tualimforum.com  

Geri git   tualimforum.com > EĞİTİM ve ÖĞRETİM > Dersler/Ödevler > Tarih
Kayıt ol Yardım Üye Listesi Ajanda Bugünki Mesajlar

Tarih Tarih dersi ödevleri,Tarih ödevleri...


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler
Konudaki Cevap Sayısı
5
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
1626

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler
Alt 04.08.08, 13:11   #1 (permalink)
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler

İSLAM DÜNYASINA GİRMEDEN ÖNCE TÜRKLER

TÜRKLER, TÜRKİYE adını verdikleri Batı Asya’nın bu bölgesine kesin olarak yerleşmeden önce çağlar boyunca, Asya’nın doğu bölgelerinden, Orta Avrupa’ya kadar göç ettiler ve batıya doğru yürüyüşlerinde, bugün hala mevcut olan izleri görülen ırkı ve lisanı kitlelerine gittikleri yerlere yer yer yerleştirdiler.

Türkler’in menşei meselesi oldukça karanlıktır. Yalnız Çin kaynakları, bize, Kuzey Çin’in batısından Baykal Gölü civarına kadar, yani Yukarı (yüksek) Asya veya modern Coğrafyaya göre, Moğolistan olarak adlandırılan bölgelere M.Ö.2000 yıllarına doğru göç eden topluluklardan bahsederler. Bu toprakların hepsi Altun, Tanrı, (Tagh), Altay, Sayan, Kingan yüksek dağları veya Lobi, Gobi Çölleri tarafından geri kalan çevreden ayrılmıştır. Az yükseklikteki bölgelerde çöl veya Step iklim hüküm sürer: kışları çok soğuk yazlar çok sıcak , yağışlar nadirdir; daha yüksek bölgeler yağış aldıklarından ormanlar veya çayırlar ile kaplıdırlar. Daha batıda,Sin-kiang (Sincan) veya Çin Türkistan’nda Çungarya ve Rus Türkistan’nın doğusunda iklim şartları azçok aynıdır; fakat, insanların toplandığı ve yerleştiği daima önemli noktalar olan Hotan, Yarkent, Kaşgar gibi şehirler, Tarım da olduğu gibi dağların eteklerine kurulmuş insala dolu bölgelerdir.

Bu bölgelerde oturanlar her zaman, herşeyden önce çadır altında yaşayan atlı göçebeler, çobanlar ve avcılardır. Onlar, klan ve kabileler halinde çok önceden teşkilatlanmış gibi görünüyorlar. Ziraati ve endüstriyi bilmezler ve küçümserler, buna karşılık komşu ülkeleri memnuniyetle gönüllü olarak (genellikle) yağmalarlar. Girişi güç yörelere sığınmış olduklarından, takip edilmekten korkunurlar, fakat sınır bölgeleri için sürekli bir tehlike meydana getirirler ve şayet bazen dış bir kuvvet onlara baskı yaparsa, pek çok defa tasirisz kalır. Bu göçebeler, üç ana gurup teşkil ederler: Türkler, Moğallar ve bugünkü Mançular’ ın ataları olan Tunguzlar. Bu guruplar çok kolayca birbirlerine karışırlar, ve halklar topluluğu diye adlandırılan şeyi teşkil ederler, böylece Hiung-Nu topluluğu için ortaya çıkan şey, bu gibi geliyor.

Hiun-Nu’lar: Hunlar 2 bin yıllık Çin yıllıkları, ana yurtları Ordos bölgesi olduğu görülen ve Çin’ in kuzey batısına göç eden toplulukları, bu isim altında zikrederler. Hiun-Nu’unların hepinin türk olduğu kesin değildir, fakat orda hakim olan Türk unsurudur. Asırlardır onların izlerini takip etmek mümkün değildir; yalnız onların M.Ö.III.-II. Yüzyıllarda Hükümdar veya Şanyü Mao-tun veya Mete idaresi altında en yüksek noktaya ulaşır; Kansu’ dan Tarım havzasına kadar yayılır. Fakat, iç kavgaların kurbanı olan Hiung-Nu’ lar Çinliler tarafından M:Ö.44’-de yendiler ve bu tarihten itibaren ikiye ayrılırlar: Kuzey Hanı veya Pei-han hanedanının yarattığı Çin tarihinde, IV. yüzyılda tekrar ortaya çıkan Doğu Hunları ve Jua- Juan’ların Moğol kabilesi tarafından sürülerek, batıya doğru yol alan Ural’ı geçen Alanlar’ı Ostrogotları ve Vizigotları yenen yıkan ve Pannoni’ye yerleşen Batı hunları : Hun ismi altında Avrupa’nın tanıdığı bunlardır. Şeyfleri Atilla’nın idaresinde, 451’deki campus Catalaunun yenilgisine kadar onlara parlak başarılar elde ederler; bu tarihten sonra doğuya, doğru çekilirler ve bunlar arasında sonuncuların bir kısmı Azak denizi’nin kuzey- Batısına, bir kısmıda don ağzına sığınırlar.

Tukyular: (Göktürkler) IV. yüzyılın başında orta asya, Juan-Juanlar’ın hakimiyeti altındadır. Bunlar, Türk kabilelerinin çok sayıdaki ayaklanmalarını bastırdılar; onlardan biri Bumin tarafından idare edimiş olan yenen ve Kağan (hükümdar) ünvanı alan Bumin ve aynı zamanda merkezi Yukarı Orhunda’ olan Tk-yu (Göktürk) Devleti’ni kurar. 552’ de ölümü üzerine yerine büyük oğlu Mukan, Moğolllar üzerinde hakimiyet kurarak Kağan olur ve küçük oğlu İstemi, Yabgu ünvanıyla Cungarya, yedi-su ve yukarı yurt bölgelerini idare eder; Kardeşinden ayrılarak Çin’e doğru yönelen İstemi, Batı Tunkyu (Göktürk) hanedanı kurar. Sasani Hükümdarı Khosroes ile ittifak ederek, Soğdiyan’ı Hun Eftalitlerinden alır; o zamn, Sopdiyan Uzak Doğu ile Yakın Doğu arasında ipek ambarıydı; İstemi Bizans İmparatoru II. Justin ile ilişkiye girer, fakat o 575’ de ölür ve oğlu Tardu 595 ‘te Kuban, Kırım ve Baktria’nın fethine engel olamıyan bütün komşularıyla mücadele eder. Sonunda anarşi meydana gelir ve 70 yıllık Çin jhakimiyetinden sonra, Batı Tukyu ( göktürk ) lar Kutluk’un idaresinden Çin’den Soğdaya kadar 711’ de devletlerini yeniden kurarlar. 716 ‘da Bilge Kağan iktidara gelir, fakat ondan sonra, devlet yavaş çöker: bu hükümdar Tukyu medeniyeti ve tarihi üzerine bize değerli bilgiler veren Orhun Abideleri denilen abideler bıraktı; onalar 731 tarihleridir.
Uygurlar: VIII. Yüzyılın başında, Asya toprağı üzerine iki büyük güç meydana geldi: Çin imparatorluğu ve arap imparatorluğu, Çin imparatorluğu bugünkü Rus Türkistanı ‘na kadar yayılmasına karşılık; İran, Afkanistan, Baktiria Araplar’ın hakimiyatindedir; Horasanın Arap Valisi Kuteybe, bu başarılarının mimarıdır. 714 ‘de Taşkent’i de ele geçirir, fakat o ertesi yıl öldürürlür ve Çinliler yeniden avantaj sağlarlar. 751 Temmuzunda Arap generali Ziyad b.Salih, Çinliler’i bugünkü Ali-Ata yakınındaki Talas’ta ezici bir hezimete uğratır, böylece Türkistan civarındaki bölgeler üzerinde Arap hakimiyeti kurar.
Bu çağda Türkler başlıca üç ana guruba ayrılırlar:Yedi-Su bölgesinde Karluklar, Baykal Gölü yakınında Kırgızlar ve Orhun, Karabalgasun üzerine yerleşmiş Uygurlar. Bu sonuncu gurup, Doğu Tukyu(Göktürk)ları’na varis olur. İlk Uygur Kağanı Alp Bilge Tanrı Uygur Kağan (745-759) Çin’e müdahele eder; oğlu Ulug İlig Tanrıda kutbulmuş Erdemin İltutmuş Alp Kutlug Bilge Kağan (759-780) Çin başkenti Lo-Yang’ı 762’de zaptederek, ki orada onu dininden döndüre Mani misyonerleriyle ilişki içine girer; bunun üzerine Mani Dini, Uygurlar’ın resmi dini olur; eski araniceden gelen soğel alfebesi Uygurlar’a mani papazları tarafından benimsenir. Bir asır boyunca Moğalistan Uygur Devleti, ilim ve sanatta bir medeniyet merkezi olmuştur. Fakat, o 840’da Kırgızlar’ın darbesiyle çöker ve üç yıl sonra Çin Türkistanı’nda bir Uygur(Krallığı) Kağanlığı kurulur, bununla beraber önemsiz bir gurup Çin’de ki Kansu’ya yerleşir, ki orada o, bugünkü Sarı Uygurlar’ı meydana geirecektir.

Türkistan Uygurları, bu bölgede, XIII. yüzyıla kadar sürecek, Moğalistan’dakinden daha parlak bir medeniyet yeniden meydana getirirler. Kurdukları bu devlet hem de zirai, hem ticari ve hem de ilmi idi, ve üç dinleri vardı: Budizm, Maniheizm ve Nestorianizm, orada yaşadılar, fakat maniheizm çok çabuk ortadan kaybolacak. Hint-İran bölgesine kadar, Batı Türkistan’daki Türkleşme, sadece Uygurlar ile olmuştur. Böylece orada Türk unsurlar Batı’ya doğru tedrici olarak göçtüler. Kitanlar, bir Moğol kabilesi olan tarafından Moğolistandan atılmışlardır. Onlar Aral Gölü ve Türkistan arasındaki bilinen bölgeleri kendilerine yurt yapmışlardır. Bu tarihden itibaren onlar bir asırdan fazla zamandan beri islamlaşan İran’ın diğer kabileleri ve Soğdlular ile doğrudan doğruya komşu olurlar.

İslamiyet ile ilk temaslar: Çok basit bir görüşe göre, Türkler İslamiyete İranlılar aracılığıyla girdiler: Maveraünnehir’e başkenti Buhara olan İran Sâmânîleri hanedanı hakimdir. Bu Sâmânîler Türk ülkelerine baskılar düzenlerler ve onlardan aldıkları esirleri ya köle veya orduda asker olarak kullandılar. Gitgide Samanlı ordusu Türkleşirken Müslümanlarla temasa geçen Türkler de İslamlaştılar. Samanlı hükümdarı I.Abdülmelik’in Türk kölesi Alp Tekin 961’de Horasan Vâlisi olarak atandı; Abdülmelik’in oğlu tarafından azledilmiş olan o, Gazneliler Devleti’ni kuracaktır. Bu yeni hanedanın hükümdarı, Sebük Tekin, 977’de diğer Türkler’in (yani) Karahanlılar’ın saldırılarına karşı onların hükümdarlarını korumak için Samanlı ülkesine müdahale eder; o, bu yardımı Horasan’ı kendisine bıraktırmakla ödetti. Oğlu I.Mahmut 998-999’da yerine geçer: hanedanın en büyük hükümdarı budur. O, bir başka taraftan Karahanlılar ile sıkıştırılan Samanlı II.Abdülmelik’e saldırır ve bozguna uğratır. Bu Samanlılar’ın sonudur. Mahmud emir ünvanını almak için onların yıkılışlarından faydalanır ve Abbasi Halifesi ona “Yemûnü’d-Devlet” ünvanını verir, ki bu ünvana “Gazi” ve “Sultan” ünvanlarını da ilave eder. Mahmud, bilhassa, Hindistan’a yapmış olduğu akınlarıyla ünlüdür: O, 1025’de Ganj’a kadar ilerler. Batıda o Karahanlılar ile sırayla harp veya barış yapar. O, sağlam bir iktidar kurmaktan çok, zamanını fethettiği ülkeleri Türkleştirmek veya İslamlaştırmayı gâye edinmedi; üstelik daha çok Araplar’ın zararlarına İranlılar’ın yurtlarını genişlemesine katkıda bulundu.

Oğlu Mesud (1030-1040) Karahanlılar’a karşı müdahale eder, fakat o, Selçuklu kabilesini teşkil eden yeni gelen Türkler tarafından 1040’da yenilmiştir. Gazneliler Horasan’ın dışına, doğuya doğru Afganistan ve Hindistan’a atıldılar. Gazneliler’in yanında – belki Karluklar’dan gelen - Karahanlı Hanedanı, Maveraünnehir ve Çin Türkistanı’nın bir kısmı olan Kaşgar’a yerleşmiş, aldıkları bölgelerin Türkleşmesi ve İslamlaşmasına pek çok katkıda bulunmuştur: İlk Müslüman Türk Devleti’ni X. Yüzyılın başında kuran bunlardır. Türk medeniyetinin gelişmesinde ve kalabalık Türk topluluklarının İslâma girişlerinde önemli rolleri varsa da, siyasî hâkimiyetleri asla büyük bir gelişme göstermedi. Fakat, hamle batıya doğru başlandı ve bundan böyle yakın ve Orta-Doğu’nun tarihi bir Arap tarihinden çok, Türk tarihi olacaktır.

I. BÖLÜM
SELÇUKLULAR
X. Yüzyılın sonunda Müslüman Dünyası: VIII. Asrın ortasından beri iktidarda olan Abbasi Halifeliği, sadece ilk yüzyılı boyunca gerçek bir büyüklük hegomanyası kurdu. İmparatorluk çok geniştir, ve merkeziyetçilik, bağımsızlık ve özerklik kaide olmuştur. Siyâsî bölünmeye, dînî fırkalaşmada belirginlik de ilave edilir: Müslüman dünyasında sünnîler ve şiîler kavga ederler, ve X. Yüzyılın ortasında Abbasi sarayı bile 945’ten beri düşünmüştür. Politik olarak Yakın-Doğu anarşinin kurbanıdır: Üneyyîler’in yıkılmasından beri Suriye’de hemen hemen genel bir karışıklık hâkimdir; Ülkenin bir kısmı Mısır Fatimîleri’nin elindedir, fakat mahalli küçük hanedanlar, özellikle Bizanslılar’a karşı cihad eden Seyfeddin Devleti’nin idâresindeki Hamdanîler kendi özel hesaplarına çalışıyorlar. Mısır’da, Fatımî hanedanı ücretli Berberiler, Sudanlılar veya Türkler’in sürekli ard arda üstünlük kurma mücadelelerinin kurbanıdır. Fatimî Devleti şayet Kuzey Afrika’yı kaybederse bile, o daha Güney İtalya, Sardinya ve Korsika’yı elinde tutar, fakat Bizanslılar’ın saldırılarına karşı koyamaz. Nihayet, Suriye Anadolu sınırları üzerinde Mervanî Hanedanı hakim olur.

Bizans Dünyası: Bozulmuş bu Müslüman dünyası karşısında, çok merkeziyetçi olan Bizans İmparatorluğu ayakta kalır. 867’den beri Makedonya Hanedanı iktidardadır: Yakındoğu da özellikle Ermenistan’ı ve Suriye’de topraklarını isteyen o, Nekefor Fokas, Jean Tzimiskes ve II. Basil’in idaresinde bir seri seferlere girişti. İki asır boyunca Bizans İmparatorluğu ticari refaha, ilmi geliçmeye ve bilhassa İmparatorların muhteşem ve büyük siyasetini borçlu olduğu kusursuz bir itibardan faydalanır. Venedik, Güney İtalya’nın bir kısmı, Slav devletleri (gibi) sayısız vassalar (onun) otoritesi altında toplandılar. Askeri başarı genellikle dini başarının beraberinde gelir, ve misyonerler diplomasinin yardımcısıdırlar. Özellikle müttefik müslüman hükümdarların karşısında büyük ölçüde onurlu ünvanlar dağıtımı yapılır. Hanedanın düşüşü ancak XI. Yüzyılın ilk otuz yılındadır, fakat İmparatorluğunun dayanma gücü hâlâ mevcuttur. Bu çağda İstanbul’un Doğu ile Batı arasında büyük bir şehir olarak aracı kaldığı sırada o Asya’da Anadolu, Kilikya, Ermenistan, Kuzey Suriye’yi elinde tutar.

Bununla birlikte, Türkler Arap Dünyasına olduğu gibi, Bizans İmparatorluğu içine de ücretli asker alarak çoktan girmişlerdir. İmparatorların asıl nüfusu, belirli bir zaman onlarısadece bu rolle sınırlayabilecekti.

Büyük Selçuklular: Gazneliler ile savaşa girdiğini bildiğimiz Selçuklu kabilesi ismini şeflerinden birinin adı olan “Selçuk”tan alır. O X. Asrın sonunda Sirderya’nın aşağı sol kıyısında yerleşmiş bulunuyordu, oradan o, Maveraünnehir’e, sonra Buhara bölgesine geçer. Bu asra doğru, ve Selçuk’un idaresi altında olduğu sırada, kabile İslamiyete girer ve müslüman olmayanların boyunduruğundan müslüman olan toplulukları kurtarmaya çalışır; Daha önceden Emevîlr Ümeyyîler ve ilk Abbasiler’i fetheden Selçuklular İslâm geleneğiyle içiçe olurlar. Ayrıca, Sünnî olan onlar, şiî müslümanlarla karşıkarşıya gelirler, bu ise halifenin karşısında onların tutumunu açıklar, ki ona onlar destek olacaklar, ve Buveyhiler ve Fatimiler’in karşısında olarak onlara düşman olacaklardır.

Gazneliler, Selçuklular tarafından bir çok defa bozguna uğradıktan sonra 1035’e doğru Horasan ve sınır eyâletlerini Selçuklu Beylerinden Çağrı Bey’e vermekle sona ererler. Selçuklu Devleti’nin asıl kurucusu olacak olan bunun kardeşi Tuğrul Bey, 1038’de Nisapur’u sonra 1042’de Harezm’i fetheder. 1050’de o, İran’a geçer, Hemedan’ı ve İsfahan’ı alır ki onu kendisine 1051’de başkent yapar. 1055’de Bağdad Sarayı’na karşı ayaklanmalar ve olaylar sonucu Halife Tuğrul Bey’i çağırır, ki o 15 Aralık’ta şehre girer: Sırası gelince o kendisine sultan ünvanını veren Abbasi’nin hamisi olur ve kızıyla evlenir, böylece haklı olarak iktidara kavuşur. 1063’te ölünce yerine hemen hemen güçlük çekmeden yeğeni Alp Arslan geçer; Bizans topraklarına karşı yayılmalar ve fethedilen topraklara yerleşme onunla başlar. 1064’de o Ermenistan’ı ele geçirir, sonra Anadolu’da ilerler ve 1070’de Halep’i fetheder. 1071’de İmparator Romen Diogene, Ermenistan’ı yeniden almak ister, fakat o bütünüyle hazimete uğrar ve 19 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’nda esir edilir. Bu Bizans yenilgisi kapıyı Türk akınlarına açacaktır.

Alparslan’ın halefi ve oğlu Melikşah 1072’de Maveraünnehir’e 1079’da Kirmana el koyar. Saltanatının sonuna doğru hakimiyeti küçük Asya’dan Türkistan’a kadar yayılır, fakat bu sadece geçici bir hakimiyettir, zira 1072’de ölümü üzerine İmparatorluğu çöker: böylece Selçuklu otoritesi zayıflayarak, Sultan’ın kardeşleri, yeğenleri ve kuzenleri toprakları paylaşır. Daha bir asır boyunca hanedan tutunacak, fakat o, Haçlı seferleri, siî İsmailiye hareketi, Orta Asya’dan gelen Türk kabileleri ile mücadele eder. O, 1194’de III. Tuğrul’un ölümüyle tamamen tarih sahnesinden silinir.

Arap anarşisine kolayca üstün gelmesini bilen merkeziyetçi ve güçlü bir disipline sahip olduğu için Selçuklu İmaratorluğu kurulabildi. Fethedilmiş topraklar idari bakımdan Melikşah’ın sağ kolu Vezir-i Azam Nizamülmülk tarafından dikkate değer bir şekilde düzenlenmiştir ki onun yönetim usulleri Siyâsetname de anlatılmıştır. Halife ne kadar hukuki kanuni yetkiye sahipse, sultan da o kadar iyi nüfuza ve kuvvete sahiptir. Ordu Sultan’ın muhafız kuvvetleriyle Emirler’in birliklerini içine alır; emir rütbesi’nin karşılığında, her şahıs bir grup ordu birliği beslemekle yükümlüdür ve onların masraflarını da karşılamak zorundadır, her emire belli bir süre için “ikta” edilen yerden vergi bağlanır. Selçuklu ordusu zamanla yalnız dış elemanlardan sayılan Türkmenler, Ermeniler, Deylemliler vs. den meydana gelmiştir. Emirler Türk oldukları halde, sivil memurlar Arap veya İranlılardır; onlar bilgilidirler ve medreselerde eğitim görmüşlerdir ve onların şefi mali, idari, adli ve dini işleri yöneten Vezir-i Azam’dır. Vezir-i Azam’ın rolü birinci derecede önemlidir, çünkü, Vezir-i Azam Sultan’ın Sultanda Halife’nin vekilidir: rejimin geleceği onun tercihine bağlıdır. Bununla birlikte, belirli sayıda askeri ve idarî mevkiler özel mülkiyet sahibi olabilen en alt basamaklardaki gruplardan olan Memlûkler’e emanet edilmiştir. Onlar prensip olarak ölünceye kadar halkları sürüp gidecek bir birlik teşkil ederler: onların kaidesi sadakattir. Eyâletlerin idaresi, merkezi idare modeline göre düzenlenmiştir. Böylece Selçuklu Devleti her şeyden önce merkezi idareye dayanır ve bunun içinde Sultan ve Vezir-i Azam esasen orduya dayanır. Dahası yani emirlerin sultanı desteklemesi gerekir.

Anadolu Selçukluları, Başlangıçları, Haçlılar: Büyük Selçuklular’ın gücü artarken diğer Türk kabileleri, küçük beylikler halinde yakın doğuya çekilirler: Bu cümleden olarak, Anadolu’nun kuzey-batısında Danişmendliler’den Erzurum’daki Saltuklular’dan, Yukarı Fırat’ta Mengücekler’den Doğu Anadolu’da Artuklular’dan Suriye’de Eyyübiler ve Zengiler’den söz etmek yerinde olur. Bu hanedanlar çok veya azı ömürlüdürler, bunlardan en önemlileri bir asırdan çok devam etmemiş ya Selçuklular veya biraz daha sonra Moğollar tarafından yok edilmişlerdir. XII. Yüzyılın sonunda kısa bir süre Mısır ve Suriye’nin hâkimi olacak olan Eyyûbi hanedanının kurucusu, Haçlılar’ın Saladîn’i Selahaddin onlardan çıkmış olan çok parlak bir şeftir (sultandır).

Selçuklu kabilesi üyeleri tarafından kurulmuş hanedanlar arasında en uzun ömürlüsü en sağlam ve teşkilatlı bir devlet kurmayı başarmış olan Anadolu Selçukluları veya Rum Selçuklularının kidir. Tam olarak. Türkiye Anadolu’nun bu bölümünün kesin olarak zaptı gerçek manada bununla başlar. Esas olarak dağlarla çevrilmiş merkezi bir vadide bulunan Anadolu Selçuklular ile değişmeyen bir görünüm arzeder. Onlar orayı alışılmış hayatın şekillerine göre uyarlarlar ve bu ancak kuzey ve batıya doğru yavaş yavaş ilerleyerek ve yerleşerek olur, sadece onlar hayvan yetiştiriciliği değil fakat Rum ve Ermenileri örnek alarak ağaç dikici ve çiftçide olacaklardır. Türk halkı ancak, Malazgirt Muharebesi’nde sonra yerleşik hayata başlar: Bizans yenilgisiyle, Rum halkı kuzey ve batıya doğru geri çekilirler, Selçuklular ve Danişmendlilere kapı açılır. Yeni gelen Türker’den bazıları, daha çok asker olarak VII. Michel, Nice’Pehore Botaniate, Nice’Phore Milissene, Nice’Phore Bryenne (gibi) taht isteklisi mühtelif imparator adaylarına hizmetlerine girerek böylecedir ki Anadolu Selçuklular şefi Süleyman eyalet ve şehirleri kendilerine bırakılmasına karşılık askeri yardım yapılmak için bir taht isteklisinden diğerine geçerek hazırlık eder. 1081’e gelindiği zaman Alexis Kumme’ne iktidarından emin olarak Süleyman ile görüşerek bir andlaşma imzaladılar ki, buna göre İstanbul’un çok yakınında ki İznik’i kendisine başkent yapabilecektir.Aynı şekilde Danişmendliler Kayseri-Sivas-Amasya üçgenin emir çoka İzmir bölgesine yerleşmişlerdir. Bunlara pareler olarak, o zamana kadar Bizinslıların hakimiyetindeki Ermeniler de istiklal elde etmek için bir harç ödemek ve Bizansın Vassalğını yeniden tanımak şartıyla Anadolu’nun güneydoğusunda bir krallık sağlar.

On sene içinde, Anadolu’nun siyasi görünümü, gitgide Bizanslılar’ın zararına ve Türkler’in yararına olarak tamamen değişmiş, kuracakları dört asıra yakın ömür olacak olan yeni bir devlet ile onlar Rumlar, Ermeniler sonra Türk topraklarını zaptedeceklerdi.

Anadolu’da Selçuklular’ın yerleşmeye hak kazanması Kutalmış oğlu Süleyman ile yeniden başlar. İmparatorluğun hizmetine girmiş olan O, fethettiği yerleri korumak için bundan yararlanır, O sürülmüş Valaklar, Slavlar ve Suriyeli köylüler ittifak ederek sosyal ortam üzerinde etki yapar, bunlardan bir vergi karşılığında serbest kalan köylü köleler ve bütün hoşnut olmayan askerler, memurlar ve maceracılardan faydalanır ve o kırları ele geçirmek işinin Türkmen çetelerine bırakarak, şehirlere el koyar. Büyük Selçuklu sultanının yüzüne karşı Süleyman bizzat kendine sultan iddia etmesini, istiklalini ilân eder. Philare’te’in ailesindeki anlaşmazlıklardan yararlanarak, O, bunu oğluyla ittifak eder ve 1805’de Antakya’yı zapdeder. Sonra Halep üzerine yürür: iki teşebbüs, iki başarısızlık ve 1086’da onu bizzat orada ölüm bulur. Ölümü ağır sonuçlar verir. Çocuk yaştaki oğlu Kılıçarslan Irak’a götürülmüştür; onun fetihleri Ermeniler’e kadar ulaşır. Uyguladağı sert devlet geleneği kaybolur. Bununla birlikte 1092’de genç Kılıçarslan serbest bırakılarak Anadolu’ya geri döner. O, İznik’i kolayca geri alırsa da Danişmendliler’in sağlam bir şekilde yerleştiği Anadolu’nun kuzey ve kuzeydoğusu üzerinde iktidarına karşı ve (bu andlaşma) mendisten daha güçlü olduğunu göstermekle beraber Haçlılar önünde hariç, Danişmendliler ve Selçuklular arasında düşmanlık sürüp gidecekti.

Bunlar, 1096 tarihinde Asya tarafına çıktıkları o sırada Malatya önünü zaptetmiş olan Kılıçarslan süratle batıya geri döner, fakat o 1097 Mayıs-Haziranda Haçlılar’ın elinde ki İzmit’i Alexis Kommen’e bırakmaktan çekinmez, bir ay sonra Danişmendoğlu Gazi ile ittifak etmesine rağmen, o Eskişehir’de yenildi: denilebilir ki, Haçlıların bu zaferi Malazgirt’de ki Bizans bozgununu unutturdu; gerçekten iki asra yakın bir zaman boyunca, kaybedilen toprakların bazılarının yeniden elde etmiş olan Bizanslılar ve Suriye’de yerleşmiş olan Frenkler, Türkler’in batıya ilerleyişini durduracak; 1097 Ağustosunda Haçlılar’ın eline Konya, sonra Ereğli ve Kayseri düşer; bu zaman zarfında Alexis Kommen Ege vilayetini yeniden işgal eder; bu Anadolu’nun üçte birine Bizanslılar’ın yeniden gelişidir. Bu yeni fetih Bizans İmparatorluğunu üç asır sürdürecek ve 1204 yılında İznik İmparatoru’nun kuruluşunu kolaylaştıracaktır.

Merkezi plotoya atılmış Türkler ,yeni Haçlılar’a karşı savaşmak için birleştiler: 5Ağustos 1101 ‘de Lonbardlar,Amasya yakınında yenildiler;birkaç gün sonra , Nevers’in idaresindeki birlikler Ereğli yakınında ezildiler; Eylül ayında Fransız (A-B )haçlılar aynı bölgede yok edilmişlerdi.Bir ay içinde, durum düzelmiştir: Türkler , (eski haline çevrilmiştir.)Onların gücüne karşı şuurlandılar ve Anadolu ‘dan geçiş Frenkler ‘e yasaklandı;Suriye –Filistindeki Türklerin durumunu yeniden eski gücünü buldu.Selçuklu Devleti’ne gelince, o bir engelle karşılaşmaksızın alabildiğine genişlemeye muktedir olacak , çünkü , pek yakında Danişmendli ve Kılıçarslan Malatya ,sonda da 1106’da Meyyafarikin’i zapteder.Büyük Selçuklu Sultanı Mehmet’e karşı Musul sakinleri tarafından çağırılmış (olan ) Kılıç Arslan şehi olan ve 1107 ‘de Sultan’ın yerine kendi adına hutbe okutur.Fakat az sonra Mehmet ‘in naibi tarafından yenilir ve geri çekilme sırasında boğulur. Onun yenilgisi ve ölümü Anadolu Selçukluları’nın doğuya doğru yayılmasında başarısızlık kaydeder. Anadolu plotonu üzerinde , kuvvetli bir devlet kurmak düşündüğü bir sırada , bütün Anadolu’ya hükmederce olan durumuyla merkez Konya olmak üzere I.Alaeddin Keykubad’a kadar , Kılıçarslan’ın halifleri’nin rolü bu olacaktı.
Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu ve Yükselişi:Anadolu ‘da Selçuklu hakimiyetine iki güç engel olur. Bizans ve Danişmendliler Devleti .Kılıçarslan’ın halife Melikşah Bizaslılara başarısız taarruzlar yapar:1116 (da o,Danişmend) Gazi ile ittifak etmiş kardeşi Mesut tarafından indirilmiştir.Adı geçen Danişmendli Gazi’nin devri en zirveye ulaşılan devridir, fakat 1134’de ölümü karışıklık yaratır, ki bundan Mes’ud Ankara ve Çankırıyı zaptederek yararlanır.Manuel Kommen ona karşı müdahele eder, fakat ikinci Haçlı seferinin yaklaşmasıyla onları 1146’da barışa zorlar. Haçlılar Mes’ud tarafından iki defa yenilirler:III. Konrat 1147 Ekimin’de Eskişehir yakınında, VII. Lui 1147 Aralık 1148 Ocak ayında Denizli ve Antalya arasında : İkinci Haçlı seferi, Selçuklular’ın sayesinde başarısızlıkla neticelenir. Mesud nihayet doğudaki yerini bazılarını ki Maraşı ele geçirir, ve 1155 ‘de Toros Ermenilerin ve 1154’de Manuel Kommen ile lehine andlaşma imzlar. O ertesi sene ölür.

Halefi II.Kılıçarslan’a Danişmendliler, Manuel Kommen , kardeşi Şehinşah ve Toros karşıydı. Manuel tarafından yenilen o , İstanbul’a gider ve 1162’de İmparatorunu vassallığı yeniden tanır. Batı sainleşince o kardeşi ve 1164’de ölen Danişmendli Yakup Arslan’a karşı başını çevirir; Kılıç Arslan Elbistan, 1164’de larende (Karaman), 1168 ‘de Kayseri , 1169’da Çankırı ve Ankara’yı zapteder. Yakup Arslan’ın halefi Nureddin’in yanına sığınmış olan Zünnun (zunnun) bunu araya girmeye teşvik eder ona Maraş’ı Behisni ve Sivas 1173’de zapteder, böylece müslüman Anadolu’nun birliğini gerçekleştirir. Bizanslılar’ı yardımına çağıran Zülnun’un son bir gayreti 1176 .Kasımında Miryakefalon ‘daki ezici zafer sayesinde , Selçuklu’nun zaferiyle resmi niteliklik kazanır. Kılıçarslan bundan böyle , biricik düşmanı Manuel Kommen ve Bizans’ın Anadolu’yu yeniden alma fikrini kesin olarak durdurur.

II. Kılç Arslan’ın devrinin sonu az mutlu olmuştur.Üçüncü Haçlı seferi askerlerin Konya’yı 1190’da işgal ederler ve özellikle her biri ayrı bir bölgeye hükmeden oniki oğlu anlaşmazlık içine girdiklerinden; müstakil melikler gibi hareket etmişlerdir;II.Kılıç Arslan’ın Eylül 1192’de ölümü üzerine onlar arasında şiddetli mücadeleler başlar ve oniki yıl süren savaşların sonunda onlardan sadece biri olan Rükneddin Süleyman zafere ulaşır, fakat o devletin kuruluş birliğini başardıktan biraz sonra Temmuz 1204’de ölür. İleri gelen önemli Emirler ona halef olarak üç yaşındaki oğlu III. Kılıç Arslan’ı seçerler, fakat bu pek yakında amcası I.Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından tahttan indirilir.
I. Keyhüsrev 1206’da Trabzon’a karşı başarısız bir savaş açar, fakat (o)1207’de Antalya Limanından Venedikler’i çıkarmayı başarır; Selçuklular ve Venedikliler arasında ilk ticari münasebetleri izleyen barışı yerleştirir.
I. Keyhüsrev , Bizanslılar’a karşı bir savaş sırasında 1210 ‘da ölmüştür. Devrinde Dördüncü Haçlı Seferi’nde İstanbul’un 1204’de Haçlılar tarafından fethedilmesini takiben İznik ve Trabzon ‘da iki rum imparatorluğu kurulmuştur. Bu olaya rağmen Selçuklu Devleti bu andan itibaren sağlam bir şekilde yerleşti.

Hükümdarlığını ilan eden I. Keykavus, mahalli rakipliğine1213’te çabucak üstünlük sağladıktan sonra , Trabzon Rum İmparatoru ‘na karşı yeniden sefer düzenler ve onu hapsettirir:1214’de Sinop’a bedel olarak İmparatoru bırakır ve bir yıllık haraç alır;o nihayet bir süre için Antalya’ya yerleştirilmiş olan Kıbrıs Frenkleri’ni 1215’te ve kilikya ‘ya geçmeleri istenerek kaleleri bırakıp giden Ermenileri 1216’da yener. O,Mambiç ‘de yenildikten sonra bırakıp gitmeye mecbur olduğu Halep’i de ele geçirmeyi başarır;o az sonra 1219’da ölmüştür.

Kardeşi A.Keykubat iki rakibini yendikten veKonya’yı ele geçirdikten sonra , hükümdar(Sultan) olarak benimsenir. Ermeniler’in bölgesindeki anlaşmazlıklardan yararlanarak ,o Alaiyye (Alanya) adını verdiği Kalooros Kalesi’ni 1220’de feth eder ve orasını kışlık merkez yapar ; mutlu bir nişan ve evliliğin ardından o elindeki şehirlere 1222’de Kahta, 1230’da Erzincan, 1230’da Erzurum’u ekler ve bir süre için kaybedilmiş olan Sinop’u da yeniden alır. O doğuda ertesi yıl yeniden kaybettiği yerlerden; Harput Harran, Urfa ve Raklea’yı 1235’te kuşatır ve tekrar zapteder. O1237’de Kayseri’de yeni bir sefere gireşeceği sırasında ölmüştür.Devri hanedanı en parlak devridir. Selçuklu Sultanlığı onun zamanında , büyük binaların yapıldığı ve büyük faal bir ticaretin ortaya konduğu çok büyük bir gelişmenin sahibi olur.

II. Keyhüsrev kardeşi İzzeddin’in zararına saltanatı ele geçirir ve Eyyubiler ile çifte evlilik kurması sayesinde kısa süren bir barış yapar. Fakat 1241’de Derviş Baba İshak tarafından başlatılmış olan Türkmen İsyanı ,kalabalık şehirlerde ayaklanmalara yol açar: bu sosyal, dini ve aristokratlar karşı bir harekettir. İsyan çok sert bir şekilde bastırılmış ve Baba İshak asılmıştır. Sonra birden bire dış tehlike belirir. Moğol Baycu Noyan 1241-42’de Erzurum ‘u işgal eder.Selçuklu ona karşı Bizanslılar , Ermeniler ve Frenkler ile arttırılmış bir ordu hazırlar: o 26 Haziran 1243’te Kösedağ Savaşı’yla hazimete uğramış ve Baycu Sivas ve kayseri’yi işgal etmiştir. II. Keyhüsrev az sonra -belki zehirlenerek- 1246’da ölmüştür. Ondan sonra Selçuklu devleti’ nde çöküş başlar .
Moğollar ve çöküş: Taht kavgaları üç hükümdardan II. İzzeddin Keykavus’un Konya’da, IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın Sivas’ta ve II. Alaeddin Keykubad’ın Malatyada tahta oturmasına yol açmıştır;bu kollektif yönetim idarenin gerçek sahibi Şemseddin İsfahani isimli bir ortak vezirle birkaç sene kesintiye uğramanın dışında-1257’ye kadar sürer, onun, II.Keykubad’ı 1249’da katlettirmeye varan aşırılıkları hapsedilmesine ve ölümüne sebeb olur.Mücadele IV.Kılıçarslan ve II.Keykâvus arasında yeniden başlar: Keykâvus’a başkent için Konya ile Anadolu’nun Batısının ve Kılıçarslan’a Sivas ile Doğuyu vererek münakaşayı kesmek isteyen Moğolhanı Hülegu’dur; fakat vezir Muineddin pervanenin entrikaları , Keykâvus’un Antalya’ya sonra 1261’de İstanbul’a kaçırmaya zorlar. Orada o 1278’de öldürülecektir. Şimdi tek başına Sultan kalan IV.Kılıçarslan’ın veziri Muineddin Sinop’u 1265’de Rumlardan istirdat eder: kendisine verilmiş olan şehirde o bir hanedan olacak. Sultan ile vezir arasındaki anlaşmazlık sonucu Kılıçarslan 1965’de öldürülür. Oğlu ve Halefi 6 yaşındaki III.Keyhüsrev devrinde iktidar pek çok seneler akıllıca idare eden Muineddin’in ellerine git gide geçer. 1277’de emirler baş kaldırmışlar ve Mısır Sultanı Baybars’ı çağırmışlardır, Anadoluyu istila eden o, Moğollar’ı Elbistan’da yener ve Kayseri’ye kadar ilerler; fakat o fazla kalmaz ve tekrar Mısır’a döner; Moğollar ve Muineddin, ihanet sanığı olarak 1277 Ağustosunda öldürülmüştür: bağımsız değilse bile, Selçuklu devletini sağlam ve birleşik bir devlet haline getirmeyi denemiş. Olacak son Türk budur. O zamandan beri çöküş hızlanır, III.Keyhüsrev’e karşı taht davası sürenler biirden bire ortaya çıkıverirler; onlardan biri III.Keykavus’un oğlu II.Mes’ud 1278-1282’lerde Sinop, Samsun ve Erzincan’ı zaptettikden sonra kendisini tanıttırmaya başarır.1283’de o yeğeni Sultan’dır. Fakat ayaklanmaların ardı arkası kesilmez ve II.Mes’ud bir çol defa yenildikden sonra düşşmanları tarafından hapzettirilmiştir; nihayet o, 1298’de tahtdan indirilmiş ve yeri III.Keykubat tarafından doldurulmuştur; Moğolların yanına yerleştirilen vezir Muiseddin Emirşah gibi ;III.Keykubat Erzurum’dan Antalya’ya ve Diyarbakırdan Sinopa kadar uzanan topraklar üzerinde hakimiyet kurar; o Moğol nüfusundan kurtulmayı denediysede yennilir, o tahtdan indirilmiş yerine III.Meud geçirilmiştir, bu sırada Muiseddin 1302’de ölmüştür.Ertesi sene III.Mes’ud da ölür ve onunla Anadolu Selçukluları hanedanı son bulur. Ülke o sırada kendisi ile mücadele eden moğolların istilasıyla karşı karşıya alır, oysa pekçok senelerden beri ortaya çıkmış olan mahalli emirler her türlü otoriteden kurtulmak isterler.Anadolunun önceki sakinliğine kavuşması için epey bir zaman beklemek gerecektir.

Devletin teşkilatı:Ekonomik hayat:Selçuklu Devletini iyi bir aile gibi düşünmek lazımdır: Bu ailenin en yaşlısı, en güçlüsü veya en zekisi bey veya Sultan olarak seçilir ve Merkezdeki yerini alır; o, vezirin veya sahib-i divanın başkanlığındaki kanun ve kâideleri uygulamakla meşgul olan bir divandan yardım görmüştür. Eyaletler, valiler yardımıyla Sultan’ın oğulları veya kardeşleri tarafından yönetilmiştir. İstisnasız sultanın adına para bastırılmış ve bütün eyaletlerde geçerli olmuştur. Fethedilen toprakların idaresi, çoğu zaman “Bey” ünvanı alan fatihlere verilmiştir; vergilerin tahsili karşılığında Beyler, kalıtım yoluyla geçen elinde bulundurdukları topraklarla orantılı bir ordu beslerler: daha sonra bağımsız olan, mahalli beyliklerin bazılarının menşei böyledir.
Sultan’ın idaresi altındaki halk çok karışıktır: gittikçe batıya doğru geri çekilen yerli Rum köylüleri ve Ermeniler, Orta Anadolu steplerine yerleşen ve kabilelerden göçebe Türk grupları; XIV, asırdan itibaren Türkleştirilecek olan Moğollar gibi. Kabileler başlıca hayvancılıkla geçinirler ve herbiri prensip olarak belirli yazlık ve kışlıklara sahiptir; onlar sürülerin miktarı ile orantılı olarak sınırları bekleyenlerin belki muaf tutulduğu, yıllık bir vergi öderler. Onlar İslam Dinine tam iman etmeyerek sözde Müslüman, gerçekte Şamanisttirler ve hak mezhebine aykırı şii dervişlerden baba Türkmenlerin etkisi altındadırlar. Selçuklular bu kabileleri, ister yerleştirme girişimiyle olsun, ister beylerine unvan ihsanıyla olsundüzene koymaya çalıştılar. Bu göçebe kabilelerden başka, Batı Türkistan’dan geldiği muhtemel olan köylüler arasında çiftçiler azdır: bunlardan çoğu köy ileri gelenleri ve kırsal kesimin zenginlerinin hizmetinde yancı (ortakçı-kırıcı) veya gündelikçidirler. Köylüler diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi vergilerle bağlıdırlar.

Şehirlerde kalelerde veya sanat ve ticaret merkezlerinin geçtiği noktalardadırlar; onların nüfusu, sanatkar, memur ve asker olan Türkler’den Rumlar’dan, Ermeniler’den ve tüccar ve sanatkâr olan Yahudiler’den oluşur. Sayıları en çok sanatkârlar (yani) ahiler din adamlarının etkisi altında yerlemiş güçlü kişiler birliği guruplarıdır. Selçuklular, sınırlar üzerinde, düşman topraklarından lyağma yapmak ve ülkeyi savunmak için teşkilatlar kurmuş, uçlar tesis etmişlerdir; bu uçlar Türkmen kabilelerine dayanıyor; en önemlileri XV111. Yüzyılda Bizanslılar’a karşı batı sınırı üzerinde bulnurlar: Hemen emen bütün Anadolu Beyliklerini onlar meydana getireceklerdir, çünkü, Türkmenler merkezi iktidar’dan yeterince bağımsızlık elde ettiler ve bu iktidarın zayıflamasından itibaren de nlar özerklik veya istiklâllerini kazanmaya çalışacaklardır.
Kalabalık dini guruplar: ister Beyler ve ordu üzerinde, ister sanatkarlar, ister köylüler üzerinde olsun etki etmeye çalışanlar Gazi, Alp, Ahi vs.dir. Nasıl ki şehirliler ve köylülerin çoğu Selçoklu Devleti’nin resmi mezhepi olan sünni iseler; göçebeler de az veya çok hak mezhebinin dışındadırlar. Din adamlarının hemen hemen hepsi ulema, şeyh, imamlar, aşar, vergi, yük ve angaryadan muaftırlar.
Şehirliler, devlet hazinesinin temsilcisine verirler; köylüler ister sultanın temsilcisine-ki onlar bir toprak üzerinde (has)- ister fermanla bir askere emanet edilmiş bir toprak (Timar) üzerinde olsun, ister-evkafın malı olan bir toprak-vakıf üzerinde vakıf mütevellisi olsun, ister bir mülk üzerinde olanlar-başlıca vergi vergiler olarak; öşür, çift veya berrak, sürü vergisi agnam, bekaralrdan evlenme vergisi gibi vergileri onlara verirler.

Ticari hayat bakımından Anadolu’nun durumu özellikle elverişlidir, çünkü kervan yollarının kavşağındadır ve yakın-doğu devletlerinin değişen nüfusları arasında karşılıklı faaliyetlerde büyük değer taşır; başlıca merkezler Sivas, Sinop ve Trabzon’dur. Ticaret umumiyetiyle Rumlar ve Ermeniler’in elindedir; diğer taraftanda Venedikliler, Cenovalılar ve Provenceliler Selçuklular’dan ticari andlaşmalar sağladılar (elde ettiler). Türkler arazi ve göçebeler için kafi derecede sürüler satın alırlar; karşılığında reçine, odun, bakır, gümüş, ipek, halı, hasır, pamuk, susam, bal, deri ve şap ihraç ederler (satarlar). Bu ticaret Selçuklular’a büyük zengillikler sağlar.

Sanatlar: Fikri hayat-kötü tanınma: Tarihi ve Düşünce hayatı ve edebi eserler resmi diller olan, Arapça veya Farsça nadirende Türkçe yazılmışlardır; onların sayıları zaten çok değildir. Buna karşılık özellikle karakteristik olanı mimaride sanat faaliyetleri zengindir; Türkler Anadolu’da Bizanslılar, Suriyeliler ve Ermeniler ile temas kurarak tarihi ve soğuk, dağlık ülkeyi dikkate alarak coğrafi sebeplerden dolayı kendilerine has bir sanat yaratmaya mecbur oldular; örnek eserlerden; Kayseri, Sivas, Konya, Malatya’da Camiler, Sivas Divriği, Konya’da kümbedler yapmışlardır. Bu eserler ister taş üzerine heykeller, geometrik veya bitki motifleri yapılmış olsun ve ister mavi, beyaz ve siyah fayanslar olsun güzel dekore edilmişlerdir. Portallar genellikle çok süslüdürler. Bu mumarinin en karekteristiği eşsiz net şekiller ve aynı zamanda karşıtlıkla içir bir üslüba sahip oluşdurur. “İslam Sanatı içinde ilk defa olarak, orijinalliğini bulmak için ortak biçimleri ortaya çıkarmaya lönelen bir sanat doğdu”(J. Sauvaget).





SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04.08.08, 13:12   #2 (permalink)
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler

II. BÖLÜM
ANADOLU BEYLİKLERİ VE OSMANLILARIN BAŞLANGIÇLARI
Merkezi iktidarın yıpranmasıyla Uçlarda kurulmuş Uç Beylikleri muhtar olduklarının farkına vardılar:XIII.Asrın sonundan itibaren onlar Selçuklular’ın hakimiyetinden kurtulurlar.Moğollar’a gelince, bu çağda Anadolu’nun tayinle gelen hükümdarları ve onların umumi valileri Kayseri’yi merkez seçerler, onlar gerçekten sadece ülkenin doğu kısmıyla ilgilenirler. Buna göre, bağımsız beyliklerinin güney kuzey ve özellikle batıda alabildiğine yayılmaları bundandır.
Bununla birlikte bu beylikler hucum isteklerini belli etmeden, Moğollara karşı kafi derecede açık olarak tavır almış gibi geliyor; onlar daha çok Bizanslılara karşı veya Türk komşularına karşı harekete geçerler;bu mücadeleler Anadolu’da, beyliklerinden birinin diğerlerine üstünlük kuruncaya kadar devam edecek bir karışıklık meydana getirirler: Bu beylik bir asırdan az bir sürede ülkenin batı kısmında nufusunu kabul ettirecek Osmanlılar olacaktır; fakat ciddi bir olay(olarak)Osmanlı Sultanı I.Beyazit’in Timur’un Moğol kuvvetlerinin önünde 1402’de Ankara’da yenilmesi Anadoluda hakimiyet probleminin pekçok seneler için çözümü meselesini yeniden ortaya koyacaktır.

Batıdaki Beylikler: Bizans Dünyasıyla temas halinde olan bu beyliklerdir;yeterince kabına sığmayan bu beylikler hasmına sürekli hırpalarlar ve bazıları donanma bile teşkil ederler, bunların sayesinde onlar Osmanlı akınlarına başlangıç olarak, Avrupa kıyılarına baskınlar yaparlar. Dağınık durumdaki onlar, batının 1930’ da yegane hakimi olan Osmanlılar tarafından ardarda fethedilmişler veya ilhak edilmişlerdir.Beyliklerden en önemlileri şunlardır:Balıkesir bölgesinde Karasi, Manisa bölgesinde Saruhan, Birgi ve birzaman İzmir bölgesinde Aydın,Muğla bölgesinde Menteşe Afyon Karahisar’da Sahüb Ata, Eğirdir-Antalya’da Hamid ve bilhassa Germiyan (oğulları gibi) .Önce Malatya’da sonra XIII. Asrın sonuna doğru Kütahya ve Denizli’de yerleşmiş Germiyanlılar, önce Bizanslılar, sonra komşu beyliklerin zararına topraklarını büyütürler. XIV. Yüzyılın başında Yakup Bey idaresinde Beylik güçlü ve korkutucu bir Devlet şeklini alır;fakat halefi Mehmed, babasının fethettiklerinden bir kısmını Bizanslılar’ın darbeleri altında kaybeder. Oğlu Süleyman Şah Osmanlılar ile anlaşmasına rağmen arkasından gelen hükümdar II.Yakup, onlara karşı çarpışır. 1390’da I. Beyazid Germiyan topraklarını zapteder ve II Yakup’u hapse attırır. Adı geçen bu 1399’da gizlice kaçar, 1402’de iktidarı ele geçirir ve sonradan Osmanlılar’ın himayesi altına yeniden geçer ki onun ölümü üzerine ülke 1428’de kesin
olarak ilhak edilir.

Kuzeydeki Beylikler: Osmanlılar’ın etki alanından artık uzaklaşılır,onlar, sözü geçen devletin karşısında çok uzun zaman bağımsızlıklarını beklerler, fakat ister XIV.asır sonunda, ister XV. asrın başında olsun yenilmeleriyle son bulurlar. Onlar İsfendiyarlılar, Pervaneliler ve Ertenalılar olmak üzere üç tanedirler.

İsfendiyarlılar’ın ilk hükümdarı Şemsettin Candar, Moğollar’a verdiği hizmetlerin karşılığı olarak, Kastamonu bölgesini aldı. Oğlu Süleyman, 1322’de Sinop bölgesi (olan) pervaneli toprağını, sonra Safranbolu bölgesini (ülkesine) katar. Üçüncü halefe Kötürüm Beyazid, 1385’de Kastamonu’yu geçici olarak işgale girişen Osmanlılar ile düşmanlıklar açmıştır; oglu İsfandiyar saglam bir şekilde Beyliği yeniden kurar fakat ikinci halefi XV. asrın ortasına doğru topraklarını Osmanlılar’a terk etmek zorunda kalmıştır.

1327’de Moğol hükümdarı Timurtaş Mısır’a giderken Orta Anadolu ‘daki görevini emirlerinden biri olan Ertena’ya bıraktı. Adı geçen pek yakında önce Sivas, sonra Kayseri merkez olan bağımsız bir devlet kurar. Ancak torunu Ali Komşu Karaman Beyliği’nin ilerleyişine karşı koymada güçlük çektiğinden Sivas’a iltica eder. 1380’de ölümü üzerine Vezir Burhanaddin Ahmet iktidarı ele geçirir, Ali’nin akrabalarına, Mısır Memlüklüleri’ne ve Osmanlılar’a (karşı)ardarda zafer kazanır. Fakat o 1397’de ölür ve Sivas’ın sakinleri kendilerini Osmanlılar’ın sorumluluğuna bırakırlar.

Güneydeki Beylikler: Kilikya Torosunun her iki tarafına üç Beylik-Karaman, Dulkadir ve Ramazanoğulları yerleşmilerdir.

Bütün Anadolu’nun en önemlisi Karaman Beyliğidir; Osmanlılar’a en çok mukavemet göstereni budur; hükümdarlarından biri Şemseddin Mehmed, Selçuklular ve Moğollar’a karşı başarıyla mücadele eder, 1277’de Konya’yı ele geçiri, hamisi tarafından öldürülen II Keykavus’un oğlu olduğunu iddia eden Cimri’yi sultan olarak oraya yerleştirir. XIV. Asırda Moğollar’a karşı bazen başarı ve bazen başarısızlıklardan sonra Karamanlılar 1327’de istiklallerini kazanırlar. Alâeddin(1357-1396) Hamid topraklarınınbir kısmını ilhak eder, Sivas’daki Burhaneddin, Germiyanlılar ve Osmanlılar’a karşı mücadele eder. I. Beyazidtaraındn yenilir ve öldürülerek, Beyliği Osmanlılar’ın Tarihi’ne karışır.

Haput ve Malatya bölgesinde Dulkadır ve Adana ve Sis Bölgesinde Ramazan Beyliklerine gelince;Onlardan yalnız birincisi 1515’de ve ikincisi XVII. Yüzyılın başında Osmanlı eyaleti olacaklardır.

Osmanlılar soyları ve başlangıçları: (bu konuda) esas olan görüş Osmanlı hanedanının aslının Kayı kabilesi Oğuz soyundan gelmiş olduğudur. Bu kabile ister Selçuklular zamanında ister daha geç olarak XIII. Yüzlının birinci yarısında Moğollar tarafından batıya doğru sürülmüşdoğudan gelmiş bir kabiledir. Kabilenen ilk beyleri Anadolu’da az tanınmışlardır: nakiller ve şifai rivayetlero kadar çok karışıktır ki, birkaç asır sonra, Osmanlı Sultanları kendi tarihlerini birkaç asır sonra yazdırdıkları için nakiller ve sözlü rivayetler karışırlar. Hanedanlarının tarihmerini yazdırırlar, şüphesiz (bu) düzenli tarihleridir. Bununla birlikte Hüsameddin çoban, Gndüz Alp ve Gökalp’ın isimleri bilinir. Gündüz Alp’ın oğlu Ertuğrul, I.Alâeddin Keykubad’ın askeri komutanlarından bir olması muhtemeldi. Bizanslılar üzerine kazandığı başarılar ınardından Bizanslılar'a karşı sınır bölgesini savunma göreviyle Söğüt bölgesini ve ehri tımar olarak alır. Ertuğrul 1290’a doğru Savcı, Gündüz ve Osman isminde üç oğul bırakarak öldü; babasına halef olan bu sonuncusudur; belki o, din uğruna savaşan Gaziler birliğine dahildir; sözlü rivayetler evlenmesi ve kayınpederi Şeyh Edebali’nin etkisi altında olduğunu ısrarla belirtirler; Din çevrelerin etkilsinin bir tepkisinin bir tepkisini orada görmek muhtemeldir.

Osman Bizanslılar’a karşı Batı’ya doğru yetki alanını genişletmek için taarrus edecek. 1291’de Karacahisar, sonra İnegöl, Bileik, Yarhisar, Germencik, Köprühisar ve Yenişehir’i zapt eder. 1291’den itibaren kendi adına Karacahisar’da hutbe okutur. Belki o; aynı tarihte Selçuklu Sultanı’nında unvan bile almıştır. Toprağını ve nüfusunu durmadan çoğaltır. Ocihadın mücahidi olduğu için Bizans’a karşı yürüttüğü mücadele, ona, müslüman Anadolu’nun diğer bölgelirinden gelmiş mücahitlerin desteğini sağlar. Bu takviye kuvvetler sayesinde Bursa ve İznik’e doğru yönettiği taaruzlarına u iki şehrin yolu üezerinde bulunan Gebze ve Akhisar’ı zapt etmeyi başararak, devam edebilir.

1317’din o, Osman’ın (babasının) arkadaşlarının ylardımıyla Sakarya Vedisini geçerek Bursa yakınyarını Savunma yerleri fetheden oğlu Orhan’a Ordunun komutasını bırıkır. Nihayet, 1326’da şehrin alındığı sırıda daha doğuda olan Bolu da düer. Bu fetihten az sonra, Osman ölür ve oğlu onu başkent yaptığı Bursa’ya defnettirir.

İktidarının başından beri,Osman sadık arkadaşlarından bir guruba etrafında topladı: kardeşleri, oğulları, yeğenleri ve dostları; belki bu gurubun içinde, yeni devletin batıya doğru yayılmasını propagandalarıyla desetekleyen nüfuslu gazler bile varıdır ve yine o kendisine çeker; her taraftan topladığı muhariplerin sayısı şüphesiz çok değildir. Fakat bunlar kararlı savaşçılardır.
Orhan babası tarafından başlanmış fetihler serisine devam eder; Ayrıca,o,içeride idareyi düzene sokarak,gerçek Osmanlı Devleti’ni kurmak şerefine nail olur;o bunda kardeşi Alaeddin’den yardım görür.Tahta çıkışından beri Orhan,batıya ve kuzeye doğru ilerler:İzmit 1326’da,İznik 1330 veya 1331’de düşer.O,Marmara Denizi kıyılarını ulaştırırken,batı komşusu Karesi Beyi’ni oğulları arasındaki bir anlaşmazlıktan bu Beyliğe (1335-1345 ) el koymak için yararlanır. Neticesiz baskınlar ve küçük çarpışmalara rağmen İmparator Kantakuzen ve Orhan arasında o zaman dostça münasebetler kurulmuş gibi görünüyor.Bizans,zaten,beyleri birer küçük deniz filosuna sahip Saruhan ve Aydın Beylikleri’ne özellikle pek çok tehlikeli olan Aydın (oğlu) Umur’a doğru gözlerini çevirdi.Kantakuzen kızı Teodara’yı bile 1346’da Orhan’a verir,buna karşılık Sırplılar’a karşı Osmanlılar’dan yardım alır,bu vesileyle ilk defa olarak Orhan’ın oğlu Süleyman Avrupa’ya geçer.1349’da Kantakuzen yeniden çağırması ve Türkler’in olumlu cevap vermesi üzerine onlar geçerken Çanakkale bölgesinde yağmaya koyuldular.1353’de İstanbul’da karışıklıklar patlar:Orhan Kantakuzen’e karşı Paleolog’u destekler ve İmparator’a destek vermek bahanesiyle 1356’da Çimpe (Çimenlik)yı zapteter.1357’deki bir sarsıntı Süleyman’a güçlük çekmeksizin Gelibolu,İpsala,Bolayır,Koyunhisar,Malkara ve Tekirdağ fethine imkan verir.Ne yazıkki Süleyman ertesi yıl bir av kazasında ölür ve Orhan da 1359’da ölür ve o zaman Osmanlı tahtına geçmek I.Murat’a düşer.

Osmanlı Devleti’nin yönetimi ve teşkilatı Orhan ile aydınlığa kavuşur .Kardeşi Alaeddin bu idarenin başıdır(belki ilk paşa ünvanını taşıyan o olmuştur).1328’de itibaren mutlak bir istiklal sembolü olan yalnız ve yalnız bir ordu kurulur.O zamana kadar onluk,yüzlük ve binlik yaya gruplardan teşkil olmuş bakımlı ve bir birlik mevcuttur;bu birlik kolay tatmin olmaz ve bilhassa disiplinsizdir.Bu zamanda 1330’a doğru Candarlı Kara Halil yeniçerilerden bir birlik kurar,başlangıçta sayısı bin olan askerler ocağı(yeniçeri ocağı),(II.Mehmed Devri’nde ondan 12 bin ve I.Süleyman Devrinde 20 bin olacak );ayrıca düzensiz piyade veya azap birlikleri mevcuttur;Süvari sınıfı,düzenli bir kuvvet sipahi,silahtar,ulufeci ve gureba) ve düzensiz bir kuvvet halinde akıncılar olarak bölünmüştür.P.Wittek osmanlı ordusunun bu gelişmesinde dünyaya bağlı olmayan fetih için savaşan “Gazi ruhu”olarak çağrılan mücahidi ve dini bir etkiyi görür.Kesin olarak ilk Osmanlılar idaresinde dini ordular alabildiğine gelişirler ve özellikle yeniçerileri yaratan belki yabancı olmayan bu Bektaşilerdir.

Aynı ünvana sahip Orhan “fetihlerin sultanı,dinin mücahidi” diye çağrılır. 1359’da Orhan’ın ölümünde Osmanlı Devleti o zaman çoktan iyice kurulmuştu; (Onun) gelişmesinin amilleri şunlardır: Coğrafi konumu; komşu devletlerin ihmalkarlığı; Avrupa’ya geçişin kolaylığı; diğer beyliklere göre imtiyazlı durumu, ve Karamanlılar’dan uzaklığı; tanınmış ve eşsiz beyi; Avrupa toprağı üzerinde savaşmak için gönüllülerin çok olması; Selçuklu, Moğol ve Bizans teşkilatlanmaların sonucu; ve Orhan ve onların halefi I. Murad’ın kuvvetli şahsiyeti.

Avrupa’da Anadolu’da yayılma: 1326’ya doğru doğmuş olan I.Murad, babasının sağlığında Bursa yakınında bulunan İnönü Valisi olduktan sonra, 1359’da iktidara kavuşur. (tahta) çıkışından itibaren O, doğuda Ankara Ahilerini ayaklandıran ve onları isyana teşvik eden Karamanlılar tarafından tehtid edilmiştir;Fakat bu ayaklanma çabucak bastırılmıştır. Bu bakımdan rahatlayan Murat Avrupa’ya doğru yönelir ve bundan dolayı o,Avrupa üzerine devam eden ilk büyük Fatih olacak;bunun için o, çeşitli Balkan Devletleri arasında,Roma ve Bizans arasında, Venedik ve Cenova arasındaki rekabetlerden yararlanacaktır.

Tahta çıkışından biraz sonra o Çorku,Demotiko,Gümilcine’yi fetheder;1361 veya1362’de sıra Edirnededir, Beylerbeyi Lala Şahin Filippoli ve Sograyı zapteder:hemen hemen bütün Trakya Osmanlıların ellerine geçer. Bu seferler boyunca sayısız esirler alınmıştır,ve Pencik Kanunu sırada yerleşmiştir:esirlerin maliyet fiyatının beşte biri tekrar Devlet hazinesine döner.

Türkler’in sürekli yayılmaları karşısında,papa II.Urben ,Macar kralı, Bosna ,Sırp ve Valachie krallarını içine alan ilk ittifak teşkil eder;müttefikler 1363’de Sırp Sındığı yakınında yenilirler ve aynı hareketle Tchimen şehri alınır.Murad,gitgide Batı’ya doğru ilerlemeye muktedir olur;1365’te o, başkenti Edirne’ye yerleşir,ve 29 yıl süresinde o,Balkan Avrupası ‘nda fetihlerini devam ettirir:1371 ‘de Sırpları yener ve Seres,Arama ve Kavala’yı alır;1375’te Niş’i alır;1382’de Sofya’yı,1386’da Selaniki alır.1387’de Sırplar ve Bulgarlar ittifa ederler Türkler’i Bosna’da yenerler;Murad bu yenilginin öcünü almaya kara verir,büyük bir sefer düzenler ve 20 Haziran 1389’da Kosava’da yenilen Sırplar’a karşı karşı yürür: bu savaş sırasında Murad, Sırplı Miloş Obronoviç tarafından şehit edilir.bu sırada ,vezir-i Azam Ali Paşa Bulgarlar’ı Nicopolis’te ezer;bütün Bulgaristan Osmanlıların hakimiyetine geçer.

Avrupa ‘daki toprakların genişlemesi,Anadolu’daki işlerin ihmalini gerektirmez:Murad’ın büyük oğlu Bayezid,1381‘de baba topraklarının büyük bir kısmını çeyiz olarak getiren Germiyan Hükümdarı’nın kızıyla evlenir;Hamit Hükümdarı Beyşehir,Seydişehir,Akşehir,Isparta ,Yalvaç ve Karaağaç şehirlerini,Karamanlılar Devleti’nin sınır boylarında kurulmuş bütün şehirleri Osmanlılar’a satar.I. Murad’ın ölümü üzerine, Osmanlılar Marmara’nın her iki yanına sağlam bir şekilde yerleşirler; Avrupa’da Ege Denizi, Arnavutluk sınırları, Balkan Dağları ve İstanbul kıyılarına eriştiler.onları Asya’da şimdi Germiyan,Sivrihisar,Ankara, Akşehir, Eğirdir gibi beş sancak veya eyalet olan bütün Anadolu’yu hemen ele geçirirler . Avrupada fethedilmiş bölgeler Osmanlı’ya göre teşkilatlanmıştır, yani batıdaki feodal sistemin doğudaki değişik bir şekli olan Tımar veya zeamet rolünde sipahilere tımar ünvanıyla emanet (toprak) verilmiştir. Diğer taraftan Hristiyanlar Voynuklar (isimli) özel (hassa/kapıkulu)kuvvetler birliğinde askere alınırlar.

Öte yandan Hakimiyeti’ni kuvvetlendiren I. Murad ünvanını değiştirmede tereddüt etmez.Orhan emir(el-amirru’l –kebir elmuazzam )veya bey ünvanını alırken,ve bizzat kendisi de Sultanın ortasında bey ünvanını taşır (1378 tarihli İznik Yeşil Cami kitabesine göre), bir başka İznik kitabesine göre (1388 tarihli Nilüfer imareti)kendisine “el-Melikü’l-Muazzamı el-mukerrem. Sultan b.Sultan...”ki bu unvan bazı ufak farklarla birlikte Osmanlı hükümdarlarının ünvanı olması gerekir.

Yönetime gelince,o artık Vezir’i Azam’ın otoritesi altındadır;bunların ilki Fahreddin Candarlı olması lazım ve sonra onun oğlu Ali Paşa. Selçuklu kuruluşlarına –şimdi Türk kuruluşlarına –şimdi Bizans kuruluşları ilave edilir:Osmanlı Devleti büyük bir yükselme dönemi içine girmiştir.

I. Yıldırım Beyazid: Sonuçlarıyla daha sonra şöyle böyle üzerinde yargı yürütülen bir uygulamayı başlatan I. Beyazid 1389’da tahta çıkışında ilk iş olarak kardeşi Yakup’u öldürtür. Sonra o, babasının eserini devam ettirmeye girişir. Avrupa’da o, antronik paleolok, sonra II. Manuel Paleolok (1390-1391)’un tarih ettiği İstanbul’a müdahele ede; O Sırbistan’ın fethini tamamlar, ki onun hükümdarı Etienne Lazareviç onunla görüşür ve Türk egemenliği altına girer. Diğer Türk birlikleri Valehiye x, Macaristan ve Bosna’da akınlar yaptığı sırada o İmparotorla bir anlaşmazlığın ardından yedi yıl boyunca İstanbul merkezine almayı girişir; o, an kaybettiği Selanik’i yeniden alır; Bütün Bulgaristan’a el- koyma 1394 ‘de olmuş bitirmiş.

Yıldırm ünvanı ile alınan Beyazid’in ilerleyişinden endişelenen macar Kralı Sikisment, ona harp açar ve ona karşı bir harçlı seferi düzenler: Yeni harçlılar 22 eylül 1396’da İznik’te yenildiler, bunun neticesi olarak mitro virza düşer, styir’ye akın olur. 1397’de Larisha, Pators Atina ve pelepones’in bulunduğu Yunanistan’a girilerek, sırasıyla fethedildiler. İmparator İstanbul’da Müslümanlar için şehir’de bir cami, bir sürü özel hak ve bir kadı isteyen Bayezid ‘in isteklerine boyun eğmek zorunda kalır.

Anadolu’daki hareket de başarılıydı: Sarıhan, Aydın ve Menteşe Beylikleri Osmanlı Devleti’ne katılmışlardır; Konya kuşatılmış ve barışı elde etmek için Karamanoğlu Alaeddin Akşehir daha önceden fethedilmiş Niğde ve Aksaray üzerindeki haklarını 1391’de kesin olarak terketmiştir. Ertesi yıl Karamanoğlu rövanşını arar ve o Ankara ve Bursa’ya kadar gelir, fakat yenilmiş ve Akçay’da öldürülmüştür; o tarihten itibaren Aksaray Konya, Akşehir ve Larende şehirleri osmanlılar’ın eline geçerler.ar6tık anadolu’da baş düşmanından endişa etmeyen Bayezid o sırada Anadolu’nun doğu ve kuzeyini fethetmeye girişir: Tokat, Sivas ve Kayseri şehirleri 1392’de Burhaneddin’in oğluna geçmektense, kendisine verilirler; sonra Kastomonu vilayeti, 1395’te Kastamonu ve Amasya şehirleriyle (birlikte) fethedilmişlertir. Birkaç sene daha sonra, Divriği-Besmi Malatya’nın alınmasından sonra (Uuphrate) Fırat’a erişilir;1400’de Erzincan düşer. Anadolu’nun yarısından fazlası şimdi Osmanlı’dır.

Fakat doğuda bir tehlike belirir: Timur-leng tarafından yönetilmiş Moğol kuvvetlerinin yaklaşması; bu Maveraünnehir ve Anadolu arasında bilinen bütün toprakları fethetti;l.murad ve Bayezid tarafından mağdur edilen emirler onun yanına sığınmişlar ve devletlerini geri almak için (onun) gücüne bel bağlarlae, onu Osmanlılar’a karşı harekete geçirmek için teşvik ederler.

Ankara Savaşı, Asya’da genişlemenin durması: 1400 Ağustosundan itibaren Timur Osmanlı ülkesine girer ve Sivas üzerine yürür; fakat batıya doğru yürümek yerine o Mısır’a doğru yönelir, geçerken Malatya, Besmi,Antep, Halep’i 1400 ekiminde,Hama, Humus ve Şam’ı 1401 Ocağında ele geçirir.Bayezid’in rahatladığını sandığı esnada 1402’de Timur Anadolu’ya yeniden geri döner;Bayezid bütün ordusuyla ona doğru ilerler.Çarpışma 20 Temmuz 1402’de Ankara yakınında vuku buldu: Sırplar ve diğer Avrupalı kuvvetler olduğu iyi dayandıkları halde, fethedilmiş vilayetlerden toplanmış müslüman kuvvetler,az bir zaman sonra zaafiyet gösterdiler ve bu durumu savaşın dengesini bozdu.Bayezid yenilmiş ve oğlu Musa ile esir edilmiştir; diğer oğulları Süleyman, Mehmet ve Isa kaçmayı başarmışlardır.Bayezid zaten bu ezici yenilgiden birkaç ay sonra 8 Mart 1403’te ölmüştür.

Ankara Savaşı’nın sonuçları önemlidir:Anadolu Beylikleri yeniden kurulmuşlar ve Osmanlı Devleti l.Murad’dan önceki sahip olduğu Asya’ya yeniden döner; Nbayezid’in mirası oğulları arasında savaşlar ve rekabetler ile kendini gösterecek, yükselmeyi daha da geciktirecektir.

Germiyan ve Karaman Devletleri bilhassa sonuncusu Anadolu’nun yeniden en önemlileri olmuşlardır, ki onları Timur himayesi altında Anadolu’nun en önemli devleti yapacaktır. Hulasa Asya kıtası üzerinde herşey Osmanlılar’a göre yeniden yapılmalıydı. Bununla birlikte onların küçük bir tesellisi vardı. Avrupa’nın elinde bulundurduğu yerler (sömürgeleri) bağlılık ve uysallık göstermişlerdir; hiçbiri şartlardan yararlanarak kurtulmaya girişmezler o halde durum sadece tahhut altına alınmıştır. Onu yeniden kurmak yerleştirmek için yirmi yıl kadar kafi gelecektir.

l. Bayezid’in döneminde yetişmiş hristiyan çocuklarından (devşirme) yüksek mevkilere çıkacak olan ister iç oğlanlar olsun yetiştirilmişlerdir. Bu çocuklar Türk törelerine göre ve Müslüman dini içinde eğitilirler ve öğretilirler: onlar bağlılık gösterecekler ve bazen Osmalılar’ın büyük büyük hizmetçileri (olacaklardır).

Ankara Savaşı ile Osmanlı Imparatorluğu’nunbirinci safhası tamamlanır: Devletin doğuş ve ilk yıllarında; çok hızlı gelişmeler acı fakat nispi bir başarısızlığın nedeni olmuştur. Buna rağmen Osmanlı gücü hem Asya’da hem Avrupa’da hesaba katılacak bir gerçektir. Avrupalı iki kaalisyonun başarısızlığı bu durumu ispatlamak içindir:Bu Imparatorluğun kendıisiyle yükseleceği hızlılık gösterir ki, hiçbir zaman ona ulaşılmamıştır, ancak (dış) görünüşler onu göstermeye yetecektir.











SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04.08.08, 13:12   #3 (permalink)
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler

III. BÖLÜM
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN YÜKSELMESİ VE GELİŞMESİ
Kalkınma: Ege Denizi’ne eriştikten sonra Timur Anadolu’yu terk ettiği zaman, Osmanlı Devleti’nin durumu kararsızdır: Bayezid’in dört oğlundan en büyüğü Süleyman sadık kalmış Avrupa topraklarına geçti ikinci oğlu Isa, Bursa’ya yerleşti, üçüncü oğlu Mehmed vali olduğu Amasya toprağını geri aldı. Nihayet dördüncüsü babasıyla esir olan Musa, adıgeçenin ölümü üzerine serbest bırakılır ve o sırada Kütahya bölgesini işgal eder. Böylece Timur doktari yani Anadolu’nun parçalanması bütünüyle gerçekleşmiştir.

Osmanlılar için ulaşılması gereken hedef, eski Devletin yeniden teşkil edilmesidir. Fakat bu sırada sadece kuvvetle çözebilecek olan Bayezid’in halefliği meselesi ortaya çıkar. Bu meseleyi ilk anlamış olan Mehmed olması gerekir.o çabucak Süleyman’ın yardımına rağmen iki defa daha yenilmiş ve siyasi sahneden yok olmuş olan kardeşi Isa’dan Bursa ve Iznik’i alır. Aynı devire doğru Mehmed Saruhan, Menteşe, Aydın ve Teke Devletleri’nin hükümdarlarını yener.

Sırası gelince Süleyman Asya’da taarruza geçer ve Bursa ve Marmara limanlarını işgal eder. Mehmed Karamanlılar’dan ne Avrupa’da harp eden kardeşi Musa’dan destek arar: Süleyman 1410’da yenilgi ve ölümle biter. O halde Musa Avrupa’da ve Mehmed Asya2da yüzyüze/ karşı karşıya kalmazlar, Nihayet 1413’te Çamurlu’da Musa yenilmiş, yaralanmış ve boğuluştur.Ankara’dan 12 sene sonra Osmanlı Devleti birliği yeniden kurulmuştur.

Tahta kesin çıkışından itibaren I’inci Mehmet Avrupa’da huzuru sağlar ve karaman oğlunun barışı bozduğu ve musanın eski bir emiri Cüneyt’in taşkınlık gösterdiği Asya’ya tekrar döner. İzmir’e yerleşir, İstiklal’e kavuşmayı kesin olarak ister.Mehmet şehiri zabdeder, fakat Cüneyt boyun eyer. Sultan sonunda Karamanlı II. Mehmet’e karşı hareket geçer, ve konya’yı kuşatmaya kadar gider; 1415’de II.Mehmet daha bir yıl sonra ihlal edeceği (bozduğu) bir anlaşma imzalar; bununla birlikte o yenilmiştir, halbuki bu sırada yeniden isyan etmiş olan Cüneyt 1416’da İzmir’e çıkarılmıştır. Aynı sene Venediklerin Flos’u Türkler tarafından Gelibolu’da yenilmiştir. Az sonra Aydın bölgesinde çabukcak başlatılmış olan siyasi-dini bir isyan patlak verir. Avrupa’da Macarlarla ilerlemiş devletleri imaye yüzünden birden bire çatışma çıkar, Macar sınırınıda ve Styir’de Bosna’da kaleler inşe ettirilir. 1419’da tahta çıkmayı idda eden Mustafa ortaya çıkar çıkmaz Cüneyt tarafındanda desteklenir. Her ikiside yenilir ve İstanbul’a sığınırlar. Mehmet 1421’de ölmüş fakat ölümü halifi Murat Bursa’ya gelinceye ve tahta çıkıncaya kadar gizli tutulmuştur. I. Mehmet’in devri nispeten kısa sürmüştur; fakat hareketli ve kararlı (olan) bu hükümdar Osmanlı Devleti’ni birlik ve barışa kavuşturma gayesini başarmaya muktedir oldu.
II. Murad ve Avrupa’da fütuhatın yenniden başlaması: 1421’de tahta çıkışından itibaren Murad, Gelibolu’da bulunan birkaç
Şehri sahibine geriverme karşlığında İmparator Manuel Paleoloğ tarafından sultan olarak tanınmış eskiden tahta çıkmayı iddia eden Mustafa’ya karşı savaşmaya mecbur olur. Cüneyd tarafından yardım görmüş Mustafa imparatorluğun Avrupa eyaletlerini işgal eder, fakat az sonra imparator tarafından terkedilmiş ümitleride hayalkırıklığına uğratmıştır. Mustafa Asya’ya geçer; birlikler arasında çoksayıda asker kaçakları olduğu halde Edirne’ye sonra Valacihe’ye kaçmaya mecbur olur ve orada ölür. Murad Manuel Paleolog’dan öcünü almak için Haziran-Ağustos 1422’de İstanbul’u kuşatır, fakat başarısızdır.Ardından yeni bir taht davasını bertaraf eder ,sonra boyun eğmek mecburiyetinde kalan Sinop’taki İsfendiyar’a 1423’te zafer kazanır.1424’de jean Paleologue, Macar Sigismond ve Sırp despotu Etienne Lazarevitek ile barış anlaşmaları imzalar. Fakat bu sonucunun ölümü, Türkler’e 1428’de birkaç kuvvetli yerlerin fethini sağlayan ,Macar kralı Sigismaud ile harbe sürükler.1430’da Selanik Venediklilerden ve 1431’de yavya ve işgal edilmiş arnavuluğun bir kısmı yeniden alınmıştır.Sırp despotu Georges Brankoviç ile Sigismed ve 1432 ve 1433’te barış antlaşmaları imzalanmıştır.1438’de adı geçenin düşmanlıkları yeniden başlar, fakat az sonra ölür. Murad 1440’da boş yere Belgrad’ı kuşatır. O sonunda Macar jean Hünyad
Ve karamanlı hükümdarına karşı tersliklere maruzkalır; fakat durum bir seneden daha az zaman içinde düzeltilmiştir: Yenilmiş Karamanlı ile esir olarak barış imzaladığı halde, Hunyadi ile on senelik bir ateşkaes imzalar.
Murad,oğlu Mehmet lehine ikdidardan çekilmeye karar verdiği sırada;Macarlar durumdan yararlanmak isterler ve Eylül 1444’de transilvanya ve Bulgaristan’a geçerler: Murad ordusunun başına yeniden geçer 10 Eylül 1444’de Varna yakınında Hunyadi’yi hazimete uğratır. O bir ikinci defa tahttan çekilir, fakat Edirne’de yeniçerilerin bir isyanının arkasından 1445’de yeniden çağrılmıştır. 1446’da o1346’da imparatorluğa bağımlı olan .peloponnes’i fetheder ve 1447’de İskender Bey’e başarısız bir taarruz yapar: adı geçen Arnavut Senyürün bir oğlu (olup) gençliğinde Osmanlılar’ın otağına hizmete alınmış ve müslüman olarak egğitilmiştir. O sevilmiş ve bir sancapğın idaresine elde etmiştir: fakat 1443’de o Türkleri bıraktı ve Epir ve Arnavutluğun sahibi oldu. 1448’de Jean Hunyadi Kosovada yenşlmiş ve üç yıllık bi ateşkes imzalamıştır. Murad , sonunda Bizans’ın iç işlerine müdehale eder: 1450’de Bizans’ın son hükümdarı olcak olan Konstantin Paleolog’un imparatorluk tahtına çıkarttığı: o oğlu Mehmet’i Dulkadir Emiri ‘nin bir kızıyla evlendirir ve azsonra ,eski Türk ailelerinin soyundan gelenlere vezir makamlarının emanet edildiği, usta bir yönetim ve güçlü bir ordu, sağlam bir imparatotluğu II. Mehmet’e emanet ederek 2 Şubat 1451’de Edirne’de ölür.Ayrıca I.Murad parlak bir hükümdardı; o Edirneyi Şairler, alimler ve yazarların toplandığı ilmi bir başkent yapmayı bilmiştir.
II.Mehmet. İstanbul’un Alınışı: başarısının ölümü üzerine , ,öteki bütün güçlükleri ortadan kaldırmak için, II.Mehmet kardeşi Ahmed’i öldürttü; fakat Osmanlı imparatorluğu tarihi’nde ilk defa olmak üzere yeniçeriler yeni padişahın tahta çıkışında culus bahşişi isterler: Mehmet bağlılıklarından daha az emin olduğu birliklerin bu dileğine uyması gerekir az sonra yeniçerilerin sekbanlar (adıyla) yedi bin kişi yeni bir guruba girmesini sağlar bütün komşu devler ve vassallar yeni sultanı tanımışlardır.;yalnız karamanlılar bağımsızlarını kesin olarak açığa vurmaya çalıştılar: Mahmed’in canlıbir tepkisi ona gecikmek sizin boyun eğdirir.

Mehmedin birinci gayesi, çoktan tesbit edilmiştir: İstanbulun Fethi ozamanda Bizanslılar’ın elinde bulunan her şeyin Türkler’in ellerine geçmiştir, yalnız şehir ve varaşlar Bizanslılar’ın elinde bulunan her şey Türkler’in ellerine geçmiştir, yalnız şehir ve varaşlar Bizanslılar’ın elinde kalmış ki bu yerler sınırsız bir imparatorlukta pek küçük kalırlar, Fakat Haberan Boğaz’ın Avrupa kıyısı üzerine ayağını koyar ve oraya Asya yakası üzerinde Ibeyazid tarafından ysapılan Güzelhisar veya Anadolu Hisarı-hisarın karşısına Rumeli hisarı adıyla kuvvetli bir şato(hisar inşaa ettirir, o böylece Boğaz yolu üzerinde onu rahatsız edebilecek gemileri engeller.Sonra düzenli olarak İstanbul’un güneyindeki küçük kasabaları fetheder; o sadece pek yakında şehrin kuşatılmasına başlar..İmparatorIX.Konstantin yardı arar: Papa, Vrenedik ve Cenovalılarla bir dini anlaşmaya teşebbüsetti. Yardımlar toplam olarak latinler 200’e ve Cenovalılar 500’e erişebilecektir.Ayrıca, kökanleri ne olursa olsun Bizans birlikleri şehirde bulunan savaşacak(sağlam)insanların hepsini biliyorlar.Nihayet karadan surlar yeniden tamir edilmekte acele edilir ve saray noktasından galataya bir zincirle bağlayarak Altı boynuz (Haliç).II. Mehmet’e gelince en azından onikibin kişilik bir ordu,350 gemi ve özellille birici sınıf bir t opcu birliği yerlştirir.
5 Nisan 1453’te kuşatma başlar.Osmanlılar kara surları karşısında Güneye ve Batıya yerleşirler ve Filo Altın Boynuz Haliç ağzının kuzeyine Hafifçe demir atar. 18 veya 19 Nisanda başarıız bir taaruz vuku bulmuştur.20 Nisanda Cenovalı dört gemi Haliç’egirmeyi başarırlar:bu yrgane takviye olacakTürk topcusu surlarda ciddi hasarlara sebebiyet vererek çarpışmaya başlar. 23 Nisan gecesi Türk Filosunun bir kısmı, Denizden surların karşında karadan surlardn daha az bvurulmş olan Haliç’in içindeki Boğaza karadan indirilmilşti.23 Mayısta Mehmet konstantin uygunbir teslim olmak şartnamesi teklif eder: imparator reddeder 28’i 29’a bağlayan gecede tarruz emri verilmiştir hazırlık niteliğimdeki iki saldırı geri püskürt müşler ffakat edirne kapının yanında yeniçeriler tarafından yönetilen üçüncüsü kesin neticeye götürmüştür: Osmanlılar şehre girerler ve müdafileri teslim alırlar; savaş çabucak son bulur : sonuncu müdafiler sonunda yaarlanırak ölmüş olan impara torun etrafında toplanırlar: 29Mayıs 1453 Salı akşamı İstanbulun fethi tamamlanır ; başarısını kesinleştirmek için sultan, Ayasofyaya girer (onu) camiye çevirir.II.Mehmet derhal kesin olarak birçook yararlar yayınlar.Hristiyanlar hüriyetlerini verir.Cenovelular,Galat mahallesinde imtiyazlarının daha büyük bir kısmını verildigini görürler 1 Haziran yeni bir patri,k Georges scholarios yerlştirilmiştir; öte yandan şehri Türkleştirmek için Anadoludan çiftçiler nakletmek zorunda kalmıştır.o halde İstanbul bu tarihten itibaren Sultan’ın Avrupa ve Asya mülklerinin arasında osmanlı impartorluğunğu başkenti olur.

İstanbul ‘un alnışının Pelopoles grekleri prewnsleriyle Sırbistan despotluğu, chio ve despos Cenovalılırı Trabzon grek imparatorluğu ve ragus cumhuriyetinden bir dizi düzenlemelr takip etmiştir:hepsi sultanın vassallığını ilan ederler ve ona yıllık vergi ödderlerVenedik ‘e gelince o kendine ticari hürriyetin tanındığını görür ve yeni başkentte bir konsül yerleştirmeye muktedir olur.
Fetihler devri:Jan hünyad ve george bronkoviç’in ölçümü , birkaç aylık sürede Belgrad hari,ç (1459) bütün sırbistanı hakimiyetlerine alan Türkleri kamçılar.(in işni kolaylaştırır);aynı tarihte iskender Bey bariş imzalamaya mecbur olur ve pelegone3steki bi savaş venediklere artık sadece birkaç liman bırakır. 1461’de Anadoluda Mehmet karadeniz üzerindeki Amasrada cenovalı’ları Sinop’ta İsfandiyarlı’ları ve Trapzonda david kommendi ortadan kaldırır. Ayrıca doğu konşusu Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile biir anlaşma imzalar Doğu Avrupada Macarlar’ın çok dostu olan vlat isimli valaşi prensinin tutumundan hoşnut olmayan Moldavya Prensi büyük Eti enne’nin desteği sayesinde onu attırır ve onun yerine Radul’u yerleştirir. 1462’de Lesbos’dan Cenovalıları çıkarmıştır ve Bosna ilave edilmiştir.Anadolu’da Karamanlı Sultanı İbrahim’in ölümü üzerine karışıklıklar patlak verir:1474’’de sadece bu bölgede ortalık yatışmış olacak ve İmparatorluğa kesin olarak katılmış olacaktır.Arnavutluk’ta İskender Bey, Papa’nın ve Venedikliler’in kışkırtmasıyla saldırılarına yeniden başlar ve Osmanlı ordusuna kafa tutar ; fakat 1467’de ölümüyle , Arnavutluk çevresi de katılmıştır. Moldavya prensi Büyük Etienne Türkler’in 1478’de Basarabya’da serbestçe geçmelerine izin vermeye mecbur kalır , ve //.Bayezit Devri’nde o 1484’de Kilia ve Akkerman’ın alınışına karşı koyamayacaktır.Karadeniz’de Osmalılar Cenovalılar’ı Kaffa ve Azov’dan çıkarırlar ve onları 1474’de Kırım Hanlığına bağlarlar. Akınlar Danube’nin kuzeyine Transilvanya, Styrie ve Karniol’a yapılır.Sonunda , Venedikliler’in Arnavutluk ve Mora’ya ve Türkler’inde Eube’ye nakledilmelerine sebep olan (ve) Venedik ile yapılan fasılalı bir harp, 100.000 dükalık bir vergi karşılığında Venedikliler’e ticari imtiyazlar ve fethedilen yerleri bir barışla sona erer. II. Mehmet 1480 Mayıs-Temmuz ‘unda Rodos’u fethetmeye girişir ve Mısır Sultanı Kayıtbay’a karşı düşmanlıklara el atmaya hazırlandığı zaman 3 Mayıs 1481’de ölür. Fatih ünvanıyla anılan II. Mehmet , o zamana kadar Türk Devletleri veya az ya da çok bağımsız hükümdarlar tarafından idare edilmiş olan eyaletleri doğrudan doğruya hakimiyeti yerleştirmek başlıca ana gayesidir.O, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük çağını açar ve eserini iki olayla güçlendirmiştir: İstabul’un alınışı ve (düzenli olarak) ilk Osmanlı kanunnamesi düzenlemektedir. II. Bayezit ve II. Selim.Suriye ve Mısır’ın Fethi : Babası’nın ölümü sırasında Bayezit (1481-1512) Amasya valisidir; Sadrazam Mehmet Karamani kardeşi Cem’i kayırır, fakat Yeniçeriler II. Bayezit’in lehine karar verirler ve 4 Mayıs 1481’de Vezir-i Azamı öldürürler ; buna karşılık Bayezit onları ‘cülus bahşişi ‘ile yatıştırır. Cem , Bursa’yı işgal etmeyi başardı fakat yenilerek Mısır’a kaçtı. Anadoluya yeniden gelen o 1482’de Kilikya’da tekrar yenildi ve Macar Kralı Matios Korvin ile beş senelik bir ateşkes anlaşması imzalar.1485’te Kilikya’ya girmiş olan Mısır ve Memlükler’i ve Osmanlılar ciddi bir kavgaya tutulurlar; Bayezit’in kuvvetleri yenilmişler, fakat 1491’de imzalanmış olan barışla bitmiştir.1492’de Matias Korvin’in ölümü Bayezit’e Macarlar tarafından savunulan Belgrad’a yeniden taarruz yapmaya kışkırtır:Bir daha başarısızdır; 1495’te Macaristan ile 10 yıllık bir ateşkes antlaşması imzalar. Sonra Venedik ile harp yeniden başlar , arkasından Türkler tarafından 1499’da Lepante, Modon, Navarin ve 1500’de Koron alınır. Müslümanlığın ilerleyişini durdurmak için Venedik papalık , Macaristan, İspanya ve Fransa’yı içine alan bir ittifak (birlik) teşkil ettiler: müttefik donanma , Anadolu kıyılarına akınlar yapmakla yetinir; Aralık 1502’de Venedik ile , Ağustos 1503’te de Macaristan ile barış andlaşması imzalanmıştır.Asya’da Akkoyunlu Beyliği ortadan kaybolur, bunun yerine başlangıçta Osmanlılar ile iyi münasebetler sürdüren Safariler doldurur. Bu esnada her yerde içerde olduğu gibi dışarıda da barış hüküm sürer: böylece II. Bayezid’in arzusu gerçekleşir. Sultan’ın kendi ailesi içinde sıkıntılar ortaya çıkacak; adı geçen sultanın üç oğlu vardır : Korkut, Ahmet ve Selim. Büyük oğlu kültürlü biridir, iktidara hevesi azdır; ikincisi, kuramsal olarak halef gösterilmiştir; Yeniçeriler’in kayırdığı Selim’e gelince o babasına karşı koymakta tereddüt etmez: o 1509 ve 1511’de olmak üzere iki defa direnir. 1512 Martında Kırım’a kaçan Selim Anadoluya yeniden gelir ve 25 Nisanda Yeniçeriler’in bir ayaklanması Bayezid’i Selim’in lehine tahtı bırakmaya mecbur eder; Sultan hastalanır, bir ay sonra ölür.
İktidara kavuşusundan itibaren I. Selim cülüs bahşişi vermekle Yeniçerileri ödüllendirir ,sonra kardeşlerini ve yeğenlerini ortadan kaldırmaya ve Macaristan, Venedik ve Ragusa ile andlaşmaları yenilemeye çalışır. Ondan sonra o Doğu’ya veya Selim’in elinden katliamdan kaçıp kurtulmuş yeğenini koruyarak kabul etmiş İran Safevi Hükümdarı Şah İsmail’e döner; Ayrıca , Selim Sunni olduğu halde Şah İsmail şiidir. 23 Ağustos 1514’te Türk ordusu Çaldıran’da İran ordusunu hezimete uğratır ve Selim 5 Eylül de Safavi başşehri Tebriz’e girmiştir. Ertesi yıl , Selim Dulkadirli Devleti’ni fetheder ve bütün güney-doğu Anadolu’yu Osmanlı idaresi altına sokar. Selim Mısırlılar’a karşı sefere çıkmadan önce , yedi kurmay subayın yardım ettiği Yeniçeri Ağası tarafından idare edilen orduyu artık yeniden düzene sokar. Sonra Selim 1516’da yola koyulur; ona karşı ilerleyen Memlüklü Sultanı Kansu yenilmiş ve Halep yakınında Melcidabık’ta 24 Ağustos’ta öldürülmüştür: Halep, Hama, Humus, sonra 1516 Eylül’ünde Şam Osmanlılar’ın eline düşerler. Yahudilerce alınmış Ramleh , Gazze , Naplus’a (doğru) ilerlemelerine devam eden Yeni Memlüklü Sultanı Tuman Bey Osmanlılar’ın egemenliğini kabul etmeyi reddeder. 22 Ocak 1517’de kutsal Mokattam Dağı Savaşı’nda Memlükler bozguna uğrar : Tuman Bay yenilmiş , teslim olmuş ve az sonra Nisan 1517’de öldürülmüştür (idam edilmiştir).Selim o zaman Mısır Emirleri’nin başlıca sembolü olan hutbede adının okunmasına söz veren Melike Şerifi ‘ninki gibi kabul eder. O ayrıca Mekke ve Medine(gibi) iki kutsal şehrin hizmetçisi ve (hamisi) koruyucusu olarak resmen tanındı. Mısır ve Suriye’nin idaresini düzene koyduktan sonra İstanbul’a dönmüş olan Selim , Rodos’a karşı bir sefer hazırlar , Selim 5Eylül 1520’de ansızın ölünce , Mısır’dan getirdiği ve Sultan’ın ölümüne kadar Yedikule ‘da hapsedilmiş olan son Abbasi Halifesi Mütevekkil , sonra Kahire’ye geri döner. O Osmanlılar lehine Halifelikten burada acaba vazgeçti mi? Onu isbatlayacak bilgiye sahip değiliz; bununlu birlikte Mısır’ın fethinden önce bile , Selim’e , Halife ve ‘Emiru’l-Mu’minin’ inanaların emiri ünvanına sahipti.O, İran şiilerine karşı Sunnilğin savunucusu olarak bu ünvanı taşımıştır.Devri önemlidir , çünkü o yalnız İmparatorluğu büyültmek değil , fakat aynı zamanda o hakimiyetindeki Arap ülkelerini vergiye bağladı , hakimiyet hemen hemen 1918’e kadar Mısır’ın dışında devam edecek.Yavuz’un idaresi çok sıkı idi ki (bundan dolayı) Sultan Yavuz lakabını aldı.

I.Süleyman İmparatorluğun en yüksek devri: Türkler tarafından Muhteşem lakablı Süleyman itirazsız en büyük Osmanlı Sultanı’dır. Hükümdarlığında Osmanlı İmparatorluğu’nun itibarı en yüksek nktaya erişir, ve sultan, Avrupa’nın tek buyurucusu olarak kendini kabul ettirir. I. Fransuva ve Şarlkent arasında önemli rol oynar;ayrıca o,bütün bu olaylar arasında Osmanlılar’a bağlı geniş yurtlarda yönetimi en iyi düzenlemeye yönelik olan müesseseler birliğini ve kanunlar küllüyesini kurmuştur.

İktidara kavuşur kavuşmaz Süleyman Yeniçeriler’e ananemi cülüs bahşisini verir ve babası tarafından esir edilmiş ve İstanbulâ getirilmiş Mısırlılar’ı ülkelerine geri gönderir. Bununla birlikte o 1521-1523’lerde istiklallerini yeniden elde etmek isteyen Mısır Valisi ve Suriye (Şam) valisinin ayaklanmalarına var gücüyle bastırıri,Dışarda o 13 sefere cıkacak o Avrupa’da,üçü asya’da ilki 1521’de Macaristan karşı (olup)sabaks ve billhassa 29 ağustosta Belgrad’ın alınışıyla neticelenir.İkincisi Rodos’a karşı yapılır:26 Haziran 1522’de adaya cıkmaya başarır,ve altı aylık kuşatmadan sonra S.Jean’ın emrindeki şövalyeler teslim olurlar:O zamandan itibare onlar Malta’ya yerleşekler.bu esnada İran ‘da Şah İsmail ölür,ve ğüçlü komşusunun varlığından tedergin olan halefi Tahmasp, Macar Kralı ve Şarl kent’in yardımını ister, oysa ki bir Fransız elçisi İstanbul’a gelir Avusturya İmparatorluğunu rahatsız etmek için Süleyman’dan Macarlar’a saldırmasını ister. Bir ikili ittifak düzeni kurulur: bir taraftan Süleyman ve I. Fraunsuva,diğer tarafta Şarlkent, Macar lui ve tahmasp.

Üçüncü sefer , Macaristan’a karrşı yeniden yönelir, (30 Temmuz 1526’da Petrovaradin) Petervardin’in alınmasıyla ortaya çıkar 28 Ağustos’ta muharebede ölü bulunan Kral Lui üzzerine Mohaç’ta ezici zafer (kazanılır)ve bilhassa 10 Eylül’de Budapeşte düşer;iki aaay içinde hemen hemen bütün Macaristan Osmanlı hakimiyetine geçmiştir ki oraya birbuçuk asır boyunca kalacaktır.Lui’inin Macar tahtına iki adayın çıkmasına yol açar:sözü edilenin biri Avusturya’lı Ferdinant ve diğeri Jean Zapolya (olap)her ikiside farklı diyet meclisleri tarafından seçilmiştir. Süleman Zapolya’yı destekler, macar tahtına yerleştirir ve istediğini göstermek için, Avusturya’ya karşı büyük bir darbe vurmaya karar varir:bu 4. Sefer onu Viyana surları önüne götüren seferdir,27Eylülden 15 Ekim 1529’kadar kuşatılır fakat başarısızdır;Avusturya’nın kaderi gibi olayazdı.1532’de Süleyman Şarlkent’e karşı 5. Sefere girişi;Styrie’ye kadar ilerler;bununla birlikte Avusturyalıların hizmetindeki Andre Doria Koron,Patras ve Lapente’yi zpteder;1533 ocağında iki düşman arasında Bitlis Valisi’nin ihaneti sonunda,sultan İran’a karşı sefere yönelir. Karşılk olarak Osmanlılar Azerbeycan’ı feth eder. Ve oradan Vezir-i Azam İbrahim Mezepotamya’ya doğru inerki 1524 Temmuzunda Bağdat’ı işgal eder`; Süleyma 30 Kasımda oraya girmiştir; böylece Arap Dünyası bütünüyle Türkler’in hakimiyetine geçmiş ve Süleyman Abbasi Halifesi’nin halefi gibi görünür
1535 senesi ,daha I. Selim devrinde fethedilmiş ,bilahare kaybedilmiş Cezayir’in yeniden işgali ve ertesi yıl Şarlkent’in zaptettiği Tunus2un alınışından dolayı Fransa ile kapitilasyonların imzalanmasıyla isim yapmıştır.1538’de bu yedinci sefer,Voyvadasının Avusturyalı Ferdinal ile ittifak ettiği Moldavya2ya yapılmıştır;Türkiyenin müdahelesi Jassi’nin ele geçirilişiyle açığa çıkar.Aynı sene Kızıldenizde ilerleyen Türk birkikleri Aden ve Yemem’i fetederler ve hatta Hindistan’daki Jiu’ya kadar çıkarlar Jean Zapolya’nın ölümü, sekizinci seferin nedeni olur:Avusturyalı Ferdinant,Zapolya’nın genç oğlunu tercih ederek,askeri hizmetine alır,Türk ordusu Macaristan da ilerler,26 Ağustosta Pest’i zapt eder ve bir türk valisinin otoritesi altına yerleşen ilke kesin olarak katılır;sadece Transilvanya Siggismond zapolya’nın hakimiyeti aaaltında kalır.Aynı asra doğru,Kaptan paşa (Amiral)Hayrettin Barboros, Fransızlar’ın yardıyla Nis’i kuşatır ve alır.Bununla birlikte Ferdinand savaştan vazgeçmez:saldırıları Süleymanı bizzat kendisinin idaresinde bazı Macar şehirlerini ona kazandıran 9. Sefere çıkmaya mecbur eder, ki bu şehirler Estergan (Gran) ve Stulvessevburg’dur.Birçok seneler çarpışmalardan sonra, 1547 Haziranında 5 senelik bir ateşkes ant. İmzalamıştır:Ferdinand Macaris’dandaki mülklerini yıllık 30.000luka bir vergi karşılığında korur.Bundan sonra İran’a karşı yeni bir sefer (olan) 10. Sefer (yapılır):Süleyman Vezir Ahmet paşa Gürcistan ‘a birkaç(yeri) kazanırken , Tebrize kadar ulaşır.Birkaç sene sonra ,o İrana karşı eyniden yürür (12.sefere) ;bu sefer sırasında oğluMustafa tarafından bir komplo düzzzzenlendiği haber verilir o adı geçene öldürtür.O Nahçevan ve Erivan şehirlerini fetheder,1555’de Tahmasp üzerinde Süleyman ‘ın üstünlüğünü sağlayan barış imzalanmıştır.

Bu arada ,Transilvanya konusunda Ferdinant ile anlaşmazlıkllar 1522’de 11.sefere neden olmuştur;Vezir Sokullu Mehmet Paşa Temeşvar ve szolnok’u zapt etti, 10 yıl süresince düşmanlıklar fasılalı olarak devam eder, nihayet 1 haziran 1562 de barış imzalamıştır:ferdinant Transilvanya üzerindeki seferlerinden vaz geçer ve haraç(vergi)ödemeye devam eder. Fakat 1565 ‘de yeni macar kıralı Maaksimilyen,haraç vermeye ve Transilvanyayı ister. Süleyman ona karşı 1566’da 13. Ve sonuncu seferine girişir,ki o kuşatma ve Zigetvar’ın alınmasıyla göstermiştir;şehir ancak birkaç ayın sonunda 8 Eylül 1566’da alınır;düşüsünde birkaç gün önce Süleyman 5Eylül’e bağlayan gecede ölmüştür;ölümü, birlikleri(ordunun)morolini bozmamak veoğlu Selim’in İstanbul’a ulaşmasına izin vermek için gizli tutulmuştur. Osmanlıllar ve Avusturyalılar arassındaki barış ancak 2 sene sonra Şubat 1568’de imzalanmıştuır
Böylece Osmalı Devleti’nin ilk Avrupa Devlet ve Asya Devleti ‘ni ilk Avrupa Devleti ve Batı Asya devleti yapan adı geçen (sultan) 66 yaşında öldü;Süleyman’ın Devri bilim ve sanat alanlarında ortaya çıkmış faliyetleriyle de parlamıştır:İmparatorluğunun altın cağı gerçekte bu devirdir. 16.yüzyıl Türkler için daha yüksek asıır Muhteşem Süley man Devri olmuştur.

Osmanlı İmp ,Avrupalıların ilk gücü 15662da II.Mehmet’den beri yapılmış fetihler sayesinde Avusturya sınırlarından İran Körfezi’ne ve Karadeniz’den Cezayir-Fas sınırlarına kadar yayılır.Kuzey ve Batı Avrupa Sultan’ın kontrolünden çıkmışsada,adı geçen yinede hakimiyeti Avrupa’da Şarlken ve Doğu Asyada İran Şarl’ın elinden almaya yetecek güce sahiptir.Süleyman olaylara,özellikle Fransa ve Avusturya sülaleleri rasındaki mücadeleye açıkça yardım eder,fakat ayrıcaaa bu anlaşmazlıklardan yaralanır ve gayesine ulaşmak için Hristiyanlar’ın destekleri ona az önemli gibi görünmez:İttifak,istyiş,dileyiş,Kışkırtma---altını çizmek lazımdır-Süleyman tarafından değil,I.Fransuva tarafından aynı zamanda Sultanın çıkarlarına elbetteki Fransa kralınınkinede yaradı.Doğu cepesi üzerinde tutulmuş Avusturyalılar’dan bir kısmını görmekten çok mutluıdur .Sonuç olarak Osmanlılar sadace iki hasıma sahiptirdoğu’da Pers (iran) Şahı , pek az önemlidir . Ki Anadadolu toprağı üzerine mücadeleyi taşımak için çapı büyük engebeli dağları aşmaya mecbur ; Batı’da Macaristan ile araları açılmış (olan )Avusturya İmparatoru zenginlik (buğday,at) ve sıtratejik durumu sebebiyle bir parçaya göz dikti :Macar Ovasını kolayca istila etmiştir ve bir yandan Viyana’ya diğer yandan da Sırbistan’a ve Trausilvanya ‘ya girmeyi emrediyor. Bunun içindir(ki) Şarlkent’e belirgin bir darbe vurmak isteyen Süleyman Avusturya baş şehrini zaptetmeyi denedinun için Dünya çapında zafer,İmparator için felakettir , şehir düşmüşse!Şarlkent’i teşvik edn sebepleride ve ferdnand’ın macaristan ve Tralnsilvanyada akılarını arttırdığını anlıyoruz.Osmanlıları Viyana’dan uzaklaştırmak ve mümkünse onları kesin bir bozgona uğratmak , Bu mümkün olmazsa ,ve gayelerine ulaşmak, için Şarlkent(gibi) pek çok Hıristiyan Kral , artık bir müslüman Şahı ile görüşmekten çekinmedi.

Öte yandan bunu bilen (sultan)Süleyman ,üstünlük için Akdeniz’de büyük bir donanma kurdu ve Piyale Paşa, Turgut Reis, Hayretdin Barbaros ve değerli amiralleri (Kapta Paşaları) na emanet etti. Tunus ve Cezayir naibliklerini, Tripoliten elde etmeye Sultan’a veren İspanya ve İtalya tarafları sürekli taarruzlara götüren donanmadır, ve daha sonra Batı Akdeniz sularında,Anadolu’dan uzakta ve Güney-doğu Avrupa’da üstün nitelikli bir donanma katkıda bulunmayı sürdürür.

Osmanlı sultanı çağının gerçekten hâkimidir: O,birinci Fransuva ve Şarlkent ile karşılaştırıldığında onun güçlü kişiliğini ortaya XVI. Asrın ilk yarısında Avrupa’nın tarihini incelemek mümkün değildir. I. Süleyman hiç şüphesiz tarihin (tanıdığı) büyük simalarından birisidir.

İmparatorluğun İdaresi: Kuruluşlar: Osmanlı imparatorluğunun dini cismanî başı (olan) Sultan (I. Selim’den beri, “mü’minlerin emri”) olmuş; her an azledilebilir vezirler (ve) birçok hakandan birinden yardım gören mutlak bir hükümdardır. O kâh İstanbul’da II.Mehmet tarafından pointe du Serail (Sarayburnu) de yapılmış sarayda, kâh Edirne’de oturuyor. Saray’da Sultan’ın ailesi, köleleri ve hizmetçileri bulunuyor; Ayrıca bir çeşit Bakanlar Kurulu (olan) Divan toplantıları burada toplanıyor. Harem (Sultanın köleleri ve ailenin oturdukları sarayın kısmı) üzerindeki yetki velâyet Sultanın ailesi Valide Sultan’a bırakılmıştır, ki onun siyâsi rolü, 16.asrın sonuna kadar hiçtir, takip eden iki asır boyunca (siyâsi rolü) büyüyecektir. Hizmetçiler silâhdar veya Av-oğlanların ağalarının idâresi altında bir çok gruba bölüştürülmüşlerdir: yeniçeriler, peykkler, bostancılar,baltacılar, thaouchs ve Kapıcılar. Gerçek anlamıyla Sultan’ın evi (sarayı), dört odaya ayrılmış; hizmetli genellikle en çok hristiyan coçukları arasından toplanmış içoğlanlarla sağlanmıştır.

Yönetim (Hükümet) Sultan tarafından seçilen Büyük-Vezir’in ellerindedir. Hükümdar’dan sonra mutlak sahip (olan) o, ister ölümle, ister sürgünle ister azl ile, hayatının çabucak son buluşunu az çok görmekten daima korkar. O, bir nevi İçişleri bakanı (olan) Kâhya Bey ile Dışişleri Bakanı ve Mühürdar (olan) Reis Efendi veya Reisü’l-Küttab (olmak üzere) iki kişi tarafından yardım görmüştür. Sadrazam-Sultan’ın yokluğundan, genellikle haftada dört defa (olmak üzere) Pazartesi,Salı, Cumartesi,Pazar (günleri) toplanan Dîvan toplantılarına başkanlık eder. Orada hazır bulunan büyük memurlardan Kubbe vezirleri (dört tane,fakat XVIII. Asırdan itibaren ortadan kalkmıştır) ,kaptan Paşa( Büyük Amiral) ,Anadolu ve Rumeli’nin iki Kadı askeri (ordu hâkimi ),İstanbul Kadısı,Yeniçeri Ağası ,Nişancı (adalet bakanı )ve Defterdar (maliye bakanı ).sarayda yapılan divan toplantıları XVII.asırdan itibaren seyrekleşir (seyrek toplanmaya başlar)ve artık sadece resmi törenlerde bulunurlar,buna karşılık sadrazam’ın konağındaki toplantıların gittikçe önemi artmıştır . Divan üyeleri emirleri altında bürolarda dağıtılmış Subay ve memurlara sahiptirler,Bu memurlardan başlıcaları ünvanlarıyla mütenasip yıllık işleri sahiptirler :Her yıl onların terfi,teminat azlleri söz konusudur.

Herşeyden daha önemlisi mali yönetim önce tek bir defterdara verildi;o,daha sonra (Rumeli ve Anadolu için birer) iki defterdardan, sonra üç (Suriye ve Mısır için bir) ve nihayet dört (Macaristan ve eyaletleri )defterdar tarafından güven altına alındı. 16. asrın sonunda her eyaletin özel defterdarı oldu,fakat daha sonra yeniden bütün imparatorluk için tek bir defterdara dönüldü. Devletin gelirleri; nisbi veya sabit vergiler yoluyla; haraci topraklar üzerine yerleşmiş, müslümanların toprakları üzerinde aşar yoluyla, müslüman olmayanlara vergi salgınıyla ve gümrük vergileriyle teşkil edilmiştir.

Bu vergilere olağanüstü veya geçici vergiler, yerel gergiler (yardımlar ), veraset vergileri (Mısır ,Irak Girit) (gibi ) bazı eyaletler veya (Valachie,Moldovya,Ragure)gibi (himaye edilmiş ) devletler tarafından ödenmiş vergiler ilave edilmiştir. Bu gelirler, genellikle iltizama verilmiş, karşılığında çiftlik sahibine ek bir vergi benimsetilmiş ve özenle deftere yazılmış, teyid edilmiş ve yasaya uygun bir şekilde düzene sokulmuştur.

Eyaletlerin yönetimi üç beylerbeyi (Rumeli ,Anadolu,Bosna )’nın emri altındadır; bunların altında sancak beyleri (Eyalet valileri ), subaşılar (kaza merkezlerinin şefleri ) ve sipahiler (askeri tımarları elinde bulunduran ) gelirler . Devletin mülkleri, fermanlı topraklar Batı Avrupa’nın feodal derebeyine denk sipahilere verilmiştir; fermanlı olmayan topraklar aşar ödeyen müslümanlar veya salgın (salına ) ödeyen müslüman olmayanların elinde bulunan mülkleridir. Bazı ülkeler eyaletler sistemi içine sokulmamışlar ve ayrı idare edilmişlerdir, mesela Mekke bir şerifin idaresine bağlanmıştır,Medine sarayın siyah Hadımlarında (Harem ağalarından) birine bağlıdır. Valachie ve Moldavya voyvadalara bağlıdır.vs. Belirtmek gerekir ki Osmanlı idaresi fethettiği ülkelerde bölgelerindeki dillerini ve bazen de iç teşkilatlanmalarının büyük bir kısmını kendilerine bırakarak son derece hoşgörü göstermiştir.Osmanlılara ülkelerin savunma güvenliğini sağlamak ve vergileri almak kafi geliyordu.

Ordu birçok defa yeniden örgütlenmiş ancak 16. yy’da kesin bir şeklini aldı: O, hazine tarafından aylıkları verilen askerleride içine alır. Piyadeler, yeniçeriler,silahçılar,mazgalcılar araba ve atlı takımları kapıkulu ocaklarını teşkil ederler, eyaletlerin adı geçen askerleri, yani tımar sahipleri tarafından iyice donatılmış ve nihayet düzensiz (Başı bozuk) askerler. Yeniçeriler tarafından teşkil edilmiş ordunun başlıca birliklerinin silah altına alınması, devşirme yoluyla sağlanmıştır. Gayri müminlerin çocukları Avrupa’nın çeşitli yerlerinden toplanmış ve İslam dini ve Türk gelenklrinde eğitilmiş: sonra onlar acemi oğlan oluyorlar ve ancak yeniçeri olmalarından sonra genellikle İstanbul’da ve kışlalarında guruplamdırılmışlardır.16.asrın sonuna kadar Yeniçeriler’in evlenmesi yasaklanmıştır onların evlenmelerine .ll.Selim veya lll. Murat devrinden itibaren izin verilmiş ve ancak bu çağ bililiklerinin bozulma tarihidir. Bundan böyle oraya girmek isteyen kim olursa olsun,ve ayaklanmalar çeşitli sebeplerle gittikce artmıştır.Yeniçerilerin sayısı pekçok degişikliğe ugramıştır; başlangıçta bin olan (bu sayı) , ll. Murat devrinde onbini geçmiş, ll.Süleyman devrinde 70 bin lll. Ahmet devrrinde 53 bin ortadan kaldırılmalarından az önce XLX.asrın başında 60 binden çok (idiler).Bunlar 16. Asırda avrupanın birincisiydi sonradan XVlll asrın sonuna doğru o üstünlüğünü kaybeder , fransa kralı onu ıslah etmesi için ünlü Baron dö Tot’u gönderecek sözü kısası şöyle söyleyeyimki ,düzensiz birlikler gerektiğinde kaldırılmış bazı zamanlarda etkili olan 20 binlikler teşkil etmişdir .onlar hemen hemen 16.asırdan sonra tamamıyke ortadan kayboldular.16.yüzyıl ortalarına kadar devam eden en yüksek seviyeye ulaşan denizcilik l.Suleyman devrindedir sonradan yıkıma dogru gimişdir Tersanelerin en öemlisi istanbul’a Karadeniz kıyılarında ,Bazı adalara ve bazıları da akdeniz limanlarına yerleştirilmiştir.

Edebiyat ve Sanatlar Türkiye’de l6.asrın Süleyman’ın çağı olarak terleştiği gibi ,bütün 17.asır (da) Fransa’da XlV.Lui nin cagı olarak ün almaya muktedir olmuştur; edebi ve sanatsal şahaserler çoktur.Edebi kültürler alanında ; tarih şanslıdır: Osmanlı hanedanlığının vakanüvistliğini yapan yararların yanında;öte yandan zamanın olaylarını ve hayat üzerinde bilgi dolu günlük gelişmeleri bize getirirler (taşırlar).Şiir sanatı da çol ünlüdür:İran etkisi, 15. Yüzyılda Ahmedi ve Ahmed dai 16. Asırda Fuzuli ve Baki (gibi) isimlerin parladıgı bu türde çok büyüktür.

Sanat İmparatorlugunun zenginliğine ve büyüklüğüne doğrudan bağlıdır:16. Asırın başına kadar büyük medeniyet merkezlerinde var olmalıdır;yalnız Bursa gibi birkaç eyalet merkezlerinde yükseliş devam ediyordu.1500’den sonra en büyük değişiklik Osmanlı sanatının en büyük gelişme ve Osmanlı sanatının en büyük değişiklik çevirliliği çok değişik mali kaynaklara (ile) karşılanıyor. En büyük başkent olan İstanbul’a Suriye Mısır ve Azerbaycan’dan gelen yabancı çalışanların, başkente dogru akan bütün sanatkarların çokj büyük katkısı olmuştur. İlk Osmanlı camileri (Bursa Ulu Cami,İznik Yeşil Camİ)daha kaba bir sitildedirler, medreseler ise dogrudan dogruya Selçuklu Medreselerinden doğmuşlardır:XVI.asrın ortasından itibaren Osmanlı sanatının biçimleri alt üst olmuş, görünümü değiştirmiş, üstün nitelikli bir mimar (olan) Mimar Sinan tarafından düzenlenmiştir:O Ayasofya kilisesinin düzenini müslüman caminin biçimine uyarladı,kaba bir kopyası değil, fakat Anadolu Türk Camileri ki, (ustalıklı bir değişiklik),Kare bir salon üzerine bir kubbe ile teşkil edilmiştir;Böylece bu cağın en iyi temsilciliğini yapap eserlerden olan büyük Camiler İstambul’da Şehzade (1548)ve Süleymaniye (1550-1557),Edirne ‘de Selimiye (1567) ortaya çıkmışlardır. Bazıları 16. Asırda İznik fayansları gibi renkleri ustaca seçilmiş fayansların kullanılması yla daha güzelleşmişlerdir. (Ör. İstanbul’daki Rüstem Paşa ve Sokullu Mehmed Paşa Camileri gibi).

O halde her şey, muhteşem Süleyman’ın saltanat Devrini, iki asırdan az bir süre, Eski dünya ‘nın birinci gücü olan İmparatorluğu’n doruğuna çıkarmaya yardım eti. Fakat bu üstünlük uzun sürmeyecek :xvıı. y.y.’da kocaman bir devletin çaresiz bir şekilde gerileme gösterecek ki, tek tük istisnalar hariç ve hükümdarlar,ne insanlar, artık işlerin üstesinden gelebilecek yetenekte olmayacaklar.
SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04.08.08, 13:15   #4 (permalink)
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler

BÖLÜM IV
İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ
Osmanlı İmparatorluğu,geleneksel hasımlar olan Avusturyalılar, Venedikliler ve İranlılar’a önemli yeni bir hasım olan Rusya’nın eklendiğini görecek. İki asır boyunca, bu devletlere karşı harplere girişilmesi,müesseselerin bozulması ve çökmesi veya fertlerdeki yetersizlik, biraz canlanma enerjisine rağmen özellikle XVII.asrın ikinci yarısında devleti yıkıma sürükleyecektir.

İlk Güçlükler-. I.Süleyman’ın yerine geçen hükümdarlar, II.Selim ve III.Murat, adı geçen sultanın çapında olmaktan uzaktılar: Kurucu veya örgütleyici olmaktan çok bunlar ,her istedikleri yerine getirilmesi gereken despottular, mutlak hükümdardırlar: Onların halefleri sırayla aynı ilkeleri bazen yükselterek takip edecekler. Bununla birlikte bu hükümdarların bir kaçı muhteşem sadrazamlar (mesela Köprülü gibi) sahip oldukları görülür; fakat gittikçe ciddileşen bir durumu yeniden düzenlemek için bunların çabaları hemen boşa gitmiştir. En fazla onlar düşüşü geciktirirler.

I.Süleyman’ın büyük oğlu II.Süleyman’ın büyük oğlu II.Selim, 1566 Eylülünde tahta çıktı, babasının vezirlerini özellikle Mehmet Sokollu Paşayı hizmetinde alıkoydu: Fakat Yeniçerilere “cülüş bahşişi” ni vermeyi ihmal ederek o saltanatın ilk günlerinden itibaren İstanbul ve Belgrad’ı da ordunun bir ayaklanmasını bastırmaya mecbur olur; az sonra dini ve siyasi maliyetteki bir ayaklanma Yemen’de patlak verir: Üstesinden gelmek için 18 ay gereklidir. Dışarıda, II.Selim 1568 Şubatında Avusturyalı Maksimilyen ile 8 yıl için bir barış anlaşması imzalar: Gerçekten barış, iki devlet arasında XVI.asrın sonuna kadar sürecek. O Venedik ile aynı şekilde (sulh) içinde değildir. Türkler uzun zamandan beri, Akdeniz’in Doğu havzasında Osmanlıların serbest ulaşmalarını engel olan ve Venedikler’in elinde bulunan Kıbrıs Adası’na göz dikiyorlardı. 1570 İlk baharında sultan tarafından sefere karar verilmiştir; Filo ,Temmuzda , tam bir yıldan az bir zamanda her tarafa düşen adanın önüne varır: Venedik(bir )tepki gösteremedi.

Bunula birlikte Kıbrıs’ın kaybı, bütün Hristiyanlık alemi tarafından unutulmadı; Papa V.Pie (piyer,bizzat Venedikli’lerin bile, açıkça Osmanlı düşmanlığını göze alamamalarına rağmen Türklere karşı Avrupa devletleri birliğini kurmaya girişir. Fransa Kralı araya girmeyi dener ve arabuluculuğunu teklif eder, fakat Avusturya’lılar tarafından desteklenen Papa ve İspanyollar bir filo hazırlar ki o filoya sonunda Venedikliler ve Malta Şövalyeleri (1571 Mayısı)yardımlarını getirirler bu filo (donanma) Avusturyalı Don Juan’ın komutasına bırakılmış , Korent Körfezi önünde Osmanlı donanması ile 6 Ekimde çarpışmıştır: Bu Osmanlı’ların kesin bir şekilde 3 saatte Hristiyanların zaferine izin veren Lepanto (İnebahtı) savasıdır. Bununla birlikte galipler bu eyleme devam etmede anlaşamadılar ve bu sebeble zaferlerinden yararlanamadılar. Mehmet Sokollu Paşa yeniden bir donanma kurmakta acele eder ve savaşın ardından Venedikliler az istekli oldular. 1573 martında Fransa’nın aracılığı sayesinde sulh anlaşması imzalanmıştır: Osmanlılar Kıbrıs’ı ellerinde tutarlar, Venedik bir tazminat öder, Dalmaçya’da statükoya uyuldu, ve iki devlet arasında ticaret anlaşmaları(kapitülasyonlar) imzalandı. Lepantı’dan bir sene sonra Avusturyalı Don Juan Tunus’u ele geçirir ki Türkler 1574 Ağustosunda orayı yeniden alırlar. Bu esnada II.Selim ölür ve büyük oğlu III.Murat yerine geçti ki o vezirlerin olağan değişmeleri politikası ilk kez uyguladı, halbuki Haremin nüfusu arttı. Saltanat savaşı açıldı: Savaşın 15. yılı (olan) 1590 Martında imzalanan bir barış anlaşması sonunda değişik seçenekler ile Gürcistan ve Azerbaycan ‘ın çoğunluğu teslim edildi: Gürcistan ve Siras ve Tebriz bölgeleri Türklere yeniden geçtiler. III.Murad’ın saltanatının son seneleri ister askeri ayaklanmaların içinde cereyan eder. III.Murat 1595de ölür; çok sayıdaki oğullarından biri III.Mehmet, erkek kardeşlerini öldürerek yalnız sultan olmayı başarır. Yeni sultan hükümet işini annesi Safiye’ye bırakan ve şatafatlı eğlencelerin arasında Haremde hayatını geçirmekten memnun olan kabiliyetsiz biriydi. Saltanatının en önemli temel olayı,III.Murat Devrinde sona erecek olan Macaristan seferidir.
Osmanlılar ile imparatorlar arasında sonuçlanan ateşkes andlaşmasına rağmen 1575-1584 ve 1590’da( bu andlaşmalar )yenilenmişti, Türkler 1592’de Bosna sınırında düşmanlıkları başlattılar; düşman toprağında yılın ilkbahar aylarında özellikle akımlar şeklinde savaş yapılmış ve belirli sayıda kuşatmalarla sırasıyla birçok müstahkem kaleler alınmaış ve istirdad edilmiştir.

Başlangıçta(ilkin)Moldovya Prensi Mişel, imparatorla ittifak eder ve(1595-1599)da transilvanya (Erdel)ve mMoldovya’yı kendi otoritesinde birleştirme imkanı veren yenilgileri Türklere tattırır;aynı çağda Türkler Macaristan’da başka bozgunlara uğrarlar;fakat durum Habsburglar’a karşı başkaldıran Transilvanya Prensi Bokskay’ın hareketi sayesinde düzeltilir. Bununla birlikte daha sonra Arşidük Matyüs ile anlaşa Bokskay ile Sultan I.Ahmet 11 kasım 1606 Zitvatoruk Andlaşmasını imzaladı,(bu andlaşma)1615 ve 1616’da Viyana’da imzalanmış iki andlaşma ile de tasdik edilir. Bu barış devletlerin sınırlarında az değişiklik yapar fakat o ayrıca Osmanlılar ile imparatorlar arasında 50 yıllık bir sükun devri başlatır(açar).
İçerideki dağılmalar.—İran şahı ın savaş ilan ettiği , Suriyenin gizlice ayaklandığını ve Lübnan Dürzilerinin bağımsız olmak istedikleri sırada , asilerin Güney Anadolunun en büyük kısmına egemen olduğu Küçük Asyada ciddi bir isyan karşısında I.Ahmad barışı imzalttmakta acele eder. Bu , orada ciddi dağılmaların başladığının apaçık bir ilk belirtisidir:Ordu ‘ya kötü ücret verilir(Sultan ileri derece cimridir),birçok Sadr-ı Azamlar her an eyaletler valilerini degiştirirler ve bunlar daha cok sahip oldukları mevkilerindenden kısa sürede yararlarının bütün aşamaları para geçirme ve anarşı daima hüküm sürer.

Sultsan Fahreddin Dürjilerini ve süryaniler zaferlerini ve ayaklarını yatıştıran herşeyi ustaca düzene koymaya başaran 80 yaşlarında yaşlı bir memur (olan) Sadrazam Murad Paşaya (ğöreve) çağırmaya mecur olur.1618’de İran ile yapılan barış daha önce alınmiş toprakları feragat kabul edilir.

Böylece I.Süleyman ölümünün 50 yıl sonra, Osmanlı İmp. (için) ülke toprakları bir geri çekilme değilme bile,en azından ,güçlerine oldukça söz konusudur.Odevlet hem içeride ,hem dışarıda devleti kurtarmaya yetenekli,tebdirleri almaaya hazır enerjik bir hükümdara ihtiyaç duyacaktı.Bu hükümdar II.Osman’ın şahsında kendini gösterir.Reformlar gerekliligini o 1618 Şubatında Sultan ilan edilir.Fakat o mevkideki(mevki sahibi)bütün insanların düşmanlığı ile karşılaşır ve dahası, özellikleri o yeniçerilerin birliği yeniden düzenlemeye ister;o gercekten hissetti ki Ordu,o zaman karşısına çıktığı gibi, ayaklanma ve isyanlarınl kaynağı idi. Endişeli Yeniçeriler Sultan’a karşı gelirler ve Saraya girmeye kadar ileri giderler, Osman’ı yakalarlar III. Mehmedin kardeşi I. Mustafanın yararına tahtan indirirler; mahkum (sultan) Yedi Kule Zindanına götürüldü, ki orada 1622 mayısında (kemetle) boğduruldu. Bu Sultanın tahtan indirilmesi ve öldürülmesine ilk örnektir: Bu sonuncusu olmayacak, zira yeniçeriler hakikaten devlet içinde devlet (olarak) etkilerin’nin şuuruna kesin olarak varmışlar ve bundan böyle (onlar) kaba kuvvetlerini azaltabilecek ve askeri rolleri ile yetinebilecek bir sadrazamın hakim olduğu süreler dışındı, hükümdarlara istediklerini zorlak kabul ettireceklerdir.

I. Mustafa zorlu bir senenin sonunda ortadan kayboldu. Halefi IV. Murat (1623-1640) devrinin ilk dokuz senesinde, idareye hakim anarşi görülür ki o (anarşi) gerçekten Kösem Sultan tarafından idare edilir. Vezir-i Azamlar birbirlerinin hızlı bir ritimle (uyumla) takip ederler, askerler bir şey için hoşnutzurdurlar ve kesintisiz ücretlerinin artmasını isterler; Oysa ki hazine boş idi, iç savaş Anadolu’da yeniden ortaya çıkıyor, İranlılar düşmanlıklara yeniden başlıyorlar. Bu ancak belki isyanları destekleyen Şeyhülislam ve kardeşlerinin bazılarını merhametsiz bir şekilde öldürtmeye varan IV. Muradın karar verdiği 1632’ dedir. O, yönetim itibarını yeniden kurar, vergi kütüklerine yeniden gözden geçirmeye girişerek ve bunların (vergilerin) ödenmesine (tediyesine) inanarak, para işlerini yoluna koyar; harcamalar titizlikle şuurlu ve kontrollü yapılırlar Osmanlı İmparatorluğu uçurumun kıyısında durdurulabildi.

Dışarıda, Murad harbi iran’a taşıdı; birçok savaşın sonunda 1629’da imzalanmış barış antlaşması, Erivan ve Tebriz’in kendi eline geçmesini güven altına alır: Vaktiyle I. Selim ile tesbit edilmiş olan sınır yenilenmiştir. Irak’ta o Bağdat’ı 1638’de yeniden fet eder. Fakat 1640 Şubat’ında IV Murad ölür ve yerine yeteneksiz, hasta biri olan kardeşe I. İbrahim geçti; Sekiz yıllık saltanatı devrinde adı geçen IV Murad tarafından bırakılmış huzurlu duruma yalnız sahip olmadığı gibi, aynı zamanda o, bundan başka bütün yurtluklardaki taşkınlıklarla imparatorluğun çöküşünden sorumlu idi. O, 8 Ağustos 1648 devetin ileri gelenlerinin bir kople (suikast)’ı sonunda boğularak öldürülmüştür.

prülüler, son fetihler I. İbrahim’in ölümü üzerine, 7 yaşında bir çocuk olan IV. Mehmet sultan oldu; gerçekte, hakim olan büyükannesi valide Kösem Sultandır. Fakat o IV.Mehmet’in annesi Turhan (ile 9 ölümle biten mücadeleye girişir ve kösem 1651 ‘de boğdurulmuştur. O zamandan itibaren, veziri azamların inanılmaz peşpeşe değişmeleri oldu; dört yılda dokuz verir! Yeni çeriler hürriyetlerini gittikçe alırlar. Onlar evlenebilirler, onlara iyi görünen yerde kalabiliyorlar. Silah altına alınmaları rasgele yapılır hatta onlar görevlerini bile satarlar; Sipahilerin sayısı azalır, zira timarlar askerlere ulaşmaz. Fakat gözdelerine ulaşır; eyaletlerin idare ve mali işlerindeki resmi gazetelirin satılabilirliği o günkü hukuk içinde geçerlidir. İmparatorluk kendi kenidne olmaktadır, nihayet valide sultan, durumu eline yeniden almaya nadir yetenekli adamlardan biri (olan) Mehmet köprülü’yü (Eylül 1656) çağırmaya karar verdiği zaman 75 yaşında yaşlı olmazına yeni veziri azam önemli faaliyet ve bilhassa tam bir otorite gösterdi, zira o, kararlarında hiç engel olmadan atanmasını şart olarak koydu; otoriter üslüba baş vuran o uygulamaların şaşırtıcı bir niceliği ile, idaresini belli etmeksisin beş senede düzeni yerleştirdi: hangi mevkide olursa olsun, hiç kimse idare edilmedi(kayrılmadı). Onun 1661’de ölümü üzerine Sultan bizzat kendisi idareyi ele almak istemeyince aynı görüşleri, aynı fikirleriyle imparotorluğun mükerattını kansız ve aynı mutlu sonuçlarla, Mehmet Köprülü’nün oğlu Ahmet eline almıştır. O, 1676’da öldüğü zaman ona halef olan Kara Mustafa Paşa akrabalarından biridir; fakat 1683 viyana’nın kuşatılmasındaki başarısızlık ölümüne yol açar: O az sonra idam edilmiştir. Birkaç sene sonra daha başka bir köprülü Mustafa iktidara gelir ve maliyeyi ve orduyu düzene kor. Hüseyin Köprülü 1691’de halef olur; karlofça andlaşmasını imzalamaya mecbur olan kendisidir. Nihayet, bu ailenin sonuncu bir üyesi numanda, 18. Y.Y. başında Vezir-i azam abi olacak fakat seleflerinden az ihtişamlı olacak bu zaman esnasında, sultanlar aşağıdakiler oldular: Yeniçeriler tarafından 1687’de tahttan indirilen IV. Mehmedten sonra, gelenler hepside birbirlerinden kabiliyetsiz (idiler): II. Süleyman (1687-1691), II. Ahmet (1691-1695) ve II. Mustafa (1695-1703) görmek gerekirki, Osmanlı İmparatorluğu belki geçici fakat batı devletleri tarafından belli bir korku ile ( kaygı ile) bununla birlikte görülen bir parıltıyı kendisine vermesini bilen insanları güç şartlarda buldu: bu Girit Harbi dolayısı ile tamamı ile ortaya çıktı, ki bu harp sırasında 1645’den beri adaya karşı Türkler tarafından gerçekleştirilen baskınlar karşısında, batılar 1664’de kandiye savunmasını yapmak için birleşirler. Müttefik kuvvetler yenildiler ve sonunda 1668’de, Doğu Akdeniz havzasında hakimiyetlerini böylece tamı ile teminat altına alan Osmanlılar tarafından fetih tamamlandı.

1661’de itibaren hiçbir zaman saldırmaktan çok, İmparatorlar ile yine savaşa yeniden başlandı. Ahmet köprülü Transilvanya’ya girer, Macaristana geçer: Batı milletleri telaşa düşerler ve Avusturyalıları desteklemek için hisselerine düşen kuvveti gönderirler; 1 Ağustos 1664’de Türkler Sen Goten Manastırı yakınında yenildiler, fakat Müttefikler (Osmanlı) kuvvetlerini takip edemediler ve Ahmed Köprülü gücünü yeniden topladı, 1664 Agustosunda Vasvarda yirmi yıllık bir barış antlaşmasını sıkıntısız elde eder.Habsburg İmparatorlugunda sürüp giden sıkıntılardan yararlanan Türkler 1682 de Kara Mustafa Paşanın komutası altında yeniden taarruza başlarlar; 1683 Temmuzunda Türk ordusu hemen hemen güçlüge uğramadan Viyana surları önüne varır, fakat Avusturyalılar özellikle Jean Sobiyeski’nin Polonya (Leh) lı takviye kuvvetlerden takviye kabul ederler: 12 Eylülde, Türkler bozguna uğradılar ve Belgrad’a kadar geri çekildiler, ki oarda Kara Mustafa Paşa idam edildi, ertesi sene papa tarafından bir devletler birliği teşkil edildi ki bu birliğe Rusya’da katılır;Türkler bütün Batı sınırları üzerinde saldırıya uğradılar ve yenildiler: Macaristan’da Mohaç ve Budapeşte)’de, Mora’da Attika’da ki orada Venedikliler eski yerlerini yeniden almayı denediler (Bu Venedik Cumhuriyeti için son büyük eserdir). Bereket versin ki Ogsburg Birliği Harbi dikkati başka yerlere çeker ve Osmanlı İmparatorluğu kurtulur. Mustafa Köprülü 1690’da düşmanlara yeniden başarı kazanır,fakat Salan kamen’de öldürülür. Takip eden yıllarda Osmanlılar zaferlerden daha çok yenilgiyi görüyorlar ve 1698’de bir aralık az elverişliliği yararına çeviren Hüseyin Köprülü, İngiltere ve Felemenklerin düşüncesini kabul ederler. 28 Ocak 1699’da Karlofça Andlaşması imzalandı: Bamat ve Temaşmar Osmanlılar’a bırakılmasına karşılık, Avusturya Transilvanya (Erdel) ‘yi işgal eder;böylece Macaristan hemen hemen tamamı Habsburglar’a geri veriliyor. Venedik, Polonya ve Rusya birkaç küçük toprak alıyorlar.Yirmibeş yıl için imzalanmış olan bu barış, Osmanlılar’ın felakete uğradığı bir barıştır: Sonuncusu olmayacaktır.

Rusya’nın ortaya çıkması :XVII.Asrın son senelerinde Osmanlılar’a karşı birden bire yeni bir hasım görünüverdi;bununla birlikte önemsizdi,fakat pek yakında en çok tehlikeli, olarak ortaya çıkacak.Daha önce ,1670’den 1700’e kadar önemli Rus yayılmacılıgı olmuştur; Polonya ile bir takım anlaşmazlıkların ardından Rusya Ukrayna’yı (1667-1668)’de hakimiyeti altına aldı ve bundan dolayı sadece Besarabya ‘da değil fakat Türkler’e bağlı yani Karadeniz’in kuzey topraklarının bütünü üzerinde Kırım Hanları tarafından işgal edilmiş alan boyunca da Osmanlı İmparatorluğu’nun komşusu oldu.Savaşın birkaç senesi 1677 ve 1681 arasında barışın sonucu oldu, ki bununla Türkler Ukrayna üzerine Rusya’nın el koymasını kabul ediyorlar; bundan başka Moskova hükümdarı resmen çar olarak tanındı ve bilhassa, o Kudüs ortodoks kilisesi üzerinde koruyuculuk hakkını elde eder, aynı zamanda Rusya kendi baş şehrine bir patrik yerleştirir:Bundan böyle Ruslar Ortodokslar’a İstanbul’dakinin üzerinde bu yeni patrik’in üstünlüğünü kabul ettirmek için herşeyi seferber edecekler, işte bundan dolayı, Osmanlı İmparatorluğu ‘nun Rum (yunan)usulü ayin yapan Hıristiyanlar üzerinde koruyuculuk hakkı doğacak.

Rusya Viyana kuşatmasından sonra Papa tarafından teşkil edilmiş ittifaka sonunda katılır, ve (1687-1689) da Kırım’a saldırışa geçer(saldırır);bu savaşlar neticesiz kalırlar,1965’te yeniden başlayan savaşa Büyük Piyer (Petro) tarafından Rusya sürüklenmiş Azov (Azak)’da başarısız bir kuşatma yapar,fakat yeniden saldırır,ve müstahkem şehri teslim alır.1699 Karlofça Andlaaşması ile tasdik edilerek Azak’ı elinde bulundurmayı Ruslar’a tanıyordu. Birkaç sene daha sonra İsveç Kralı XII Şarl Paltava’da baskına uğradıktan sonra,topraklarını ve tahtını geri almak için Osmanlılar’ın desteğine bel bağladığı türkiye’ye sığınır.Gerçekte,o 1711 Kasımında Türkiye ve Rusya arasında bir anlaşmazlığa (savaşa) sebep olmayı (Kışkırtmayı ) başardı. Sultan’a bağlı Hiristiyanların isyanına bel bağlayan Büyük Petro bu emelinden vazgeçmek zorunda kalır;Türkler , Prut üzerine taaruz ederler ve pek yakında imzalanacak andlaşmaları (1712 İstanbuk , 1713 Edirne ) hasımlarını geriletmeyi başarırlar: Polonya ve İsveç’in işlerine karışmayı yasaklayan ve Azak’ı geri vermek zorunda kalan Ruslar’a Ukrayna kalır . Rusya’nın ilerleyişi gecici bir süre durdurulmuştur.

Elverişsiz anlaşmalar . –Sultan III. Ahmet (1703-1730), idaenin büyük başı olmasından cok bir kadın , bir kuş,ve bir çiçek (özellikle lalelerden dolayı devrine “Lale Devri” ismi verildi ) meraklısı olarak tanındı . işlerin idaresini Silahtar Ali’ye sonra Vezir-i Azam i İbrahim’e bıraktı ;Adı gecen ve hükümdarı iç güçler ve dış başarısızlıklara bağlu olarak , İstanbul sakinlerinin ayaklanmasına kurban gittiler.. Sadr-ı azam idam edildi Sultan tahta indirildi ve yerine hükümet sorumluluğunu ehliyetsiz çeşitli insanlara eşitçe bırakan yeğeni I. mahmut gecer . I .Mahmut 1754’de ölür ve üvey kardeşi III.osman üç yıl için gecer , bu zaman zarfında o, şarp satıuş yerlerini kapattırmanın dışlında değer hiçbir şey yapmadı . Halefi ve yeni III. Mustafa (1757-1773) Devri özellikle Rusya’ya karşı felaket getiren savaşıyla tanındı. Bu devrin sonucu hükümdarı I Abdulhamit (1773-1787)’de seleflerinden az ilgi cekiicidir .III:Ahmet’den I.Abdulhamid’e kadar , dış siyaset iç siyasete egemen oluyor , ordunun başarısızlıkları yüzünden mahalli isyanlar asebep oluyor , hele suriye’de ve İstanbul’da bile Yeniceriler daimi olarak asilerin ilk sırasındadırlar.XVIII.yüzyılın sonuna doğru felaket (getiren) andlaşmaların ardından Osmanlı İmparatorluğu tam dağılmıştır.Bu Venedik ve Avusturya’ya karşı yeni bir savaştan öncedir:Türkler 1715’de Mora’yı gereği gibi yeniden feth ederler, fakat onlar korku önünde başarısızlığa uğrarlar,Macaristan’da yenildiler, Temeşvar (1716) ve Belgrad (1717)’de kaybederler.21 Temmuz 1718’de Pasarofça Barış Andlaşması imzalandı: Avusturya Tameşvar’ın Banat’ı Batı Valaşi (Eflak)ve Belgrat ile sırbistan’ın kuzeyini işgal eder;Venedik hiçbir şeyi geri alamaz ve artık bundan böyle büyük güç olarak sayılmayacak ,Türkiye Mora’yı yeniden kontrol altına alır.Nihayet deniz ulaşımı ve ticaret ilgili özel andlaşma ile Avusturyalılar Osmanlı İmparatorluğu’nda, başka batı devletlerine tanınan imtiyazlardan yararlanırlar.Pasarofça Andlaşması Avusturya için büyük bir zaferdir.

1736 Martında Ruslar Tatar topraklarına girerler ve haziranda Azak’ı sonra KırımHanlığı’nını başkenti Bahçe-Sarayı zaptederler;aynı zamanda Avusturyalılar Eflak (Valaşi)ve Bağdan (Moldavya ) (jassy kuşatması)’da ilerler.Ruslar ve Avusturyalılar Osmanlılar’ın kendi isteklerine baş eğeceklerini düşünürler fakat , Vezir-i Azam Mehmet Yeğen ‘in atılımıyla Türkler tepki gösterirler ve imparatorlar gerilemek zorunda kalırlar;Ruslar’a karşı başarılar daha azdır; Bu sırada İsveç’teki siyasi değişiklikler, bu konuda Çar’ın ilgisini kendisine cekerler ,ve 1739 Eylülünde Fransanın arabulucuğu sayesinde, Türkler tarafından kuşatılmış, Belgrad’ın önünde barışAndlarşması imzalandı..Avusturyalılar Pasorafça Andlaşması ile kazandıkları herşeyi (yerleri) bırakırlar, halbuki Kardeniz’de ticaret veye savaş filosunun bu türünden vazgecen Rusya ile süre gelen durumu riayet edilir.demekki,Belgrad Andlaşması, Türkiye’nin bir anlık bir düzenlemesini gösterir.

Doğuda tam yıkılmakta olan Savefi Hanedanının bulunuduğu İran ile savaş canlanr; Ruslar Dağıststan veAzerbaycan’ı istila ederler;Şirvanın sakinleri tarafından çağrılan Türkler müdahele ederler vebir Rus-Türk çatışmasına gidildiği düşünüldüğü sırada bir Fransızın (Fransa’nın)arabulucuk teklifi ,bir pay yapma imkanı verir..Ruslar kafkasyanın kuzey ayaletletrini ,Türkler Güney eyaletlerini alırlar.Şap Tahmas , Osmanlılar ile görüşme yoluyla , kaybedilmiş eyaletleri geri alamaya çalışır, fakat onun yerine gelen Nadir bu toprakların bir kısmını kuvvet ile ele geçiri ve nihayeet fetihlere devam etme sorumluluğunu Şah’a bırakır;Tahmasspyenilr ve 1732 ‘de Odmsnlılar ile andlaşma yapar .Hoşnut olmayan Nadir ondan (Şah’tan) yakasını krtarır , Kafkas yaeaylerini kendisine geri veren Rusya ile bir ittifak andlaşması imzalar , ve nihayet 1736’da kendisini şah i lan eder ve Kafkasya’nın fetihlerini onlara geri veren Osmanlılar barışa anlaşması imzalar. Türkiye tarafından garanti edilmiş Polonya toprağının bütününü 1764’de Ruslar istila ederler:bununla birlikte savaş bir olayın ardından ancak 1768’de patlak verir.Osmanlı kuvvetleri 1769’da Krım’da ve Baserabya’da bozguna uğradılar;aynı zamanda II. Katerina Baltık Filosunu Mora’da bir ayaklanmayı kışkırtmak için Akdeniz’e gönderir:vuku bulan şey şudur;fakat ciddi sonuçlar elde etmeyecek kadar çok küçük bir liman olduğundan Rus filosu bu ülkeyi terk eder ;8 Ekim 1770’de o, İzmir yakınında çeşme koyunda demirlemiş Osmanlı donanmasına saldırır ve yok eder (yakar) ozaman sonuçsuz kalan mütareke girişimleri olmuştur . Yeryüzünden Ruslar bütün Valechi e (Eflak-Boğdan)ı işgal ederler , fakat 1772 ve 1773 Rurcuk ve silistre önünde başarısızlığa uğrrlar. Bu sırada Polanya mesalesi II Katarina’nın dikkatli olmasını gerektirir, bunula birlikte I.Abdulhamit barış aktedmeye hazırdır . .Muzakerelerden bir kaçay sonra (21 Temmuz 1774) de Küçük kaynarca Anlaşması izmalandı. Rusya Azak ,kerç Dinyaper in ağzı , Kuban ve terekin kazalarını , karadeniz de gemilerin serbest dolaımı nı , donanması için boğazlardan geçme iznini nihayet ticari imtiyazları elde eder.Türkiye Moldavya,Valaşi,(Eflak –Boğdan )ve baserabya yı yeniden ele geçirir Romenlere siyasi hürrüiyelerini verir ve Ruslara üç yılda 2 milyon ruble bir savaş ödentisi ödemek zorunda kalır.

Şurası kesindirki, Polanya meselesi Türkiye’yi mağlup olmaktan çok ağır bir andlaşma ( imzalamak ) tan kurtardı. Bununla birlikte şurası gerçektirki , avrupra ‘da gittikçe itibarı azalan Osmanlı imparatorluğu komşuları için iştah kabartıcı bir av oluyor..bunun sorumluluğu iç zayıflığı ve askeri yetersizliğinde yatmaktadır. Reformlar gerekli olurlar ,fakat onlar ancak XIX.asırda görülürler Rusya ‘ya gelince , Karadeniz’de ve Polanya’da başarılarıyla o , gittikçe avrupanın büyük güçü haline gelir.

Avrupa ticartinin gelişmesi. 1535 ticaret anlaşmasının ardından uzun zaman boyunca Fransa, Osmanlı imparatorluğu ile ticari bağları için bir kayırma düzeninden yararlandı . Ticari imtiyazlar 1569 da yenilenmiş ve imparotorluğun hiristityanlığı koruculuk hakkı, diğer imtiyazları etkilenmişlerdir. Konsolosluklar 1548de Suriyenin Tripoli’de , 1552’de Halep ‘te daha sonra Aleksendrye (İskenderiye) ve İstanbul’da kurulmuşlardır. 1550ve 1570 arasında Fransız tüccarları , Avrupa tüccarı içinde birinci sıradasırlar ;Onlar yünlğü kumaş , kağıt,hirdavat (kapkacak ,bıçak ,makas)getirirler ve deri, yün, ipekli kumaş , baharat götürürler,fakat birden bire güçlükşler ortaya çıkıyorlar :Önce dini harfler ;Fransızlar’ın dikkatini başka yöne cevirir ve onlar dış meseleleri ihmal edeceklerdir: sonra özellikle Sultan’a bağlı yarı resmi, fakat gerçekte bağımsız olan Berberi korsanlar sebebiyle Fransa ve Bâb-ı Âli arasında sürtüşmeler meydana gelir; ve bilhassa yinede Fransız dış ticareti büsbütün örgütlenmiş değildir,ve daha sonra,sık sık birbirini tutmayan usûl uygulandı.
Fransa tarafından geride bırakılmış diğer Avrupa Devletleri,(ondan ) aşağı bir durumda kalmak istemezler ve 1579’dan başlayarak İngilizler kapitülasyonların imzalanmasını elde ederler ve 1597’de pavillon (harp bayrağı) hakkından yararlanırlar.Öte yandan 1581’de Doğu’da İngiliz ticaretinin gelişmesinin kaynağı olan hükümet tarafından desteklenen Canpagnie du Levant (Doğu Ortaklığı) kuruldu.

1612’de sıra Hollandalılara gelince kapitülasyonları elde ederler ve hemen büyük ticari başarılar kazanırlar,(bu) başarılar ticari dürüstlükleri, merkezi teşkilatlanmaları ve dünya pazarları olarak yerlerinin bazılarının önemliliği (mesela XVI.asrın sonunda Amsterdam baharat ticaret merkezidir) üzerine kuruldu.

XVII.yüzyıl boyunca,İngiliz-Hollanda ticareti pekçok gelişir;Berberi korsanlarına karşı savaşmak için donanmalar koruyucu kafile halinde düzenlendiler;İngilizler İzmir’e Hollandalılar İstanbul’a iyice yerleşirler. Birileri ve diğerleri Türkiye’den yünlü kumaş,kalay,karabiber,baharat (bu ticaretin yönünü değişikliğine dikkat Etmek) ve basılmış para (mesela “aslani”ler) ithal ederler onlar ipek,yün,pamuk,mazı cevizi(kozalağı)ihraç Ederler.bu iki devletin yanında, Venedik önemli gerilemeye uğrar: o bilhassa cam eşya, kadifeler ve değerli kukaşlar getirir ve camcılığa yönelik kül götürür.XVII.asrın ortasında,molalimanı ve serbest liman olan Livourne ile yeni bir rakip görülüverir;Ermeniler ve Yahudiler oraya yerleşirler ve Livourne Avrupa ipek pazarının birincisi oluyor.bu sıradadır ki Colbert Fransa’da iktidarı eline alır: o konsoloslukları yeniden kurar, hemen Levant ticarette uzmanlaşmış Marsilya Limanı’nı kurtarır.Fransız tüccarlarının borçlarını tasfiye eder ve yumuşak bir başarı ile Levant (1670) ve Akdeniz (1685) Kumpanyası’nı yaratır.Fakat Bab-ı Ali ile XIV.Lui arasında bazen gergin olan siyasi ilişkiler sebebiyle kapitülasyonların yenilenmesi zor oldu;bununla birlikte 1673’te Nointel Kontu,Sultan’ın yanında elçi olduğu sırada,onları yeniletmeyi ve kapitülasyonlardan yararlanmayan ülkeler için Fransız pavyonunun yükümlülüğünü teyid ettirmeyi başarır.Ayrıca,Berberiler’e karşı savaş düzenlenir:Gemileri yakalarlar, ve Fransız gemileri birçok defa Tunus,Cezayir ve Tripoli’yi bombardıman edecekler,öyleki,XVII.asrın sonuna doğru bu üç şehir gerileyecekler ve XVIII.asırdan itibaren de Akdeniz’de denizcilik en fazla serbest ve güvenli olacak.1691’de Fransız konsolosluklar yeniden düzenlenirler, ve özellikle konsolosluklar yeniden düzenlenirler ve özellikle konsoloslar komisyon değil, sabit aylık alırlar.Bütün bu canlılık İngiliz ticareti yanında çok rekabete giren Fransız ticaretini bir yenilenmesidir.
XVIII. asır boyunca, Colbert (Kolbert) sistemi ölçüsüzce teşvik edilir ve Levant’in Fransız ticareti gittikçe önem kazanır: O 1780’’lerde en yüksek noktaya erişir.Fakat bu alanda eğer Fransa üstünlük kazanmışsa, Bu da İngiliz ve Hollandalılar’ın daha çok Amerika,Hindistan ve Uzak-Doğu ile ilgilenmek için kısmen bundan ayrılmalarından dolayıdır. XVIII. asırda, yarı yarıya olmak üzere tekstil de esaslı bir ticaret kurulmuştur:İzmir ipek,Sayda pamuk,İstanbul yün satar;ayrıca iskenderiye ve İstanbul’da deri Doğu Anadolu’da balmumu,Akre’de cam külü,Halep’te mazı cevizi(kozalağı); Halep ve İzmir’de çeşitli eczaneler bulunur.Yağ ihraç etmek yasaktı,kahve,ve bilhassa Mısır’ın buğdayı İstanbul’da saklanırdı.Avrupa’dan ithal edilen şey mamül mallardır:Yünlü kumaşlar(Doğu’da asla yeterli dokunamadı),pamuk iplikleri,kağıt,işlenmiş ve ham metaller,hurdavat,nasılsa şeker ve kahve.Batı-Doğu düşüncesi onu alıp götürür ve Avrupa devletlerinin bütün ekonomik nüfusu yavaş yavaş Osmanlın İmparatorluğu üzerinde görülür;gerçek odur ki,Avrupa tekniği kesintisiz gelişir,buna karşılık Doğu’da sanat an’anivi ve hiçbir ilerleme yapmaz;Batı’dan gelen malların üstünlüğünü gören Türkiye Avrupa üslubunu benimser.

Bu ekonomik etki, isteklerini büyütecek olan büyük devletlerin tasarılarına ve XIX. Asır boyunca görüşlerini yalnız ticarette değil, fakat siyasette de benimsetmelerine yarar.






SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04.08.08, 13:16   #5 (permalink)
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler

V.BÖLÜM
REFORMLAR, ŞARK MESELESİ

Avusturya-Rus-Türk Savası-I.Abdülhamid’in halefi, Sultan III.Selim (1789-1807), tahta çıkar çıkmaz, kendi,ni güç bir durum karşısında bulur. Gerçekte, küçük Kaynarca Andlaşması imzalayanlar tarafından sadece gecici bir andlaşma gibi düşünülmüştü; Türkler içiçn, tekafi edilmesi gereken mutsuz bir kaza idi; Avusturyalılar ve Ruslar için elde edilen zaferler yeterince somutlaştırılmadı. Bununla birlikte imparatoriçe Mari-Terez Avusturya’nın başında kaldı, o o düzenleyici bir rol oynadı; oğlu, II.Jozef 1781’de onun yerine geçer, düşmanlıkları yeniden başlatmaya tarafgir(lerin) tam tersinedir, be bu niyet içinde o, Türkiye’nin aleyhine fethedilen yerlerin gelecekteki paylaşılmasını öngören anlaşmayı Rusya’lı II. Katerine ile imzalar. Osmanlı imparatorluğu’nda bile, Sultan Abdülhamid’in barışçı anlayışı üzerine, 1787’de üstünlükle sona erecek olan harbe bir çözüm yolu bulunur.

1783’ten itibaren II.Katerina Gürcistan’a hareket eder, sonra 1784’de Sivastopol (Sebastopol) Kalesini inşa ettirdiği Kırımı alır, nihayet 1786’da o Kırım ve Güney Rusya içinde bir propaganda gezisine girişir. II.Jozef, II.Katerina’nın bu gösterilerine tamamıyla izizn vermez, zira o onu İstanbulA yerleşmiş görmeyi istemez. Bununla birlikte, bozuşma, Rus elçisi Bulgakov’a 1787 Temmuzunda bir ültümatom veren Türkiye’nin işidir: (Bunlar) Bükreş ve Yaş’ın Rus konsoloslarını geri çağrılması, Gürcistan üzerindeki hakkından vazgeçmesi, Karadeniz’de dolaşan Rus gemilerini ziyaret edilmesi (hususundadır). Ültimatom reddedilir ve savaş 1788 Şubatında resmen ilan edilir.

Osmanlı Orduları Belgrad’ı geri alırlar, Banat’ı istila ederler ve Avusturyalılar’ı iki defa yenerler, fakat doğuda, onlar Ruslar karşısında bozguna uğrar: Küçük Valachi (Eflak) gibi Büklreş nihayet Belgrad ve Bender düşer. 1790’da II.Jozef ölür, ve yerine geçen II.Leopold’ün İmparatorluğu’ndaki isyanlar (Ağustos 1791)’de Ziştovi Barışı’nı imzalamaya zorlar; bu barış Osmanlılar ile Habsburglar arasındaki düşmanlıkların sonunu gösterir ve statükoyu yeniden kurar; 1878’e kadar, iki devlet arasındaki sınırlarda hiçbir değişiklik olmayacak.
Rus sınırında, Türkiye’nin aleyhine savaş sürer. İspanya’nın aracılığı 9 Ocak 1792)’de Yaş Barışı’nı imzalama imkanı sağlar; Rusya, Otchakov ve buğ ile Dinyester arasında bulunan bölge hariç fethettiği yerleri geri verir. Fransa ve Polonya’daki görülmemiş olaylar, Rusya’nın dikkatini Batı’ya çekerek, Türkiye’yi çok ağır şartlardan kurtardı; dahası yirmi yıldan fazla süre boyunca, o bir dereceye kadar kuzey komşusu ile barış içinde yaşayacak o sırada Fransız ihtilali ve I.Napolyon artık büyük Avrupa devletleri için tehlike sergiliyor.

İçerideki durum.İlk ıslahatlar.-Ordusu yüzünden uğranılan başarısızlıkların tekrarlanmaması karşısında,III.Selim ıslahatları yapmaya karar verir;O,özellikle Osmanlı askeri birliklerini Avrupalılar gibi yeniden düzenlemek ister,ve bunun için Fransız subaylarına yardım istemek amacıyla başvurdu;1793 nizamnamesi veya Nizam-ı Cedid,ordunun kuruluşunda değişiklikler getirir,fakat derinlikleri çok azoysa ki Yeniçeri birliklerinin feshetmek ve yani bir orduyu yeniden kurmak gerekli olacaktı.Şüphesiz,Ulema tarafından desteklenen Yeniçeriler bu reformlara engel olurlar ve huzursuzluklara sebep olurlar.

Bu huzursuzluklar İmparotorluğun bir çok eyaletindeki ayaklanmalara eklenecek:Bulgaristan’da yağmacı çeteler,kırcaliler(les kirdjali),ülkeyi yıktılar; Süreyi’de ,Şehy Daher,sonra Ahmet Cezzar Paşa Saint’e –jean-d’Acre’ı isyancıları merkezi yapıyorlar;Hicaz’ da dini meseleleri bahane eden Vehhabiler,ayaklanır ve 1803 ve 1804’de kutsal şehirleri ele geçirirler;Yeniçeri birlikleriyle ittifak eden Danube Osman Pazvanoğlu da Sultan’ın reformlarına karşı çıkar Batı Bulgaristan’ı idaresine alır; nihayet,Sırbistan’da Yeniçeriler’in geri dönmesi 1803’te başlıca ele başlarından biri olan Kara-Yorgi(jorj) denilen Yorgi Petroviç’in halkı ayaklandırmasına neden olur;Sırplar Avusturyalılar ve Ruslar tarafından gizlice desteklenirler Bükreş Antlaşması (1812) ile kesin bir otonomiyi elde etmekle bitirirler Gizli kalan anarşiye iki ciddi kriz eklenir:biri dışarıda, Mısır seferi,diğeri içeride Sultan’ın refomlara girişmesi oldu.Bonapart tarafından istenilen Mısır Seferi Türkiye ve Fransa’nın savaştıkları nadir anlardan biridir. Bonapart önce Suez Kıstağı’nın bütüme el koymak ister;düşmanlıklar piramidler’de Fransız zaferiyle 1798 temmuzundan itibaren başlar,(1-2 Ağustos)’ında Abukır’da donanamanın bozguna uğramasıyla tehliye düşer.İstanbul’da Ruslar ve İngilizler Sultan’ı 9 Eylülde yapılmış olan savaşı resmen ilan etmeye teşvik ederler.(savaşın)Sonuçları Levant’da Fransız ticareti için felaketli olur:Konsoloslar ve tüccarlar tutuklandılar,Fransız malları müsadere edildiler.Rus ve Türkiye donanmaları 1797’de Fransa tarafından terkedilmiş olan Yunan adalarını ele geçirirler.Bir Türk ordusu Mısır’ı almış olan Fransız ordusuna karşı Suriye’ye gönderildi ve kuzeye Bonapart Saint-Jean-d’Aere önünü kuşatır;Thabar tepe(dağ)sindeki bir zaferine rağmen O,mayısta kuşatmayı kaldırmak zorunda kalır.Abukır’a çıkmış bir başka Türk ordusu temmuzda yenilir;Bonapart’ın gidişinden sonra Fransız birlikleri komutanı Kleber,1800 Haziranında öldürüldü;1 eylül 1801 de halefi Menou Mısır’ı tahliye eder.1802 Haziranında barış ımzalandı:Kapitülasyonlar yürürlüğe yeniden konuldular, müsadre edilen mallar geri verildiler veya yerleri bir tazminat ile dolduruldular,ağır tonajlı Fransız gemileri Karadeniz’de dolaşma hakkını elde ederler.o zamandan beri,Napolyon ile kurulan siyasi dostluk durmaksızın İngiltere ve Rusya’nın kışkırtmalarına ragmen devam edecek

Bu zaman zarfında,III.Selim ordunun yenileşmasini sürdürmeye çalışır gittikçe,Sultan’ın onlara karşı gönderdiği kuvvetleri Edirne’de yenen Yeniçeriler’in direnmesiyle karşılaşır;sonra onlar İstanbul üzerine yürürler.Kabakçıoğlu tarafından idare edilen isyancılar(asiler)saraya girerler ve III.Selim’i tahttan indirirler,yerine derhal yeğeni IV.Mustafa’yı geçirdiler.Yeni Sadrazam Mustafa Çelebi halefi Tayyar Paşa gibi çabucak azledilir;adı geçen asilere karşı döner ve III.Selim’e sadık kalan Rusçuk’un Bayraktarı Mustafa ile ittifak eder.Selim’e tahtını geri vermeye karar veren Mustafa İstanbul’a kadar ilerler,fakat IV.Mustafa’nın emri üzerine sapık-sultan’ın az önce şehit edilmiş olduğunu öğrenmek içindir.O zaman Mustafa Bayraktar Sultanı tutuklattı ve yerine bizzat kendisinin Sadrazam olduğu halde adı geçenin kardeşi II.Mahmut’u (temmuz1808)’de (sultan)ilan eder.oSelim’in reform projelerine devam eder,fakat sırası gelince o Yeniçeriler’i hoşnutsuzluğa düşürür ve alimler ve 1809Kasımında o bir ayaklanma sırasında ölür.

Büyük refomlar. Mahmut iktidarı aldığı zaman,o kendısini ola gelen Rus-Türk rekabeti karşısında bulur:başlatılan düşmanlıklar 1807’de Tuna Nehri’nin iki kıyısı üzerinde çeşitli seçeneklerle takip edilirler;sonunda I.Napolyon tarafından doğrudan tehdit edilen Rusya olduğu halde,1812 mayısında Bükreş’te barış imzalandı:Moldavya(Bağdan.)Valaşi(Eflak)üzerindeki hak iddialarından vazgeçen Rusları’ın eline Besarabya geçer.

Bu barış andlaşması, III.Selim tarafından girişilen refomlara devam etmede II.Mahmud’a izin verecek.O Osnmanlı ordusunu baştan aşağı yeniden düzenlemekle başlar;27 ve 28 Mayıs 1826’da ,o Devletin ileri glen büyükleri tarafından kabul edilen bir çözüm(yönetmelik)resmen,ilan edilir:Yeniçeriler ordudan atılmazlar,fakat yeni birliklerin kuruluşunu teşkil etmek zorunda kalırlar.12 Haziran(yani ZAFER’in doğum günü)itibaren birlikler patlarlar;Yeniçeriler Hipotrum üzerindetoplanırlar;Vezir-i Azam’ın sarayını yağma ederler ve yenilikçilerin başını isterler.Fakat II.Mahmud cesaret terir ve birliklerin bir kısmı özellikle topçular,kenidine bağlı kalır;subaylar refomları kabul ederler ve alimler asilerden ayrılırlar.Sadrazam Yeniçerilerin kışlaları bombalayan topçu sınıfına emir verdirir,ertesi günlerde toplu kıyımlardan kalanlar takip edilir bu cezalandırmanın ardından,Yeniçeri birlikleri kesin olarak yok edilir sonra sipahilerin ki,ve onları destekleyen Bektaşilerin dini birlikleri dağıtıldı.O zaman yabancı eğitimciler tarafından çalıştırılan Avrupalılar gibi bir ordu kurulur.II.Mahmud’un bu cesaretli icraatı sınırlı ise de kendince önemlidir zira o öteki reformlerı(için)en önemli engeli ortadan kaldırır.II.Mahmud’un faaliyetine geleneksel kıyafetin terkedilmesi gibi Avrupa kıyafetinin kabul edilmesi gerekir,Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Devletlerinin çoğu ile ticari anlaşmalar imzalandı 1836 Mayısında İç işleri bakanlığı Dış işleri bakanlığı kuruldu.

Bununla birlikte bütün bu reformlar sınırlandırılırlar vr onları devam ettirecek ve tamamlayacak olan II.Mahmud’un oğlu ve halife Abdülmecit (1839-1861)dir Reformlar Tanzimat’ın konusu olacak.3 Kasım 1839’da saraya davet edilen yabancı elçiler ve Devletin’in yüksek memurlarının (huzurunda)Abdulmecıt Gülhani denilen Hatt-ı Şrifi’ni okutturdu.bu adli,mali idari ve askeri anayasadıor o orada hangi dinden ve hangi milletten olursa olsunlar bütün osm vatandaşlarının eşit olarak hazırlanan kanuna göre yargılanacak ve soruşturmasız vce devlete doğrudan herkez servetine göre vergileri,hazırlanan vergi ve verilecek (köy ve kasaba)askeri katkılarda bulunacak askerlik hizmeti dört-beş seneyi geçmeyecek

İdari üzerinde merkezi iktidar’ın sıkı bir el-koyunu ile beraber olduğu oranda bu kararların bütünü osm imparatorluğunda değişikliği sağlar oysa reformlar hemen hemen orduya,(oldu),çünkü yönetim içinde “Vieux” Turcs”(:yaşlı-eski Türkler)savaştan vazgeçmezler(yatışmazlar)ve cansız kuvvetleri karşı karşıya getirirler.Gülhane Hattı Hümayünü'nun kararlarını yürürlüğe koymak için 1856’da yeni bir padişah ferman gerekicek.Daha önce,1843’de Sadrazam Rıza Bey ordunun asker toplama konusundaki kanunu resmen ilan ettirdi:kura çekme fiili hizmet 5 yıl,bir aylık idman aralıklarıyla yedeklikte yedi yıl;o sırada olduğunun fiili birlikleri üçyüzbin neferdir ordu birlikleri beşe ayrılmış ve yedek birliklerin neferleri yüzelli bin;bu yeni düzenlemeyle,Osmanlı ordusu Prusya ordusundan sonra Avrupa’nın en önemli ordusu olur.

Başka meseleler ikinci plana geçtiği ve dış politika bazı alanlarda genişlediği için diğer reformlar ancak yavaş yavaş gerçekleşir.Bununla birlikte adli alanda 1847’den itibaren ,geleneksel müslüman hukuku ve dini mahkemeleri değiştirme gayreti görülür:Ceza hukuku ve sivil hukukun bir laikleştirildiler ve dini mahkemeler yanında nizami mahkemeler de kurulmuştur;Ticari mahkemeler başlıca şehirlerde aynı şekilde görev yaparlar.1845’ten itibaren bir eğitim reformu projesi hazırlanır,fakat ilerlemeler sadece Sultan Abdulaziz (1861-1876)’in saltanatı devrinde kayda değer olacaktır:Nazari olarak bütün çocuklar altı yaşından itibaren ilk (sibyan mektepleri) okullara gitmeye zorunludurlar ki o okulların ilkokul öğretmenleri Devlet tarafından maaşları verilen görevlilerdir.Altı lisenin kurulmasına izin verildi:Yalnız biri açılacak,bu da Galatasaray (1868);ilk eğitimin üstü ve kolejler taşranın önemli merkezlerinin çoğunda kurulurlar;İstanbul’da bir Üniversite kurulmasına karar verilir.
Yönetim alanında,Sultan’ın hesaba kattığı iyi veya kötü durumlara daima bağlı olan Başbakan veya Sadrazama doğrudan bağlı bakanlar tarafından yönetilen bakanlık bölümleriyle Avrupalılar gibi organize edilir.Mayıs 1868’de Danıştay,sonra Yargıtay kurulur:Her ikisi de Müslümanlar ve Hristiyalar’dan oluşur.Eyaletler idari yönden yeniden düzenlenir,fakat onlar mali bakımdan merkezi hükümete bağlı kalır.

Böylece otuz senede imparatorluğun yapısında derin (köklü)değişikliklere girişilir.Bu politik değişiklikler gelecekteki zihinsel inklabın esasını teşkil ederler:Hareketler (değişiklikler) XX.asrın başına damga vuracaklar;daha önce ortaya çıkan reformculardan bazıları, Sultan Abdülhamid’insaltanat devrinde yurdunu bırakacaklar (sürülecekler).Şayet Osmanlı Devleti, özellikle dış yenilikler yüzünden “hasta adam” olmuşsa da , bununla birlikte o bizzat kendisi tepki duymaya yeterli gücünü korur ve XIX.asrın ortasından itibaren ona ekonomik alanda (ticari ve endüstri girişimlerin büyük çoğunluğu İngiltere , Fransa ,ve Prusya ‘nın kontrolü altındadır) Angarya yükleyen Avrupalı devletler,maddi iyileştirmenin hepsini getirerek (mesela demiryollarının kurulşu),daha sonra şaşılması gereken şiddetli tepkilere neden olacaktır.
Mahalli isyanlar, III.Selim’in saltanatı altında doğan ,milli özellik (taşıyan) bu isyanlar XIX. Asrın bütün başı boyunca imparatorluğu tüketmeye devam ederler.Daha önce(1812)Bükreş Andlaşması ile başarılar elde eden Sırplar, bu başarıları iyileştirmeye çalışırlar;Türkler ile Niş’te bir görüşme vuku bulur.(1813),fakat bu görüşmeler olumlu bir sonuç vermezler;aksine,savaş yeniden başlar ve Türkler Kara Yorgi’yi Avusturya’ya sığınmaya mecbur eden başarılar kazanırlar;Sırbistan yeniden ele geçirilir ve ani bir tepkiye sebep olan Yeniçeriler’in terörüne ve yağmasına bırakılır: Sırplar 1815’den itibaren Miloş Obronoviç idaresinde, Belgrad’ı onlara veren (kazandıran) çete savaşına götürülürler; Miloş Obronoviç en yüksek şef (başkan) tayin edilir ve sultan tarafından böylece tanıttırılmaya çalışılır; bu yürürlüğe konulma ve Sırplar’a verilen en gerçekçi sözlerin yapılması ancak 1826’da Bükreş Andlaşması (ile) olur; Yunan meselesindeki kesin andlaşma daha da gecikir. Bu ancak 1830 Ağustosu’ndadır ki Türkiye’nin egemenliği altında muhtar bir prenslik olarak Sırbistan’ın varlığını tanıyan bir hatt-ı şerif ile Miloş Obronoviç bundan böyle kalıtsallığını (ve) en yüksek başkan (olduğunu), saygınlık içinde onaylatır; Sırplar bir meclis, bir güçlü orduya sahip olma hakkını elde ederler, fakat Belgrad dahil sınır boylarındaki garnizonlar bulundurma hakkını koruyan Türkiye’ye bir haraç (vergi) ödemeye mecburdurlar.

1803’te Yahya Paşası Tepelen (veya Tepedelen)’li Ali, Orta ve Güney Arnavutluk’u kendi hesabına ele geçirir ve hatta bu memleketteki milli isyanlardan yararlanarak Yunanistan’a doğru genişlemeye çalışır. Fakat Sultan 1821 ve 1822’de Ali’yi yenen ve onu tutuklattıran Hurşit Paşa’nın ordusunu ona karşı gönderir; Ali hemen öldürülür.

Mısır’da ve Arabistan’daki diğer hareketler kurulu düzeni altüst ederler. 1789’da bir Arnavut, Mehmet Ali Mısır’a yerleşen Fransızlar ile savaşmaya gitmek için kurayla toplananlar arasında askere alındı; çabucak Yeniçerilerin bir bölüğünün komutanı oldu, Sultan’ın temsilci paşaları ve Memlükleri arasında kavgalara karışabildi. 1804’de Arnavutlar’ın bir ayaklanması Kahire Memlüklerini çıkarır; o zaman Mehmed Ali Mısır Valisi olan Hurşid’i İskenderiye Valiliğine atatır. Fakat Hurşid bağımsız kalmak ister: Mehmed Ali onu el çektirir ve (1895 mayısında) yerine (kendisi) atanır; Memlükler, sürekli düzensiz bir birlik olarak kaldıklarından, o şeflerin çoğunu öldürtür. O nihayet, Mekke ve Medine’yi birkaç sene evvel ele geçiren Vehabiler’e karşı oğlu İbrahim’i gönderir; 1812’de İbrahim Cidde’yi, sonra iki kutsal şehiri ele geçirir ve Hicaz Paşası ünvanını alır. Vehabiler’in yeni bir ayaklanması 1616-1618’de bastırılır, oysa Mısırlılar’ın kuvvetleri Sudan’ı işgal ederler. Başarılarının gücünden dolayı Mehmed Ali pek yakında kendi başına Sultana karşı koyacak..

Yunanistan’ın bağımsızlığı, Türkiye’ye karşı Rus harplerinin amacı XVIII. Asrın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Yunanistan’ı uzaklaştırıp, ayırmaktır, fakat Küçük Kaynarca Andlaşması bu arzulara cevap vermekten uzak idi. Tam tersine, Mora Rus donanması tarafından sebep olunan yıkımdan asla kurtulamadı ve Türk baskısı oldukça sert idi. XVIII. Asrın sonunda Batı Avrupa’daki olaylar ve Osmanlı İmparatorluğu içinde ilk ciddi karışıklıklar, bazı Yunan aydınlarında ülkelerini kurtarma arzusu uyandırır; şair Rigas (Rhigas) ile yurt sevgisi dolu Eterya cemiyetini kurar, ve o İtalya’daki zaferlerinden sonra Bonapart’a güvenir, fakat o tedbirsizlik yapar, yakalandı ve 1798’de öldürülür. Viyana Kongresi’nden sonra Dostlar Eteryası adını alan Eterya, önce Odesa’da, sonra İstanbul’da yeniden kurulur. O Kara Yorgi, sonra Tepelen (Tepedelenli) Ali ile münasebetlere başlar, fakat müsbet sonuç alamaz. Yunanlılar o zaman Rusya’ya doğru yönelirler ve başkanlığı çarın gözdesi dışişleri bakanı Capodistria’ya teklif ederlerse de o reddeder; sonra onlar Çar I. Aleksandr’ın ordugahına yardım eden Prens Aleksandr’a başvuranlar (1821). 1820’den itibaren bir ayaklanma planı hazırlanmıştı: Yunanistan’da Janina ve Tunalı eyaletlerinde karışıklıklar çıkartılıyor. 1821 Şubatında İpsilanti Hristiyan ortodoksları boşuna ayaklandırmaya çalıştığı Romanya’ya geçer; Sultan’ın tepkisi ve kıyımı ile sonuç kendini gösterir. Aynı zamanda isyancı hareketlerin kınandığı kutsal ittifakın Tropan ve Layback Kongreleri toplanırlar; Çar artık Türkler tarafından yenilen, Macaristan’a sığınan İpsilanti’yi tutmaz.
Bununla birlikte Mora’da Patros Başpiskoposu Germanos 25 Mart 1521’de istiklal savaşını ilan eder; İstanbul’da Yunanlılar’ın kıyımı vuku buldu. 12 Ocak 1822’de Yunan milletvekili meclisi ülkenin bağımsızlığını ilân eder ve başkan için Aleksandr Mavrokordato’yu seçer. Nisanda ünlü Şio (Chio) kıyımları oldu, ve mayısta, Janina Türklerin eline düşer. Yunanlılar Kutsal İttifak’ın ilkelerine daima bağlı (olan) Çar’ın yardımını boşuna beklerler, fakat bilhassa onun Doğu’da yeni teminatlar elde ettiğini görmekten kaygısı az olan Avusturyalılar ve İngilizler tarafından yakından gözetlenirler. Şayet ayaklanmalar resmi zevatın hiçbir yardımını kabul etmezlerse, bununla birlikte Batı Avrupa’nın pekçok gönüllü askerleri onlara katılırlar. Kendinden yana Sultan ilgisiz kalmaz: O Ocak 1824’de Mehmed Ali’yi Mora’ya müdahale etmekle görevlendirir; daha önceden Mısırlı askerler 1822’de Girit’i yeniden almışlar. 1825’de Mehmed Ali’nin oğlu İbrahim Mora’nın belli başlı şehirlerini ele geçirdi, fakat Mısır’da halkı sürme politikası onu Fransız sevgisi verir. O zamandan beri Yunanlılar bu şartlardan yararlanırlar ve Yunanlı Komiteler insanların ve paşanın yardımlarını onlara getirmeye çalışırlar.

I. Aleksandr’ın ölümü ve yerine doğrudan ve kuvvetli usullere taraftar I. Nokola (Aralık 1825) geçmesi İngiltere’yi ilgilendirir. Mart 1826’dan itibaren, Nikola Bâb-ı Âli’ye Akkerman Andlaşması’yla sonuçlanan bir ültimatom verir: Rusya orada Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün denizlerinde ticaret yapma ve Sırbistan üzerindeki koruyuculuk hakkının yeniden tanınmasını elde eder; Yunanistan meselesi hiçbir şekilde yoktur. Bu andlaşmadan memnun olmayan İngiltere, o zaman girişimde bulunur ve üç büyük devletin (İngiltere, Fransa, Rusya) ara buluculuğu ile Türkiye ve Yunanistan arasında Londra Andlaşmaları öngörülür; Sultan teklif edilen arabuluculuğu kabul etmediğinden müttefikler bir ordu müdahalesiyle tehdid ederler; donanmaları Türk ve Mısır donanmalarıyla Navarin’de buluşurlar ki orada Ekim 1827’de adıgeçen (Türk ve Mısır) donanmalarını yıkıma sürükleyen bir olay (meydana gelmiştir). Sultan 20 Aralıkta, kendisine açıkladığı Rusya ile Nisan 1828’de savaşmaya izin veren “cihâd” ı ilan eder. Az önce, Kapodistra (Capodistria) Yunanistan Cumhurbaşkanı seçilmişti ve İngiltere ve Fransa tarafından gerçekte olduğu gibi tanındı; Mora’ya bir Fransız askeri müdahalesi güçlük çekilmeden yapıldı, Mehmed Ali ile Kasım 18287de bir andlaşma gerçekleştirildi. Nihayet Londra Protokolleri (Kasım 1828 ve Mart 1829) Yunanistan’ın sınırlarını tesbit eder, fakat yeni devleti tanıttırmaya çalışan Rus ordusudur: Doğu’ya saldırarak, o Erzurum’u alır ve Trabzon’a doğru ilerler; Batı’da o Edirne’yi işgal eder ve Başkent üzerine yürür (Ağustos 1829); dehşete düşen Sultan İngiltere ve Fransa elçilerini müdahale ettirir ve Londra Andlaşmalarını kabul etmesiyle Edirne Andlaşması’nı imzalamaya razı olur (14 Ekim 1829). Şubat 1830’da Londra Konferansı’nda, Yunanistan istiklalini ilân etti (Türkler’in elinde kalan Girit hariç); Rusya Tuna ve Prut’u sınır olarak elde eder; Sırbistan ve Moldo-Valachi (Boğdan-Eflak) ye otonomi (muhtariyet) tanındı; Osmanlı üzerinde Rus tebaında ticari serbestlik verilir; nihayet bütün ticaret gemileri için İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçiş serbestliği (verilir).
Böylece Sırbistan’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan yeni bir bölüm (de) 1832’de Othon de Baviere’nin Kral olduğu yeni bir devlet doğuyordu. Yunanistan’dan artık hiç ümidi kalmayan Rusya’ya gelince, o tam anlamıyla Slav memleketleri üzerine dikkatini taşıyacak (Gözlerini çevirecek).
Mısır meselesi, Yunan krizi çıkar çıkmaz II. Mahmud İmparatorluğun içinde birdenbire yeni bir anlaşmazlık (çatışma) görür: Bu Mısır’dakidir. Mehmed Ali, Sultan’a sağladığı yardımların bedeli olarak, Mora’yı kaybeden oğlu İbrahim’e telafi etmek için Suriye’nin idaresini ısrarla isterse de Sultan reddeder, fakat İbrahim’e Girit’i önerirse de kabul etmez. Mehmed Ali’ye düşman (muhalif) bir paşanın Saint Jean-d’Acre’ye tayini olayından sonra şunlar olur; bu paşanın Mısır donanmasına yönelik Lübnan’dan kereste çıkarmayı yasaklaması Mehmed’i harekete geçirir. Mayıs 1832’de Saint Jean-d Acre, Haziranda Şam, Temmuzda Halep, Ağustosta Antakya ele geçirilir; İbrahim tarafından yönetilen Mısır kuvvetleri Anadolu’ya girerler ve Osmanlı Ordusu’nun bozguna uğratıldığı Konya’ya kadar ilerlerler. İmparatorluğun bu çöküşü karşısında, büyük devletler endişelenirler; özellikle bu zayıflamadan başkalarının yararlanmaya bırakılmaması, onlardan herbiri için sözkonusudur. Mehmed Ali’yi manevi yönden destekleyen Fransa, İngiltere ile anlaşmak istemez, fakat Lui Filip (Louis Philippe) çatışmaya girmeyi (de) kabul etmez. Rusya da kendisine yapılan teklifi fırsat bilir: II. Mahmud tarafından çağrılan Rus kuvvetleri İstanbul yakınına gelirler ve çarın donanması (İstanbul) Boğazı’na yerleşir. Tepki anidir: o zaman Fransa, İngiltere ve Avusturya bir anlaşmaya varabilmek için Mehmed Ali ve Mahmud üzerinde baskı yaparlar; Mahmud üzerinde baskı yaparlar; Mahmud itaat eder ve Mayıs 1833’de Kütahya Andlaşması ile kuvvetlerini geri çeken Mısır Paşa’sına Adana ve Suriye’yi bırakır. Ordusunu ve donanmasını geri çekmenin karşılığında, çar Hünkar iskelesi Andlaşması’nı imzalamayı elde eder: O Osmanlı topraklarının bütünlüğünü ve bağımsızlığını garanti eder ve ihtiyaç halinde, imparatorluğun savunmasında gerekli kuvvetleri sağlamaya söz verir; buna karşılık, o bütün yabancı harp gemilerine Çanakkale Boğazı’nın kapanmasını ister (8 Temmuz 1833).

Bununla birlikte, Sultan ancak Kütahya Andlaşması’nı baskı ve zorla kabul etti; O Suriye’de ve Mehmed Ali’ye karşı ayaklanmalara göz yumar; öte yandan, Fransa ve İngiltere Mısır konusunda tek bir politika üzerinde anlaşamazlar; 1838’de, İngilizler Doğu’ya doğru çok yayılan Mehmed Ali’yi engellemek için Aden’i işgal ederler. Nisan 1839’da Osmanlı kuvvetleri Suriye’ye giderler, fakat (Haziran 1839)’da Antep yakınında Kaptan Paşa Sultan’ın donanmasını Mısırlılar’a teslim ettiğinde (n) bozguna uğradılar. Bu sırada II. Mahmud ölür ve yerine oğlu Abdülmecid geçti. Temmuzda Büyük Devletler (İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya) Bâb-ı Âli (Hükümet)’ye bundan böyle Osmanlı İmparatorluğu’nun ortak himayeleri altında olduğunu bir nota ile açıkladılar. Fakat Fransa (Thiers) ve İngiltere (Palmerston) Mehmed Ali konusunda yeniden karşı karşıya gelirler ve Thiers’in başvurusuna, Palmerston (Temmuz 1840)’da İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya tarafından imzalanan Londra Andlaşması ile cevap verir; bu Andlaşma, Mehmed Ali’ye on gün (içinde) bir Ültimatom (uyarı yapmayı) vermeyi ihtiva eder buna göre adıgeçen Mısır’da dededen babaya sıfatını ve Filistin’de kaydı hayat şartıyla niteliğini sürdürebilecek, fakat zaptettiği diğer toprakları terk edecek ve Sultan’a donanmasını geri verecek. Mehmed Ali ültimatomu reddeder; O zaman İngiltere topa tutarak ve Suriye limanlarını işgal ederek müdahale eder ve İbrahim bu eyaleti terk eder. Bununla birlikte Fransız hükümeti, nihayet orayı terk eden İngiltere’den Avusturya ve Prusya’yı uzaklaştırmayı başarır. 27 Kasım 1840’da Mehmed Ali Mısır’ın verasetle geçen başkanı olarak kabulü karşılığında Suriye ve Osmanlı donanmasında vazgeçer. Şubat ve Mayıs 1841’de iki fermanla, Sultan yıllık vergi, sınırlı ordu, Osmanlı tipinde idare ve kanun (gibi) birkaç kısıtlama ile razı olur; Nihayet, Temmuz 1841’de yeni bir Londra Andlaşması, Hünkar İskelesi Andlaşmasını yürürlükten kaldırır: orada özellikle açıkça belirtilir ki Çanakkale ve İstanbul Boğazları’ndan geçiş Bâb-ı Âli barış içinde (Boğazlar Sözleşmesi) bulunduğu sürece yabancı harp gemilerine daima kapatılmaya mecbur olacağı idi. Böylece İngiltere tarafından işgal edileceği zamana (1882) kadar, gitgide kopmaya yüz tutacak ve yeni bir eyalet (olarak) ayrıldığına göre, Osmanlı İmparatorluğu yeniden yitiren olur, İngiltere ise Rusya’dan öcünü alır.

Kırım Harbi, Gülhane Hatt-ı Şerefi ile öngörülen reformların uygulanmaları zamanıyla orantılı 1841 ve 1852 arası Osmanlı İmparatorluğu’nda bir barış dönemi geçer (yaşanır). Fakat İngiltere reformları ve Rusya gelenekçileri destekleyerek iç politikaya ( iç işlerine) yabancı güçler karışırlar. (1 Mayıs 1849) Balta Limanı Andlaşması ile düzenlenen Valachiel (Eflak) konusunda Rusya ile bazı sıkıntılar beliriverir. Andlaşma kısa sürer, çünkü Kutsal Yerler konusunda yeni bir harp doğar (başlar). Başlangıçta hasımlardan Fransa, Levant’daki Katoliklerin koruyucusu, ve Rusya, Ortodoksların koruyucusudurlar. Fransa tarafından imzalanan çeşitli kapitülasyonlar Kutsal yerler üzerinde, özellikle Kudüs Kilisesi üzerinde Latin mezheplerin haklarını tanıdı. 1757’de Yunanlılar Latin mezheplerinden kurtulmayı elde ederler ve yerlerine papazlar tarafından Ortodoksluk yerleştirilir; 1808’de, Ruslar, Fransız hükümeti araya girmeden, Kutsal Yerler hususunda onların himaye hakkını yeniden tanıtırlar. Bu sadece 1850’de Katoliklerin desteğini Fransa’ya çekmek arzusunda olan İmparator-Başkan Lui-Napolyon Fransa tarafından korunan Kutsal yerlerin listesini ve Kapitülasyonlara saygı isteği Sultan’a takdim eder.

O zaman Sadrazam Ali Efendi meseleyi inceleyecek olan karma bir komisyonun toplanmasını teklif eder. Çar Ortodokslar adına itirazını Sultan’a bir mektupla yapar (Ekim 1851); bu defa tamamıyla yeni bir Türk Komisyon tayin edilir, fakat kararları hiç kimseyi memnun etmez (Mart 1852-Mayıs 1853). I. Nikola harekete geçmeye (iş görmeye) karar verir; o önce Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmayı onlara teklif ederek İngilizler’i kazanmaya çalışır: onlara Mısır ve Girit’i, kendisine Moldovya, Valachie (Erdel), Sırbistan ve Bulgaristan’ı İstanbul serbest bir liman olacaktı. İngilizler kararsızlık (kapalılık) gösterirler. O sırada, İstanbul’da elçisi Menkiçof, (Sultan tarafından) reddedilen aşırı teminatları Sultan’dan isterken, I. Nikola, Basarabya, Volinya ve Podolya’ya kuvvetlerini seferber eder (10 Mayıs 1853). Abdülmecid İngilizler’in dostu Reşid Paşa’yı sadrazam olarak çağırır, Menkiçof İstanbul’u terkeder (26 Mayıs) ve 13 Haziranda İngiliz ve Fransa mukave metinde Sultan’ı cesaretlendirirler. Çanakkale Boğazı yakınına gelirler. 26 Haziranda Çar’ın orduları Prut’u geçerler ve Romanya’yı rehin olarak istila ederler. O zaman Avusturya başarısız bir arabulma girişimi yapar. Ekimde, Bâb-ı Âli Rus birliklerine istila ettiği toprakları boşaltmasını buyurur; Ruslar reddeder ve Tuna üzerinde ilk çarpışmalar (başlar). Kış boyunca Rusya ile yeni görüşmeler başarısızlığa uğradığından, 12 Mart 1854’de Fransa, İngiltere ve Türkiye bir ittifak andlaşması imzalarlar; haziranda Tunalı Rus prensliklerini püskürtmek için Avusturyalı birliklerin ortaklığını elde etmek gayesiyle Türkiye ve Avusturya arasında bir andlaşma imzalanır: gerçekten, Ruslar hemen 1857’ye kadar Avusturyalılar’ın işgal edecekleri bölgeleri derhal boşaltırlar.
1854 Martından itibaren İngiliz ve Fransız kuvvetleri Tuna’ya gönderilmek için Gelibolu’ya çıkarırlar; fakat Rus boşaltmasının arkasından, (Temmuz 1854)’de Kırım’da savaş yapmaya karar verilir. Birlikler oraya Eylülde varırlar ve derhal (Ekimde) Sivastopol (Sebastopol)’un kuşatılmasına girişilir. 1855 Eylülünden ancak düşen şehrin çevresinde bir sene savaşa girişilir. Bu arada, I. Nikola ölür ve yerine II. Aleksandr geçti; öte yandan, Asya’da, Rus birlikleri Kars’ı ele geçirdiler; görüşmeler mümkün kılmadı: ilk andlaşma Viyana’da 1 Şubat 1856’da imzalanır. Paris Kongresi (Şubat-Nisan 1856 sonu) Fransa, İngiltere, Türkiye, Avusturya, Rusya, Sardunya ve marttan itibaren Prusya’ın (katılmasıyla) toplanılır.

30 Mart 1856’da imzalanan Paris Andlaşması özellikle aşağıdaki maddeleri ihtiva eder; ele geçirilen toprakların karşılıklı olarak boşaltılması; Osmanlı ülkesinin bütünlüğü garanti edilir; Batı devletlerinden herhangi biri ile Osmanlı Devleti (Perte) arasında anlaşmazlık halinde diğer devletlerin arabuluculuğuna başvurulması; yeni bir hatt-ı hûmayun (Şubat 1856)’da Sultan tarafından resmen ilân (edilmesi); Karadeniz’in tarafsız bir deniz olması bütün ticaret gemilerine kapalı olması; sınırların düzeltilmesiyle Rusya’dan ayrılan Tuna ve kollarının milletlerarası olması; hiçbir güç (devlet) tarafından korunmayacak olan Boğdan (Moldovya) ve Eflak (Valaşiye)'ın bağımsız olması; Sırbistan Türklerin garnizonlarına sahip olmaya devam ederler, fakat hakları imzalayanlar tarafından garanti edilir; nihayet Boğazlar Sözleşmesi yenilenir.

Türkiye, Avusturya ve İngiltere’nin itirazına rağmen, Eflak ve Boğdan’ın birleşmesi doğrudan doğruya Paris Andlaşması’nın sonucudur; gerçekten iki prensliğin meclisleri nihayet 1859 Eylülünde tanınan aynı prens Aleksandr Koza (Couza)’yı seçerler; 1862’de iki ülke bütünüyle birleşirler ve pek yakında Romanya’yı doğuracaklar (Teşkil edecekler). Bir takım tavizlere rağmen Paris Andlaşması, Rusya’yı yendikten sonra büyük devletler (güçler) arasında yerini alan Türkiye için bir başarıdır. Ayrıca Ocak 1856 Hatt-ı Hûmayunu Gülhane Hatt-ı Şerifi’nin teminatlarını iç politikada yeniler; özellikle, o her alanda İmparatorluğun Müslüman ve Müslüman olmayan fertlerinin eşitliği şartlarını (maddelerini) koyar; öngörülen reformlar uygulanırlar, fakat onlar çok kuvvetli bir direnme ile karşılaşırlar ve onlar ancak Abdülaziz devrinde kısmen uygulamaya konacaktır.

Birkaç sene daha sonra, Fransa ile Bâs-ı Âli arasında, Mısır birlikleri tarafından Suriye’nin boşaltılmasından sonra, Dürzîler Fransa tarafından korunan Katolikler ve Marunîlere saldırdılar. 1860’da, Dürzîler (Druses) Şam ve Beyrut’a karşı yeniden saldırdılar ve Hıristiyanları katlederler. Büyük devletler (güçler) müdahale etmeye karar verirler: bir Fransız askeri birliği 1871’e kadar kalacağı Lübnan’a çıkartma yapar. Haziran 1861’de bir Avrupa Komisyonu, 1864’de kesin bir düzenleme konusu olan Lübnan’ın statüsü hakkında karar verir: yüzölçümü küçültülen Lübnan bir yönetim kurulundan yardım gören ve beş yıl için atanan bir Hıristiyan tarafından yönetilen otonom bir eyalet olur. Karadağ anlaşmazlığı 1862’de büyük devletlerin araya girmesiyle eşitçe çözülür, oysa Sırbistan’daki isyanlar, Türkler tarafından Belgrad’ın bombalanmasına neden oluyor: son çözüm Osmanlılar’a altı yerine Belgrad’ında içinde bulunduğu sadece dört kale bırakır.

Nihayet, 1859-1869 yılları İngiltere ve Fransa’nın Bâb-ı Âli’ye rekabetiyle bilinir. İhtilaf Süveyş Kanalı’nın açılmasıdır. Abdülaziz, projeye düşmanca bir tutum aldıktan sonra, III. Napolyon’un başvuruları karşısında 1866’da boyun eğer; 17 Kasım 1869’da, Kanal törenle açılır.
Balkanlardaki isyanlar. Berlin Kongresi, Romenler ve Yunanlılar tarafından elde edilen sonuçlarla cesaretlenen daha Osmanlı idaresinin itibarî veya gerçek otoritesine bağlı sonuncu halklar (da) kendi çevrelerinde tam istiklal kazanmaya çalışırlar: bu orada 1913’e kadar cereyan edecek olan ve sonu Birinci Dünya Savaşı’na varacak olan savaşlara konu teşkil eder.

1866’dan itibaren Giritliler ayaklanırlar ve Yunanistan’a katılmalarını isterler; birkaç verilen sözden sonra, Batılı güçlerin müdahalesiyle Sultan Ocak 1868’de Girit’e organik bir çözüm (imkan) verir: sivil idâre Müslüman ve Hıristiyanlar’dan oluşan karma oluyor ve Yunanca memleketin resmi dili olarak Türkçe’nin yanında kabul edilir. 1889’daki bir ferman Hıristiyanlar’a bahşedilen kolaylıkları artıran bu çözüme resmi nitelik verecek.

Ekim 1870’de, Fransa-Almanya savaşından yararlanan, Rusya Boğazlar Sözleşmesi’nin geçersizliğini ilân eder; 13 Mart 1871’de Londra’da toplanan bir konferans olayı resmen tasdik eder. 1862’den itibaren Türkler’e karşı Bulgarlar’ın savaşını düzenlemek için Rusya, Romanya ve Sırbistan’da komiteler teşkil edilir; Ruslar tarafından kovulan Çerkezlerin 1864’de bu memlekete yerleşmesi bilançoyu artırır, yani gelenler bir çok haksızlıklara uğramıştır. Düzeni yerleştirmek için Vali Mithad Paşa’nın gayretlerine rağmen, Osmanlı Hükümeti Bulgarlar’a (Şubat 1870)’de bazı tatmin edici şeyler tanımaya mecbur olur: bunlar bundan böyle bağımsız bir millet olanlar ve otonom bir kiliseye kavuşurlar. O zaman isyan hareketleri birkaç sene boyunca sakinleşir.
Olaylar 1875’de Bosna ve Hersek’te patlak verirler ve nihayet Bulgaristan’da yayılır. Hersek’te büyük devletlerin aracılığıyla (Şubat 1876’da) düşmanlıklar durur, fakat Bulgaristan’da Osmanlılar kanlı bir şekilde bastırmada (cezalandırmada) etken olurlar. Aynı zamanda, Sultan Abdülaziz tahttan indirilir ve yerine kardeşi II. Abdülhamid’in yararına 1876 Ağustosunda tahttan el çektirilen yeğeni V. Murad geçer; dış sıkıntılara iç buhranlar eklenir: Abdülhamid 23 Aralık 1876’da bir Anayasa (Meşrutiyet) yı ihsan (ilân) etmekle bu meselelere çare bulmaya çalışır. Bununla birlikte Hersek ile Karadağ ve Bosna ile Sırbistan birleşirler; düşmanlıkları başlatan Sırp Kralı Milan yenilir; içerilere (onların içine) Osmanlı kuvvetlerini durdurmak için, Rusya Bâb-ı Âli’ye iki aylığına imzalanan, sonra Mart 1877’ye kadar devam eden çetin bir mütareke ültimatomu verir (Kasım 1876). İsteklerinde gittikçe zorlayıcılık (emredicilik) gösteren Rusya’ya İngiltere müdahale eder ve hiçbir sonuç getirmeyen genel bir kontenjanın İstanbul’da toplanmasını elde eder (Aralık 1876-Ocak 1877). “Avrupa ve Rusya’nın çıkarları adına”, Çar II. Aleksandr o zaman Sultan’a harp ilân eder (Nisan 1877). Rus kuvvetleri Tuna’yı geçerler, fakat Osman Paşa tarafından korunan muhkem Plevne Kalesi’nde beş ay boyunca çarpışılır (Temmuz-Aralık): Ocak 1878’de onlar Edirne’ye varırlar, sonra Trakya’da Yeşilköy’e kadar ilerlerler; Ruslar doğuda Kars’ı alırlar, fakat Erzurum önünde zorluk çıkarırlar. 31 Ocak 1878’de Edirne’de imzalanan bir mütareke (3 Mart 1878)’de Ayastefanos (Yeşilköy) Barış Andlaşması hazırlıklarına temellik eder. Bu andlaşma ile Bâb-ı Âli’ye bağlı ve yasal bir devlet statüsünde olan, fakat Rusya tarafından seçilen bir prens tarafından yönetilen Trakya, Doğu Makedonya ve Dobruca’yı içine alan Büyük Bulgaristan teşkil edilir; ayrıca, Romanya, Sırbistan ve Karadağ bile bağımsız olurlar.
Rusya’nın çok lehine olan bu andlaşmadan İngiltere ve Avusturya kaygılanırlar; 6 Marttan itibaren de, Disraeli ondan revizyon ve birlikler ve gemilerin toplanmasını ister; Bismark müdahale eder ve Rus kara kuvvetleri ve İngiliz deniz kuvvetlerinin geri çekilmesini elde eder; Haziran 1878’de İngiltere ve Türkiye bir müttefik savunma andlaşması imzalarlar ki bununla Kıbrıs İngiltere’ye bırakılır.

Bismark’ın Ruslar, Güney Slavlar ve Türkleri ayıran tartışmaların arabulucusu olarak kendini gösterdiği Berlin Kongresi 13 Haziran 1878’de açılır: Sırbistan ve Romanya Bağımsız Devletler olarak tanınırlar; Bulgaristan küçülür ve ancak artık Balkanlar’ın kuzeyini ve Sofya Eyâleti’ni ihtiva eder; Doğu Rumeli, özel bir statü ile, otonom bir eyâlet olur; Yunanistan Teselya ve Epir’in bir kısmını alır; Bosna ve Hersek Avusturya tarafından işgâl edilir; Rusya Kars, Batum ve Ardahan’ı kazanır; Türkiye Girit’tekine benzer bir statü ile verdiği Makedonya’yı muhafaza eder; nihayet Hıristiyanlar ve dinler (mezhepler) ile ilgili olarak resmi koruyuculuk hakkı Fransa’ya tanınır.
Berlin Kongresi Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında yeni ve ciddi bir merhaledir: Doğuda o sadece Mısır’ı kaybetse de oraya İngiltere hâmiyetini gittikçe zorla kabul ettirir, Avrupa’da o sadece gerçekten büyük devletler tarafından desteklenen az bir alanda mahalli milliyetçilikten geri kalan ve boyun eğdirilen bir takım toprakları elinde bulundurur ve gitgide zayıf düşürülür.asıl olay, bu büyük devletlerin dış politika üzerine ve bilhassa Berlin Kongresi’nden itibaren de, Türkiye’nin iç politikası ve ekonomik hayatı üzerine el koymalarıdır: “Hasta Adam” özellikle iyileşmesini istemeyen doktorların ellerindedir. Ayrıca Balkanlar’da yeni bir mesele ortaya çıkar: Balkan devleti olan Avusturya, bu bölgelerin Hıristiyanları üzerinde etkisini artıracak ve aynı zamanda Selanik’i elde etmede güven vermeye çalışacak, Rusya ile gelecekteki anlaşmazlıklar bundan ileri gelecek ki onun sonuçları I. Dünya Harbi’ni yaratacaktır.



SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04.08.08, 13:17   #6 (permalink)
Kullanıcı Profili
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler

VI. BÖLÜM
İNKILÂP CUMHURİYET

II. Abdülhamid, Genç Türkler, 1876’da iktidara gelen yeni Sultan ciddi meseleleri derhal çözmeye mecbur olur: dış problemler Berlin Kongresi tarafından düzenlenir; iç problemlere gelince onlar 23 Aralık 1876’da ilân edilen Meşrutiyet ile düzene koyulmuş olurlar; o iki meclisli bir parlamento kurar, senato (Meclis-i Mebusan), sözü edilen meclisler eyaletlerin yönetim kurulları tarafından seçilirler; sultan, Meclisi dağıtabilir ve kanunları yalnız koyabilirdi. Aslında, parlamento sadece tek bir dönem toplanır, ikincisi, bir tarih belirtmeden ara verilen Ocak 1878’dir. Abdülhamid reformların sonuçlarından uzak kalmayacak: Yıldız Sarayı’nda işten el etek çeken o, kan dökücü işleri yaptırmaya varan aşırı bir kuşkuya maruz kalır (“Kızıl Sultan” lakabı bundan ileri gelir), o bütün kuvvetiyle yenilikçileri ve hürriyetçileri bütün gücüyle dışlamaya çalışır, ilkin zayıflatılan İmparatorlukta düzeltmeleri yapabilen belki yegâne adam Sadrazamı Mithad Paşa’yı 1881’de ölüme mahkum eder, sonra cezasını bağışlar ve Arabistan’a sürgüne gönderir ve nihayet 1883’de öldürülür.
Mali durum ciddidir. Devlet, 1863’de kurulan Osmanlı Bankası’nın avansları sayesinde kamu hizmetlerini sağlayamaz, 1879’da Osmanlı Bankası bir malî yardım karşılığında yükümlülük (altına soktuğu) belirli gelirleri almayı Osmanlı Hükümeti’ne teklif eder; bu teklif (20 Aralık 1881)’de “Muharrem Kararnâmesi” denen bir andlaşmaya dönüşür, bu (andlaşma) ile yeni bir teşkilat tarafından idare edilen tesbit edilen gelirlerin tahsil edilmesi ile İmparatorluğu yaşatmak için yatırılan sermayeleri Devlet’in alacakları garanti ederler. İngiliz-Fransız idâresindeki Osmanlı kamu borcu; tuz, tütün, pul tekellerinden alınan gelirler, ......, ipekler üzerinden, gümrüklerden arta kalan vergiler vs. (ile karşılanır). Ayrıca, İmparatorluğun sonuna kadar zaten önemli rolü olacak (olan) Osmanlı Bankası, tam anonim bir şirket kalarak Osmanlı İmparatorluğu Bankası namı altında Devlet Bankası’dır. Tütün tekelciliği çoğunluğu Avrupalı olan bir şirkete kiraya verilir: Osmanlı İmparatorluğu’nun Tütüncülük Tekeli. Öte yandan birçok İngiliz, Fransız, Belçika ve Almanya şirketleri memleketin elektriklendirilmesi, madenlerin işletilmesi, limanların veya demir yollarının inşa edilmesi için tavizleri elde ederler. Bütün bu şirketler vergiden muaftırlar ve azami kâr yapmaktan çok iyi anlarlar; onlar özellikle yabancı ürünlere uygulanan öteki gümrük vergilerini yasaklayan mali düzenden yararlanırlar.

Böylece 1918’e kadar Osmanlı İmparatorluğu batı devletlerinin ekonomik ve malî himâyesi altında yaşayacak Sultan bundan hiç rahatsız olmaz, çünkü o seleflerinin azçok bıraktığı yetkinin halife olarak haklı olduğu manevi bir yetkiyi yeniden ele geçirmeye çalışmayı tercih ederek bu durumdan az kaygılanır. O panislâmizm yoluyla “Osmanlı istibdadını sallandıran kuruluşu bilmeye” çalışır; gerçekten, bu dinî yenilik Müslüman halkın yanında bazı başarılar elde ederse de, o hak dininden olmayanlara, özellikle Ermeniler ve Rumlar’a karşı düşmanlıklar (tiksinlikler) ın canlandırılmasına yarar. İhtilalci komiteleri kuran Ermenilere karşı, katliamların ilk dizisi 1894’de doğu vilayetlerinde vukubulur; iki sene sonra, İstanbul Ermenileri bombalattırmakla tehdid ettikleri Osmanlı Bankası’nı istilâ ettiklerinde, problemi çözen, müthiş bir baskı meydana gelir. Aynı şekilde Girit’te Hıristiyanların katliamları adadaki Yunanlılar (Rumlar)’ın girişimiyle kışkırtılır, bu Türkiye’yi (18 Nisan 1897)’de komşusuna harp ilân etmeye götürür. Savaş kısa sürer; Yunanlılar yenilirler ve Türkler Tesalya’yı ele geçirirler; fakat Batı devletlerinin müdahalesi üzerine bir ateşkes andlaşması imzalanır: Türkiye Tesalya’yı geri verir ve bir Yunanlı prens Girit’e vâli atanır, (bu) Yunanlılar tarafından adanın gelecekte ilhakına doğru ilk adım (dır).
Öte yandan, başkan olarak 1879’da Prens Aleksandr de Battenberg’u seçmiş olan Bulgaristan, 1885 Ekiminde Müslümanlar tarafından sürekli olarak oturulan iki kanton (bölge) nu geri vermesi karşılığında, Osmanlı Hükümeti’nin yeniden tanıdığı Doğu Rumeli’yi ilhak eder. Fakat, Bulgaristan’ın bağımsızlık hareketinden hoşnut olmayan Çar, Aleksandr’ı iktidardan el çekmeye zorlar ve Rus yanlısı bir prensi yerine yerleştirmek ister; Bulgarlar reddederler ve yerine bütün Avrupa Devletleri’ne hatta Rusya (1894’de II. Nikola’nın tahta çıkışından sonra)’ya bile kendini tanıttırmayı başaran Ferdinand de Saxe-Cobourg’u (1887)’de seçerler. Birkaç sene daha sonra, Makedonya meselesi ortaya çıkar: Bulgaristan’da yerleşen ikiyüz bin Makedonyalı memleketlerini işgâl eden Osmanlılar’a karşı savaşmak amacı olan dış örgütü 1893’te kurarlar; olayların ardından Abdülhamid Makedonya’yı yağmalattırır, Makedonyalılar Bulgaristan’dan ayrılırlar ve ilkesi doğrudan eylem eylem olan iç örgütü (örgütlemeyi) 1899’da Selanik’te kurarlar; o zaman Makedonyalılar, düzensiz Yunanlılar ve Türk ordusundaki Arnavut askerler arasında amansızca bir savaş olur; Manastır, Selanik ve Trakya’da, devletleri (güçleri) tarafsızlıklarından çıkmaya zorlayan, kanlı olaylar vukubulur: Ekim 1903’te Mürzsteg Andlaşması’na uygun olarak, Makedonya’da biri Rus ve biri Avusturyalı iki sivil memur, nasılsa bir Avrupa Jandarma karakolu da Sultan’a zorla kabul ettirir. Osmanlı idaresi, idareciler ve jandarmaların faaliyetlerini azami derecede engellediğinden neticeler verimsizdir.

24 Temmuz 1908’de Jön Türkler’in ihtilâli (inkılâbı) bu şartlar içinde patlak verir. 1868’e doğru doğduğu görülen, fakat oldukça çabuk yok olan bir “Jön Türkiye Partisi”’ne Batı’nın el attığı ve sultanın siyâsetinin çileden çıkardığı herkesi çabucak birleştiren İttihad ve Terakki Partisi denilen bir parti 1894-95’de varis oldu; propaganda merkezleri özellikle Paris ve Selanik’te yerleştirilir; bu şehirde (Selanik’te) ordu subayları partiye katılırlar ve onlar arasından ikisi Niyazi ve Enver ihtilâli başlatanlardır: biribiri ardından kendi destekleyenlerin huysuzlaştığını gören Abdülhamid 1876 Meşrutiyeti (Anayasası)’ni yeniden ilân etmeye razı olur. Bu ihtilâl herkes tarafından barışçı bir amaç güdüyormuş gibi sanılır: o Makedonya’yı yeniden barışa kavuşturur, imparatorlukta yeni bir hava eser, seçimler yapılır, Parlamento (Meclis) 17 Aralık 1908’de kurulur. Fakat yeni hükümet istikrarı yakalayamaz ve 1909 başından itibaren kendini kabul ettirmek için mutlakıyet yolunu takip etmeye başlar. Abdülhamid durumdan yararlanmaya ve olayların kontrolünü yeniden ele geçirmeye çalışır (13 Nisan 1909); gericilik kışkırtılır, o zaman İstanbul üzerine yürüyen Selanik birlikleri, oraya girerler (24 Nisan), Sultan’ı (27 Nisan)’da tahttan indirirler ve yerine kardeşi V. Mehmed’i çıkarırlar. İradesiz yeni hükümdar otoriter ve aşırı milliyetçi olacak reformcu ve yurtsever Jön Türkler’in eline idareyi bırakır. O imparatorluktaki azınlıkların dostluğunu kazanacağı yerde, ilgi ve saygıda onları aşağılayıcı davranışları yüzünden, bir zıtlık içinde isyanları sık sık görülen onları reddeder. Dış politikada olduğu gibi iç politikada da partinin tutarsızlıkları, onu, en önemlisi Dünya Harbi olan bir takım felaketlere götürür.

Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu içinde ortalığı kasıp kavuran karışıklıklardan yararlanan Avusturya İmparatoru Fransuva-Joesf Ekim 1908’de Bosna ve Hersek’i ilhak etmeye karar verdi, halbuki Bulgaristan’da Prens Ferdinand krallık haline getirilen devletinin bağımsızlığını ilân etti 1909 yılı boyunca Türkler tarafından onaylanan olaylardır. Trablusgarb’a elkoymayı isteyen İtalya Ekim 1911’de Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilân eder ve Tarablus’a birliklerini çıkarır ve aynı zamanda filosu Rodos’u ve Dodecanise zapteder; mücadele Tarablusgarb’da çetin geçer ve bu sadece Türkiye’yi terkettiren Balkanlar’daki savaşın ön belirtisidir: adı geçen (devlet) (Ekim 1912 Uşi Andlaşması) ile aldığı yerleri koruma hakkını İtalyanlar’a tanır.
İmparatorluğun komşusu devletler, özel anlaşmazlıklarını gizleyerek, onlar arasında bir kurulur: Bulgaristan (Mart 1912’de) Sırbistan ile, savaşa (Mayıs’ta) Yunanistan ile ittifak edilir, oysa Karadağ olan bu koalisyonu destekler, öte yandan Rusya tarafından elverişli (uygun) görülür. 18 Ekim’de Balkan Devletleri tarafından Türkiye’ye harp ilân edilir. Adı geçen (Türkiye) Bulgarlar tarafından Kırk Kilise’de, Sırplar tarafından Selanik’te bir takım yenilgilere uğrar; Yunanlı filosu Ege Denizi adalarını ele geçirir ve Bulgar Ordusu İstanbul önünde son savunma hattı Çatalca’ya kadar ilerler, fakat artık uzağa gidemez (19 Kasım 1912). 26 Kasımdan itibaren görüşmeler başlar ve 3 Aralıkta, bir ateşkes imzalanır. 16 Aralıkta Londra barış konferansı açılır; bir süre için uzaklaştırılmış olan Jön Türkler tarafından iktidarın yeniden ele geçirilmesinin ardından görüşmeler yarıda kesilir. Türkler’in son dayanma gücü olan Edirne’nin düşüşüyle sadece düşmanlıklar ortaya çıkmıştır. Nihayet Londra Andlaşması 30 Mayısta imzalanır: Türkiye artık ancak Avrupa’da İstanbul ve Trakya’nın küçük bir kısmını korur. Alınan toprakların paylaşılması İkinci Balkan Savaşı’na yol açar ki bu savaş sırasında Türkler Edirne’yi geri alırlar ve Bulgaristan ile İstanbul’da imzalanan bir anlaşma ile Edirne’nin ötesine kadar, Trakya toprakları az (hafifce) genişler. Aralık 1913’te büyük devletlerin bir kararı ile Çanakkale Boğazı ağzındaki İmroz ve Bozcaada adaları Türkler’e geri verilir. Bu sırada 21 Haziran 1913’te Sadrazam Mahmud Şevket Paşa öldürüldü. Bu olay Jön Türkler’in iktidarı tamamen ele geçirmelerini sağladı. Bu devir, İçişleri Bakanı Talat Paşa, Başkentin sıkı yönetim komutanı (askerî vâli), sonra Bahri Nazırı Cemal Paşa ve özellikle Başkomutan Vekili ve sarayın damat adayı Enver Paşa’nın kurdukları Triyumvira (üçlü yönetim) Devri’dir. Deniz kuvvetleri ve Kara kuvvetlerinde ortaya koyulan yetersizlikler karşısında, onları yeniden düzenlemeye girişilir ve bunun için İngiliz, Fransız ve Alman mühendisler ve subaylar özellikle ordunun genel müfettişi olan Alman Geneerali Liman Van Sanders çağrılır. Birinci Dünya Savaşı patladığı zaman (ordunun) düzenleme işi yapılmaktadır; Türkiye, İngiltere ve Fransa’ya yaklaşmak arzusunu 1914 senesi ilk ayı boyunca açığa vurmuştu, fakat aşırı derecede Alman dostu (olan) Talat ve Enver tarafından yönlendirilen bir grup, Almanya ile gizlice görüşür; bu görüşmelerin sonu (2 Ağustos 1914)’te bir ittifak andlaşması imzalamaya varır.
Birinci Dünya Savaşı, O zamandan beri Türkiye Alman Tarafında yer alır; 11 Ağustosta o iki Alman zırhlısı “Goben” ve “Breslev”i kabul eder; 9 Eylülde Türkiye’nin tarafsız kaldığını görmeyi isteyen İngiltere ve Fransa’nın başvurusuna cevap olarak, o Kapitülasyonları yürürlükten kaldırır. Ne var ki Rus donanması ile çatışmanın ardından savaş (31 Ekimde) resmen ilân edilir. Enver tarafından Kafkasya bölgesinde yönetilen bir sefer (Aralık-Ocak) ciddi bir yenilgi ile son bulur; Cemal tarafından Süveyş Kanalı’na karşı yapılan bir başka (sefer) (Ocak 1915)’te az farkla başarısızdır; Marttan Ağustos 1915’e kadar, aşılmaz bir savunma ile karşılaşan bazı birlikleri karaya çıkarmayı başaran İngiliz ve Fransızlar’ın bulunduğu Çanakkale Bölgesi’nde şiddetli savaşlar vukubuldu. Ekim 1915’te Bulgaristan’ın savaşa girişi, Makedonya’da Müttefikler’in askerî gücünü yerinden oynatır ve Ocak 1916’da Çanakkale Boğazı boşaltılır. Batıda, Mayıs 1915’te bir Rus saldırısı birkaç ay sonra Erzurum’un sonra Trabzon, Van, Bitlis ve Maraş’ın düşmesine neden olur. Fakat Rus ihtilâli bu bölgelerdeki harekâtları durdurur ve 7 Aralık 1917’de Rusya ile bir ateşkes andlaşması imzalanır.
Sonuncu önemli harekâtlar İngilizler’e karşı yapılır: adıgeçenler 1914 Kasımından itibaren Basra’yı ele geçirdiler ve Tigre (20 Eylül 1915’te Küt’ül-Ammare alınır) boyunca Kuzeye doğru çıkılmaya çalışılır; fakat Bağdad demiryolu üzerinde yenilen General Tavnsend, teslim olduğu Küt’ül-Ammare’de iltica eder (29 Nisan 1916). Bir sene sonra, İngilizler yeniden saldırıya girerler ve Bağdad’ı ele geçirirler (11 Mart 1917). Nihayet Araplar’ın güvenini kazanmayı bilen İngilizler, Suriye ve Filistin’de Osmanlılar’a ve en çok özellikle Jön Türkler’e karşı 1918 Ocağından itibaren bir takım baskınlar (seferleri yöneltirler; Türk sürekli direnir ve ancak Türk birlikleri Eylülde Fransızla’a ve İngilizler’e Suriye’ye girmeye izin vererek, geri çekilirler. Bulgaristan kapitülasyonu (29 Eylül 1918) Türkiye’ninkini çabucak alıp götürür; 30 Ekim 1918’de Mondros koyunda, Boğazların serbestliği, İstanbul (Fiilî Kasımdan itibaren)’un işgali, savaş gemilerinin teslim edilmesi, Toros tünellerinin işgali gibi başlıca hükümleri bulunan bir mütareke imzalanır.

Bu arada, Sultan V. Mehmed 3 Temmuz 1918’de ölmüştür ve VI. Mehmed namı altında Sultan olan kardeşi Vahideddin yerine tahta çıkmıştı. Jön Türk kabinesi hükümetlerinin yerini İtilaf Devletleri Anadolu’nun bazı kısımlarını ve İmparatorluğun doğu eyaletlerini işgal etmeye girişirler: İngilizler Mezopotamya ve Samsun’u Fransızlar Suriye ve Kilikya’yı, İtalyanlar Konya ve Antalya’yı (İşgal ederler). Nihayet savaşın sonuncu sonucu, İngilizler’in koruyuculuğunda olan ve Ege Denizi’nin iki kıyısında yayılan istikbalde bir Yunan Devleti’ni müjdeleyen Anadolu’nun Ege Bölgesi’nin işgali Yunanlılar’ın kendine bırakılır; 15 Mayıs 1919’da, Yunanlılar İzmir’e çıkarlar. Her bir parça ekonomik, idarî ve politik kontrollerine tâbi tutulduğundan İtilâf Devletleri’nin gâyesi eski Osmanlı İmparatorluğunu azamî parçalara ayırmak idi. Bu politikaya karşı, millî duyguları yeniden Türkler’e veren, aynı zamanda çok istediği bağımsız ve hür bir Devleti Anadolu’da yeniden kurmayı sağlayan bir adam karşı gelecek; bu Selanik’te, Trablusgarp’ta ve Çanakkale Savaşı’nda, Kafkasya’da ve Suriye’de ününü yayan bir subaydır; savaşın sonunda, o bir generaldir ve siyasi ve askerî itibarı büyük önem taşır: bu adam Mustafa Kemal’dir.
15 mayıs 1919’da, o kuzey ordusunun müfettişliğine atanır; 16 Mayısta İstanbul’u terkeder ve 19 Mayısta Samsun’a çıkar: o günden itibaren son Türk inkılabı başlar.
Mustafa Kemal’in İnkılâbı Damad Ferid Paşa Hükümeti İstanbul’da Fransızlar’ın arka vermesi ve İngilizlerin desteği arasında tereddüt ederken, Mustafa Kemal Paşa 22 Haziranda Amasya’da hükümeti kınayan ve vatanın istiklâlini kurtarmak için yakında Sivas’ta bir kongrenin toplanacağını bildiren bir tamim (genelge) yayınlar. 23 Temmuzda, Erzurum’da bir Kongre toplanır, sonra Mustafa Kemal başkan olarak seçilir, aşağıdaki maddeleri kapsayan bir bildiri (beyânnâme) hazırlar; millî sınırlar içinde Türkiye’nin bütünlüğü ve istiklâli; Osmanlı Hükümeti’nin güçten düşmesi halinde, vatanı müdafaa etme vazifesini yüklenecek olan geçici bir hükümet teşkil edecek.
Erzurum programını genişleterek uygulayan Sivas Millî Kongresi 4 Eylülde toplanır: sözü edilen (Erzurum Kongresi) “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” tarafından düzenlendiği halde, Sivas programı “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” ni doğurur; İstanbul Hükümeti’ne ve yabancı güçlere (devletlere) karşı düşmanca bir tavır alan Mustafa Kemal Kongre’nin başkanı seçilir. Ayrıca bu (adı geçen) pekçok bunalımlarla (krizlerle) karşı karşıyadır. 16 Mart 1920’de, İngilizler Harbiye ve Bahriye Bakanlıkları’nı, Polis ve Posta İdarelerini İtilâf Kuvvetlerine işgal ettirirler, aynı zamanda milletvekilleri ve Mustafa Kemal’den yana önemli kişiler tutuklanırlar ve Malta’ya sürgün edilirler; hemen, Meclis dağıtılır ve birçok milletvekili Milliyetçiler’e katılmak için İstanbul’u terkederler.

23 Nisan 1920’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanır: bu (Meclis), milleti temsil ettiğine, Sultan görevlerini serbestçe yeniden ele geçirebilinceye kadar yasama ve yürütme yetkilerini elinde bulundurduğuna ve yetkilerini başkanı, Meclis’in başkanı olan bir Bakanlar Kurulu’na devrettiğine karar verir: bu makama (24-25 Nisan)’da seçilen Mustafa Kemal’dir; ilk millî hükümet 3 Mayısta kurulur ve Damad Ferid Paşa açıkça anti-kemalist bir tavır alırlar ve milliyetçilere karşı kuvvetler gönderirler; bu kuvvetlerin birkaç başarısından sonra, pek yakında iki ordu arasında bütün savaş hareketi kesilir. Öte yandan, Fransız işgalcilerine karşı Kilikya’da bir yıla yakın bir zamandan beri girişilen savaşların ardından Ankara’da 30 Mayısta bir mütareke imzalanır: bu yabancı bir devlet ile Büyük Meclis tarafından imzalanan ilk andlaşmadır.
Başlangıçtaki tarihi 20 Haziran olan İstiklâl Savaşı, Sevr Andlaşması’nı zorla kabul ettirmek için İtilâf Devletleri’nin rızasıyla başlatılan Türk-Yunan Savaşı ile karışır. Bu andlaşma sadece Osmanlı Hükümeti tarafından 10 Ağustosta imzalanmış olmasına rağmen, şartlar daha önceden biliniyordu: İstanbul Sultan’a kalacaktı, Boğazlar gemilere, aynı zamanda savaş gemilerine açılıyordu ve “Boğazlar Komisyonu” nun gözetimi altında idiler; muhtar bir Kürdistan kurulması zorunlu idi; Ermenistan hür ve bağımsız bir devlet oluyordu; Yunanistan Trakya, İmroz, Bozcaada adalarını, İzmir ve Ege Vilayetlerinin büyük bir kısmını alıyordu; Suriye, Mezopotamya ve Arabistan Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılıyordu; azınlık hakları korunuyorlardı; Kapitülasyonlar yeniden kuruluyorlar ve ağırlaştırılıyordu; Anadolu’da etkili bölgeler İngiltere, Fransa ve İtalya’ya ayrılmışlardı. Şurası açıktır ki böyle bir barışı Kuvayı Milliyecilerin (Milliyetçilerin) onayını alamazdı.İstanbul yönüne ilerleyen bunlar (Kuvayı Milliyeciler), Ağustos ayında bütün Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusunun saldırısı karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Yunanlılar Ocak 1921’de sağlam Türk siperleri ile karşılaşan bir saldırıyı Eskişehir ve Dumlupınara doğru başlatırlar; hatta daha iyisi Albay İsmet Paşa (geleceğin İsmet İnönü’sü), İnönü’de Yunanlılar’a karşı zafer kazanır ve böylece Türk ilk zaferi elde ederek, onların saldırılarını durudur (10 Ocak 1621). Doğuda, Komutan olan General Kâzım Karabekir Ermeniler’e karşı başarılar elde eder ve 1878’de kaybedilen toprakları geri alır: bu kazançlar Aleksandropal (Gümrü) (3 Aralık 1920), Moskova (16 Mart 1921) ve Kars (12 Ekim 1921) Andlaşmaları ile tasdik edilirler. Ayrıca Ağustos 1920’de milliyetçileri “Maddî ve Manevî” (yönden) destekleyen Sovyet Hükümeti ile bir andlaşma imzalanmıştır.
Sevr Andlaşması’nı gözden geçirip düzeltmek için Osmanlı Hükümeti ve Milliyetçiler (Kuvayı Milliyeciler) ile İtilâf Devletleri (özellikle Fransızlar ve İtalyanlar) arasında kış boyunca müzarekelere girişilir; fakat hiçbir sonuca varılamaz ve 23 Mart 1921’de, Eskişehir’e doğru bir Yunan saldırısıyla, düşmanlıklar yeniden başlar:: 31 Martta, Türkler İnönü’de ikinci bir zafer kazanırlar. Temmuzda, Yunanlılar yeniden saldırıya başlarlar ve bu defa, Afyon Karahisar, Kütahya ve Eskişehir’i işgâl ederler. Türk birlikleri Sakarya gerisine çekilirler, fakat durumları tehlikelidir. 5 Ağustos 1921’de, Mustafa Kemal üç aylık için olağanüstü yetkililerle Başkomutanlığa tayin edilir. 23 Ağustosta yirmiki gün süren bir muharebe başlatır: zaferden sonra, Yunan ordusu kaçmak ve geri çekilme ile sona erer; bu zafer dolayısıyla Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal’e Gazi ünvanı (muzaffer) verir.

Sonra harbi sona erdirmek için görüşmeler başlatılır, fakat Müttefikler’in teklifleri Türkler tarafından ve Türkler’inkiler de Müttefikler tarafından reddedilir. Mustafa Kemal, 1922 yazı başında kesin bir darbe vurmaya karar verir: 26 Ağustos’ta Türk kuvvetleri Yunan hatlarını yararlar ve 30 (Ağustos)ta bu başarıları Dumlupınar Zaferi (Başkumandanlık Muharebesi) tamamlanmıştır. Onların askerî gücünü kovalayan Türkler 9 Eylülde İzmir’e girerler (13’ünde şehir çok büyük bir yangın ile büyük ölçüde harap edilir); 18 Eylülde Anadolu’da artık tek bir Yunan askeri kalmaz. İstanbul ve Çanakkale Boğazları İngilizler kuvvetlerini bulundurur iken, Türkler ile silahlı bir çatışmayı göz önünde bulundurdukları halde, Fransızlar ile Kuvayı Milliyeciler (Milliyetçiler) arasında Haziran 1921’de imzalanan bir andlaşma, 20 Ekim 1921’de Ankara’da tasdik edilir, (11 Ekim 1922’de) Makedonya’da bir mütareke imzalatmaya girişilir ve başarırlar; Türkler Trakya’nın mülkiyetini yeniden elde ederler ve barış imzalayıncaya kadar birliklerini koruyabilen müttefiklerin bulunduğu Boğazlar Bölgesi’ni yönetirler.
Bu barış hükümetlerini tesbit etmek için Lozan’da bir konferans yapılması gerekir; Mustafa Kemal, Sultan idâresinin konferansı temsil etmesini engellemek için saltanatın halifelik henüz korunur ortadan kaldırılmasını (.............) 1 Kasım 1922’de oylayıp, kabul ettirir. Son Osmanlı Kabinesi derhal istifasını verir ve 17 Kasımda Sultan VI. Mehmed bir İngiliz gemisine biner. Büyük Meclis onun (sultanın) düşmüş (olduğunu) ilân eder ve yeğeni Abdülmecid’i halife olarak tayin eder. Lozan Konferansı, 21 Kasım 1922’de açılır (ve) 24 Temmuz 1923’te imzalanan bir harp andlaşmasıyla son bulur: Meriç boyunu Trakya’ da sınır olarak elde eden ve İmroz ve Bozcaada adalarını yeniden ele geçiren Türkler için bu bir zaferdir; Yunanistan Anadolu kıyısına yakın adaları askerden arıtmak zorunda kalır; Türkiye’deki Rumlar (İstanbul hariç) ve Yunanistan’daki Türkler (Batı Trakya hariç) mübadele edilecekler; oniki adalar üzerinde İtalya egemenliğini yeniden tanınır; bir savaşa katılması halinde Boğazlar Türkler tarafından yeniden silahlandırılabilecek; kapitülasyonlar kaldırılırlar; barışın onaylanmasından sonra İtilâf Devletleri altı haftada İstanbul’u boşaltacaklar. Artık ne Ermeni ne de Kürdistan meseleleri vardı. Sonunda Haziran 1926’da mali bir tazminat karşılığında Irak’a bırakılan Musul toprağı konusunda, tek bir anlaşmazlık varlığını sürdürür. 23 Ağustos 1923 barışı Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanır; 2 Ekimde İtilâf Devletleri’nin boşalttığı İstanbul’a Türk Kuvvetleri 6’sında girerler: İstiklâl Savaşı son buluyordu.

Birinci Büyük Millet Meclisi nisanın birinde dağıtılmıştı; seçimler haziranda başlar ve ağustosun başında son bulur, (9 Ağustos)ta “Halk Partisi” adını alan Mustafa Kemal’in grubu, “Müdafaa-i Hukuk Grubu”nun adayları İkinci Meclis için belirtilir (seçilir). 13 Ağustosta, Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçilir; 29 Ekimde Cumhuriyetçi rejim (idâre) kurulur; aynı gün, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı olur ve İnönü Başbakan olarak tayin edilir. Ankara, Devlet’in başkenti olur.
Nihayet, inkılâbın sonuncu safhası, 3 Mart 1924’de seçilmiş halifeliğin kaldırılışıdır, aynı zamanda dini öğretme ve şeri (Müslüman) mahkeme müesseseleri ortadan kaldırılırlar. Bundan böyle büyük bir görev Mustafa Kemal’e verilir: Türkiye’yi yeniden yapmak.

Yabancılar tarafından zorla kabul ettirilen baskılardan kurtulan, modern bir ülke (olan) Batı Avrupa’nın ekonomik himayesine bağlı ve geri kalmış bir Devleti düzenlemekten ibaret olan görev gerçekten büyüktür. İktidarda kaldığı onbeş sene süresince, Mustafa Kemal gayretlerini bu niyetini gerçekleştirmeye adadı; şüphesizdir ki kuvvetli şahsiyeti, duraksız faaliyeti, sarsılmaz ve kararlı iradesi bu yenilikte onun çok lehinde oldular: bir devlet iç bölücüler tarafından parçalanır ve az çok dış yeniliklerin içine işlemesine maruz kalır. Tek bir parti kurarak , muhalefeti susturan, böylece şahsiyeti ve fikirleri etrafında millî bir birlik meydana getiren Mustafa Kemal Türk haltına kendine güveni ve kesin bir düzeltme yapma isteğini yeniden geri vermeyi başardı. 30 Nisan 1924’te Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Millet Meclisi tarafından oylanır; bu anayasa Meclis’e yasama ve yürütme yetkilerini verir; aslında yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nun ellerindedir. Meclis, bütün (erkek) yurttaşlar (kadınlar oy hakkını 1934’te elde ederler) tarafından dört sene için seçilen, bir tek millet meclisini içine alır; o sırası gelince ve dört yıl için Cumhurbaşkanı’nı seçer. 1945’e kadar sanki yalnız tek bir parti var oldu: Cumhuriyet Halk Partisi, siyasi açıdan demokrat ve halkçı, iktisadi açıdan devletçi ve dinî açıdan laîktir. Aslında (uygulamada) Meclis ve Halk Partisi Mustafa Kemal’in ve onun kararlarının emrindedir.

İç politikada, çok evliliğin yürürlükten kaldırılması, dinî düzenin ortadan kaldırılması ve fes giymenin yasaklanması (Ağustos-Kasım 1925); İsviçre, İtalyan ve Alman kanunlarına göre düzenlenen, medenî, cezaî ve ticarî kanunlarını yeniden kurulması (Ocak-Şubat 1925) medeni nikahın zorunluluğu (Eylül 1925); Devlet’in dinini İslâm (olarak) açıklayan anayasa maddelerini yürürlükten kaldırılması (Nisan 1928); Latin alfabesinin kabulü (Kasım 1928); sırf Türk endüstrisinin gelişmesini özendirmek ve yabancı tavizleri yavaş yavaş kaldırmak için himayeci gümrük tarifelerinin uygulanması (Haziran 1929) göze çarpan olaylardandır. Bu anda Atatürk reformlarına muhalif birkaç teşebbüsü kaydetmek gerekir: Ağrı (Ararat) Dağı bölgesinde Kürterin bu ayaklanması (daha önceden Kürdistan’da ki ayaklanma 1925 Şubatında patlak vermiş, fakat çabucak bastırılmıştı) ve İzmir yakınında Menemen’de dinî özellikte bir ayaklanma (Mayıs-Aralık 1930) dan dolayı (ömrü) çok kısa süreli olan bir Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ile ortaya çıkan başkaldırmalardır. 1931’de Cumhuriyet Merkez Bankası kesin olarak kurulur: o Devlet Bankası ve emisyon kurumu olarak Osmanlı Bankası’nın yerine geçer; Ziraat Bankası ve İş Bankası ülkenin kalkınmasına yardım ederler. Ocak 1934’te endüstriyi geliştirmek için dört yıllık bir plân yayınlanır; sanayici girişimciler Sümerbank ve Etibank’ın kontrolü altındadırlar; artık yabancı şirketlerin elinde olmayan demir yolları özellikle ülkenin doğu ve güneyinde gelişirler. Ocak 1935’te Türk vatandaşları aile soyadlarını almaya mecbur olurlar; Meclis’in teklifi ile Mustafa Kemal, Kemal ATATÜRK olur. Ekim 1937’de 1924’ten beri Başbakan olan İsmet İnönü, iktisatçı Celâl Bayar’a makamını bırakır.

Dış politikada, Türk politikası kesinlikle barışçıdır ve o büyük devletlerle olduğu gibi komşularıyla da andlaşmalar imzalamaya çalışır: Rusya ile tarafsızlık ve saldırmazlık andlaşması (Aralık 1925), İtalya ile 30 Mayıs 1928’de beş yıllık için saldırmazlık sözleşmesi imzalar; Bulgaristan ile (6 Mart 1929’da) andlaşma; Rusya ile andlaşma Aralık 1929’da yenilenir; askıya alınmış bütün meseleleri çözen (30 Ekim 1930’da) Ankara Andlaşması’nın ardından Yunanistan ile ilişkiler (münasebetler) düzeltilir; Ekim 1931’de, Litvinov Ankara’ya gelir ve Türk-Rus Andlaşması beş yıl için yenilenir; aynı şekilde İtalya ile andlaşma beş yıl için yenilenir (Mayıs 1932); bir ay sonra, Türkiye, Milletler Topluluğu (Cemiyeti)’na girer. Ertesi yıl Yunanistan ile on yıl için bir saldırmazlık sözleşmesi imzalanır. 9 Şubat 1934’de Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya tarafından Balkan Paktı imzalanır: dört devlet karşılıklı olarak sınırlarını garanti ederler: bu Bulgaristan’ın katılmayı reddettiği “Balkan Antantı” dır. Temmuz 1936’da, Montrö Sözleşmesi ile, Türkiye Boğazlar’ın tam kontrolünü yeniden elde eder. Balkan Paktı’nın benzeri Temmuz 1937’de Asya Devletleri Irak, İran, Afganistan ile (Sabadabad Paktı) imzalanır. (30 Mayıs 1926, 1 Şubat 1930) (tarihli) değişik andlaşmalarla düzenlenmiş olan Fransız-Türk münasebetleri (6 Aralık 1937)’de Türkiye’nin ısrarla istediği Hatay Sancağı konusunda azar; kriz ciddidir, fakat görüşmelerin ardından, Türkler Sancak’tan bazı imtiyazlar elde ederler, ve nihayet 23 Haziran 1939’da Fransa ve Türkiye bir saldırmazlık andlaşması imzalarlar ve Fransa bundan böyle Hatay adını alan İskenderiye Sancağı (Sandjak d’Alexandrette)’nı terk eder. İngiltere ile, Musul meselesini çözen ilk andlaşma 5 Haziran 1926’da imzalandı; bu andlaşma 19 Ekim 1939’da Fransa’nın (da) katıldığı karşılıklı yardım sözleşmesi haline getirilir.
Bir yıl önce, bütün enerjisini adadığı bir milletin hepsi tarafından gözyaşı dökülen Cumhuriyet’in kurucusu Kemal Atatürk 10 Kasım 1938’de ölmüştü; Onun çok büyük eserli yöresinde İkinci Dünya Savaşı’nın (başladığı) güç şartlar içinde iktidarı alan yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından devam ettirilir. Fakat Türkiye hiçbir şey kazanamayacağı bir çatışmanın dışında kalmaya kararlıdır; Fransa ve İngiltere ile imzalanan karşılıklı yardım sözleşmesinden sonra, Rusya ile saldırmazlık sözleşmesini ilân eder (24 Mart 1941), halbuki iki taraf arasında tarafsızlığını göstermeye yönelen (Türkiye) Almanya ile (de) 18 Haziran 1941’de bir dostluk andlaşması imzalar. Bununla birlikte, Aralık 1943’te, İsmet İnönü, Türkiye’yi çatışmanın içine sokturmayı kendisinden isteyen Rusvelt ve Çörçil ile Kahire’de bir görüşme yapar; Büyük Millet Meclisi, Almanya’ya ve Orta Avrupa’nın diğer ülkelerine kromun ihracatını durdurmaya karar verir (Mayıs 1944) ve pek yakında Almanya ile (2 Ağustos 1944), sonra Japonya ile (3 Ocak 1945) bu siyasi ve ticari bağlar koparılır. 23 şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilân etmekten başka bir şey değildir, fakat gerçekten de çatışmaya katılmaz. Savaşın sonunda, Türkiye Birleşmiş Milletler’in arasına girer.

Memleket içinde önemli bir olay gelişir: Aralık 1945’te Celâl Bayar’ın başkan olduğu Demokrat Parti kurulur; 1946 seçimlerinde, bu parti bir kırk milletvekili seçtirmeyi başarır, ve 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, o Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı parlak bir zafer kazanır: eski iktidar sahiplerinin bir elli (milletvekiline) karşı dört yüzden fazla milletvekili (çıkarır); daha birkaç gün sonra Celâl Bayar Cumhurbaşkanı olur ve Demokrat Hükümeti ile içeride (yurtta) liberalist bir ekonomi politikası (yabancı sermayeyi teşvik ve bazı sanayi kollarını özelleştirme) ve dışarıda Atlantik (Nato) hükümetleriyle işbirliği politikası başlatır ki bu, Montrö Andlaşmaları’nı yeniden gözden geçirmeyi 1946’dan beri isteyen Rusya’nın tutumundan ileri gelen şeydir. Eylül 1951’de Yunanistan ile aynı zamanda Türkiye Atlantik (Nato) Paktı’na kabul edilir ve Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa ile kararsızlık gösteren Arap ülkelerini içine alan bir Orta-Doğu Paktı kurmaya çalışır.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin başarısı, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde yeni bir safhadır: o (cumhuriyet), halkın kendi irâdesini (görüşünü) açığa vurabildiği gerçek (hakiki) bir demokrasiye kavuşur, zaten kamuoyu memlekette gittikçe büyüyen bir rol oynar. Türkiye otuz yıl bilhassa memleket gelenek ve göreneklerinde, sultanların mutlakıyetlerinden demokratik serbestlikler rejimine çıkarmaya yönelten bir diktatör (lider) aracılığıyla (ile) geçirir: Bu herşeyden önce Türklerin “Ebedî Şefi” ve yeni Türkiye’nin sembolü diye anılan Kemal Atatürk’ün eseridir.
--------------Tualimforum İmzam--------------
Aksini Belirtmediğim Takdirde Yazdığım Konular ALINTIDIR



Liseler - Anadolu Liseleri - Fen Liseleri

Anaokulu - İlköğretim

Sınav Soruları ve Ders Notları
SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
dunyasina, girmeden, islam dünyasına girmeden önce türkler, turkler, İslam


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar son Mesaj
Ayşenur İslam Biyografisi - Ayşenur İslam Hayatı - Ayşenur İslam Kimdir? ASYA Siyasetçilerin Hayatı ( Biyografisi ) 0 26.12.13 00:30
İslam İsminin Anlamı ve Açıklaması - İslam Adının Anlamı ve Açıklaması - İslam İsmini Kartal Erkek Bebek İsimleri ( Erkek Bebek Adları ) 0 03.12.12 03:17
Kemal Türkler Biyografisi - Kemal Türkler Kimdir - Kemal Türkler Hayatı Kartal Siyasetçilerin Hayatı ( Biyografisi ) 0 30.03.11 13:44
Nilgün Türkler Biyografisi - Nilgün Türkler Kimdir - Nilgün Türkler Hayatı Kartal Siyasetçilerin Hayatı ( Biyografisi ) 0 30.03.11 13:39
İslam Kerimov Biyografisi,İslam Kerimov Hayatı,İ. Kerimov Yaşamı,İslam Kerimov Kimdir İpek Diger Ünlülerin Biyografileri 0 27.06.09 20:31


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 02:37 .


Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2