan oldukça özel bir hediye aldım. Emily bembeyaz elbiseler içinde karşımda oturuyordu. Altı aylık bu minik kız oturduğu yere adeta sarmalanmıştı.

Annesi, "Emily bugün kendini pek iyi hissetmiyor" dedi. Minik kızın yüzü kıpkırmızıydı; dik oturmaya çalışırken başı bir o yana, bir bu yana düşüyordu. Birkaç poz denemesinde bulundum, ama bir türlü başarılı olamadık. Sonunda, Emily'ye yaklaştım ve onunla konuşmaya baş­ladım. "Aynen bir meleğe benziyorsun" dedim.

Minik kız o anda poz verdi, fakat bir o yana, bir bu yana sallanan başı daha fazla dikkat çekti. Bana, benim bir şeyim yok sadece bu gün kötü bir gün geçirdim dercesine bakıyordu. Emily meleğe benziyor, o zaman fotoğrafını buna uygun çekeyim diye düşündüm.

Stüdyomda, yumuşacık, bembeyaz, gerçek ördek kanatlarından ya­pılmış melek kanatları vardı. Ayrıca, başına da çiçeklerle bezenmiş bir taç kondurdum. Oturağına sarmalanmış, bulutların üstünde gezinen meleği fotoğraflamaya çalıştım.

Farkında değildim, ama annesi sessiz sessiz ağlıyordu. "O bir melek. Dün beyninde doğuştan bir özür olduğunu öğrendik. Bu birlikte ilk ve son Şükran Günümüz olacak" dedi. "Bir seneden fazla ya­şamıyorlarmış. Onu karnımda taşırken, doktorların söylediklerine harfi harfine uydum. Sigara içmedim. Diyetimi yaptım, ama beyni doğ­duktan sonra gelişmezmiş. Bu oldukça nadir rastlanan bir durummuş, böyle 435 vaka varmış."

"Siz Emily'yi gerçek haliyle gördünüz. O bir melek. Onu böyle se­viyoruz. Yeryüzüne Tanrının sahip olduklarımıza şükretmemiz gerektiğini söylediğini iletmek üzere gelmiş. Siz bunu yakaladınız. Bazen onunla konuştuğunuzda sakinleştiğini ve huzur içinde olduğunu hissediyorsunuz. Bebek diliyle bir şeyler gevelemeye başlıyor ve neredeyse söylediklerim anlıyorsunuz. Sanki size gerçekten birşeyler söylemeye çalışıyormuş gibi. Bu fotoğraflar gerçekten çok önemli. Daha ne kadar bizimle olacağını bilmiyoruz. Siz bizim minik meleğimizi ölümsüzleştirdiniz."

Boğazımda bir düğüm, "Meleğinizi benimle paylaştığınız için te­şekkür ederim. Ne mutlu bana ki benim yolumdan da geçti!" dedim.

Larry Miller

Okyanus 15.11.08 12:59

Kaçırılan Fırsatlar
 
KAÇIRILAN FIRSATLAR

Eşime, 3 yaşındaki kızım Ramanda'ya göz kulak olmayı önerdim. Böylelikle, o da bir arkadaşıyla dışarıya çıkabilecekti. Ramanda, öteki odada oyuncaklarıyla oynarken, ben de kendi işlerimi yapacaktım. ilk önce sorun yoktu. Biraz sonra sessizlik dikkatimi çekti, "Ramanda, ne yapıyorsun?" diye seslendim. Yanıt alamadım. So­rumu tekrarladım. "Hiçbir şey" dediğini duydum. Hiçbir şey? Hiçbir şey de ne demekti.

Masamdan kalktım ve oturma odasına koştum. Ramanda o anda hole doğru fırladı. Merdivenlerden çıkarken arkasından gittim. Hemen yatak odasına girdi. Aradaki mesafeyi kapatmıştım. Oradan banyoya geçti. Onu köşede yakaladım. Yanıma gelmesini söyledim. Reddetti. Otoriter baba sesimi takındım, "Küçük bayan, sana buraya gelmeni söylüyorum."

Yavaş yavaş yanıma doğru geldi. Elinde eşimin yeni rujundan ka­lanlar vardı. Yüzünün her karesi parlak kırmızı renge boyanmıştı (du­dakları hariç)!

O korku dolu gözler, titreyen dudaklarla bana bakarken, benim ku-lağımda çocukken bana söylenenler çınlıyordu; "Bunu nasıl yaparsın? Böyle yapmaman gerektiğini biliyordun. Bu ne kötü davranış. Sana kaç kere böyle yapmaman söylendi..." O anda bütün mesele o eski me­sajlardan birini seçmekti. Böylece ne kötü bir kız olduğunu anlayacaktı. Ne yapacağıma karar vermeden önce eşimin Ramanda'ya bir saat önce giydirdiği "bluz" dikkatimi çekti. Üzerinde, "BEN KUSURSUZ BİRmeleğim!" yazılıydı. Bir kez daha korku dolu gözlerine baktım. Karşımda anne babasını dinlemeyen kötü bir kız değil de, Tanrının bize bahşettiği bir çocuk... değerli mi değerli, küçücük kusursuz bir melek, neredeyse suçlamak üzere olduğum bir mükemmellik, bir değer du­ruyordu.

"Bir tanem, çok güzel görünüyorsun! Hadi bir fotoğrafım çekelim de annen bu özel halini görebilsin." Fotoğrafım çektim ve Tanrıya bize ku­sursuz küçük bir melek verdiği için şükretme fırsatını kaçırmadım.

Nick Lazaris

Sevmeyi ancak severek öğrenebiliriz.

Iris Murdoch

Okyanus 15.11.08 12:59

Mavi Gül
 
MAVİ GÜL

Yıllarımı duygusallıktan uzak ve bağlanmaktan korkan erkeklere aşık olarak tükettim, ilişkilerim acı doluydu. Evlenmek istiyordum. Radikal bir değişikliğe gitmem gerektiğinin farkındaydım.

Bir gün dua etmeye karar verdim. "Tanrım, doğru birini nasıl bulacağımı bilmiyorum. Yalvarırım, kutsal sevgilimi benim için sen seç ve ikimizi de bu birlikteliğe hazırla. Ve Tanrım, onu benim için seçenin sen olduğunu anlayabilmem için de bana mavi bir gülle gelmesini sağla."

Beş ay boyunca her gün kutsal sevgilimin bana o gün geleceği umu­duyla yaşadım. Hep o günün doğru gün olduğunu düşündüm.

Her gün kontrolü elimden biraz daha bıraktım ve beni seven Tanrıya kendimi biraz daha açtım. Her gün etrafta mavi bir gül aradım.

Beni kullandığım düşündüğüm son erkek arkadaşımı terk ettikten on iki gün sonra Alan Cohen'in konuşma yaptığı bir iletişim ağının yemeğine katıldım, Cohen, insanları etkimiz altına alabilme gücümüzden söz etti. Bu beni öyle etkiledi ki, katılımcıları bu tür bir egzersiz yapmaya davet ettiğinde hiç düşünmeden atladım. O anda yüzden fazla insan bir partner bulabilmek için birbirine karıştı.

Herkes sessizdi. Genç ve mavi gözlü bir adam karşımda durdu. Elele tutuştuk ve birbirimizin gözlerine bakmaya başladık. Egzersiz gereğince, "Beni etkin altına alabilir misin?" diye sordum. Birkaç dakika boyunca sessizce bana koşulsuz sevgi verdi. Sonra o bana "Beni etkin altına ala­bilir misin?" diye sordu ve ben de ona sevgi verdim. Birbirimize başka hiçbir şey söylemedik.

Egzersiz bitti ve yerlerimize oturduk. Şaşkınlık içindeydim. Birkaç dakika sonra genç adam yanıma geldi ve kendini tanıttı. Adının David Rose (Rose Türkçe'de gül anlamına gelmektedir) olduğunu söyledi. O anda Tanrının bana mavi gözlü gülümü gönderdiğim anladım.

Bir yıl sonra da evlendik.

Brenda Rose

Okyanus 15.11.08 13:00

Ufacık Bir Not
 
UFACIK BİR NOT

Canlı çiçek güzelliğin en büyük simgesidir. Ara sıra bir buket gül toplar veya kusursuz bir gül bulur, bir komşuma, arkadaşıma veya akrabama veririm.

Bir sabah erkenden kendim için çok güzel kokan dayanıklı güllerden bir buket derledim. Güllere sadece göz zevkim için saatlerce bakabilirdim. Benim için ne kadar hoş olduklarım düşünürken, içimden gelen sakin ve kibar bir ses onları bir arkadaşıma vermemi söyledi.

Doğru eve girdim ve çiçekleri bir vazoya yerleştirdim. Sonra da üzerine ufacık bir not yazdım: Arkadaşıma. Yolun karşısına geçtim ve bu­keti en yakın arkadaşlarımdan biri olan komşunun kapısının önüne bı­raktım.

Daha sonra arkadaşım beni arayıp teşekkür ettiğini söyledi. Çi­çeklerin onu çok mutlu ettiğini belirtti. Benim çiçeği bırakmamdan önceki gece çocuklarından biriyle kavga ettiğini ve çocuğun ergenlik ça­ğındaki bir çocuğun acımasızlığıyla ona "Senin hiç arkadaşın yok" dediğini söyledi.

Şaşırtıcı olan o sabah işe gitmek için evden çıkarken bir buket mut­luluk kapısında belirmişti ve üzerinde "Arkadaşıma" yazılı ufacık bir not vardı.

Roberta Tremblay

Hayattaki en yüce mutluluk sevildiğimize inanmaktır.

Victor Hugo

Okyanus 15.11.08 13:00

Mutlak Mutluluk
 
MUTLAK MUTLULUK

Yüce insan

Seken ayağımı, çomak elimi anlayışla karşılayan

insandır

Yüce insan

Kulaklarınım onun söylediklerini süzerek

dinleyeceğim bilir

Yüce insan

Gözlerimin donuk, yanıtlanırım kısa olmasına

bozulmaz

Yüce insan

Masaya çay döktüğümde başka yerlere bakınır



Yüce insan

Yüzünde sımsıcak gülücükle

Bir dakikalığına bile olsa sohbet için yanıma

yaklaşan insandır

Yüce insan asla "Bunu bana daha önceden

anlatmıştın" demez

Yüce insan

Size sevildiğinizi ve yalnız olmadığınızı hissettirir

Yüce insan

Siz ona gidemediğinizde ayağınıza kadar gelen

doktor gibidir

Yüce insan gününüzün iyi geçmesini Gün batımınızın sevecenlikle yoğrulmasını sağlar

Yüce insan çok sevdiğiniz ailenize benzer İlgisi bugün burada olmamızın sebebidir

Grace McDonald

Okyanus 15.11.08 13:01

Sevinçli Bir çocuğun Kalbinden Geçenler
 
SEVİNÇLİ BİR ÇOCUĞUN KALBİNDEN GEÇENLER

Sevgili Annem ve Babam,

Bu mektubu, ben gelmeden önce ebeveynliğe yaklaşımınızı gözden geçirmeniz umuduyla yazıyorum. Ben sevinçli bir çocuğum. Sevgiye, saygıya, düzene ve tutarlılığa çok düşkünüm. Yanınıza geldiğimde, gözünüze oldukça küçük görünebilirim. Yetişkin biri olmayabilirim, ama benim de insan olduğumu gözardı etmeyin.

Bir müddet sizinle konuşamayacağım, ama sizi kalben tanıdığımdan emin olabilirsiniz. Duygularınızı hissediyor, düşüncelerinizi özümsüyorum. Sizi sizden daha iyi tanımaya başlayacağım. Sessizliğim sizi yanıltmasın. Ben sizin hayal edebileceğinizden daha hızlı büyüyor ve öğreniyorum.

Gördüğüm her şeyi hafızama alıyorum. Bu yüzden bana gözümü dinlendirebilecek güzellikleri sunun. Duyduğum her şeyi kaydediyorum.

Bu yüzden bana ne kadar sevildiğimi gösterir hoş müzikler dinletin ve güzel sözcükler söyleyin. Kulaklarımın yorulmaması için sessiz bir ortam hazırlayın. Ben hissettiklerimin hepsini özümserim, o yüzden bana hayatı sevgiyle paketleyin.

Sabırsızlıkla sizin olacağım günü bekliyorum. Yaşama fırsatım ya­kaladığım için çok mutluyum. Belki siz de beni görünce hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlayacaksınız.

Sevinçli çocuğunuz,

Donna McDermott

Anababanızın sevgisini anlayabilmeniz için sizin de çocuk y yetiştirmeniz gerekir.

Bir Çin Atasözü

Okyanus 15.11.08 13:01

Noel Tostu
 
NOEL TOSTU

Bir Pazar akşamüstü Noel ağacımızı eve taşıdıktan sonra, iki oğluma yatmak için hazırlanmalarım söyledim. Justin, ailece oturup ağacı hayal etmemizin harika olacağını söyledi. Bunun sadece bir dakika alacağını söyleyerek yalvardı.

Vakit geç olmasına rağmen, bunu yapmayı kabul ettim. Ona bunun harika bir fikir olduğunu belirttim. Ağacın altında oturup Noel'e hoş geldin demeyi, çırpılmış yumurtalı süt içmeyi ve bunu kutlamayı önerdim. Justin çok heyecanlandı; mutfağa koştu, buzdolabının içinden çır­pılmış yumurtalı sütü kapıp geldi. Sütü en güzel kristal bardaklarıma koydum. Bardakları ağacın yanındaki sehpanın üzerine yerleştirdim ve diğer odadaki büyük oğlumu çağırdım.

Ağacın yanma oturduktan sonra bir nedenle ortadan kaybolan Jus­tin'e seslendim.

Justin, "Geliyorum, anne. Bir dakika içinde oradayım. Tost ne­redeyse oldu." diyerek yanıt verdi.

Mutfakta bize tost yapıyordu. Kocam ve ben Justin mutfaktan dört parçaya bölünmüş tostu koyduğu tepsiyle, "Evet, şimdi hazırız. İşte Noel tostlarınız." diyerek çıktığında gülmemek için kendimizi zor tuttuk.

Ağacın yanma oturduk; bir yandan ağacın tadına varmaya ça­lışırken, bir yandan da sütümüzü yudumluyor ve tostumuzu yiyorduk. Yaptığıyla aşırı derecede gurur duyduğundan ona kutlamanın ne an­lama geldiğini, tost yemek demek olmadığım söyleyemedik. O akşam Justin'in yüzündeki ifadeyi düşündükçe hala gözlerim yaşarır. O kadar mutluydu, ben de o kadar mutluydum ki o gece diğer gecelerin aksine erken yatmaları için onlara ısrar etmedim. Bazen bir dakika vererek, daha fazla kazandığımızı öğrendim.

Kelly Ranger

Okyanus 15.11.08 13:02

Ne Kadar Kocamansa O Kadar Iyi
 
NE KADAR KOCAMANSA O KADAR İYİ

Karen ve ben, oğlumuz Michael'ın anaokulunu ziyarete gittiğimiz o gün kendimizi günün anababası gibi hissetmiştik. Bize sınıfım gezdirirken ve arkadaşlarıyla tanıştırırken çok eğlendik. Kesme, ya­pıştırma, dikme aktivitelerine katıldık. Günün en güzel kısmım kumlarla oynayarak geçirdik. Tam bir cümbüşlü.

"Halka olun" diye seslendi öğretmenleri. "Hikaye anlatma za­manı." Ortada ayakta durup sırıtmamak için Karen ve ben de yeni arkadaşlarımızla halka oluşturduk. "Kocaman" adlı hikayeyi bitirdikten sonra, öğretmen "Size kendinizi ne kocaman hissettiriyor?" diye sordu.

"Böcekler bana kendimi kocaman hissettiriyor" dedi çocuklardan biri. Diğeri "karıncalar" diye seslendi. Bir diğeri de "sivrisinekler" diye bağırdı.

Öğretmen sınıfı düzene sokmak istiyordu. Ellerim kaldıran çocuklara söz hakkı veriyordu. Sonra küçük bir kız çocuğunu işaret ederek, "Evet, güzelim sana kendini ne kocaman hissettiriyor?" diye sordu. Ço­cuğun yanıtı "Annem" oldu.

"Annen sana kendini nasıl kocaman hissettiriyor?" diye sorguladı öğretmen. "Çok basit" dedi minik kız, "Beni kucaklayıp, seni se­viyorum, Jessica diyerek."

Barry Spilchuk

Okyanus 15.11.08 13:03

Biraz Daha Benzin
 
BİRAZ DAHA BENZİN

Bob'un babası Stockton'da araba satıyordu. 1958 model bir Cadillac arabası vardı, bu araba onun gururu ve neşesiydi. Bilirsiniz, kuy­ruğu cennete kadar uzanan o upuzun arabalardan, hani sahibinden insanlar kadar ilgi gören. Asla açık havada bırakılmaz, sabırla yıkanır ve cilalanır. İnsanoğlunun tekerlekli aletlere düşkünlüğünün en güzel örneklerinden biridir. Bob, on altısını henüz devirmiş, ehliyetini de yeni almış. Onun Cadillac'ı kullanmak için ölüp bittiğini bilen babası eline üç dolar sıkıştırmış ve onu benzin almaya yollamış.

Kendiyle gurur duyan ve arabayı kullanmaya aşırı heveslenen Bob arabayı benzin istasyonuna doğru sürmüş. İstasyondaki görevli depoyu doldurmuş, camları yıkamış, arabanın yağım ve lastiklerin havasını kontrol etmiş. Bu arada Bob yüzünde gülümsemeyle arabada oturmuş (unutmayın, 1960 yılından söz ediyoruz).

Ve akla gelmeyen şey olmuş. Benzincideki görevli ne olduğunu an­layamadan araba hızla kalkmış, Bob hızla köşeyi dönmüş, hızım ala­mamış ve arabanın yanım beton sütuna çarparak göçürmüş. O anda midesinde bir ağrı hissetmiş ve bir an için oradan kaçıp uzaklaşmak is­temiş. Babasının yüzündeki ifadeyi aklına getirmek bile onu çıldırtmış. Hangisinin daha kötü olduğunu çıkaramamış; babasının öfkesinin mi, yoksa yaşadığı hayal kırıklığının mı? Her iki durumda da bu olayla yüz­leşmek zorunda olduğunu düşünmüş. Arabayı e ve geri sürmüş, park etmiş, yüreği burnunda, başında ağrı, on altı yaşındaki delikanlı ba­basının karşısına dikilmiş.

Birlikte zararı belirlemek için dışarı çıkmışlar. Zarar makulmuş. Bob babası hiçbir şey söylemeden orada dururken adeta bir asır geçmiş gibi hissetmiş. Sonunda, Bob babasına dönmüş ve titreyen bir sesle "Baba, benim ne yapmamı istiyorsun?" diye sormuş.

Babası arka cebindeki cüzdanına uzanmış ve içinden iki dolar çık­mış. Parayı Bob'a uzatmış ve "Oğlum, sanırım gidip biraz daha benzin alsan iyi olacak." demiş.

CariMorrison

Okyanus 15.11.08 13:03

O Benim üvey Babam Değil!
 
O BENİM ÜVEY BABAM DEĞİL!

Annem ben sekiz yaşındayken ölmüş. Bu hepimiz için üzücü bir olaydı. Altı ay sonra babam Cathy'yle tanıştı. Cathy'nin Megan ve Griffin adlarında iki çocuğu vardı. Onları daha gördüğüm ilk gün sevdim. Esasında ne kadar sevdiğimin pek farkında değildim.

Bir buçuk yıl sonra babam Cathy'yle evlendi. Birbirlerine aşıklardı. Düğünlerinde Megan ve Griffin'i ne kadar çok sevdiğimi anladım. O günden sonra yeni ailemizin sığabileceği büyüklükte bir ev bulana kadar (iki aileyi birleştirdiğimizi için) bir Cathy'nin, bir bizim evde kalıyorduk. Bir gece Cathy'nin evindeydik ve Cathy'yi öpmek için sıra olmuştuk. Griffin en sonuncuydu. Cathy, Griifin'e kendisini öptükten sonra "Grif, şimdi de üvey babana öpücük ver." dedi.

Griffin oldukça sinirlendi ve "O benim üvey babam değil, babam." dedi.

Jane Kelley

Okyanus 15.11.08 13:05

Bir Fiyatına Iki Tane
 
BİR FİYATINA İKİ TANE

Kuzenim Lee Ann, "Jamie nerede?" diye çığlık attı. Annemlerin evinde havuzun kenarında oturuyorduk. Ben de "Aman Allahım Jamie nerede?" diye bağırmaya başladım. Beş yaşındaki oğlumun anlık kay­boluşu bütün vücuduma şok dalgaları yaymıştı.

Havuzun kenarında güvenlik çiti vardı ve havuz derinleşmeden önce belli belirsiz bir eğim göze çarpıyordu. Çocuklarımızı büyükannelerinin havuzunda serinlemeye getirmek bizim için olağandı; biz arkalarında beklerken, onlar da sırılsıklam suyla oynaşırlardı.

Lee Ann'in bağırdığı o korkunç öğleden sonra sanki Jamie havuzun güvenlik çitinin yanında yürüyordu da derin tarafa ayağa kayıp düşmüştü. Belki de sadece bir saniye gözümü ondan kaçırmıştım ve işte yok olmuştu. Suyun dibinde onu gözüme kestirdim ve dalıp dışarı çek­tim.

Onu zorla dışarı çekip çıkarttıktan sonra, suya girmek istemediğini söyleyerek tekmelemeye, bağırmaya, ağlamaya başladı. Suçluluk duygum onu çıkarmayı ve isteğine uymayı söyledi, ama babalık içgüdüm onunla birlikte havuzda kalmamı emrediyordu. Ona suyun tehlikeli olabileceğini, suyla oyun olmayacağım söylerken her ikimiz de titriyorduk. Havuzun etrafında yürürken onu kendime yakın tutuyordum. Birkaç dakika sonra bana artık korkmadığını söyledi. Yine suyla oynamak istediğini belirtti.

Bu kadar kötü bir baba olduğum için kendimi suçlu hissediyordum. Kendi kendime "İyi babalar çocuklarının boğulmasına izin vermezler." diyordum. Kendimle hesaplaşmamın tam ortasında, Lee Ann yanıma geldi ve "Sen müthiş bir babasın. Bununla başetme şekline hayran oldum. Bir daha sudan hiç korkmayacak." dedi.

Lee Ann o gün iki hayat birden kurtardı. "Jamie nerede?" diye çığlık atarak oğlumun hayatım ve bir baba olarak da benim hayatımı. Harika yorumuyla utancımı gurura dönüştürüvermişti. Kendinize başkalarının gözüyle baktığınızda gerçekten şaşırtıcı şeyler olabiliyor.

Barry Spilchuk

Okyanus 15.11.08 13:05

Engellerin üstesinden Gelme üzerine
 
ENGELLERİN ÜSTESİNDEN GELME ÜZERİNE

KÖR TUTKU

Charlie Boswell benim için her zaman bir kahramandır. Bana ve binlerce insana şartları zorlama ve gerçek arzularımızı gerçekleştirme konularında ilham kaynağı olmuştur. Charlie II. Dünya savaşında ateşe verilmiş bir tankta bulunan arkadaşım kurtarmak isterken kör olmuş. Kaza öncesinde çok büyük bir atletmiş. Sonra kararlılığı ve becerisine olan güveniyle yepyeni, çok az insan tarafından denenmemiş, gören bi­rinin bile oynamayı hayal edemeyeceği bir spor olan golfu denemeye karar vermiş.

Kararlılık ve bu oyuna karşı duyduğu derin sevgi onu Uluslararası Körler Golf Şampiyonu yapmış. Bu şerefe 13 kere nail olmuş. Onun örnek aldığı insan ünlü golfçu Ben Hogan'mış. Charlie, bu yüzden 1958 yılında Ben Hogan adına verilen ödülü kazanınca çok gu­rurlanmış.

Ben Hogan'la tanışınca hayranlığım gizleyememiş ve Ben Hogan'a bir tur da olsa onun la golf oynamayı çok istediğim belirtmiş.

Charlie'nin başanlarını duyan ve becerilerini takdir eden Ben Hogan bir tur oynamanın onun için de bir gurur olacağını söylemiş.

Charlie "Parayla mı oynamak istersiniz Bay Logan." diye sormuş. "Sizinle parayla oynayamam. Bu haksızlık olur." demiş Bay Logan. "Hadi, Bay Logan delik başına 1000 dolar."

Gözleri gören golfçu, "Yapamam. İnsanlar benim hakkımda ne dü­şünürler. Sizden faydalandığımı zannederler."

"Korkuyor musunuz Bay Logan?"

"Peki" der Hogan, "ama en güzel oyunlarımdan birini oy­nayacağım."

Kendine güvenen Boswell "Bu gayet normal" diye yanıtlar.

"Söz hakkı sizin Bay Boswell, zamanı ve yeri siz belirleyin!" Boswell güven içinde, 'Bu gece saat 10" yanıtını verir.

John Kanary

Okyanus 15.11.08 13:06

Reçelden Kalanlar
 
REÇELDEN KALANLAR

1933yılıydı. Yarım gün çalıştığım isimden çıkarılmıştım, artık aile bütçesine hiçbir katkım olamıyordu. Tek gelirimiz annemin başkalarına elbise dikerek kazandığı paraydı. Sonra annem birkaç hafta hastalandı ve çalışamaz oldu. Elektrik idaresinden geldiler ve fa­turalarım yatıramadığımız için elektriğimizi kestiler. Sonra da ha­vagazı şirketi havagazımızı kesti. Sonra sular idaresi. Ama Sağlık Ba­kanlığı, halk sağlığım koruma tedbirleri dahilinde suyumuzu yeniden bağlattı. Dolabımızda yiyecek çok az şey kalmıştı. Arka bahçemize sebze ekmiştik, bahçede ateş yakıp pişirebildiklerimizi pişiriyor ve yi­yorduk.

Bir gün küçük kız kardeşim hoplaya zıplaya okuldan geldi ve "Yarın fakirlere vermek üzere okula birşeyler götürmemiz gerekiyor." dedi.

Annem, "Bizden daha fakir olabilecek birilerim tanımıyorum." di­yerek söylenmeye başladı. Bizimle yaşayan büyükannem elini annemin koluna koyarak okşadı.

"Eva" dedi, "Eğer bu çocuğa bu yaşta fakir olduğu fikrini kabul ettirirsen, o ömrünün geri kalanım öyle olduğunu düşünerek ya­şayacaktır. Orada bir kavanoz evde yaptığımız reçellerden kalmıştı. Bırak onu okula götürsün."

Büyükanne biraz kağıt ve bir parça pembe kurdele buldu. Son reçel kavanozumuzu paketledi. Sis ertesi gün gururlanarak okula "fakirlere hediyesini" götürdü. Bu olaydan sonra toplulukta bir sorun yaşanıyorsa, o kendisini doğal olarak çözümün bir parçası görmeye baş­ladı.

Edgar Bledsoe

Okyanus 15.11.08 13:07

Bu Adamı Kimse Durduramaz
 
BU ADAMI KİMSE DURDURAMAZ

Glenn Cunningham beş yaşında bacakları feci şekilde yandıktan sonra sakat kalmış ve yaşamının geri kalanım tekerlekli sandalyeye mahkum geçirir düşüncesiyle doktorlar tarafından kendi haline bırakılmıştı. "Bir daha yürümesi mümkün değil. Hiç şansı yok." demişlerdi.

Doktorlar bacaklarım incelemişler, ama Glenn Cunningham'in kalbini dikkate almamışlardı. Q doktorlara kulak asmadı ve yürümeye ça­lıştı. Yatakta yata yata zayıf kalan kıpkırmızı bacakları yara içindeydi. Glenn, "Gelecek hafta, yataktan kalkacağım ve yürüyeceğim." dedi ve bunu başardı.

Annesi perdeyi açtığında Glen'in bahçedeki eski tırmığa nasıl ulaş­tığım camdan izlediğim anlatıyordu. Her birini bir elinde tutarak çarpılmış bacaklarına hareket kazandırmıştı. Her bir adımda acıyı yaşayarak, yavaş yavaş yürümeye başlamıştı. Önce hızlı hızlı yürümeye başladı, pek zaman geçmeden de koşmaya. Koşmaya başladıktan sonra daha kararlı biri olup çıkmıştı.

"Hep yürüyeceğime inandım ve başardım. Şimdi de herkesten daha hızlı koşacağıma inanıyorum." Bunu da başardı.

1934yılında 4.06'yla dünya rekorunu kırarak maratonda da kendisini ispat etmişti. Madison Square Garden'da yüzyılın en başarılı atleti olarak onurlandırılmıştı.

Jeff Yalden

Başarısızlık imanı hayal kırıklığına uğratabilir Ama denememek yok olmaya mahkum edecektir.

Beverly Silis

Okyanus 15.11.08 13:07

Hayatta Kalmamızı Sağlayan özelliklerimiz
 
HAYATTA KALMAMIZI SAĞLAYAN ÖZELLİKLERİMİZ

Birkaç yıl önce kendimi evden oldukça uzakta küçük bir hapishane hücresinde buldum. Savaş tutsağı olarak tam altı yıl boyunca işkenceye, aşağılanmaya ve açlığa maruz kaldım.

Bu manzarayı gözünüzde canlandırabilmeniz çok önemli. Kovadaki idrarınızı kokladığınızı, ağzınızın kenarından akan terinizin, gözyaşınızın ve kanınızın tuzunu tattığınızı hayal etmek için kendinizi zor­layın. Çatısı ipince hapishane hücresindeki tropikal sıcaklığı hissetmeye çalışın. Birlikte geçirdiğimiz birkaç dakika boyunca başarılı olabilirsem, bir genç, öğrenci, lider, anne ya da baba olarak yüz yüze geldiğiniz zorlukların benim hapishane hücresinde yüz yüze geldiğim zorluklarla aynı olduğunu anlayacaksınız: Korku, yalnızlık, başarısızlık ve iletişim kuramama duyguları. Daha da önemlisi, bu zorluklara tepkiniz benim hücrede hayatta kalabilmek için verdiğim tepkinin aynısı olacaktır.

Siz hapishane hücresinde sağ kalabilmenizi sağlayacak hangi özelliklere sahip olabilirsiniz? Lütfen burada biraz durun. Bu soruyu dü­şünün. Bu sayfanın kenarına sağ kalabilmenizi sağlayacak en az beş özelliği yazın. (Eğer inanç, bağlılık ve kendini adama olarak yazmışsanız, olayı çözümlemişsiniz demektir.)

Hapishanedeki ilk birkaç aydan sonra ardı arkasına geçen yıllarda bir şekilde yolumu bulabildiğim için anne babamdan, öğretmenlerimden, gençlik liderlerinden ve din adamlarımızdan ayakta kalabilme konusunda epeyce şey öğrendiğimi anlamıştım. Hücrede kul­landığım hayat kurtaran yöntemler, kitaplardan öğrendiğim bilgilerden çok değer yargılarımla, dinsel inançlarımla ve dirliğimle ilgiliydi.

Bunlar size bir şey ifade ediyor mu? Hayatta karşılaştığınız zorluklar benim bir komünist hapishanesinde geçirdiğim altı yılla eşdeğer olabilir.

Şimdi şu teste göz atalım: Bundan sonra ilk büyük sorunla karşılaştığınızda, bu sayfayı açın ve benim yazdıklarımı değil de kağıdın ke­narına kendi yazdıklarınızı okuyun. Hapishane hücresinde işinize ya­rayacağım düşünerek yazdığınız şeylerin günlük yaşamda karşınıza çıkan güçlükleri aşmanıza daha fazla faydası olacağım göreceksiniz.

Charlie Plumb

Okyanus 15.11.08 13:08

Zincirleme
 
ZİNCİRLEME

Küçük kız,hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.
Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardim eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı,yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.
Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köse başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnini ilk defa doyurduktan sonra,bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu islik çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce,kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.
Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki,önce fakir adam uyandı,sonra bütün apartman halkı... Anneler,babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp,ölümden kurtardılar...
Bütün bunların hepsi,beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.

Okyanus 15.11.08 13:09

Benim Maskotum
 
BENİM MASKOTUM

89yaşındaki yaşlı adamın hemşireleri ona sürpriz bir parti düzenlemişlerdi. Bu aktif ve uyanık emekli doktorun iki yıl önce bacağı kesilmişti. Zamanının çoğunu tekerlekli sandalyede geçirip bir bacakla yaşamaya alışmak gerçek bir hayat mücadelesini gerektiriyordu.

Aydınlık ve iyi dekore edilmiş odayı aile bireyleri, arkadaşları ve gö­nüllüler doldurmuştu. Yaşlı adam gruba şöyle bir baktı ve hemşirelerden birinin çocuğu olan altı yaşındaki küçük kıza yanma gelmesi için işaret etti. Küçük kıza sarıldı ve onu herkese "Bu kız benim maskotum" diyerek tanıttı. Gruptaki insanlara onunla ilk tanıştıkları günü hala unutamadığım anlattı. Küçük kız odaya girmiş, bir yaşlı adama, bir de tekerlekli san­dalyede bir paçası sıyrılmış pantolona bakmış ve "Protezin nerede?" diye sormuş. Küçücük bir kızın bu kelimeyi bilmesi onu çok şaşırtmış. Küçük kız ona kendi protezini göstermiş ve hikayesini anlatmış. Üç ya­şındayken, bir adam zorla evlerine girmiş, 17 yaşındaki erkek kardeşini öldürmüş ve maket bıçağıyla küçük kızın bacağım kesmiş.

Küçük kız, yaşlı adama şikayet etmemesini, iki ayakla geçirdiği 88 yıl için Tanrıya şükretmesini söylemiş. Şimdi aralarında oldukça özel bir bağ oluşmuş. Küçük kız yaşlı bir adama yardım edebildiği için ken­disiyle gurur duyuyor. Yaşlı adamsa, protezin önündeki bütün engelleri kaldırmasıyla enerjik ve neşeli adımlar atabilen küçük kız sayesinde hayata gülümseyebiliyor.

Hedy J. Dalin



Unutmayın, hepimiz sendeleye sendeleye yürüyoruz. Bu yüzden olsa gerek elele yürümek hepimizi rahatlatıyor.

Emily Kimbrough

Okyanus 15.11.08 13:09

Ihtiyaç Duyulduğu An Cesaret
 
İHTİYAÇ DUYULDUĞU AN CESARET

1991yazında kocamla birlikte İrlanda'ya gitmiştik. İyi birer Ame­rikan turisti olarak biz de doğal olarak Biarney Castle'ı ziyaret ettik. Biarney Castle'ı ziyaret eden her turist gibi şüphesiz biz de Biarney ta­şım öptük. Biarney taşına ulaşabilmek için dapdar merdivenlerden tır­manmak zorunda kalıyorsunuz. Yüksekten her zaman korkmuşumdur, açıkçası benim klostrofobim var. Bu yüzden de kocamdan bensiz çıkmasını, sonra da bana çıkıp çıkarmayacağımı söylemesini istemiştim. Kocam geri geldiginde, "Ne düşünüyorsun? Ben de yapabilir miyim, ne dersin?" diye sordum. O yanıtım vermeden iki ufak tefek yaşlı bayan bana yaklaştılar ve "Şekerim, biz yapabildiğimize göre sen hayli hayli yaparsın." dediler. Ve ben Biarney taşım öptüm.

İrlanda'dan döndükten yaklaşık bir ay kadar sonra, meme kanseri olduğumu öğrendim. Radyasyon ve kemoterapi görmem gerekiyordu.

Doktor kemoterapi sonucunda olabilecek her şeyi bana tek tek an­lattı. Saçımı kaybedebileceğimi, mide bulantısı çekebileceğimi, şiddetli ishal olabileceğimi ateşimin yükselebileceğini, çenemin kilitlenebileceğini bir bir sıraladı. Sonra da bana sordu, "Başlamaya hazır mısın?" Evet, kendimi gerçekten başlamaya hazır hissediyorum!"

Tedavinin başlaması için kocamla birlikte bekleme odasında bek­lerken birdenbire çok kaygılandım ve korktum. Kocama döndüm ve "Sence bunu yapabilir miyim?" diye sordum. Karşımızda kemoterapileri henüz bitmiş iki ufak tefek yaşlı bayan oturuyordu! Kocam elimi tuttu ve "Bebeğim, bu aynen Biarney Castle gibi olacak! Onlar yapabiliyorlarsa, sen de yapabilirsin!" dedi. Ve ben başardım,

Cesaretle ilgili şu gerçeği biliyor musunuz? Cesaret insana ihtiyaç duyduğu anda geliyor.

Maureen Corral

Okyanus 15.11.08 13:10

Yolumuzdaki Engel
 
YOLUMUZDAKİ ENGEL

Eski çağlarda bir kral yolun tam ortasına iri bir kaya parçası koy­durmuş. Sonra da saklanmış ve bu kocaman kayayı birinin gelip kaldırıp kaldıramayacağım gözlemeye başlamış. Krallığın en zengin tüccarlarından biri adamlarıyla yaklaşmış ve kayanın etrafında şöyle bir dönmüş. Adamların çoğu yolları temizletmediği için kralı suçlamışlar, ama hiçbiri de kayayı yolun ortasından kaldırmak için bir çabada bu­lunmamış. Sonra sırtında yüklüce saman taşıyan bir çoban gelmiş. Kayaya yaklaşınca, sırtındaki yükü yere bırakmış ve kayayı yolun kenarına itmeye çalışmış. Kayayla epeyce itişip kakıştıktan sonra başarmış.

Çoban samanım sırtına geri yükledikten sonra gözü tam kayanın yerinde yolun üstünde duran cüzdana ilişmiş. Cüzdanda bir sürü altın para ve kralın bu altınları yolun ortasındaki kayayı kaldırabilene ba­ğışladığım belirttiği bir not varmış.

Çoban diğer insanların hiç anlayamadığı bir şeyi öğrenmiş: Her engel insana o andaki durumunu geliştirme şansı yaratan fırsatlar sunar.

Brian Cavanaugh

Okyanus 15.11.08 13:11

Anılar üzerine
 
ANILAR ÜZERİNE


MARC'IN ANISINA

Judy ve Jim, oğulları Marc'ı 15 yıl önce kaybetmişlerdi. Diğer bir­çok anne baba gibi Jim ve Judy de iki çocuklarının sonsuza dek onlarla yaşayacağım düşünürlerdi. Bir gün oldukça nadir görünen bir hastalık Marc'ın hayatım almıştı. Ortada hasta olduğuna ilişkin bir belirti bile yoktu. Bu yüzden Jim ve Judy çocuklarına veda etme ve onu ne kadar çok sevdiklerini söyleme şansım yakalayamamışlardı. Oğullarının ölümü onları tam anlamıyla darmadağın etmişti.

Uzun yıllar sonra Judy ve Jim Bermuda'ya tatile gitmişlerdi. Orada çok hoşlarına giden bir heykel beğendiler. Bu bankın üstüne oturmuş kitap okuyan bir çocuğun heykeliydi. Her ikisi de heykele vurulmuşlardı, almayı istiyorlardı, ama heykel çok pahalıydı ve almaya güçleri yetmedi. Jimher ihtimale karşı heykeli yapan sanatçının adım ve adresini almıştı.

Yıllar sonra, Jim, heykeli 50 yaşına giren Judy'ye sürpriz olarak almak istedi. Sanatçının stüdyosunu aradı, ama orada çalışan görevli o heykelden dünyada sadece 10 tane olduğunu söyledi. Bunlardan birini almanın tek yolu sanatçının kendi elindeki orijinal heykeli vermesiydi. Sanatçı Jim'le bağlantı kurdu ve üzülerek karısının bu heykelden asla ayrılamayacağını belirtti. Sanatçı yine de bazı alıcılarla bağlantı kurup heykeli elden çıkarmak isteyip istemeyeceklerim öğrenmeye söz verdi. Sonunda, İngiltere'deki alıcılardan birinin heykeli Jim'e satmayı istediğini öğrendi.

Jim, Judy'e ellinci yaş gününde yıllar önce aşık oldukları heykeli he­diye etti. Judy şaşkına dönmüştü. Orada oturup hayranlıkla heykeli izlerlerken, heykelde daha önceden fark etmedikleri bir şey dikkatlerini çekti. Küçük çocuğun okuduğu kitaba yakından baktıklarında üzerinde "Marc Kitabı" yazılı olduğunu gördüler. İkinci kelime M-A-R-C olarak yazılmıştı, aynen oğullarının kendi adım yazdığı gibi. Judy ve Jim oğullarının sonsuza dek yok olduğunu düşünüyorlardı. Oysa o anne babasına sevgisini annesinin ellinci yaş gününde bile ulaştırmayı başarmıştı. Fiziksel bağlılıklar geçicidir. Sadece sevgi ölümsüzdür.

Denise Sasaki

Okyanus 15.11.08 13:11

Onu Ne Kadar çok Sevdim
 
ONU NE KADAR ÇOK SEVDİM

Rahip, mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi. O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam "Onu ne kadar çok sevdim." di­yerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı. Yaşlı adamın yaslı sesi tö­renin asil sessizliğini bozmuştu. Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şok olmuşlardı, utanç içindeydiler. Yetişkin çocukları alı alı moru mor babalarım yatıştırmaya çalıştılar. "Tamam, baba. Seni anlıyoruz." Yaşlı adam gözlerim dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu. Rahip törene devam etti. Törenin sonunda, aile bireylerim ölüm töreninin kapanışı olarak tabutun üstüne toprak atmaya çağırdı. Yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar. O "Onu ne kadar çok sevdim." diye sesli sesli konuşuyordu. Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler, ama o devam etti, "Onu sevmiştim!"

Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken, yaşlı adam git­memekte direniyordu. Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu. Rahip yak­laştı, "Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum, ama gitme zamanı geldi. Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız." dedi.

Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha "Onu ne kadar çok sev­dim." diyerek söylendi. "Beni anlamıyorsunuz," dedi rahibe "ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim."

Hanoch McCarty, Ed.D,



İnsanoğlunun en büyük zayıflığı, hayattayken insanlara onları ne kadar sevdiğim söylemekte tereddüt etmesidir.

O.A. Battista

Okyanus 15.11.08 13:12

Bir çocuğun Bilgeliği
 
BİR ÇOCUĞUN BİLGELİĞİ

Bob'la tanışıp aşık olduğumda 16 yaşındaydım. İki yıl sonra evlendik. Bu aynen gerçekleşen bir masal gibiydi. Birbirimize ve çocuklarımıza aşkımızı, sevgimizi dile getirmeden bir tek gün bile geçirmedik.

Her gece uyumak için yatak odamıza çekildiğimizde gelecekle ilgili planlar yapardık. Fakat kısa bir süre sonra Bob'a lösemi teşhisi kondu. 18 ay yaşam mücadelesi verdikten sonra 42 yaşında hayata gözlerini yumdu. Onunla birlikte sanki ben de ölmüştüm.

O gece beni teselli etmek için arkadaşlarımız gelmişti. Kendimi yemek yemeye zorlarken, kocamın yakın arkadaşlarından birinin altı yaşındaki kızı, "Bayan Alice, başka biriyle mi evleneceksiniz?" diye sordu.

"Hailey!" diye bağırdı içlerinden biri. Onun kocaman gözlerine bakınca benim yeniden mutlu olmamı istediğini kolaylıkla anlayabiliyordum.

"Dünyanın en iyi eşine sahip olmuşsan, bir daha evlenmek is­temezsin." diye yanıtladım.

Oysa üç yıl sonra, hayatıma yeniden neşe getiren babası Mark'la evlendiğimde, dünyanın en iyi ikinci eşine sahip olduğumu Hailey'e söyleyebilirdim. Hailey şu anda 15 yaşında ve bana hayatın devam ettiğini bilgece gösterdiği o masum soruşu aklımıza geldiğinde hala gülümsüyoruz.

Alice Cravens Moore Woman's World'den (Kadınların Dünyası) alınmıştır.

Çocuklar sizin dünyanızı sizin için yeniden keşfederler.

Susan Sarandon

Okyanus 15.11.08 13:12

Bir Hatırlatma
 
BİR HATIRLATMA

Aralığın 24'ünde, babamın cenazesinin kaldırıldığı günün akşamında kardeşlerimle annemin nerede yaşayacağına karar vermek amacıyla ço­cuklukta yaşadığımız evde biraraya gelmiştik. Babam geride beş çocuk ve 54 yıllık yaşamının sevgi abidesi annemi bırakmıştı. Annem zar zor yürüyor ve hareket edebiliyordu. Babam onun en büyük yardımcısıydı. Annemin yalnız yaşaması düşünülemezdi.

Konuşmaya başladık. Annem de konuştuklarımızı dinliyordu. Tartışmalarımız gittikçe alevlendi. Şokun etkisiyle düşünme yetimizi kaybettiğimizden, yaşadığımız acı bağlarımızı gevşettiğinden konuşma anneme nasıl bakılacağından çok bunun neye mal olacağı çerçevesinde dönüp dolaşıyordu. Tartıştıkça acımız arttı ve babamın kaybının bir­birimizi kaybetmemizle sonuçlanacağım düşünmeye başladık. Annem şaşkınlık içinde bizi dinliyordu. Ailemizin babamla birlikte öleceği korkusunu yaşamaya başlamıştık.

Savaşın tam ortasında önce kapının çaldığım sonra da dini şarkılar söylendiğini duyduk. Erkek kardeşim kapıyı açtı. Hepimiz de gör­düğümüz şeye çok sevindik. Dışarısı genç kilise öğrencileriyle doluydu. Başlarında o gün babamı gömen rahip vardı. O da en az bizim kadar şaşırmıştı. Bu evin bizim ailemize ait olduğunu bilmiyordu.

Dersimizi almışçasına "Peace on Earth" (Yeryüzünde Barış) melodisini dinledik ve kapıyı kapadık. En büyük erkek kardeşim şaşkınlık içinde, "Onları babam gönderdi. Bize adam olmamızı ve annemize bakmamızı söylüyor." diyerek mırıldandı.

Beynimizde bu sözler yankılanarak tartışmayı kestik ve birkaç saat içinde bir plan yaptık. Annem erkek kardeşlerimden biriyle yaşayacaktı. Çocukluğumuzun evi kapalı ve çıplak olacakta, ama ailemiz yeniden doğmuş gibiydi.

Marily L. Teplitz

Okyanus 15.11.08 13:13

Benim Kahramanım
 
BENİM KAHRAMANIM

Gordyn dayımı hep bir kahraman olarak görmüşümdür. Ben altı ya­şındayken ayakkabılarımdaki çamurları siler, başımın belaya girmesini önlerdi. Üniversitedeki ilk yılımda annemle, onun modası geçmiş, kendisine küçülmüş giysilerini bana giydirip okula göndermek istemesi konusunda şiddetli kavgalar yaşamıştık. Dayım benim tarafımı tuttuktan sonra bu tartışma bir daha gündeme gelmemişti. Annemler bana değil de erkek kardeşime araba aldıklarında dayım bu adaletsizliğe de par­mak basmışta.

Dayımın en sevdiğim yanı, benim kendimi dünyadaki en değerli insan gibi hissetmemi sağlamasıydı. Annemle babam 50'nci evlilik yıldönümlerini kutlamayı planlarlarken o yıldönümü kutlamalarına ka­tılmayacağım belirtmişti. Yengemden boşanalı 20 yıl olmuştu, ama bütün aileyle yüz yüze gelme düşüncesi ve bu boşanmayı onaylamadıklarından emin olmak onu rahatsız ediyordu. Sürekli hayır demesine rağmen, annem gelip gelmeyeceğini bir kez daha sorduğunda, anneme bir daha sormamasını söylemişti. Partide onu görünce yanma yaklaşıp annemi her aradığımda gelip gelmeyeceğim sorduğumu söyledim. "Biliyorum tatlım," dedi "zaten ben de bu yüzden geldim." Kendimi hep onun küçük prensesi gibi hissediyordum.

Öldüğünde, "Üzgünüm, çünkü bir daha onunla Noel kutlayamayacağım," diye düşündüm. Fakat üzüntüm bundan daha derindi. Bir yetişkin olarak her ne kadar arkadaşlarımdan sevgi ve kabul görsem de içimdeki altı yaşındaki çocuk, çocukken reddedilmiş ve sevgisizlik çekmişti. Artık kimse beni prenses gibi görmeyecekti. Benimse buna aşırı derecede ihtiyacım vardı.

Bir gece rüyamda Gordyn dayımı altı yaşındaki kızı kollarına almış sallarken gördüm. Yetişkin halime "Her ikisini de yaptım." dedi. "Şimdi sıra senin." Ona bunu anlamadığımı söyledim. "Yıllar boyunca

kendini hiç sevmedin." dedi. "Ben de bu yüzden seni hem kendi ye­rine, hem de benim yerime sevmek zorunda kaldım. Her ikisini de yap­tım. Şimdi sıra sende." Kalbimde küçük Nancy'yi kollanma aldım ve "Sen benim küçük prensesimsin" diye fısıldadım. Nancy'nin göz­lerindeki bakış o eskiden gördüğüm bakıştı. Bu küçük bir kızın kendi ki­şisel kahramanına gönderdiği bakıştı.

Nancy Richard-Guilford

Okyanus 15.11.08 13:13

Büyük B
 
BÜYÜK B

Ben ona Büyük B adım takmıştım. O benim büyük erkek kardeşimdi. Biz birbirimizin tam zıttıydık ve birbirimizi çılgına çeviriyorduk, ama aramızda oldukça güçlü ve yıpranmaz bir bağ vardı. Her ikimiz de yaptığımız hiçbir şeyin, ne kadar denemiş olursak olalım yeteri kadar iyi olmayacağım biliyorduk. Tanıyan herkes Büyük B'ye hayrandı. Ko­caman bir yüreği vardı. Kendisi hariç herkesin iyiliğim isterdi.

Toplum tarafından aptal, tembel, disiplinsiz ve geri zekalı olarak etiketlenen yüzlerce çocuğa ders vermişti. Kardeşim o çocuklarda farklı bir beceri keşfetmişti. Esasında, kendisi de öğrenme güçlüğü çekiyordu. Bu onun sırrıydı. O ve öğrencileri bu dünyada farklı biri olmanın ne ol­duğunu birlikte keşfediyorlardı.

Büyük B yaşamının son yılında başka bir zorlukla daha yüz yüze gel­mek zorunda kalmıştı. Sevilmeye değer biri olduğunu kabullenmek is­

temiyordu. Büyük B dokunduğu herkese mutluluk ve sevgi saçan bir ışıktı. Bunu, o hariç herkes anlamıştı.

Ben ona sevilmeye değer biri olduğunu ispat etmeye kararlıydım. Kanser, altıncı ve son kere bütün vücudunu sarınca, sonunda acı ve karmaşa dolu dünyasının kapılarını açıp içeri girmeme izin verdi. Hayatının son günlerinde avuç kadar kalmışta. Gözkapakları ka­panmıyordu. Göz kapaklarım kırpamayacak kadar zayıf düşmüştü. Sesi fısıltı halinde çıkıyordu. Bütün yapabileceğim onu kollarımın arasına alıp sevmekti. Onun bütün yapabileceği ise bunu kabul etmekti.

Büyük B hayatı boyunca şımartılmıştı ve bu hoşuna gidiyordu. Kendini konuşamayacak kadar zayıf hissettiğinde, parmak uçlarıyla elime dokunup elini tutmamı istiyordu. Erkek kardeşim sonunda sevgi alıp ver­meyi öğrenmişti. Yıllarca yapılan kavgalar, anlaşmazlıklar ve duyguları yakalayamama çaresizliği sona ermişti. Sonunda daha büyük bir gücün ona kendini sevmesi konusunda yardımcı olmasına teslim olmuştu.

Son konuşmalarımızdan birinde gizli gizli kulağıma "Ben gerçekten seviliyorum, değil mi?" diye fısıldadı. Bu onun hayat bulmacasının eksik kalan parçasıydı. Sonunda sevilmeye hakkı olduğunu anlamıştı.

Paula Petrovic

Okyanus 15.11.08 13:14

Uğradım Bulamadım
 
"UĞRADIM BULAMADIM"

Erkek Kardeşim Dave, anneanneme bizden daha yakındı. Birlikte doğa sevgisini paylaştılar ve kendi yetiştirdikleri sebzelerin tadına var­dılar. Zaman bulur bulmaz anneannemi ziyarete gider, birlikte kahve içerlerdi. Dave, bir gün, anneannemi evde bulamayınca, verandasına bir parça toprak bırakmış. Bu daha sonra "uğradım, bulamadım" işareti haline dönüşmüştü. Büyükannem eve geldiğinde, verandadaki topraktan Dave'in ona uğradığı çıkarımında bulunuyordu.

Büyükannem İtalya'da doğup büyümüş olmasına karşın Amerika'yla iyi başa çıkabilen insanlardan biriydi. Hep sağlıklıydı, bağımsız bir ruhu vardı, dolu dolu yaşamıştı. Bir gün felç geçirdi ve hayata gözlerim yumdu. Ölümü herkesi üzmüştü. Dave'i teselli etmek zor olmuştu. En iyi arkadaşım kaybetmişti.

Cenaze merasiminde diğer torunlarının yanı sıra Dave'e ve bana ta­butun yanında yürüme görevi verilmişti. Mezarlıkta törenin idarecisi tarafından beyaz eldivenlerimizi ve çiçek buketim büyükannemin tabutunun üzerine koymamız istendi. Her bir torun tek tek isteneni yerine getirdik. Dave benim önümdeydi. Tabuta doğru yürürken hızla yere eğilip bir şey­ler aldığını gördüm. Ama ne aldığım anlayamamıştım, bu yüzden de pek ilgilenmemiştim. Eldivenlerimi ve buketimi Dave'inkinin yanma koyarken büyükannemin tabutunun başında bir avuç toprak görünce gözlerim yaşla doldu. Dave "uğradım bulamadım" işaretini son kez bırakmıştı.

SteveKendall

Ölüm gibi ayrılıklar sevdiğimiz insanların imajına mühür vurur.

Goldsmit

Okyanus 15.11.08 13:15

Babam
 
BABAM

Babam bana çeşitli şekillerde çeşitli şeyler verdi. Ben de şimdi ona birşeyler vermek istiyorum. 1984 yılında 100 metrede aldığım altın madalyaya ne demeli? Bunu birlikte yaptığımız bütün iyi şeylerin ve onun sayesinde başıma gelen pozitif olayların simgesi olarak ona ve­rebilirim.

Kazandığım bütün madalyaları bankadaki kasada saklıyorum. O gün havaalanına giderken madalyayı almak için bankanın önünde durdum. Madalyayı takım elbisemin cebine koydum. Onu babam için New Jersey'e kadar orada taşıyabilirdim.

Cenaze merasiminin yapıldığı gün ailece babamı görmeye gittiğimizde madalyayı babamın eline tutuşturmak için çıkardım. Annem madalyanın gömülmesini istediğimden emin olup olmadığımı sordu. Emindim. O sonsuza dek babamın olacaktı. Anneme "Ben nasılsa başka madalya kazanacağım." dedim. Babama döndüm ve "Kay gılanma. Ben başka madalya kazanacağım." dedim. Bu, hem babama hem de kendime verdiğim bir sözdü. Babam orada elleri göğsünde barış içinde yatıyordu. Eline tutuşturduğum madalya ortama kusursuzca uyum sağlamışı.

Carl Lewis

Ne kadar çok verirsek O kadar çok alırız.

Grace Speare

Okyanus 15.11.08 13:15

Zamanlı Ayrılış
 
ZAMANLI AYRILIŞ

Görünüşe baksanız onu yoksul biri zannederdiniz. Oysa tanıdıkça bir prens gibi görmeye başlardınız. Her gün yatırımlarım kontrol etmek ve arkadaşlarım ziyaret etmek amacıyla yürüyerek borsa simsarının ofisine gelirdi. Her öğleden sonra yaklaşık saat ikide Billy kapıdan girer ve yüzlerimiz gülerdi. Şapkasının ucu hep kıvrıktı. Hava nasıl olursa olsun yıp­ranmış, yırtık pırtık trençkotunu giyerdi. Kışın üstüne bir atkı atar, yazın içine düğmeli tişörtünü giyerdi. Yüzünde hep o gülücük vardı (çarpık dişlerinin yanı sıra).

O bizim resmi olmayan liderimiz ve sözcümüzdü. Billy öyle derse, öyle olurdu. Hepimiz her gün bir araya gelir Billy'nin ağzından çıkacak kelimeleri beklerdik. Londra aksanıyla ve garanti veren göz kırpmalarıyla borsada ne oluyorsa olsun, gerçek dünya ne kadar puslu olursa olsun insanda her şeyin yolunda olduğu hissini uyandırırdı. Bir gün olaylar ters gitmeye başladı. Seksen yaşındaki Billy'miz, liderimiz kansere yakalanmıştı.

Artık yatırımlarının gözlenmesinin bir anlamı yoktu. Önemli olan bizim onu gözlememizdi. Hastalığı hızla ilerliyordu. Hayattaki tek akrabası İngiltere'deki ablasıydı. O yüzden de biz ailesi oluvermiştik. Has­tanede refakatçi olarak sırayla yanında bekledik. Billy'nin en yakın ar­kadaşı ve mali danışmanı Garry, Billy'nin yanından hiç ayrılmadı. Hemen her gün onunlaydı. Billy'nin yalnız kalmasını istemiyorduk.

Bir akşamüstü sona yaklaştığımızı hissediyorduk. Geceyi Garry ve Billy'yle geçirmeyi önerdi. Garry eve gitmemi, onu sabah rahatlatabileceğimi söyledi.

Sabah 5'te karımla birlikte ön kapımızın şiddetle çalınmasıyla uyan­dık. Kim olduğunu öğrenmek için kalktım, ama kimse yoktu. Sabah 9 gibi Garry arayıp Billy'nin gece vefat ettiğini söyledi. "Saat kaçta öldü?" diye sordum.

"5'te"cevabı beni şok etti. Kapımızın çalınmasının tek açıklaması Billy'nin sabah 5'te bize son defa elveda demek üzere göz kırpmak istemesi olmalıydı.

Barry Spilchuk

Okyanus 15.11.08 13:16

Miras
 
MİRAS

Kocam Bob 1994 yılında aniden ölünce yıllardan beri hiç haber ala­madığım insanlardan başsağlığı mesajları aldım. Mektuplar, kartlar, çi­çekler gönderdiler, telefonlar açtılar ve ziyarete geldiler. Keder içindeydim, ama aile dostlarımızdan, akrabalarımdan ve hatta tanıdıklarımızdan gördüğüm bu sevgi seli üzüntümü bir derece hafifletmişti.

Özellikle aldığım bir mesaj beni çok duygulandırmıştı. Lisedeki en iyi arkadaşımdan bir mektup almıştım. 1949 yılında mezun olduğumuzdan bu yana hiç görüşmemiştik. O memleketimizde yaşamına devam etmiş, bense oradan ayrılmıştım. Bu arkadaşlık araya beş ya da on yıllık ayrılık bile girse kopmayacak türden bir arkadaşlıktı.

Kocası Pete, belki de 20 yıl kadar önce, oldukça genç bir yaşta, onu derin üzüntüler içinde ve ağır sorumluluklar altında bırakarak hayata

gözlerini yummuştu. Bir iş bulmak ve üç çocuk yetiştirmek zorundaydı. O ve Pete, aynen ben ve Bob gibi oldukça nadir rastlanan, asla unutulamayacak aşklardan birini yaşamışlardı.

Mektubunda annemle paylaştığı bir anekdottan söz ediyordu. "Pete öldüğünde, sevgili annen bana sarıldı ve "Trudy, ne söyleyebileceğimi bilmiyorum... o yüzden de sadece seni seviyorum diyeceğim' dedi" diye yazmış.

O da mektubunu annemin yıllarca önce ona söylediği cümleyle bi­tirmiş; "Bonnie, Ne söyleyebileceğimi bilmiyorum... o yüzden sadece seni seviyorum diyeceğim."

Adeta annem benimle konuşuyormuş gibi hissetmiştim. Ne kadar güçlü bir mesajdı. Arkadaşınım bunu yıllarca unutmaması ve bana aktarması ne kadar mükemmeldi. Seni seviyorum. Kusursuz kelimeler. Özel bir hediye. Bir miras.

Bonnie J. Thomas

Okyanus 15.11.08 13:18

Davranışlar Ve Tutumlar üzerine
 
DAVRANIŞLAR VE TUTUMLAR ÜZERİNE

SONUNA KADAR DESTEK

Arkadaşımız H. Stephen Glenn tanıdığımız en cesaret verici ve des­tekleyici insanlardan biridir. Hepimizi sürekli daha olumluya ulaşma yo­lunda yüreklendirir.

Stephen bir müddet önce torununun beyzbol maçına gitmiş. Küçük bir erkek çocuğu sopayla vurmak üzere hazırlanır. Topa olanca hızıyla vurur ve üçüncü departa doğru koşabileceği kadar hızlı koşmaya başlar. Antrenör küçük çocuğa yaklaşır ve "Topu uzağa attığına emin misin?" diye sorar.

Küçük çocuk, "Evet, vurdum" der.

"Sonra da hızla üçüncü departa koştun ve herkesi şaşkına çevirdin!" der.

"Öyle mi yaptım?" diye sorar çocuk.

"Evet, yaptın. Oyunun geri kalanım dinlenme kabininde seyretmeye başlamadan önce sana bir soru daha soracağım." der antrenör. "Bi­rinci depart yerine üçüncüye koşma kararı verdiğinde ne düşündün?"

Çocuk, "Çünkü birinciye koşanlar hep yanıyorlardı." diye yanıtlar.

Antrenör çocuğu dinlenme kabinine çeker ve "Son sefer birinci ye­rine üçüncü departa koşmayı tercih ettin. Herkesi şaşırttın ve başardın, ama skora gidemedin. Şimdi aynı şansa yine sahipsin. Üçüncüye koşup başarabilirsin, ama yine skora gidemeyebilirsin ya da birinciye koşma riskini alırsın. Yanabilirsin, ama başarırsan skora da ula­şabilirsin. Ama neye karar verirsen ver, senin arkanda olduğumuzu bilmeni istiyoruz."

Jack Canfield ve Mark Victor Hansen

Okyanus 15.11.08 13:18

Büyük Beklentiler
 
BÜYÜK BEKLENTİLER

Ünlü beyzbol oyuncusu, Pete Rose, hiç tanışmamama rağmen bana hayatımı değiştirecek kadar değerli bir şey öğretti.

Ty Cobb'un rekorunu kırmak üzere olduğu yıl Pete'le bir röportaj yapılmıştı. Gazeteci, "Pete, rekora ulaşmak için sadece 78 vuruşun var." gibi bir cümleyle sorularına başladı. "Sence 78 vuruş yapabilmek için kaç vuruş yapman gerekecek?"

Pete gazetecinin yüzüne baktı ve hiç tereddüt bile etmeden, "78"diye yanıtladı. Gazeteci hayretler içinde, "Hadi, Pete. 78 atışta 78 vuruş kaydedeceğini bekliyor olamazsın." diye çığlık attı.

Pete Rose ortaya attığı iddiaya yanıt vermesi gerektiğini düşünen ga­zeteciyle sakin sakin felsefesini paylaştı. "Her atışta vurmayı umarım ve hedeflerim. Eğer vurmayı ummuyorsam, yani hedeflemiyorsam, o zaman burayı boşu boşuna işgal etmemem gerekir!"

"Eğer sadece vuracağımı umut ederek yükselirsem," diye devam etti, "o zaman belki de vurmak için duaya ihtiyacım olmayacak. Olumlu beklentim sayesinde bütün atışlarımı vurabileceğim."

Pete Rose'un felsefesini ve bu felsefenin günlük yaşama nasıl uy­gulanabileceğim düşündüğümde biraz utanmıştım. Bir işadamı olarak, satışlarımın kontenjanların üstüne çıkmasını umut ediyordum. Bir baba olarak iyi bir baba olmayı umut ediyordum. Evli bir erkek olarak da iyi bir koca olmayı umut ediyordum.

Uygun bir pazarlamacı, fena sayılmayan bir baba ve iyicebirkoca olduğum gerçeğinden hareket edebiliriz. Aniden iyi olmanın yeterli olmadığına karar verdim. Mükemmel bir pazarlamacı, mü­kemmel bir baba ve mükemmel bir koca olmayı istedim. Olumlu beklentilerden birine yaklaşımımı değiştirdim ve mükemmel sonuçlara ulaştım. Birkaç iş seyahati kazanacak kadar şansım arttı. Oğlumun beyzbol liginde yılın antrenörü seçildim ve ömrümün bundan sonrasını da evli kalmayı hedeflediğim karım Helen'la sevgi dolu bir ilişki yürütüyorum. Teşekkürler, Bay Rose!

Barry Spifchuk

Okyanus 15.11.08 13:19

Bir Resim Nelere Değer
 
BİR RESİM NELERE DEĞER

Elinde genç bir çiftin resminin bulunduğu yırtılmış ikili resim çer­çevesiyle kısa boylu, yaşlı bir adam mağazaya girdi. Çerçeve hasar görmüş ve tam ortadan yırtılmıştı. Sanki biri yapıştırarak onarmaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Yaşlı adam daha fazla zarar gö­rebilir korkusuyla çerçeveyi onarılmak üzere mağazasına getirmişti. Bu konuda uzman çerçeve ustası başarılı olamadı. Ben yardımcı olamazdım, ama adamın ricasına kulak kabarttığımdan çerçeveye bir göz atıp atamayacağımı sordum. Ne yapmam gerektiğinden emin de­ğildim, ama adama çerçevenin o gece bizde kalmasının mümkün olup olmadığını sordum. Adam başını evet dercesine salladı. Başını eğip kapıdan çıkıp gitti.

Üzerine yapıştırılan bandı dikkatlice kaldırdım ve parçaları tekrar bir­leştirip yapıştırdım. Sonra da suni cilt uyguladım ve dış yüzeyi kozmetikle temizledim. Küçük bantlarla yapıştınp üzerine floş DMC geç­tim.

Bir sonraki gün yaşlı adam geldiğinde çerçeveyi eline tutuşturdum. Ayrıca, "ücretsiz" olduğunu söyledim. Aldığım malzemelerin parasını kendi cebimden ödemiştim. Ortaya çıkan ustalık onu büyülemişti, ağlamaya başladı. Çerçevenin içindeki resim ona ve eşine aitti. Resme işaret etti ve "Bu benim karım. Geçenlerde öldü. O bu çerçeveyi 1920'li yıllarda yapmıştı. Ben hasar gördü diye çok kaygılanmıştım." dedi. Benim de gözlerim dolmuştu. "istediğiniz zaman bizi görmeye ge­lebilirsiniz." dedim. Kapıdan çıkmak üzereyken "Seni hiç unutmayacağım, Christine." dedi.

Yaşlı adam, işimden pek emin olmadığım ve tam bırakmak is­tediğim anda hayatıma girmişti. Nerede olmak istediğimi ve hayatımın amacının ne olduğunu anlamama yardımcı olmuştu. Bu kalpten his­settiğiniz duygularla ilgili bir şey. O yaşlı adamın bana yaptıklarım ne

kadar istesem de ifade edemem. Aynı yıl daha sonra yüksek ücretli bir maaşla "El-İşçiliği Koordinatörü" olarak hemen terfi ettim. Bazen Tanrı bazı insanları belirli bir amaçla hayatımıza sokuyor. Onun adım bile bil­miyorum, ama o kısa boylu resim çerçevesi tamir ettiren adamı asla unutmayacağım.

ChristineJames

Okyanus 15.11.08 13:22

Güler Yüzle Hizmet
 
GÜLER YÜZLE HİZMET

Satışla ilgili ne öğrendiysem, Michigan New Era'da mobilya mağazası olan babam Walt'dan sadece bir haftada öğrendim.

O gün yaşlı bir bayan mağazaya girdiğinde ben yerleri süpürüyordum. Bayanla ilgilenmek için babamdan izin aldım. "Şüphesiz" diye yanıtladı.

"Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Genç adam, sizden bir kanepe almıştım, ama ayağı çıktı. Onu bana ne zaman tamir edebileceğinizi öğrenmek istiyorum."

"Kanepeyi ne zaman satın almıştınız efendim?" "Yaklaşık on sene önce."

Babama yaşlı bayanın kanepesini bedavaya tamir etmemizin müm­kün olmadığım zannettiğimi söyledim. Babam öğleden sonra bayanın evine gidebileceğimizi söylememi istedi.

Yeni bacağı taktıktan sonra oradan ayrıldık. Yolda babam "Seni ra­hatsız eden ne oğlum?" diye sordu. "Biliyorsun, ben üniversiteye git­mek istiyorum. Eğer eski kanepeleri bedava tamir etmeye devam edersek aç kalacağız!" dedim.

"Her şeyden önce sen bir şekilde tamir etmeyi öğrenmelisin. Bunun yanı sıra en önemli noktayı gözünden kaçırdın. Kanepenin altındaki etikete dikkat etmedin. Sears'tan alınmış bir kanepeydi" dedi.

"Sen bu işi bir hiç uğruna yaptığımızı, bayanın bizim müşterimiz bile olmadığım mı söylemek istiyorsun?"

Babam gözlerimin içine baktı ve "Artık müşterimiz oldu" dedi.

İki gün sonra aynı bayan mağazaya geldi ve benden birkaç bin do­larlık yeni mobilya satın aldı. Mobilyaları eve götürdüğümüzde, bozuk para dolu bir kavanozu (beşlikler, onluklar, yirmi beşlikler ve ellikler dolu) mutfak masasının üzerine koydu. "İstediğinizi alabilirsiniz" dedi ve odadan çıktı.

O günden bu yana tam otuz yıldır satış yapıyorum. Her müşteriye saygıyla yaklaştığımdan temsil ettiğim her işletmede en yüksek satış ortalamasına sahip oldum.

Michael T. Burton

Okyanus 15.11.08 13:22

Dylan'ın Yardımı
 
DYLAN'IN YARDIMI

İki yaşındaki Dylan, o gün bizim evde yapılacak komite toplantısına tatlı yetiştirmeme yardım ediyordu. Sıvı olarak soda kullanacağımız bir tatlı tarifi seçmiştik, Dylan kalıba döktüğümüz kabarcıklı ve balonlu karışıma hayretler içinde bakıyordu. İki dakikalığına telefonla konuşmak üzere yanından ayrılıp geri döndüğümde Dylan'ı "Balon, Dylan balon yapıyor." derken buldum.

Suya atınca baloncuklar çıkararak eriyen renkli tatlı tabletlerden ye­meyi de çok severdi. Bu tabletlerin tatları suda eriyip baloncuklar çıkarmalarının verdiği görsel zenginliğin yanında gölgede kalırdı. Ben de çocukken bundan çok zevk alırdım. Aynılarından bulunca Dylan'a almak için deli olmuştum. "Evet" dedim Dylan'a, balonlar çıkıyor.

Dylan'ın yardımından hoşnut, eve gelen her misafire "Dylan'ın ba­lonlarım" tanıttım. Nasıl yapıldığı sorulduğunda, misafirler tatlının tadına bakarlarken ben de tarifi vermeye çalıştım. Tam bitirdiğim sırada Dylan'in büyükbabası içeri girdi ve "Yarıda kestiğim için üzgünüm. Takma dişlerimi ıslatmak için kullandığım tableti arıyorum, ama bulamıyorum. Sabah mutfağa koymuştum yok olmuş." dedi.

O anda Dylan konuşulanları anlamışçasına "Dylan balon yapıyor" demeye başladı. Bir tatlıya baktım bir Dylan'a. Olayı ayrıntısıyla dü­şündüm. Tanrım, misafirlerime diş ıslatma tableti içeren tatlı yedirmiştim. Ne yazık ki misafirler de aynı şeyi fark ettiler. Bir oda dolusu çaresiz misafirim vardı. Bazılarının midesi kalktı ve tatlıyı gerisingeri çı­karmak istediler. Hoş değildi.

Allahtan hikayenin sonu mutlu bitti. Oldukça yoğun bir tempom var ve balon olayından bu yana hiç kimse benden komite toplantılarında yemek hazırlamamı beklemiyor.

Nancy Richard-Guilford


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 14:45 .

Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2