![]() |
Gözlerin Gözlerin Gözlerin gözlerin gözlerin, İster hapisaneme, ister hastaneme gel, Gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte, Şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte Antalya tarafında ekinler seher vakti. Gözlerin gözlerin gözlerin, Kaç defa karşımda ağladılar Çırılçıplak kaldı gözlerin Altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak, Fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar. Gözlerin gözlerin gözlerin, Gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün Sevinçli bahtiyar Alabildiğine akıllı ve mükemmel Dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın. Gözlerin gözlerin gözlerin, Sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın Ve yaz yağmurundan sonra yapraklar Ve her mevsim ve her saat İstanbul. Gözlerin gözlerin gözlerin, Gün gelecek gülüm, gün gelecek, Kardeş insanlar birbirine Senin gözlerinle bakacaklar gülüm, Senin gözlerinle bakacaklar. Nazım Hikmet |
Gözlerine Bakarken Gözlerine Bakarken Gözlerine bakarken Güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma, Bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde Kayboluyorum... Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum, Durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin: Sırrını her gün bir parça veren Fakat hiç bir zaman Büsbütün teslim olmayacak olan... Nazım Hikmet |
Günler Günler Geçip gitmiş günler gelin Rakı için sarhoş olun Islıkla bir şeyler çalın Geberiyorum kederden. İlerdeki güzel günler Beni görmeyecek onlar Bari selam yollasınlar Geberiyorum kederden. Başladığım bugünkü gün Yarıda kalabilirsin, Geceye varmadan yahut Çok büyük olabilirsin... Nazım Hikmet |
GÜZ Güz Günler gitgide kısalıyor, Yağmurlar başlamak üzre. Kapım ardına kadar açık bekledi seni. Niye böyle geç kaldın? Soframda yeşil biber, tuz, ekmek. Testimde sana sakladığım şarabı İçtim yarıya kadar bir başıma Seni bekleyerek. Niye böyle geç kaldın? Fakat işte ballı meyveler Dallarında olgun, diri duruyor. Koparılmadan düşeceklerdi toprağa Biraz daha gecikseydin eğer... Nazım Hikmet |
Hapiste Yatacak Olana Bazi öğütler Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler Dünyadan, memleketinden, insandan Umudum kesik değil diye İpe çekilmeyip de Atılırsan içeriye, Yatarsan on yıl, on beş yıl Daha da yatacağından başka, -Sallansaydım ipin ucunda Bir bayrak gibi keşke'' Demiyeceksin- Yaşamakta ayak direyeceksin. Belki bahtiyarlık değildir artık, Boynunun borcudur fakat, Düşmana inat Bir gün fazla yaşamak. İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,K Kuyunun dibindeki taş gibi. Fakat öbür tarafın Dünyanın kalabalığına Öylesine karışmalı ki, Sen ürpermelisin içerde, Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa. İçerde mektup beklemek, Yanık türküler söylemek bir de, Bir de gözünü tavena dikip sabahlamak Tatlıdır ama tehlikelidir. Tıraştan tıraşa yüzüne bak, Unut yaşını Koru kendini bitten, Bir de bahar akşamlarından; Bir de ekmeği Son lokmasına dek yemeği, Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman. Bir de kimbilir, Sevdiğin kadın sevmez olur, Ufak bir iş deme, Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir, İçerdeki adama. İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena, Dağları, deryaları düşünmek iyi. Durup dinlenmeden yazmayı, Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana, Bir de ayna dökmeyi. Yani içerde onyıl, on beş yıl, Daha da fazla hatta Geçirilmez değil, Geçirilir, Kararmasın yeter ki Sol memenin altındaki cevahir! Nazım Hikmet |
Hasret -i- Hasret -I- Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, Belini sarmayalı, Gözünün içinde durmayalı, Aklının aydınlığına sorular sormayalı, Dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekliyor beni Bir şehirde bir kadın. Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, Yol yüz yıllık. Yüz yıldır alacakaranlıkta Koşuyorum ardından. Nazım Hikmet |
Hasret -ii- Hasret -II- Denize dönmek istiyorum! Mavi aynasında suların: Boy verip görünmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider! Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder. Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter. Ve madem ki bir gün ölüm mukadder; Ben sularda batan bir ışık gibi Sularda sönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Nazım Hikmet |
Hava Soğuk Hava Soğuk Hava puslu, soğuk Kırlar koyu, kırmızı Saman sarısı, ölü yeşil Kış gelmek üzere oysaki gönül Kışa girmeye hazır değil... Nazım Hikmet |
Haydi Güle Güle Gülüm Haydi Güle Güle Gülüm Haydi güle gülü gülüm Haydi güle güle Hani ağlamak yoktu? Ağlama kızım, Gözüne batacak sürmelerin. Taksiye bindin işte, İşte hapishanesinde yattığım şehrin Geçiyorsun içinden. Şöför belki ben yaşta bir adam Dikiz aynasından bakıyor sana Anlıyor bu güzel kadının ağlamasını. Belki onunda içerde yatanı vardır, Belki tanır beni, belki kendiside bizdendir. Biliyorum: Demirlerden seyrettiğim bu şehir Kaplıcalar Türbeler İpek fabrikaları ve kocaman bir çınardır. Ve sahici insanları Benim insanlarım Nasılda perişan... Fakat yüzlerine güneş vurmuş gibi olmuştur Sen gözyaşları arasından Onlara baktığın zaman. Sen bu şehre bundan öncede geldin demek? Sen bu şehre gelesinde beni aramayasın! Öylemi? Ağla gülüm! Hemde hüngür hüngür ağlamalısın. Hayır ağlama, Allah belamı versin benim ağlama! Etrafına bak: Ben ve şehir çoktan arkada kaldık... Nazım Hikmet |
Henüz Vakit Varken Gülüm Henüz Vakit Varken Gülüm Henüz vakit varken, gülüm Paris yanıp yıkılmadan, Henüz vakit varken, gülüm, Yüreğim dalındayken henüz, Ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri Volter rıhtımında dayayıp seni duvara Öpmeliyim ağzından Sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a Çiçeğini seyretmeliyiz onun, Birden bana sarılmalısın, gülüm, Korkudan, hayretten, sevinçten Ve de sessiz sessiz ağlamalısın, Yıldızlar da çiselemeli, İncecikten bir yağmurla karışarak. Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, Henüz vakit varken, gülüm, Yüreğim dalındayken henüz, Şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz Söğütlerin altından, gülüm, Islak salkım söğütlerin. Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana, En güzel, en yalansız, Sonra da ıslıkla bir şey çalarak Gebermeliyim bahtiyarlıktan Ve insanlara inanmalıyız. Yukarda taştan evler, Girintisiz, çıkıntısız, Birbirine bitişik Ve duvarları ayışığından Ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor Ve karşı yakada Luvur Aydınlanmış ışıklarla Aydınlanmış bizim için Billur sarayımız... Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, Henüz vakit varken, gülüm, Yüreğim dalındayken henüz, Şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda Kırmızı varillere oturmalıyız. Karşıda karanlığa giren kanal. Bir şat geçiyor, Selamlıyalım gülüm, Geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım. Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı? Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın Tatlı tatlı gülümsüyor. Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, Henüz vakit varken, gülüm... Parisliler, Parisliler, Paris yanıp yıkılmasın... Nazım Hikmet |
Her Kitabimin Son Sözü Her Kitabımın Son Sözü Sen sanma ki sanatın Damağında tadı var Acı bir hıyar Lezzeti gibi... Mısralarımda yok benim Gözyaşlarımın tadı, Şiirlerim içilmez İngiliz tuzu gibi Nazım Hikmet |
Hoşgeldin Kadinim Hoşgeldin Kadınım Hoş geldin kadınım benim hoş geldin Yorulmuşsundur; Nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını Ne gül suyum ne gümüş leğenim var, Susamışsındır; Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim Acıkmışsındır; Beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam Memleket gibi yoksuldur odam. Hoş geldin kadınım benim hoş geldin Ayağını basdın odama Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi güldün, Güller açıldı penceremin demirlerinde ağladın, Avuçlarıma döküldü inciler Gönlüm gibi zengin Hürriyet gibi aydınlık oldu odam... Hoş geldin kadınım benim hoş geldin. Nazım Hikmet |
Hoşgeldin Hoşgeldin Hoş geldin! Kesilmiş bir kol gibi Omuz başımızdaydı boşluğun... Hoş geldin! Ayrılık uzun sürdü. Özledik. Gözledik... Hoş geldin! Biz Bıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha Taşı kırmakta, Dostu düşmandan ayırmakta... Hoş geldin. Yerin hazır. Hoş geldin. Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok. Yürüyelim... Nazım Hikmet |
Iki Sevda İki Sevda Bir gönülde iki sevda olamaz Yalan olabilir. Şehrinde soğuk yağmurların Gece otel odasında sırtüstü yatıyorum Gözlerim tavana dikili Bulutlar geçiyor tavandan Islak asfaltı geçen kamyonlar gibi ağır Ve sağda uzakta Ak bir yapı Yüz katlı belki Tepesinde altın iğne parlıyor. Bulutlar geçiyor tavandan Karpuz kayıkları gibi güneş yüklü bulutlar Oturmuşum cumbaya Yüzüme suların ışığı düşüyor Bir ırmak kıyısında mıyım Bir deniz kıyısında mı? O tepsideki ne O güllü tepsideki Yer çileği mi kara dut mu? Fulya tarlasında mıyım Karlı kayın ormanın da mı? Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar İki dilde Dostlar nasıl bir araya geldiniz? Birbirinizi tanımazsınız. Nerde bekliyorsunuz beni? Beyazıt' ta Çınarlı Kahve' de mi Gorki parkında mı? Şehrinde soğuk yağmurların Gece otel odasında sırtüstü yatıyorum Gözlerim yanıyor gözlerim alabildiğine açık Bir hava çalındı Armonikle başladı utla bitti. İçimde sarmaş dolaş karmakarışıktı Büyük uzak iki şehrin hasreti. Fırlamak yataktan koşmak altında yağmurun İstasyona koşmak Sür kardeşim Makinist Götür beni oraya. Nereye? Nazım Hikmet |
Kadinlarimiz Kadınlarımız Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta, Sanki gidenler hiçbir zaman Hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar Ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler Başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi Ufacık kısacıktılar Ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında Ve ayakları altından akan Toprak, Toprak, Ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak Ve kağnılarda tahta yataklarında Oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar Birbirlerinden gizleyerek Bakıyorlardı ayın altında Geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar Bizim kadınlarımız: Korkunç ve mübarek elleri İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle Anamız, avradımız, yarimiz Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen Ve soframızdaki yeri Öküzümüzden sonra gelen Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki Ve kara sabana koşulan ve ağıllarda Işıltısında yere saplı bıçakların Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan Kadınlar, Bizim kadınlarımız Şimdi ayın altında Kağnıların ve hartuçların peşinde Harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi Aynı yürek ferahlığı, Aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde İnce boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar Yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru. Nazım Hikmet |
Kar Yağiyor Kar Yağıyor Lambayı yakma, bırak, Sarı bir insan başı Düşmesin pencereden kara. Kar yağıyor karanlıklara. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. Kar... Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar... Ve şehir kör bir insan gibi kaldı Altında yağan karın. Lambayı yakma, bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların Dilsiz olduklarını anlıyorum. Kar yağıyor Ve ben hatırlıyorum. Nazım Hikmet |
Kizil Saçlisina Kızıl Saçlısına Pembe yanaklı al dudaklı bir karım olursa eğer.. Olursa 24 ayar ahlaklı.. Anama bakar gibi bakar.. İlaha tapar gibi taparım..! Ama...! Kalleş çıkarsa karım.. Anam avradım olsun bir teneke benzin döker yakarım...! Kimine göre kadın..! Soğuk kış gecelerinde sarılıp yatmak içindir.. Kimine göre kadın..! Sıcak harman gecelerinde zil takıp oynatmak içindir.. Kimine göre kadın..! Ömür boyunca omuzumuzda taşıdığımız.. En büyük sevabımız ve en büyük vebalimizdir.. Ama sen kadınım..! Benim için sen.. Ne o.. Ne bu.. Şusun sen..! Benim can yoldaşım kavga arkadaşımsın... Nazım Hikmet |
Kocalmaya Alişiyorum Kocalmaya Alışıyorum Kocalmaya alışıyorum dünyanın en zor zanaatına Kapıları çalmaya son kere Durup durmadan ayrılığa Saatler, akarsınız, akarsınız, akarsınız... Anlamaya çalışıyorum inanmayı yitirmenin pahasına. Bir söz söyleyecektim sana söyleyemedim. Dünyamda sabahleyin aç karına içilen cıgaramın tadı Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı Kıskanıyorum öylelerini kocaldıklarının farkında bile değiller Öylesine başlarından aşkın işleri... Nazım Hikmet |
Kosmosun Kardeşliği Adina Kosmosun Kardeşliği Adına Kosmosda bizden başka düşünen var mı? Var Bize benzer mi? Bilmiyorum Belki bizden güzeldir Bizona benzer mesela ama çayırdan nazik Belki de akarsuyun şankına benzer Belki çirkindir bizden Karıncaya benzer mesala ama tıraktörden iri Belki de kapı gıcırtısına benzer Belki ne güzeldir bizden ne de çirkin Belki tıpatıp bize benzer Ve yıldızlardan birinde Hangisinde bilmiyorum Yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz Hangi dilde bilmiyorum Yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla Tovariş diyecek Söze bu sözle başlayacak biliyorum Tovariş diyecek Ne üs kurmaya geldim yıldızına Ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe Kola kola satacak da değilim Selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına, Bedava ekmek ve bedava karanfil adına Mutlu emeklerde mutlu dinlenmeler adına "Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber" Diyebilmek adına Evlerin Yurtların Dünyaların Ve kosmosun kardeşliği adına Nazım Hikmet |
Masallarin Masali Masalların Masalı Su başında durmuşuz Çınarla ben. Suda suretimiz çıkıyor Çınarla benim. Suyun şavkı vuruyor bize Çınarla bana. Su başında durmuşuz, Çınarla ben, bir de kedi. Suda suretimiz çıkıyor, Çınarla benim, bir de kedinin. Suyun şavkı vuruyor bize, Çınarla bana, bir de kediye. Su başında durmuşuz, Çınar, ben, kedi, bir de güneş. Suda suretimiz çıkıyor, Çınarın, benim, kedinin, bir de günesin. Suyun şavkı vuruyor bize, Çınara, bana, kediye, bir de güneşe. Su başında durmuşuz, Çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. Suda suretimiz çıkıyor, Çınarın, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün. Suyun şavkı vuruyor bize, Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. Su başında durmuşuz. Önce kedi gidecek, Kaybolacak suda sureti. Sonra ben gideceğim, Kaybolacak suda suretim. Sonra çınar gidecek, Kaybolacak suda sureti. Sonra su gidecek Güneş kalacak; Sonra o da gidecek... Su başında durmuşuz. Su serin, Çınar ulu, Ben şiir yazıyorum. Kedi uyukluyor Güneş sıcak. Çok şükür yaşıyoruz. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze... Nazım Hikmet |
Mavi Liman Mavi Liman Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın... Nazım Hikmet |
Mazi Mazi Kalbimde maziden bugün izler var Her siyah saatım bu izle erir Ruhumu geçmişin hicranı sarar Doğanlar ölür ölen dirilir. Anladım hayatmış mazinin adı Yıllara karışan her şey ses verir Hasretle doludur geçmişin yadı Mazinin elemi bile tatlıdır... Nazım Hikmet |
Mektuplar -i- Mektuplar -I- Saat dört Yoksun Saat beş Yok Altı, yedi, Ertesi gün, daha ertesi Ve belki Kim bilir... Hapisane avlusunda Bir bahçemiz vardı. Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı. Gelirdin, Yan yana otururduk, Kırmızı ve kocaman Muşamba torban dizlerinde... Kelleci Memedi hatırlıyor musun? Sübyan koğuşundan. Başı dört köşe, Bacakları kısa Ve kalın Ve elleri ayaklarından büyük. Kovanından bal çaldığı adamın Taşla ezmiş kafasını. 'Hanım abla' derdi sana. Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı, Tepemizde, Yukarda, Güneşe yakın, Bir konserve kutusunun içinde... Bir cumartesi gününü, Hapisane çeşmesiyle ıslanan Bir ikindi vaktini hatırlıyor musun? Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta, Aklında mı: 'Beypazarı meskenimiz, ilimiz, Kim bilir nerede kalır ölümüz....? ' O kadar resmini yaptım senin Bana birini bırakmadın. Bende yalnız bir fotoğrafın var: Bir başka bahçede Çok rahat Çok bahtiyar Yem verip tavuklara gülüyorsun. Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu, Fakat pek ala gülebildik Ve bahtiyar olmadık değil. Nasıl haber aldık En güzel hürriyete dair, Nasıl dinledik ayak seslerini Yaklaşan müjdelerin, Ne güzel şeyler konuştuk Hapisane bahçesinde... Nazım Hikmet |
Mektuplar -ii- Mektuplar -II- Bir akşamüstü Oturup Hapishane kapısında Rubailer okuduk Gazalî'den Gece Büyük lâciverdî bahçe. Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin. Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler. Bir gün eğer, Benden uzak, Karanlık bir yağmur gibi, Canını sıkarsa yaşamak Tekrar Gazalî'yi oku. Ve Pîrâyende'm benim, Ben eminim Sen sadece merhamet duyacaksın Ölümün karşısında onun Ümitsiz yalnızlığı Ve muhteşem korkusuna. Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana: - Toprak bir kâsedir Çömlekçinin rafında tâcidar, Ve zafer yazıları Yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin...' Birikip sıçramalar. Soğuk Sıcak Serin. Ve büyük lâciverdi bahçede Başsız ve sonsuz Ve durup dinlenmeden Devranı rakkaselerin... Bilmiyorum, neden Aklımda hep İlkönce senden duyduğum Çankırılı bir cümle var: 'Pamukladı mıydı kavaklar Kiraz gelir ardından.' Kavaklar pamukluyor Gazalî'de, Fakat Görmüyor, üstat, Kirazın geldiğini. Ölüme ibadeti bundandır. Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor. Akşam. Dışarda çocuklar bağrışıyorlar. Çeşmeden akıyor su. Ve jandarma karakolunun ışığında Akasyalara bağlı üç kurt yavrusu. Açıldı demirlerin dışında Büyük, lâciverdî bahçem. Aslolan hayattır... Beni unutma Hatçem... Nazım Hikmet |
Mektuplar -iii- Mektuplar -III- Bugün çarşamba: - biliyorsun - Çankırı'nın pazarı. Demir kapımızdan geçip Kamış sepetimizde bize kadar gelecek Yumurtası, bulguru, Yaldızlı, mor patlıcanları... Dün köylerden inenleri seyrettim: Yorgundular, Kurnaz Ve şüpheli, Ve kaşlarının altında keder. Erkekler eşeklerde, Kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler. Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır. Herhalde iki çarşambadır pazarda: Kırmızı başörtülü Kibirsiz' İstanbulluyu aramışlardır... Nazım Hikmet |
Mektuplar -iv- Mektuplar -IV- Sıcaklar bildiğin gibi değil Ve ben ki yalı uşağıyım, Deniz ne kadar uzak... İkiyle beş arası Cibinliğin altına uzanarak Ter içinde Kımıldanmadan Gözlerim açık Dinliyorum sineklerin uğultusunu. Biliyorum: Şimdi avluda Duvarlara çarpıyorlardır suyu, Kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur. Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde Bir kezzap aydınlığı içindedir Simsiyah kiremitleriyle şehir... Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor. Sonra kayboluyor birdenbire. Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup, Yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak Bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak. Ve zaman zaman Ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde Bir korku halinde tabiatı... Bir zelzele olabilir. Zaten üç günlük yere geldi, Salladı çapanoğlu Yozgad'ı. Ve yerlilerin kavlince: Altı tekmil tuz madeni olduğundan Yıkılacak Çankırı şehri Kıyametten kırk gün önce. Yatıp bir gece Başın bir kalasla ezilmiş, Çıkmamak sabaha... Ölümün bu kadar körü ve mendeburu... Ben yaşamak istiyorum biraz daha, Daha bir hayli yaşamak. Bunu birçok şey için istiyorum, Birçok Çok mühim şeyler. Nazım Hikmet |
Mektuplar -v- Mektuplar -V- Saat beşte akşam oluyor: İnsanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla. Yağmur taşıdıkları belli. Birçoğu Elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar... Bizim odanın yüz mumluğu, Terzilerin gaz lambası yandı. Terziler ıhlamur içiyorlar... Kış geldi demektir... Üşüyorum. Fakat kederli değilim. Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır: Kış günleri hapisanede, Sade hapisanede değil, Bu kocaman Bu ısınası Bu ısınacak dünyada Üşüyüp Kederli olmamak... Nazım Hikmet |
Mektuplar -vi- Mektuplar -VI- Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah. Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana: Kıyısından seyredilen okyanus Farksızdır Marmara açıklarından. Yani demek istediğim: Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova Seyredilmeğe gelmez, Okyanus yaşanılır. Nazım Hikmet |
Mektuplar -vii- Mektuplar -VII- Çarşı pazar dolaştım karıcığım, Not ettim fiyatları. Tanganika dehşetli ucuzluk. Mesela, güneş, Hem de en olgunu, en kırmızısı, Yağmur mesela, Hem de aylarca şakırdayanı artsız arasız, Yahut da boy boyu, çeşit çeşidi sıtmaların, Yahu da kopkoyu esmer eller, Turfandası da, olgunu da, Hem de hepsinin tırnaklarıyla avuçları pembe, Hatta muz, Beş kiloluk hevenkleri, Bir şişe Pepsi Kola'dan ucuz. Sana bunları yazdım, iki gözüm, düşünüyorum, Tanganika'dan pahalı mı benim Anadolu? Kimi yerlerinde yağmur çok daha pahalı, Kimi mevsimlerinde güneş, Ama sıtmaların fiyatı, Yahut da ellerin, Hele parmakalrı kınalı olanların, Hiç de bundan pahalı değil. Muza gelince, Bizde yetişmez, Ama soğanla tuz, Beş kilosu değil, birer kilosu, Burdaki muz fiyatına. Nazım Hikmet |
Mektuplar -viii- Mektuplar -VIII- Nasılsın Tulyakova, ne alemlerdesin? Saman sarısı saçlar nasılsınız? Ne alemlerdesiniz mavi kirpikler? Mavi kirpikler yol verin, Gözlerinizin içini görmek istiyorum, Dolaşmak içinde gözlerinizin ve rastlamak kendime, Belki satırları arasında bir kitabın, Belki ikinci Pesçannaya'da otobüs durağında, Rastlamak kendime içinde gözlerinizin Ve 'Merhaba Nazım! ' demek, 'Nicesin, mutlu musun? ' Moskova Irmağı'na selam ederim. Kızıl Meydan'a fabrika bacalarına, Tiyatroların tümüne selam ederim, Evimizin, kapısına selam ederim, İstanbul'un duvarda asılı resmine selam! Beni sorarsanız, ben burda Kuzeydeyim iki gündür, Aruşa'da, Moşi'de, Karlı Klimancora dağının dolaylarında. Turistik bir dağ. Otellerde konforu İsviçre turistlerinin. Cagga kabilesi yaşıyor Moşi'de. Otellerde, kahveliklerde ve sizalllıklarda çalışıyorlar. Sizallıklar İngilizlerin, Hintlilerin, rumların. Cagga halkı güler yüzlü, akıllı, yumuşak. Erkekleri gömlekli, şortlu, ama yalyanak çoğu Ve bisiklete meraklıo. Kadınları salınarak yürüyor Alaca entarileri içinde Ve başlarında Kendilerinden büyük yükler taşıyorlar Bütün Afrika kadınları gibi. Genç kızlar gördüm. Kara biberim, badem şekerim Ve naylon eteklikleri kabarık, Ve okur yazarlık Anadolu'dan yüksek. Ngorongoro kıraterine gittim. Volkanın ağzı çayırlar ve ağaçlarla kaplanmış. İki yüz kilometre kare, dediler. Turistik gergedanları gördüm, Turistik zürafaları, filleri. Sürülerle gezip tozuyorlar. Aralarından geçiyor jipimiz, burunlarının dibinden, Başlarını kaldırıp şöyle bir bakıyorlar, Tanıyorlar markasını otomobilin: Landrover Ve kederle çeviriyorlar başlarını öte yana, Bıkkınlık. Bir antiloplar alışamamış Landrover'e, Sıçraya sıçraya kaçtılar. Bir de bir akşam bir Amerikan turisti sızmış çayırlıkta, Arslanlar beklemiş başında sabaha kadar. Bakmışlar ayılmıyor, Yemişler. Mezarını gördüm. Taşında yazılı hikayesi. Dolaylarda Masailer yaşıyor çırılçıplak Bir avrat mahalleri örtülü. İri yarı insanlar. Kahverengine düşkün. Kahverengine boyanıyorlar. Kadınlarının kulak memeleri omuzlarına sarkıyor. Bir ağırlıkla filan uzatıyorlar. Masailer göçebe. Davarcı. Sığırlarının etini yiyor, sütünü ve kanını içiyorlar sıcak sıcak. Ve sürüye saldıran arslanı mızraklıyorlar kulaklarından tutup. Otelde bir kaat verdiler bize: Kıraterde en çok neyi beğendiniz? Filleri mi? Gergedanları mı? Antilopları mı? Nazım Hikmet |
Mektuplar -ix- Mektuplar -IX- Hapisten çıktığım günleri hatırlıyorum, Hapisten çıkarıldığım günleri değil, çıktığım, İçerde kendimin dışarda dostların Ve zamanların zorlamasıyla Çıktığım günleri hapisten., Sevinç. Düğün, bayram. Sevinç, Kibirli biraz, Biraz şaşkın. Sevinç. Dallarında hayallerin ve umutların parıltısı, Yemişleri değil, parıltısı. Ve yüksek sesle anlatmak hapisaneyi herkese ve kendine. Hapisane hala düşlerine girer, Uyanırsın sıçrayarak. Yakanı bırakmaz alışkanlıklarıyla yasakları hapisane yıllarının. Kapatamazsın mektuplarının zarflarını, Karavana vakitlerini, beklersin, Ve akşamlar kararınca kapının dışardan kilitlenmesini, Yanmasını ampullerin kendiliğinden. Sevinç. Düğün, bayram. Ama bayram günlerinin de sonu var bütün günler gibi. Bakarsın, evinin damı akıyor, Pencereler, kapılar onarılmak ister, Su getirtmek, açtırmak gazı, elektriği, Yatak çarşafı almak, tabak, çanak, kitap. Kolların hazır çalışmağa, Onlar içerde de çalıştırıldılar, Ama bilgi'n uyutuldu. Paran da yok. Borca batmak da tehlikeli. Nerden, neresinden, nasıl kurmağa başlamalı evini Hürriyetinin? Hapisten çıkanın haline benziyor hali Tanganika'nın. Nazım Hikmet |
Memede Son Mektubumdur Memede Son Mektubumdur Bir yandan cellatlar girdi araya, Bir yandan, oyun etti bana Bu mendebur yürek, Nasip olmayacak Memed'im yavrum, Seni bir daha görmek. Biliyorum, Buğday başağı gibi delikanlı olacaksın, Ben de öyleydim gençliğimde, Kumral, ince, uzun; Gözlerin ananınkiler gibi kocaman, Bazen de bir parça bir tuhaf mahzun; Alnın alabildiğine aydınlık; Herhalde sesin de olacak - Berbattı benimkisi - Türküler döktüreceksin yanık mi yanık... Konuşmasını mı bileceksin - Ben de becerirdim o işi Sinirlenmediğim zamanlar - Bal damlayacak dilinden. Vay, Memet, kızların çekeceği var Senin elinden. Müşküldür Babasız büyütmek erkek evladı. Ananı üzme oğlum, Ben güldürmedim yüzünü, Sen güldür. Anan, İpek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak; Anan, Nineliğinde bile güzel olacak Onu ilk gördüğüm günkü gibi, Boğaziçi’nde, On yedisinde Ay ışığı, gün ışığı, can eriği, Dünya güzeli. Anan, Ayrıldık bir sabah, Buluşmak üzre, Buluşamadık. Anan, Anaların en iyisi en akıllısı, Yüz yıl yaşar inşallah... Ölmekten, oğlum korkmuyorum, Ama ne de olsa İş arasında bazen İrkilip ansızın, Yahut yalnızlığında uyku öncesinin Günleri saymak biraz zor. Dünyada doymak olmuyor, Medet, Doymak olmuyor... Dünyada kiracı gibi değil, Yazlığa gelmiş gibi de değil, Yaşa dünyada babanın eviymiş gibi... Tohuma, toprağa, denize inan. İnsana hepsinden önce. Bulutu, makineyi, kitabi sev, İnsani hepsinden önce. Kuruyan dalın Sönen yıldızın Sakat hayvanın Duy kederini, Hepsinden önce de insanın. Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin Sevindirsin seni karanlık ve aydınlık, Sevindirsin seni dört mevsim. Ama hepsinden önce insan sevindirsin seni. Memet, Memleketler içinde bir şirin memlekettir Türkiye, Bizim memleket, İnsanı da, Su katılmamışı, Çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir, Ama dehşetli fakir. Memet, Ben dilimden, türkülerimden, Tuzumdan, ekmeğimden uzakta, Anana hasret, sana hasret, Yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim, Ama sürgünde değil, Gurbet ellerde değil, Öleceğim rüyalarımın memleketinde, Beyaz şehrinde en güzel günlerimin Nazım Hikmet |
Nasilsin Nasılsın İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime, Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar... Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime, Ardında taş duvarların her kaldığım zaman, Ne arayan beni, ne soran... Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu... Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli Nasılsın ? Nazım Hikmet |
Ne Güzel şey Hatirlamak Seni Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni Ne güzel şey hatırlamak seni: Ölüm ve zafer haberleri içinden, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin Ve saçlarında Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir Seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının, Güneşli bir rahatlık Ve etin daveti: Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş Sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, Yazamak sana dair, Hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek: Filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, Kendisi değil Edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine: Bir çekmece Bir yüzük, Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen Fırlayarak yerimden Penceremde demirlere yapışarak Hürriyetin sütbeyaz maviliğine Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: Ölüm ve zafer haberleri içinde, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Nazım Hikmet |
O Mavi Gözlü Bir Devdi O Mavi Gözlü Bir Devdi O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, Bahçesinde ebruli Hanımeli Açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için Hazırlanmıştı ki devin, Yapamazdı yapısını, Çalamazdı kapısını Bahçesinde ebruli Hanımeli Açan evin. O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın Yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, Girdi zengin bir cücenin kolunda Bahçesinde ebruliiii Hanımeli Açan eve. Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: Bahçesinde ebruli Hanımeli Açan ev.. Nazım Hikmet |
Otobiyografi Otobiyografi 1902'de doğdum Doğduğum şehre dönmedim bir daha Geriye dönmeyi sevmem Üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim On dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği Kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu Ve on dördümden beri şairlik ederim Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir Ben ayrılıkların Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını Ben hasretlerin Hapislerde de yattım büyük otellerde de Açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir Otuzumda asılmamı istediler Kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini Verdiler de Otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu Elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır Partimden koparmağa yeltendiler beni Sökmedi Yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü Sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım Şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile Aldattım kadınlarımı Konuşmadım arkasından dostlarımın İçtim ama akşamcı olmadım Hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana Başkasının hesabına utandım yalan söyledim Yalan söyledim başkasını üzmemek için Ama durup dururken de yalan söyledim Bindim tirene uçağa otomobile Çoğunluk binemiyor Operaya gittim Çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın Çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri Camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye Ama kahve falıma baktırdığım oldu Yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak Kansere yakalanmadım daha Yakalanmam da şart değil Başbakan filân olacağım yok Meraklısı da değilim bu işin Bir de harbe girmedim Sığınaklara da inmedim gece yarıları Yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında Ama sevdalandım altmışıma yakın Sözün kısası yoldaşlar Bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da İnsanca yaşadım diyebilirim Ve daha ne kadar yaşarım Başımdan neler geçer daha Kim bilir. Nazım Hikmet |
ölüme Dair Ölüme Dair Buyrun, oturun dostlar, Hoş gelip sefalar getirdiniz. Biliyorum, ben uyurken Hücreme pencereden girdiniz. Ne ince boyunlu ilâç şişesini Ne kırmızı kutuyu devirdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı Başucumda durup el ele verdiniz. Buyrun, oturun dostlar Hoş gelip sefalar getirdiniz. Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor? Osman oğlu Hâşim. Ne tuhaf şey, Hani siz ölmüştünüz kardeşim. İstanbul limanında Kömür yüklerken bir İngiliz şilebine, Kömür küfesiyle beraber Ambarın dibine... Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı Ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız Simsiyah başınızı. Kim bilir nasıl yanmıştır canınız... Ayakta durmayın, oturun, Ben sizi ölmüş zannediyordum, Hücreme pencereden girdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı Hoş gelip sefalar getirdiniz... Yayalar-köylü Yakup, İki gözüm, merhaba. Siz de ölmediniz miydi? Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp Çok sıcak bir yaz günü Yapraksız kabristana gömülmediniz miydi? Demek ölmemişsiniz? Ya siz? Muharrir Ahmet Cemil? Gözümle gördüm Tabutunuzun toprağa indiğini. Hem galiba Tabut biraz kısaydı boyunuzdan. Onu bırakın Ahmet Cemil, Vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan, O ilâç şişesidir Rakı şişesi değil. Günde elli kuruşu tutabilmek için, Yapyalnız Dünyayı unutabilmek için Ne kadar çok içerdiniz... Ben sizi ölmüş zannediyordum. Başucumda durup el ele verdiniz, Buyrun, oturun dostlar, Hoş gelip sefalar getirdiniz... Bir eski Acem şairi: Ölüm âdildir-diyor, Aynı haşmetle vurur şahı fakiri. Hâşim, Neden şaşıyorsunuz? Hiç duymadınız mıydı kardeşim, Herhangi bir şahın bir gemi ambarında Bir kömür küfesiyle öldüğünü? Bir eski Acem şairi: Ölüm âdildir -diyor. Yakup, Ne güzel güldünüz, iki gözüm. Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir... Fakat bekleyin, bitsin sözüm. Bir eski Acem şairi: Ölüm âdil... Şişeyi bırakın Ahmet Cemil. Boşuna hiddet ediyorsunuz. Biliyorum, Ölümün âdil olması için Hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz... Bir eski Acem şairi... Dostlar beni bırakıp, Dostlar, böyle hışımla Nereye gidiyorsunuz? Nazım Hikmet |
Pencereler Pencereler Sabaha karşı mıydı bilmiyorum Yoksa akşamüstü müydü Belkide gece yarısı Bilmiyorum Girdi odama pencereler Perdeli perdesiz Ben basma perdeleri severim Ama tül perdeler de vardı Kara ustorlar da Ustorları çekip çekip bırakıyordum Bir daha inmez oldu kimisi Kimisi bir daha çıkamadı yukarı Ve camları kırık pencereler Elimi kestim Kimi camsızdı büsbütün Camsız pencereler içime dokunur Camsız gözlükler gibi Pencereler Yağmur yağıyordu camlarınıza Kızıl saçları kederli uzun Ben alt dudağımda cıgaram Türkü söylüyordum içimden Yağmur sesini kendi sesimden çok severim Pencereler Beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz Bir deniz mavi yüzük taşından Serçe parmağıma geçirdim usulcacık Üç kere öptüm ağlayarak Öpüp alnıma koydum üç kere Pencereler Çıktım kırmızı velenseli yataktan Çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin Oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada Dışarda kar yağıyordu Ben kızamık çıkarıyordum Pencereler Sabaha karşı mıydı bilmiyorum Belki de gece yarısı Bilmiyorum Odamın içindeydi yıldızlar Ve gece kelebekleri gibi Çırpınıyorlardı camlarınızda Ben onlara dokunmaktan çekinerek Açtım sizi pencereler Salıverdim yıldızları geceye Aydınlık sınırsız hür geceye Yapma ayların geçtiği geceye Kurtlar duruyor ayın altında Hasta aç kurtlar Kurtlar duruyor önünde pencerenin Kadife perdeleri kapasam da sımsıkı Ordadırlar bilirim Gözetliyorlar beni Pencereler Düştüm bir pencereden Bir güzele bakarken Dünya halime güldü Güzel dönüp bakmadı Belki farkında değildi Pencereler Pencereler Kırk evin penceresi odama girdi Ben oturdum birinin içine Sarkıttım ayaklarımı bulutlara Bahtiyarım Diyebilirdim belki Nazım Hikmet |
Piraye Için Yazilmiş şiirler Piraye İçin Yazılmış Şiirler 22 Eylül 1945 Kitap okurum: İçinde sen varsın, Şarkı dinlerim: İçinde sen. Oturdum ekmeğimi yerim: Karşımda sen oturursun, Çalışırım: Karşımda sen. Sen ki, her yerde "hâzırı nâzır"ımsın, Konuşamayız seninle, Duyamayız sesini birbirimizin: Sen benim sekiz yıldır dul karımsın... 23 Eylül 1945 O şimdi ne yapıyor Şu anda, şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - Hey gülüm, Beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi... O şimdi ne yapıyor, Şu anda, şimdi, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, Okşuyor. Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, - Her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren Sevgili, canımın içi ayaklar!.. Ve ne düşünüyor Beni mi? Yoksa Ne bileyim Fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun Neden böyle bedbaht olduğunu mu? O şimdi ne düşünüyor, Şu anda, şimdi, şimdi?.. 24 Eylül 1945 En güzel deniz: Henüz gidilmemiş olandır. En güzel çocuk: Henüz büyümedi. En güzel günlerimiz: Henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: Henüz söylememiş olduğum sözdür... 30 Eylül 1945 Seni düşünmek güzel şey Ümitli şey Dünyanın en güzel sesinden en güzel Şarkıyı dinlemek gibi bir şey. Fakat artık ümit yetmiyor bana, Ben artık şarkı dinlemek değil Şarkı söylemek istiyorum... 1 Ekim 1945 Dağın üstünde: Akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var Dağın üstünde. Bugün de: Sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti Bugün de. Birazdan açar Kırmızı kırmızı: Gecesefeları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar Vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı... 6 Ekim 1945 Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır. Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır. Benim bağırasım gelir: -"Pîrâye, Pîrâye!.." diye Nazım Hikmet |
Piraye Için Piraye İçin Ne güzel şey hatırlamak seni; Ölüm ve zafer haberleri içinden, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin Ve saçlarında Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir Seni sevmek saadeti... Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, Güneşli bir rahatlık Ve etin daveti: Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş Sıcak Koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, Yazmak sana dair Hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: Filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, Kendisi değil Edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: Bir çekmece Bir yüzük, Ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım. Ve hemen Fırlayarak yerimden Penceremde demirlere yapışarak Hürriyetin sütbeyaz maviliğine Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: Ölüm ve zafer haberleri içinden, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Nazım Hikmet |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 12:02 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2