tualimforum.com

tualimforum.com (http://www.tualimforum.com/)
-   Türk Şairlerin Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/)
-   -   Nazım Hikmet Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/1154-nazim-hikmet-siirleri.html)

Eylül 18.03.08 17:46

Gözlerin
 
Gözlerin

Gözlerin gözlerin gözlerin,
İster hapisaneme, ister hastaneme gel,
Gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
Şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Kaç defa karşımda ağladılar
Çırılçıplak kaldı gözlerin
Altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
Fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
Sevinçli bahtiyar
Alabildiğine akıllı ve mükemmel
Dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
Ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
Ve her mevsim ve her saat İstanbul.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
Gün gelecek gülüm, gün gelecek,
Kardeş insanlar birbirine
Senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
Senin gözlerinle bakacaklar.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 17:47

Gözlerine Bakarken
 
Gözlerine Bakarken

Gözlerine bakarken
Güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
Bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
Kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
Durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:

Sırrını her gün bir parça veren
Fakat hiç bir zaman
Büsbütün teslim olmayacak olan...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 17:47

Günler
 
Günler

Geçip gitmiş günler gelin
Rakı için sarhoş olun
Islıkla bir şeyler çalın
Geberiyorum kederden.

İlerdeki güzel günler
Beni görmeyecek onlar
Bari selam yollasınlar
Geberiyorum kederden.

Başladığım bugünkü gün
Yarıda kalabilirsin,
Geceye varmadan yahut
Çok büyük olabilirsin...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 17:48

GÜZ
 
Güz

Günler gitgide kısalıyor,
Yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?

Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
İçtim yarıya kadar bir başıma
Seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?

Fakat işte ballı meyveler
Dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
Biraz daha gecikseydin eğer...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 17:49

Hapiste Yatacak Olana Bazi öğütler
 
Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler

Dünyadan, memleketinden, insandan
Umudum kesik değil diye
İpe çekilmeyip de
Atılırsan içeriye,
Yatarsan on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka,
-Sallansaydım ipin ucunda
Bir bayrak gibi keşke''
Demiyeceksin-
Yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık,
Boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat
Bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,K
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın
Dünyanın kalabalığına
Öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde,
Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
İçerde mektup beklemek,
Yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavena dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak,
Unut yaşını
Koru kendini bitten,
Bir de bahar akşamlarından;
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği,
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kimbilir,
Sevdiğin kadın sevmez olur,
Ufak bir iş deme,
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
Dağları, deryaları düşünmek iyi.
Durup dinlenmeden yazmayı,
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
Bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde onyıl, on beş yıl,
Daha da fazla hatta
Geçirilmez değil,
Geçirilir,
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 17:50

Hasret -i-
 
Hasret -I-

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
Belini sarmayalı,
Gözünün içinde durmayalı,
Aklının aydınlığına sorular sormayalı,
Dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekliyor beni
Bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
Yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta
Koşuyorum ardından.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 17:51

Hasret -ii-
 
Hasret -II-

Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
Boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
Sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 17:51

Hava Soğuk
 
Hava Soğuk

Hava puslu, soğuk
Kırlar koyu, kırmızı
Saman sarısı, ölü yeşil
Kış gelmek üzere oysaki gönül
Kışa girmeye hazır değil...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:36

Haydi Güle Güle Gülüm
 
Haydi Güle Güle Gülüm
Haydi güle gülü gülüm
Haydi güle güle
Hani ağlamak yoktu?
Ağlama kızım,
Gözüne batacak sürmelerin.
Taksiye bindin işte,
İşte hapishanesinde yattığım şehrin
Geçiyorsun içinden.
Şöför belki ben yaşta bir adam
Dikiz aynasından bakıyor sana
Anlıyor bu güzel kadının ağlamasını.
Belki onunda içerde yatanı vardır,
Belki tanır beni, belki kendiside bizdendir.
Biliyorum:
Demirlerden seyrettiğim bu şehir
Kaplıcalar
Türbeler
İpek fabrikaları ve kocaman bir çınardır.
Ve sahici insanları
Benim insanlarım
Nasılda perişan...
Fakat yüzlerine güneş vurmuş gibi olmuştur
Sen gözyaşları arasından
Onlara baktığın zaman.
Sen bu şehre bundan öncede geldin demek?
Sen bu şehre gelesinde beni aramayasın!
Öylemi? Ağla gülüm!
Hemde hüngür hüngür ağlamalısın.
Hayır ağlama, Allah belamı versin benim ağlama!
Etrafına bak:
Ben ve şehir çoktan arkada kaldık...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:38

Henüz Vakit Varken Gülüm
 
Henüz Vakit Varken Gülüm

Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
Henüz vakit varken, gülüm,
Yüreğim dalındayken henüz,
Ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
Öpmeliyim ağzından
Sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
Çiçeğini seyretmeliyiz onun,
Birden bana sarılmalısın, gülüm,
Korkudan, hayretten, sevinçten
Ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
Yıldızlar da çiselemeli,
İncecikten bir yağmurla karışarak.
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
Henüz vakit varken, gülüm,
Yüreğim dalındayken henüz,
Şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
Söğütlerin altından, gülüm,
Islak salkım söğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
En güzel, en yalansız,
Sonra da ıslıkla bir şey çalarak
Gebermeliyim bahtiyarlıktan
Ve insanlara inanmalıyız.
Yukarda taştan evler,
Girintisiz, çıkıntısız,
Birbirine bitişik
Ve duvarları ayışığından
Ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
Ve karşı yakada Luvur
Aydınlanmış ışıklarla
Aydınlanmış bizim için
Billur sarayımız...

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
Henüz vakit varken, gülüm,
Yüreğim dalındayken henüz,
Şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
Kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal.
Bir şat geçiyor,
Selamlıyalım gülüm,
Geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım.
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
Tatlı tatlı gülümsüyor.

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
Henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:39

Her Kitabimin Son Sözü
 
Her Kitabımın Son Sözü

Sen sanma ki sanatın
Damağında tadı var
Acı bir hıyar
Lezzeti gibi...

Mısralarımda yok benim
Gözyaşlarımın tadı,
Şiirlerim içilmez
İngiliz tuzu gibi

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:40

Hoşgeldin Kadinim
 
Hoşgeldin Kadınım

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
Yorulmuşsundur;
Nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
Ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
Susamışsındır;
Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
Acıkmışsındır;
Beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
Memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
Ayağını basdın odama
Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi güldün,
Güller açıldı penceremin demirlerinde ağladın,
Avuçlarıma döküldü inciler
Gönlüm gibi zengin
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:41

Hoşgeldin
 
Hoşgeldin

Hoş geldin!
Kesilmiş bir kol gibi
Omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
Bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
Taşı kırmakta,
Dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
Yürüyelim...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:43

Iki Sevda
 
İki Sevda

Bir gönülde iki sevda olamaz
Yalan olabilir.
Şehrinde soğuk yağmurların
Gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
Gözlerim tavana dikili
Bulutlar geçiyor tavandan
Islak asfaltı geçen kamyonlar gibi ağır
Ve sağda uzakta
Ak bir yapı
Yüz katlı belki
Tepesinde altın iğne parlıyor.
Bulutlar geçiyor tavandan
Karpuz kayıkları gibi güneş yüklü bulutlar
Oturmuşum cumbaya
Yüzüme suların ışığı düşüyor
Bir ırmak kıyısında mıyım
Bir deniz kıyısında mı?
O tepsideki ne
O güllü tepsideki
Yer çileği mi kara dut mu?
Fulya tarlasında mıyım
Karlı kayın ormanın da mı?
Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar
İki dilde

Dostlar nasıl bir araya geldiniz?
Birbirinizi tanımazsınız.
Nerde bekliyorsunuz beni?
Beyazıt' ta Çınarlı Kahve' de mi Gorki parkında mı?
Şehrinde soğuk yağmurların
Gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
Gözlerim yanıyor gözlerim alabildiğine açık
Bir hava çalındı
Armonikle başladı utla bitti.
İçimde sarmaş dolaş karmakarışıktı
Büyük uzak iki şehrin hasreti.

Fırlamak yataktan koşmak altında yağmurun
İstasyona koşmak
Sür kardeşim Makinist
Götür beni oraya.
Nereye?

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:45

Kadinlarimiz
 
Kadınlarımız

Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta,
Sanki gidenler hiçbir zaman
Hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
Ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
Başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
Ufacık kısacıktılar
Ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
Ve ayakları altından akan
Toprak,
Toprak,
Ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
Ve kağnılarda tahta yataklarında
Oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
Birbirlerinden gizleyerek
Bakıyorlardı ayın altında
Geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yarimiz
Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
Ve soframızdaki yeri
Öküzümüzden sonra gelen
Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
Ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
Işıltısında yere saplı bıçakların
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
Kadınlar,
Bizim kadınlarımız
Şimdi ayın altında
Kağnıların ve hartuçların peşinde
Harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
Aynı yürek ferahlığı,
Aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
İnce boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
Yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:46

Kar Yağiyor
 
Kar Yağıyor

Lambayı yakma, bırak,
Sarı bir insan başı
Düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor karanlıklara.
Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum.
Kar...
Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar...
Ve şehir kör bir insan gibi kaldı
Altında yağan karın.

Lambayı yakma, bırak!
Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
Dilsiz olduklarını anlıyorum.
Kar yağıyor
Ve ben hatırlıyorum.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:47

Kizil Saçlisina
 
Kızıl Saçlısına

Pembe yanaklı al dudaklı bir karım olursa eğer..
Olursa 24 ayar ahlaklı..
Anama bakar gibi bakar..
İlaha tapar gibi taparım..!

Ama...!
Kalleş çıkarsa karım..
Anam avradım olsun bir teneke benzin döker yakarım...!

Kimine göre kadın..!
Soğuk kış gecelerinde sarılıp yatmak içindir..

Kimine göre kadın..!
Sıcak harman gecelerinde zil takıp oynatmak içindir..

Kimine göre kadın..!
Ömür boyunca omuzumuzda taşıdığımız..
En büyük sevabımız ve en büyük vebalimizdir..

Ama sen kadınım..!
Benim için sen..
Ne o..
Ne bu..
Şusun sen..!
Benim can yoldaşım kavga arkadaşımsın...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:49

Kocalmaya Alişiyorum
 
Kocalmaya Alışıyorum

Kocalmaya alışıyorum dünyanın en zor zanaatına
Kapıları çalmaya son kere
Durup durmadan ayrılığa
Saatler, akarsınız, akarsınız, akarsınız...
Anlamaya çalışıyorum inanmayı yitirmenin pahasına.
Bir söz söyleyecektim sana söyleyemedim.
Dünyamda sabahleyin aç karına içilen cıgaramın tadı
Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı
Kıskanıyorum öylelerini kocaldıklarının farkında bile değiller
Öylesine başlarından aşkın işleri...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:50

Kosmosun Kardeşliği Adina
 
Kosmosun Kardeşliği Adına

Kosmosda bizden başka düşünen var mı?
Var
Bize benzer mi?
Bilmiyorum
Belki bizden güzeldir
Bizona benzer mesela ama çayırdan nazik
Belki de akarsuyun şankına benzer
Belki çirkindir bizden
Karıncaya benzer mesala ama tıraktörden iri
Belki de kapı gıcırtısına benzer
Belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
Belki tıpatıp bize benzer
Ve yıldızlardan birinde
Hangisinde bilmiyorum
Yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
Hangi dilde bilmiyorum
Yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
Tovariş diyecek
Söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
Ne üs kurmaya geldim yıldızına
Ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe
Kola kola satacak da değilim
Selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
Bedava ekmek ve bedava karanfil adına
Mutlu emeklerde mutlu dinlenmeler adına
"Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber"
Diyebilmek adına
Evlerin
Yurtların
Dünyaların
Ve kosmosun kardeşliği adına

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:52

Masallarin Masali
 
Masalların Masalı

Su başında durmuşuz
Çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor
Çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınarla bana.

Su başında durmuşuz,
Çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
Çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
Çınarla bana, bir de kediye.

Su başında durmuşuz,
Çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor,
Çınarın, benim, kedinin, bir de günesin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
Çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

Su başında durmuşuz,
Çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
Çınarın, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
Kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
Kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
Kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
Güneş kalacak;
Sonra o da gidecek...

Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:53

Mavi Liman
 
Mavi Liman

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:54

Mazi
 
Mazi

Kalbimde maziden bugün izler var
Her siyah saatım bu izle erir
Ruhumu geçmişin hicranı sarar
Doğanlar ölür ölen dirilir.

Anladım hayatmış mazinin adı
Yıllara karışan her şey ses verir
Hasretle doludur geçmişin yadı
Mazinin elemi bile tatlıdır...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:56

Mektuplar -i-
 
Mektuplar -I-

Saat dört
Yoksun
Saat beş
Yok
Altı, yedi,
Ertesi gün, daha ertesi
Ve belki
Kim bilir...
Hapisane avlusunda
Bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı.
Gelirdin,
Yan yana otururduk,
Kırmızı ve kocaman
Muşamba torban dizlerinde...
Kelleci Memedi hatırlıyor musun?
Sübyan koğuşundan.
Başı dört köşe,
Bacakları kısa
Ve kalın
Ve elleri ayaklarından büyük.
Kovanından bal çaldığı adamın
Taşla ezmiş kafasını.
'Hanım abla' derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
Tepemizde,
Yukarda,
Güneşe yakın,
Bir konserve kutusunun içinde...
Bir cumartesi gününü,
Hapisane çeşmesiyle ıslanan
Bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
Aklında mı:
'Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
Kim bilir nerede kalır ölümüz....? '
O kadar resmini yaptım senin
Bana birini bırakmadın.
Bende yalnız bir fotoğrafın var:
Bir başka bahçede
Çok rahat
Çok bahtiyar
Yem verip tavuklara gülüyorsun.
Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
Fakat pek ala gülebildik
Ve bahtiyar olmadık değil.
Nasıl haber aldık
En güzel hürriyete dair,
Nasıl dinledik ayak seslerini
Yaklaşan müjdelerin,
Ne güzel şeyler konuştuk
Hapisane bahçesinde...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 20:58

Mektuplar -ii-
 
Mektuplar -II-

Bir akşamüstü
Oturup
Hapishane kapısında
Rubailer okuduk Gazalî'den
Gece
Büyük lâciverdî bahçe.
Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.

Bir gün eğer,
Benden uzak,
Karanlık bir yağmur gibi,
Canını sıkarsa yaşamak
Tekrar Gazalî'yi oku.
Ve Pîrâyende'm benim,
Ben eminim
Sen sadece merhamet duyacaksın
Ölümün karşısında onun
Ümitsiz yalnızlığı
Ve muhteşem korkusuna.

Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana:
- Toprak bir kâsedir
Çömlekçinin rafında tâcidar,
Ve zafer yazıları
Yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin...'

Birikip sıçramalar.
Soğuk
Sıcak
Serin.

Ve büyük lâciverdi bahçede
Başsız ve sonsuz
Ve durup dinlenmeden
Devranı rakkaselerin...

Bilmiyorum, neden
Aklımda hep
İlkönce senden duyduğum
Çankırılı bir cümle var:
'Pamukladı mıydı kavaklar
Kiraz gelir ardından.'
Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
Fakat
Görmüyor, üstat,
Kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.

Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
Akşam.
Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
Çeşmeden akıyor su.
Ve jandarma karakolunun ışığında
Akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
Açıldı demirlerin dışında
Büyük, lâciverdî bahçem.
Aslolan hayattır...

Beni unutma Hatçem...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 21:00

Mektuplar -iii-
 
Mektuplar -III-

Bugün çarşamba:
- biliyorsun -
Çankırı'nın pazarı.
Demir kapımızdan geçip
Kamış sepetimizde bize kadar gelecek
Yumurtası, bulguru,
Yaldızlı, mor patlıcanları...

Dün köylerden inenleri seyrettim:
Yorgundular,
Kurnaz
Ve şüpheli,
Ve kaşlarının altında keder.
Erkekler eşeklerde,
Kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
Herhalde iki çarşambadır pazarda:
Kırmızı başörtülü
Kibirsiz' İstanbulluyu aramışlardır...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 21:01

Mektuplar -iv-
 
Mektuplar -IV-

Sıcaklar bildiğin gibi değil
Ve ben ki yalı uşağıyım,
Deniz ne kadar uzak...

İkiyle beş arası
Cibinliğin altına uzanarak
Ter içinde
Kımıldanmadan
Gözlerim açık
Dinliyorum sineklerin uğultusunu.
Biliyorum:
Şimdi avluda
Duvarlara çarpıyorlardır suyu,
Kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
Bir kezzap aydınlığı içindedir
Simsiyah kiremitleriyle şehir...

Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
Sonra kayboluyor birdenbire.
Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
Yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
Bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
Ve zaman zaman
Ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
Bir korku halinde tabiatı...

Bir zelzele olabilir.
Zaten üç günlük yere geldi,
Salladı çapanoğlu Yozgad'ı.
Ve yerlilerin kavlince:
Altı tekmil tuz madeni olduğundan
Yıkılacak Çankırı şehri
Kıyametten kırk gün önce.
Yatıp bir gece
Başın bir kalasla ezilmiş,
Çıkmamak sabaha...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
Daha bir hayli yaşamak.
Bunu birçok şey için istiyorum,
Birçok
Çok mühim şeyler.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 21:03

Mektuplar -v-
 
Mektuplar -V-

Saat beşte akşam oluyor:
İnsanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
Yağmur taşıdıkları belli.
Birçoğu
Elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanın yüz mumluğu,
Terzilerin gaz lambası yandı.
Terziler ıhlamur içiyorlar...
Kış geldi demektir...
Üşüyorum.
Fakat kederli değilim.
Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır:
Kış günleri hapisanede,
Sade hapisanede değil,
Bu kocaman
Bu ısınası
Bu ısınacak dünyada
Üşüyüp
Kederli olmamak...

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 21:04

Mektuplar -vi-
 
Mektuplar -VI-

Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah.
Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana:
Kıyısından seyredilen okyanus
Farksızdır Marmara açıklarından.
Yani demek istediğim:
Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova
Seyredilmeğe gelmez,
Okyanus yaşanılır.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 21:06

Mektuplar -vii-
 
Mektuplar -VII-

Çarşı pazar dolaştım karıcığım,
Not ettim fiyatları.
Tanganika dehşetli ucuzluk.
Mesela, güneş,
Hem de en olgunu, en kırmızısı,
Yağmur mesela,
Hem de aylarca şakırdayanı artsız arasız,
Yahut da boy boyu, çeşit çeşidi sıtmaların,
Yahu da kopkoyu esmer eller,
Turfandası da, olgunu da,
Hem de hepsinin tırnaklarıyla avuçları pembe,
Hatta muz,
Beş kiloluk hevenkleri,
Bir şişe Pepsi Kola'dan ucuz.
Sana bunları yazdım, iki gözüm, düşünüyorum,
Tanganika'dan pahalı mı benim Anadolu?
Kimi yerlerinde yağmur çok daha pahalı,
Kimi mevsimlerinde güneş,
Ama sıtmaların fiyatı,
Yahut da ellerin,
Hele parmakalrı kınalı olanların,
Hiç de bundan pahalı değil.
Muza gelince,
Bizde yetişmez,
Ama soğanla tuz,
Beş kilosu değil, birer kilosu,
Burdaki muz fiyatına.

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 21:08

Mektuplar -viii-
 
Mektuplar -VIII-

Nasılsın Tulyakova, ne alemlerdesin?
Saman sarısı saçlar nasılsınız?
Ne alemlerdesiniz mavi kirpikler?
Mavi kirpikler yol verin,
Gözlerinizin içini görmek istiyorum,
Dolaşmak içinde gözlerinizin ve rastlamak kendime,
Belki satırları arasında bir kitabın,
Belki ikinci Pesçannaya'da otobüs durağında,
Rastlamak kendime içinde gözlerinizin
Ve 'Merhaba Nazım! ' demek, 'Nicesin, mutlu musun? '
Moskova Irmağı'na selam ederim.
Kızıl Meydan'a fabrika bacalarına,
Tiyatroların tümüne selam ederim,
Evimizin, kapısına selam ederim,
İstanbul'un duvarda asılı resmine selam!

Beni sorarsanız, ben burda Kuzeydeyim iki gündür,
Aruşa'da, Moşi'de,
Karlı Klimancora dağının dolaylarında.
Turistik bir dağ.
Otellerde konforu İsviçre turistlerinin.
Cagga kabilesi yaşıyor Moşi'de.
Otellerde, kahveliklerde ve sizalllıklarda çalışıyorlar.
Sizallıklar İngilizlerin, Hintlilerin, rumların.
Cagga halkı güler yüzlü, akıllı, yumuşak.
Erkekleri gömlekli, şortlu, ama yalyanak çoğu
Ve bisiklete meraklıo.
Kadınları salınarak yürüyor
Alaca entarileri içinde
Ve başlarında Kendilerinden büyük yükler taşıyorlar
Bütün Afrika kadınları gibi.
Genç kızlar gördüm.
Kara biberim, badem şekerim
Ve naylon eteklikleri kabarık,
Ve okur yazarlık Anadolu'dan yüksek.

Ngorongoro kıraterine gittim.
Volkanın ağzı çayırlar ve ağaçlarla kaplanmış.
İki yüz kilometre kare, dediler.
Turistik gergedanları gördüm,
Turistik zürafaları, filleri.
Sürülerle gezip tozuyorlar.
Aralarından geçiyor jipimiz, burunlarının dibinden,
Başlarını kaldırıp şöyle bir bakıyorlar,
Tanıyorlar markasını otomobilin:
Landrover
Ve kederle çeviriyorlar başlarını öte yana,
Bıkkınlık.
Bir antiloplar alışamamış Landrover'e,
Sıçraya sıçraya kaçtılar.
Bir de bir akşam bir Amerikan turisti sızmış çayırlıkta,
Arslanlar beklemiş başında sabaha kadar.
Bakmışlar ayılmıyor,
Yemişler.
Mezarını gördüm.
Taşında yazılı hikayesi.

Dolaylarda Masailer yaşıyor çırılçıplak
Bir avrat mahalleri örtülü.
İri yarı insanlar.
Kahverengine düşkün.
Kahverengine boyanıyorlar.
Kadınlarının kulak memeleri omuzlarına sarkıyor.
Bir ağırlıkla filan uzatıyorlar.
Masailer göçebe.
Davarcı.
Sığırlarının etini yiyor, sütünü ve kanını içiyorlar sıcak sıcak.
Ve sürüye saldıran arslanı mızraklıyorlar kulaklarından tutup.

Otelde bir kaat verdiler bize:
Kıraterde en çok neyi beğendiniz?
Filleri mi?
Gergedanları mı?
Antilopları mı?

Nazım Hikmet

Eylül 18.03.08 21:12

Mektuplar -ix-
 
Mektuplar -IX-

Hapisten çıktığım günleri hatırlıyorum,
Hapisten çıkarıldığım günleri değil, çıktığım,
İçerde kendimin dışarda dostların
Ve zamanların zorlamasıyla
Çıktığım günleri hapisten.,
Sevinç.
Düğün, bayram.
Sevinç,
Kibirli biraz,
Biraz şaşkın.
Sevinç.
Dallarında hayallerin ve umutların parıltısı,
Yemişleri değil, parıltısı.
Ve yüksek sesle anlatmak hapisaneyi herkese ve kendine.
Hapisane hala düşlerine girer,
Uyanırsın sıçrayarak.
Yakanı bırakmaz alışkanlıklarıyla yasakları hapisane yıllarının.
Kapatamazsın mektuplarının zarflarını,
Karavana vakitlerini, beklersin,
Ve akşamlar kararınca kapının dışardan kilitlenmesini,
Yanmasını ampullerin kendiliğinden.
Sevinç.
Düğün, bayram.
Ama bayram günlerinin de sonu var bütün günler gibi.
Bakarsın, evinin damı akıyor,
Pencereler, kapılar onarılmak ister,
Su getirtmek, açtırmak gazı, elektriği,
Yatak çarşafı almak, tabak, çanak, kitap.
Kolların hazır çalışmağa,
Onlar içerde de çalıştırıldılar,
Ama bilgi'n uyutuldu.
Paran da yok.
Borca batmak da tehlikeli.
Nerden, neresinden, nasıl kurmağa başlamalı evini Hürriyetinin?
Hapisten çıkanın haline benziyor hali Tanganika'nın.

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 04:55

Memede Son Mektubumdur
 
Memede Son Mektubumdur

Bir yandan cellatlar girdi araya,
Bir yandan, oyun etti bana
Bu mendebur yürek,

Nasip olmayacak Memed'im yavrum,
Seni bir daha görmek.

Biliyorum,

Buğday başağı gibi delikanlı olacaksın,
Ben de öyleydim gençliğimde,
Kumral, ince, uzun;

Gözlerin ananınkiler gibi kocaman,
Bazen de bir parça bir tuhaf mahzun;
Alnın alabildiğine aydınlık;
Herhalde sesin de olacak
- Berbattı benimkisi -

Türküler döktüreceksin yanık mi yanık...
Konuşmasını mı bileceksin
- Ben de becerirdim o işi
Sinirlenmediğim zamanlar -

Bal damlayacak dilinden.
Vay, Memet, kızların çekeceği var
Senin elinden.

Müşküldür
Babasız büyütmek erkek evladı.

Ananı üzme oğlum,
Ben güldürmedim yüzünü,
Sen güldür.

Anan,
İpek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak;
Anan,
Nineliğinde bile güzel olacak
Onu ilk gördüğüm günkü gibi,
Boğaziçi’nde,
On yedisinde
Ay ışığı, gün ışığı, can eriği,
Dünya güzeli.

Anan,
Ayrıldık bir sabah,
Buluşmak üzre,
Buluşamadık.

Anan,
Anaların en iyisi en akıllısı,
Yüz yıl yaşar inşallah...

Ölmekten, oğlum korkmuyorum,
Ama ne de olsa
İş arasında bazen
İrkilip ansızın,

Yahut yalnızlığında uyku öncesinin
Günleri saymak biraz zor.

Dünyada doymak olmuyor, Medet,
Doymak olmuyor...

Dünyada kiracı gibi değil,
Yazlığa gelmiş gibi de değil,
Yaşa dünyada babanın eviymiş gibi...
Tohuma, toprağa, denize inan.
İnsana hepsinden önce.

Bulutu, makineyi, kitabi sev,
İnsani hepsinden önce.

Kuruyan dalın
Sönen yıldızın
Sakat hayvanın
Duy kederini,
Hepsinden önce de insanın.

Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin
Sevindirsin seni karanlık ve aydınlık,
Sevindirsin seni dört mevsim.
Ama hepsinden önce insan sevindirsin seni.
Memet,
Memleketler içinde bir şirin memlekettir
Türkiye,
Bizim memleket,
İnsanı da,
Su katılmamışı,
Çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir,
Ama dehşetli fakir.

Memet,
Ben dilimden, türkülerimden,
Tuzumdan, ekmeğimden uzakta,
Anana hasret, sana hasret,
Yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim,
Ama sürgünde değil,
Gurbet ellerde değil,

Öleceğim rüyalarımın memleketinde,
Beyaz şehrinde en güzel günlerimin

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 04:59

Nasilsin
 
Nasılsın

İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime,
Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar...
Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime,
Ardında taş duvarların her kaldığım zaman,
Ne arayan beni, ne soran...

Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu...
Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın.
İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli
Nasılsın ?

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:02

Ne Güzel şey Hatirlamak Seni
 
Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni

Ne güzel şey hatırlamak seni:
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
Ve saçlarında
Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
Seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
Güneşli bir rahatlık
Ve etin daveti:
Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
Sıcak koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
Yazamak sana dair,
Hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
Filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
Kendisi değil
Edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
Bir çekmece
Bir yüzük,
Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
Fırlayarak yerimden
Penceremde demirlere yapışarak
Hürriyetin sütbeyaz maviliğine
Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
Ölüm ve zafer haberleri içinde,
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:03

O Mavi Gözlü Bir Devdi
 
O Mavi Gözlü Bir Devdi

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
Bahçesinde ebruli
Hanımeli
Açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
Hazırlanmıştı ki devin,
Yapamazdı yapısını,
Çalamazdı kapısını
Bahçesinde ebruli
Hanımeli
Açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
Yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
Girdi zengin bir cücenin kolunda
Bahçesinde ebruliiii
Hanımeli
Açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
Bahçesinde ebruli
Hanımeli
Açan ev..

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:05

Otobiyografi
 
Otobiyografi

1902'de doğdum
Doğduğum şehre dönmedim bir daha
Geriye dönmeyi sevmem
Üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
On dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
Kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
Ve on dördümden beri şairlik ederim

Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
Ben ayrılıkların
Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
Ben hasretlerin

Hapislerde de yattım büyük otellerde de
Açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

Otuzumda asılmamı istediler
Kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
Verdiler de
Otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
Elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

Partimden koparmağa yeltendiler beni
Sökmedi
Yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

Sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
Şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
Aldattım kadınlarımı
Konuşmadım arkasından dostlarımın

İçtim ama akşamcı olmadım
Hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

Başkasının hesabına utandım yalan söyledim
Yalan söyledim başkasını üzmemek için
Ama durup dururken de yalan söyledim

Bindim tirene uçağa otomobile
Çoğunluk binemiyor
Operaya gittim
Çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
Çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
Camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
Ama kahve falıma baktırdığım oldu

Yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

Kansere yakalanmadım daha
Yakalanmam da şart değil
Başbakan filân olacağım yok
Meraklısı da değilim bu işin
Bir de harbe girmedim
Sığınaklara da inmedim gece yarıları
Yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
Ama sevdalandım altmışıma yakın
Sözün kısası yoldaşlar
Bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
İnsanca yaşadım diyebilirim
Ve daha ne kadar yaşarım
Başımdan neler geçer daha
Kim bilir.

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:07

ölüme Dair
 
Ölüme Dair

Buyrun, oturun dostlar,
Hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
Hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
Ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
Başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
Hoş gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
Hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
Kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
Kömür küfesiyle beraber
Ambarın dibine...

Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
Ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
Simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
Ben sizi ölmüş zannediyordum,
Hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
Hoş gelip sefalar getirdiniz...

Yayalar-köylü Yakup,
İki gözüm, merhaba.

Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
Çok sıcak bir yaz günü
Yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
Tabutunuzun toprağa indiğini.

Hem galiba
Tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
Vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
O ilâç şişesidir
Rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
Yapyalnız
Dünyayı unutabilmek için
Ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
Buyrun, oturun dostlar,
Hoş gelip sefalar getirdiniz...

Bir eski Acem şairi:
Ölüm âdildir-diyor,
Aynı haşmetle vurur şahı fakiri.

Hâşim,
Neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
Herhangi bir şahın bir gemi ambarında
Bir kömür küfesiyle öldüğünü?

Bir eski Acem şairi:
Ölüm âdildir -diyor.
Yakup,
Ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi:
Ölüm âdil...
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
Ölümün âdil olması için
Hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
Dostlar, böyle hışımla
Nereye gidiyorsunuz?

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:10

Pencereler
 
Pencereler

Sabaha karşı mıydı bilmiyorum
Yoksa akşamüstü müydü
Belkide gece yarısı
Bilmiyorum
Girdi odama pencereler
Perdeli perdesiz
Ben basma perdeleri severim
Ama tül perdeler de vardı
Kara ustorlar da
Ustorları çekip çekip bırakıyordum
Bir daha inmez oldu kimisi
Kimisi bir daha çıkamadı yukarı
Ve camları kırık pencereler
Elimi kestim
Kimi camsızdı büsbütün
Camsız pencereler içime dokunur
Camsız gözlükler gibi

Pencereler
Yağmur yağıyordu camlarınıza
Kızıl saçları kederli uzun
Ben alt dudağımda cıgaram
Türkü söylüyordum içimden
Yağmur sesini kendi sesimden çok severim

Pencereler
Beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz
Bir deniz mavi yüzük taşından
Serçe parmağıma geçirdim usulcacık
Üç kere öptüm ağlayarak
Öpüp alnıma koydum üç kere

Pencereler
Çıktım kırmızı velenseli yataktan
Çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin
Oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada
Dışarda kar yağıyordu
Ben kızamık çıkarıyordum

Pencereler
Sabaha karşı mıydı bilmiyorum
Belki de gece yarısı
Bilmiyorum
Odamın içindeydi yıldızlar
Ve gece kelebekleri gibi
Çırpınıyorlardı camlarınızda
Ben onlara dokunmaktan çekinerek
Açtım sizi pencereler
Salıverdim yıldızları geceye
Aydınlık sınırsız hür geceye
Yapma ayların geçtiği geceye

Kurtlar duruyor ayın altında
Hasta aç kurtlar
Kurtlar duruyor önünde pencerenin
Kadife perdeleri kapasam da sımsıkı
Ordadırlar bilirim
Gözetliyorlar beni

Pencereler
Düştüm bir pencereden
Bir güzele bakarken
Dünya halime güldü
Güzel dönüp bakmadı
Belki farkında değildi

Pencereler
Pencereler
Kırk evin penceresi odama girdi
Ben oturdum birinin içine
Sarkıttım ayaklarımı bulutlara
Bahtiyarım
Diyebilirdim belki

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:12

Piraye Için Yazilmiş şiirler
 
Piraye İçin Yazılmış Şiirler

22 Eylül 1945

Kitap okurum:
İçinde sen varsın,
Şarkı dinlerim:
İçinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim:
Karşımda sen oturursun,
Çalışırım:
Karşımda sen.
Sen ki, her yerde "hâzırı nâzır"ımsın,
Konuşamayız seninle,
Duyamayız sesini birbirimizin:
Sen benim sekiz yıldır dul karımsın...

23 Eylül 1945

O şimdi ne yapıyor
Şu anda, şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
- Hey gülüm,
Beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi...

O şimdi ne yapıyor,
Şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
Okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
- Her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
Sevgili, canımın içi ayaklar!..
Ve ne düşünüyor
Beni mi?
Yoksa
Ne bileyim
Fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
Neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
Şu anda, şimdi, şimdi?..

24 Eylül 1945

En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür...

30 Eylül 1945

Seni düşünmek güzel şey
Ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden en güzel
Şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum...

1 Ekim 1945

Dağın üstünde:
Akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var
Dağın üstünde.
Bugün de:
Sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti
Bugün de.
Birazdan açar
Kırmızı kırmızı:
Gecesefeları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
Vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...

6 Ekim 1945

Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir: -"Pîrâye, Pîrâye!.." diye

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:14

Piraye Için
 
Piraye İçin

Ne güzel şey hatırlamak seni;
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
Ve saçlarında
Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
Seni sevmek saadeti...
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
Güneşli bir rahatlık
Ve etin daveti:
Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
Sıcak
Koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
Yazmak sana dair
Hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
Filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
Kendisi değil
Edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
Bir çekmece
Bir yüzük,
Ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.
Ve hemen
Fırlayarak yerimden
Penceremde demirlere yapışarak
Hürriyetin sütbeyaz maviliğine
Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Nazım Hikmet


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 12:02 .

Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2