Çakır'ın Destanı'ndan Çakır'ın Destanı'ndan - Vuzuh, el ve ayak halinde onu rahatsız ediyordu. Karar vermişim, öleceğim, Büyük sular arasında, korkusuz. Nur ile, uzak yazılar ile, Bir muska gibi boynumda kalacak, Bu husus. Senelerce evvel, tohumların mavi zamanından evvel, Karar vermişim, gece kuşlarının müsaadesinde, Etrafıma boş ve büyük kadehler dizeceğim. Ve seyredeceğim onları sultanlar gibi; Kurumuş ölülerin içmek hevesinde. Havadan hafif ve bazı kadınlardan daha eski, Çırılçıplak doğduğumuza dair; Cihan boyunca, şehirlerle, dağlarla devam eden, Vaktin nebatlarla sallanan güzelliği, Bir yadigarlık ki bilinir. Aklın zina olduğu yerde, Taşlar, odunlar gibi yavaş. Tarihin beyaz ve aydınlık havasından, Karar vermişim, öleceğim, Büyük hayvan iskeletleriyle sırdaş. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Çanakkale'de Ölüm Çanakkale'de Ölüm Sen ölüm, Evlerde pissin ama, Dağlarda iğrençsin. Sen ölüm,http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Birinin adı silinir de, Adın geçer ancak. Sen ölüm, Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da Tutarsın, görürsün oralarda ancak. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Sen ölüm, Ülkelerde kötüsün ya Ülkelerarası daha çirkinsin. Sen ölüm, Sayrılıklardan sonra gelirsin peki, Şu dev gibi, şu dipdiri gençlerle işin nedir? http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Cezayir Türküsü Cezayir Türküsü Ya Allah Ya Allah derim ki Titrerim Kara sesimden Ya Allah. Ya su Akar da aydınlığın uzak anılarımdan Şırıldar yüreğimde ünlü korsanların dalgaları. Yüce sultanların kılıçları parlar yüzümde Ya su, anlıyor musun? Burası Cezayir, ya çöl, Develerin binlerce yıl taşıdığı, atalardan, Sevgi, Us, Kişiliğim ya çıngırak. Yıldızlar kötü olacakların üçgenlerinde Yok etmiş üç yönü. Yedi yönü var etmiş mutsuz kisiliğinde yıldızlar, Ama uyukluyorum işte Ya dönence, ağlamak dururken. Ya hurma, tadın yok gayrı, Nice saklasan yalnızlığı Koyu yeşilliğini büyütsen nice, Yitmiş güzelliğimiz Ya hurma, elim ayağım acı. Nasıl haykırıyor çiğnenmiş kumlar, duyuyor musun? Ya ana kalk Ya kadın yürü Ya oğul koş Bir anlamın gereken kurtuluşuna. Kurt iskeletlerince çirkindirler şimdi, Ölülerim vurulmuşlar alınlarından, Düşmüşler Akdenize doğru. Özgürlükleri kalmamış artık Al benim ölülerimi, ya gece. Ya toprak ko beni gideyim gideyim, Varmışların ardına öcül öcül. Ve küçücük ve eski ve yırtık bayraklar arasından, Ya gök Al beni. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Çirkin Çirkin Çirkin, yavrum, dudaklarındaki kızıllık, Kansız doğaya karşı. Uyurken memleket ve evren uzaktan, Uyurken bir hücre, hücreler içinde, Eksi. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Çirkin, bu satışlar, Yüzde yirmi, yüzde otuz. Geçer anların tadı içerden ; Anılar ve sevgiler, çarşılar üstünde, uçar. Yeniden var oluruz. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Sürünür ovalar yaslı ve boşuna, Çirkin şimdi, yükselmiş güzellik. Ve kaçar yaşamanın ölçülerinde; yeni, uzun; Bir avuçluk, bütün dokunduklarımız, Bir ellik. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Okulumuz, bahçelere, hesaplara dönmüş, Çirkin. Sonsuz ormanlığı rahatlığın, yüce uzamışlığı erdemliliğin, Dağlarda ve sokaklarda. Tedirgin. Yalanla, gerçeklerin sırrına varmış, Oyunla karışmış, ölmüşlerin akıllarına; Çirkin, mahkemelerde bir avukat. Gelir bilinmeyen yönlerin namussuz hoşluğu, Körlerden ve topallardan daha sakat. http://www.tualimforum.com/nkt.jpg Çirkindir, uzayan erkek vakitlere göre, Gece yarısı. Ağrıyan kemiklerle, uzaklıklara gizlenmiş, Acımakla değil, korkunçluğuyla büyük, Yıldızlar yıldızlar ve yukarısı. Çirkin değil midir, dolarken nesillerin hayırsızlığına, Yavaş yavaş. Ninelerin çarpılmış yüzünde, Kabul edilmemiş duasında gelinlerin, Tarihlerden bir savaş? Bir ekmek kavgası duyulur ta böceklerden, Uluyan ağaçlar, susan makineler sesi. İğrenç hendeseleri gövdenin, bürünür düşlere; Gezegenler arasındaki uygarlığa karşı, Çirkin, doymuşların ve doymamışların nefesi. Nasıl kımıldamasın, nasıl uyusun, Sabrımız ve ahmaklığımız, derinde ? Güzel değildir avunmak, kuşlar çiçekler boşunadır; Çirkindir, küçük mutluluğumuz, Piç dünyalar üzerinde. İnsan boyu kadar cüce, insan ömrü kadar kısa, Güzel neymiş ki ulu çirkinin yanında? Çirkin, bu, bardaklara sığmayan kederimiz, Çirkin, bu ardı ve önü görünmeyen kader, Karanlıkla ve soysuzlukla yaşar, vatanında. Ölüm, karşılıksız gülümseme, çaresiz şey, Uğruna efsaneler beyazlığında yürür nefis. Çirkin, bin yıl önceki anam babam, Koydukları her taş, inandıkları her masal, Pis. Tanrı duymaz, cenazeler duymaz, Göklerde şehrimizin utanmayan sağırlığı, Biter, aptalın türküleri, gömülerde, Aşkın, havanın, yerin hafifliğinde ey dost, Çirkindir ağırlığım, ağırlığın, ağırlığı. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Daha Us Daha Us Taş atar aylara günlere gezegenlerden o, Avuçlarında en bağnaz inanış, soyunuk. Ver sen bir ölçek, bir ölçek daha, bin yıl ötesinden, Aç gömüleri Dara'nın soyunuk. Emmez ki bebe, dolmaz ki bebenin annesi, Nice emse emdirse, anlam soyunuk. Bir kurt ulumaz, ama kılları delice büyür, Bakımsız ormanlara, mağaralara, soyunuk. Yetmiyor, yetmiyor bana bu yeryüzü yalnızlığı, Burda bütün sevdiklerim soyunuk. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dal Dal Dağ uzanı gökyüzüne, Ölüler karanlığa uzanı. Nerelerden nerelere varır yaşamak, Acıdan, iğde sarılığından, düşünüden uzanı. Sever misin, öpüler ardı boş, İşte bıraktığı güzelin, bir çirkin uzanı. Yankılar, gezegenlerden ağrı gelip gider, Başı kopmuş gök mamurlarından bir uzanı. Uzandığımız, belki de bu gece, belki de bu yatakta En bilinmeze uzanı. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Davet Davet Namaza gidiyorum, alay dizilmiş, İhtişamımla uzuyor yollar. Bazen davet eder kölelerim hayata vücudumu: "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var..." Vakti altın gibi serpiyorum, Kapışıyor, genç, ihtiyar. Suların ve kuşların sesleri yanım sıra: "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var..." Ben ki kıtalar keşfetmişim, nesillerden, Ben ki cihan kadar. Gündüzün bittiği yerler karanlık: "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var..." Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Dayak Dayak İster misin ellerimizi birleştirelim, Sen iki vur, ben iki daha, Çalmış mı, Emmiş mi alın terini ulusunun, Sen dört vur, ben dört daha. Gemi seçmeye mi gitmiş 20 kişi, çay bulmaya mı yollanmış 30 kişi, Dışbakan olmuş da yüzde mi almış. - Saçı bitmedik çocuklarım aç iken kerpiç köylerde, Bebek kızlarım gecelerce aklığını satarken- Sen yedi vur, ben yedi daha. Ha, ister misin ellerimizi birleştirelim, Değeri 8 iken, 208'e mi vermiş bir tabak fasulyayı, Dilekçeni görür görmez deve boynunu sallamış, 500 mü koparmış senden, Saylav seçilmiş de geleceğine yatırım mı yapmış, devrimi çiğneyerek, Sen dokuz vur, ben dokuz daha. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Deniz Feneri Deniz Feneri Uzanmış koca burun açık denize doğru, Lacivert ve gri gecenin değerinde. Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi, Deniz feneri parlar, Talihe aldırmadan kayalar üzerinde. Bulutlar birleşir alaca düzlüklerde, Çöker uzak limanlardan bir sis. Bir sıkıntı başlar karanlığında kaderin, Bildirir, yanınca yanınca, Ömrün neresindesiniz, aşkın neresindesiniz? Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında, Bırak anılar gitsin biraz daha geri. Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir, Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl, Hep bu benekte bu deniz feneri. Bak deniz savaşlarına, yaşlı korsanlara, Uçan dalgalara, uyuyan rüzgara bakmış, Bir tek göz kadar kara ve mavi, Enginle boş, Kısmetsiz balıkçılara bakmış. Saçlarında tuz kokan, ölü kokan bir serinlik, Yüzünde bir fırtına tadı. Durursun yorgun, umutsuz, Birden bir daha yanıp söner, sevinçle titrersin, Bir şey, belki de yaşaman uzadı. Yaslıdır dulların ölçülmez özleminde, Güçlüdür kocaman geceleri taşır. Delidir, konuşmaz, uyumaz, Sonrasızlığın iyiliğini bekler, kötü günlerden, Akıllıdır. Sarhoş gemilerimiz sallanır sallanır, Gömülmüş kasırgaların uykusuyla belli, Kayalar mezarlara benzer enginlerden, Duyulur sudan göğe kadar, "Ölüsü kandilli." Vakit yok olur, zamandan boşalır varlık, Düşmez burçlardan haber. Bir uğursuzlukla ağır ve yorgun, Bütün insanlar bitti sanırsınız, Deniz feneri gülümser. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Destan Ölü Destan Ölü İşte zamanın karanlığı, gece gibi, Geçer bir gölge komadan. İşte Tanrı nefesli sahiller, İşte Bizans kopmuş Romadan. Sakalları uzamış keşişler sırtında, Bahar halinde bir yük: Sur örülmüş kıyılarda yokluğa taraf, Taşlarla, kıskançlıkla ağır ve büyük. Eski İstanbul, ruh kadar eski, İnsan daha fazla eskiyemez ki. Bir boşluk ki göller tadında uzun, Ya hiçe uzanmış vaktimiz, ya hepe. Yedi meçhul üstüne açılmış, Yedi tepe. Haliç, dünya öküzünün boynuzu, hiç kımıldamaz, Kımıldar bir kapalı su. Geçer, asırlar gövdesine, aydınlık, Uyumayanların uykusu. Eski İstanbul, hatıralardan eski, Göresin usul usul gez ki. Tarumar olmuş, Daradan, Sardanapaldan anlar. Gemilerle, kervanlarla dolmuş, çırılçıplak, Aşkı kaybedenler, bulanlar. Devir devir kapılarında durmuş, Nesilleri Asyanın, bu bakış ahu diye. Sormuş sıcak rüyasını, Peygamberin orduları, Hu, diye. Eski İstanbul, eski, Geçmiş günleri kimse söyletemez ki. Saz nameleri gelir, din uğruna çarmıha gerileceklerden, Belki çarmıhsınız, belki sazsınız. Ölümlerden hangisi gerçek, Anlıyamazsınız. Farkedilmez Doğu ve Batı. Hayaller dolusu cenaze, düşüncelerden. Ayaklarınızın, ayaklarınızın, Ayrılışı yerden. Eski İstanbul, yakın ve eski Öyle bir ses ki. Can ile ten susamış, susamış, Geçmiş de nice güzeller aradan. Osmanlı padişahı Sultan Mehmet, Bir seher, kadırgalarını yürütmüş karadan. Aşk ile dizdiği topları bir bir dizmiş. Çevirmiş hülyanın her yanını. Lale gibi vermiş, bir akşam güneşinde, Yiğit yeniçeri canını. Eski İstanbul, çok eski, Rüzgar, şahadete varasın, es ki. Dil farkı, din farkı iyice azalmış o demlerde, Bir sis ki bahçeleri, yüzü, cihanı kaplar. Tekrar güne çıkmış, tekrar hayata, mahzenlerden, Nur ve hayal ölmüş ellerin yazdığı kitaplar. Yürümüş yürümüş hilalleri Türklerin, Allahın havalarına, yalnız ve tek. Serdengeçtilerle, akıncılarla Buradan başlamış dünyayı sevmek. Eski İstanbul, hem rahat, hem eski, Yaşaması öyle tez ki. Fazıl Hüsnü Dağlarca |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:17 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2