tualimforum.com

tualimforum.com (http://www.tualimforum.com/)
-   Türk Şairlerin Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/)
-   -   Nazım Hikmet Şiirleri (http://www.tualimforum.com/turk-sairlerin-siirleri/1154-nazim-hikmet-siirleri.html)

Eylül 19.03.08 05:23

Saman Sarisi
 
Saman Sarısı

Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
Ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
Peronda benden başka da kimseler yoktu
Durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralıktı
Genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
Üst ranzada uyuyanı göremedim
Habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
Bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
Baktım arkasından
Üst ranzada ben uyuyorum
Varşova'da Biristol Oteli'nde
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
Oysa karyolam tahtaydı dardı
Genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Ak boynu uzundu yuvarlaktı
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Oysa karyolası tahtaydı dardı
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
Oysa karyolalar tahtaydı dardı
İniyorum merdivenleri dördüncü kattan
Asansör bozulmuş yine
Aynaların içinde iniyorum merdivenleri
Belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
Üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir
Gül açıldı ağır ağır
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
Taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
Şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
Yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum
Yudum şehirlerimizin hasretini
İki şey var ancak ölümle unutulur
Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
Kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
Yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Çıktılar önüme ansızın
Oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
Bir mangaydılar
Kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
Kolları kollarında gamalı haç işaretleri
Elleri ellerinde otomatikleri vardı
Omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
Omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
Hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
Ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
Yürüdük
Korktukları hem de hayvanca korktukları belli
Gözlerinden belli diyemem
Başları yok ki gözleri olsun
Korktukları hem de hayvanca korktukları belli
Belli çizmelerinden
Korku belli mi olur çizmelerden
Oluyordu onlarınki
Korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
Bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
Her sese her kımıltıya ateş ediyorlar
Hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
Ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
Ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
Ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
Ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
Ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
Bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
Bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
Derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun Saçlarından sicim
Ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin İçinde sıcak
Bir fırancala gibi
Vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
Kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
Bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
Tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
Girdim büyük salona genç bir kadınla
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
Bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler Bebekevlerindeki gibi
Ve sen bundan dolayı
Bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
Belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
Uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
Ak boynun uzundu yuvarlaktı
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
Ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
Vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
Ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın Arasında
Onu oraya sen koydun
Bir taş kuyunun dibindeki suydu
Bakıyorum eğilip
Bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
Sesleniyorum
Seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
Ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
Gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
Kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
Cıgaranın ucunda senin
Ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
Ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
Aklından geçenlerdeydi ayrılık
Benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
Ayrılık rahatlığındaydı senin
Senin güvenindeydi bana
Büyük korkundaydı ayrılık
Birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
Oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
Ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
Ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
Tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
Vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
Yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
Vakit hızla akıyordu geriye doğru
Ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
Ardımızdan koşuyordu önümüze
Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor
Bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
Ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end Rol oynuyor Katolik öğrencilerle
Vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
Vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
Orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
Ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
Ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan Borozan gece
Yarısını çaldı
Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
Şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
Ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
Borazan iç rahatlığıyla öldü
Ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden Öldürülmenin acısını
düşündüm
Vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir Vapur
İskelesi gibi arkada kaldı
Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
Yağmurlar içindeydi Prag
Bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
Kapağını açtım
İçinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
Habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
Baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
Yağmurlar içindeydi Prag
Sen yoksun
Uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
Üst ranza bomboş
Sen yoksun
Yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
İçinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
Söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
Yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor kö p rülerin altından
Sokaklar bomboş
Bütün pencerelerde perdeler inik
Tıramvaylar bomboş geçiyor
Biletçileri vatmanları bile yok
Kahveler bomboş
Lokantalar barlar da öyle
Vitrinler bomboş
Ne kumaş ne kristal ne et ne şarap
Ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
Ne bir karanfil
Şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi Yalnızlıkta on kat
Artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Kö p rü
- Sü'nden martılara ekmek atıyor
Gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
Her lokmayı
Vakitleri yakalamak istiyorum
Parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
Yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
Üst ranzada uyuyanı göremedim
Ben değilim bir uyuyan varsa orda
Belki de üst ranza boş
Moskova'ydı üst ranzadaki belki
Duman basmış Leh toprağını
İrest'i de basmış
İki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
Ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar
Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
Karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
Yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
Garson kız tanıdı beni
İki piyesimi seyretmiş Moskova'da
Garda genç bir kadın beni karşıladı
Beli karınca belinden ince
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Tuttum elinden yürüdük
Yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
O yıl erken gelmişti bahar
O günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
Yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa
Ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin
Sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
Ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
Ama yine de ansızın yitirdim seni
Asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
Bulvarlar karlı
Seninkiler yok ayak izleri arasında
Botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım
Milisyonerlere sordum
Görmediniz mi
Eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
Elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
Milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
görmedik
İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç
mavna
Gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
Seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına
Seslenemedim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı
Yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu
Seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan
görmedik
Girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara
Ve yalnız kadınlara soruyorum
Yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
Al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
Ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
Belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama Onlardan
Bana ne
Güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
Görmediniz mi
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman
Prag'da aldı
görmedik
Vakitlerle yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
Onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm
kopuyor
Ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor
Önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni
Tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin
Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı
Konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri
Sancılar içindeydi ve dünya güzeldi
Lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin
Sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara
Gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum
görmedik
Çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi
Oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan
Yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda
Oralarda on dokuz yaşıma rastladım
Birbirimizi birden tanıdık
Oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile
Ama yine de birbirimizi birden tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik
Ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor
Uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir
Ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı
Üşüyorum hele ellerim ayaklarım
Oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü
Çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak
Ağzında ham bir elmanın tadı dünya
On dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki
Gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış
Ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden
Onun başına gelecekleri bir ben biliyorum
Çünkü inandım onun bütün inandıklarına
Sevdim seveceği bütün kadınları
Yazdım yazacağı bütün şiirleri
Yattım yatacağı bütün hapislerde
Geçtim geçeceği bütün şehirlerden
Hastalandım bütün hastalıklarıyla
Bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri
Bütün yitireceklerini yitirdim
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman
görmedim

On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı'ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a
Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz
Evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp
Dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha Bundan
Haberim yok
Meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki Otel
Odamda
Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından
Ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen
Irmağını rıhtımında yıldızların
Bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris Damlarının
Bacalarına karışmış
Yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
Saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
Çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le
Meydanda fırdönen Celâlettin'den konuşuyoruz
Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor
Ben renkleri yemiş gibi yerim
Ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar
Bizim Abidin de öyle Avni de Levni de
Mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler
Ve şairleri ressamları çalgıcıları onların
Hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın Meydanlığında
Suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp
Öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakitleri tuvalinde Abidin'in
Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi
Genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde
Onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç Kere
Bulacağım
İşte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırmağına
Sen Mişel Kö p rüsü'nden
Ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir Sabah çiselerken aydınlık
Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte
Ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa Ne
Pabuç eskisine
Atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret
Eski yerinde kalacak.
Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakların
Damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım
Parmaklarımın ağırlığı yok
Parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına
Dönecekler başımın üstünde
Sağım yok solum yok yukarım aşağım yok
Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin
Ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü
Bilmediğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan Arasında yatan
Genç kadının
Küba'dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
Çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
Resmini yapabilir misin üstat
Yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini Yapabilir misin
Bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz Kıyısına yakın
Bir duvarın üstünde bir el gördüm
Ferah bir türküydü duvar
El okşuyordu duvarı
El altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
On yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır
Nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
Yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
Yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
Otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz
Kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu
Okşuyordu duvarı
Sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem
Kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya Kavuşan ve
Okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini
Kocaman bir el
Deniz kaplumbağası bir el
Ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el
Artık bütün sevinçlere inanan bir el
Güneşli denizli kutsal bir el
Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla Fışkırıp
Yeşerip ballanan umutların eli
1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok Rahat evler
Gibi ağaçlar diken ellerden biri
Çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri
Mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el
Yalansız hürriyetin eli
Fidel'in sıktığı el
Ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet Sözcüğünü
Yazan el
Hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların Balkutusu bir
Karpuzu kesiyorlarmış gibi
Ve gözleri parlıyor erkeklerinin
Ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne
Ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor
Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
Hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının
Akşam oluyor Paris'te
Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski
Yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü
Bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan
Düşünüyorum ve anlıyorum ki
Bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri
Sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor
Onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur.
Paris'te bir kestane ağacı olacak
Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası
İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından
Hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı
Gidip elini öpmek isterdim
Varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını
Dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip
Alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman
Sarısı, belâsı başımın.

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:25

Sebastian Bach
 
Sebastian Bach

Güz sabahı üzüm bağında
Sıra sıra büklüm büklüm
Kütüklerin tekrarı.
Kütüklerde salkımların,
Salkımlarda tanelerin,
Tanelerde aydınlığın.

Geceleyin çok büyük çok beyaz evde,
Herbirinde ayrı ışık,
Pencerelerin tekrarı.

Yağan bütün yağmurların tekrarı
Toprağa, ağaca, denize,
Elime, yüzüme, gözüme
Ve camda ezilen damlalar.

Günlerimin tekrarı
Birbirine benzeyen,
Benzemeyen günlerimin.

Örülen örgüdeki tekrar,
Yıldızlı gökyüzündeki tekrar
Ve bütün dillerde 'seviyorum'un tekrarı
Ve yapraklarda ağacın tekrarı.
Ve her ölüm döşeğinde acısı tez biten yaşamanın.

Yağan kardaki tekrar,
İncecikten yağan karda,
Lapa lapa yağan karda,
Buram buram yağan karda
Esen tipide savrularak
Ve yolumu kesen kardaki tekrar.

Çocuklar koşuyor avluda.
Avluda koşuyor çocuklar.
İhtiyar bir kadın geçiyor sokaktan.
Sokaktan ihtiyar bir kadın geçiyor.
Geçiyor sokaktan ihtiyar bir kadın.

Geceleyin çok büyük, çok beyaz evde
Herbirinde ayrı ışık,
Pencerelerin tekrarı.

Salkımlarda tanelerin,
Tanelerde aydınlığın.

Yürümek iyiye, haklıya, doğruya
Dövüşmek yolunda iyinin, haklının, doğrunun
Zaptetmek iyiyi, haklıyı, doğruyu.

Sessiz gözyaşın ve gülümsemen gülüm,
Hıçkırıkların ve kahkahan gülüm.
Pırıl pırıl bembeyaz dişli kahkahanın tekrarı.

Güz sabahı üzüm bağında
Sıra sıra, büklüm büklüm
Kütüklerin tekrarı.
Kütüklerde salkımların,
Salkımlarda tanelerin,
Tanelerde aydınlığın,
Aydınlıkta yüreğimin.

Tekrardaki mucize gülüm,
Tekrarın tekrarsızlığı!

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:26

Sen Benim Sarhoşluğumsun
 
Sen Benim Sarhoşluğumsun

Sen benim sarhoşluğumsun
Ne ayıldım
Ne ayılabilirim
Ne ayılmak isterim
Başım ağır
Dizlerim parçalanmış
Üstüm başım çamur içinde
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:27

Sen
 
Sen

En güzel günlerimin
Üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
En güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
Yer yer tırnaklarımla kazıdım
Hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
Üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
Biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
Bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
Beraber geçmiş günlerimiz var;
Senin
ve benim
En güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
Ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
Kendi oğluyla yatan,
Kızlarının körpe etini satan
Bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
Günde on kaat,
Bir çift rugan pabuç,
Sıcak bir döşek
Ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
Üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
Biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
Düşman bile değiliz..

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:28

Seni Düşünmek
 
Seni Düşünmek

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:29

Seni Düşünürüm
 
Seni Düşünürüm

Seni düşünürüm
Anamın kokusu gelir burnuma
Dünya güzeli anamın

Binmişsin atlıkarıncasına içimdeki bayramın
Fırdönersin eteklerinle saçların uçuşur
Bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü

Sebebi ne
Seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
Sen böyle uzakken senin sesini duyup
Yerimden fırlamamın sebebi ne?

Diz çöküp bakarım ellerine
Ellerine dokunmak isterim
Dokunamam
Arkasından camın
Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm
Alaca karanlığımda oynadığım dramın...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:29

Senin Resmini Ben Yapacağim
 
Senin Resmini Ben Yapacağım

Kimseler yapamaz senin resmini
Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin
Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında
Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler

Bizden en uzak gezegenin kederi
Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin
Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerinde
Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır

Kimseler yapamaz senin resmini
Kıyıdan açılanın tan yerinden esenin
Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde

Aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna geceleri
Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri
Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde

Senin resmini ben yapacağım...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:30

Sensiz Paris
 
Sensiz Paris

Sensiz paris gülüm bir havai fişeği
Bir kuru gürültü kederli bir ırmak
Yıktı mahfetti beni
Pariste durup dinlenmeden gülüm seni çağırmak...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:30

Sesimiz
 
Sesimiz

Çeneni avuçlarının içine alıp,
Duvara dalıp
kalma! .
Çeneni avuçlarının içine alma! .
Kalk!
Pencereye gel!
Bak!
Dışarda gece bir cenup denizi gibi güzel,
Çarpıyor pencerene dalgaları..
Gel!
Dinle havaları:
Havalar seslerin yoludur,
Havalar seslerle doludur:
Toprağın, suyun, yıldızların
Ve bizim seslerimizle...
Pencereye gel!
Havaları dinle bir:
Sesimiz yanındadır,
Sesimiz seninledir...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:31

Sevgilim Yalan Söylersem
 
Sevgilim Yalan Söylersem

Sevgilim yalan söylersem sana
Kopsun ve mahrum kalsın dilim
Seni seviyorum demek bahtiyarlığından

Sevgilim yalan yazarsam sana
Kurusun ve mahrum kalsın elim
Okşayabilmek saadetinden seni

Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim
İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar
Ve göremesinler seni bir daha...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:32

Seviyorum Seni
 
Seviyorum Seni

Seviyorum seni
Ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
Neyin nesi belirsiz
Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
Denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
İçimde kımıldayan birşeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:32

Sicaklarda
 
Sıcaklarda

Bu sıcaklarda seni düşünüyorum
Çıplaklığını
Boynunu bileklerini
Minderde ak bir kuş gibi yatan ayağını
Senin söylediklerini.

Bu sıcaklarda seni düşünüyorum
Bilmiyorum aklımda en çok kalan ne
Gözümün önüne gelen
Boynun mu bileklerin mi
Çıplak ayağın mı
Bana benim olurken söylediklerin mi?

Bu sarı sıcaklarda seni düşünüyorum
Bu sarı sıcaklarda bir otel odasında seni düşünüp
Yalnızlığımı soyunuyorum
Biraz da ölüme benzeyen yalnızlığımı.

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:33

Sofra
 
Sofra

Şu Varna deli etti beni,
divâne etti.
Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası,
Radyoda "Ha uşaklar!" Karadeniz havası,
Rakı kadehte aslan sütü, anason,
uy anason kokusu!
Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim...
A be islâh be, islâh be hâlim...
Şu Varna deli etti beni
divâne etti...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:34

Son Otobüs
 
Son Otobüs

Gece yarısı,son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde,
Ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz ve kedersiz.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
Elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından baltalayarak
Nede kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
Çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
Ne böylesine hür.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
Karşıma çıkıveriyor geçmişten
Bir söz
Bir konu
Bir el işareti.

Söz dostça
Koku güzel,
El eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hatıraların daveti
Hatıralardan şikayetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikayetim yok zaten,
Yüreğimin durup dinlenmeden
Kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nazırın, ne katibin şakşağı.
Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı,
Güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
Hatta en güzel yalan
Beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
Ne başkasının ki, nede kendiminki.

İşte böyle gülüm,
İyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
Başladım soyunmağa.
Bir tren penceresiydim,
Bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
Şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankisinden sarı,
Kar her zamankinden temiz.

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:35

Nazim'in Son şiiri
 
Son Şiiri

( Nazım'ın son şiiri )

Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana

Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:36

şaşip Kalmak
 
Şaşıp Kalmak

Sevebilirim,
Hem de nasıl,
Dile benden ne dilersen,
Canımı, gözlerimi

Kızabilirim,
Ağzım köpürmez,
Ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,
Devenin öfkesi, kinciliği değil.

Anlayabilirim
Çoğu kere burnumla,
Yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak
Ve döğüşebilirim,
Doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, Herkes için,
Yaşım başım buna engel değil,
Ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç Gözleriyle bırakıp gitti beni.
Yazık.

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:37

Vatan Haini
 
Vatan Haini


"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
Bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
Fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
Vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
Ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:38

Vera Için
 
Vera İçin

Bir ağaç var içimde
Fidesini getirmişim güneşten.
Salınır yaprakları ateş balıkları gibi
Yemişleri kuşlar gibi ötüşür.

Yolcular füzelerden
Çoktan indi içimdeki yıldıza.
Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar,
Komuta, böbürlenme, yalvarıp yakarma yok.

İçimde ak bir yol var.
Karıncalar buğday taneleriyle
Bayram çığlıklarıyla kamyonlar gelir geçer
Ama yasak, geçemez cenaze arabası

İçimde mis kokulu
Kızıl bir gül gibi duruyor zaman.
Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,
Çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:39

Vera Uyandi
 
Vera Uyandı

İskemleler ayakta uyuyor
Masa da öyle
Serilmiş yatıyor sırtüstü kilim
Yummuş nakışlarını
Ayna uyuyor
Pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri
Uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon
Karşı damda bacalar uyuyor
Kaldırımda akasyalar da öyle
Bulut uyuyor
Göğsünde yıldızıyla
Evin içinde dışında uykuda aydınlık
Uyandın gülüm
İskemleler uyandı
Köşeden köşeye koşuştular
Masa da öyle
Doğrulup oturdu kilim
Nakışları açıldı katmer katmer
Ayna seher vakti gölü gibi uyandı
Açtı kocaman mavi gözlerini pencereler
Uyandı balkon
Toparladı bacaklarını boşluktan
Tüttü karşı damda bacalar
Kaldırımlar akasyalar ötüştü
Bulut uyandı
Attı göğsündeki yıldızı odamıza
Evin içinde dışında uyandı aydınlık
Doldu saçlarına senin
Dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:41

Yaşamaya Dair I - Ii - Iii
 
Yaşama Dair I - II - III
-I-

Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Yani o derecede, öylesine ki,
Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin,
Beyaz gömleğinle bir laboratuarda
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel en gerçek şeyin
Yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yanı ağır bastığından.

1947

-II-

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
Yani, beyaz masadan,
Bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
Biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
Hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
Yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
En son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
Diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
Yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
Fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
Belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
Yaşımız da elliye yakın,
Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
Yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

1948

-III-

Bu dünya soğuyacak,
Yıldızların arasında bir yıldız,
Hem de en ufacıklarından,
Mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
Yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
Hatta bir buz yığını
Yahut ölü bir bulut gibi de değil,
Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
Duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...

1948

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:42

Yine Sana Dair
 
Yine Sana Dair

Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.

Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
Ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin.

Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
Fakat asla ümitsizliği değil...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:43

Yine Memleketimin üstüne Söylenmiştir
 
Yine Memleketimin Üstüne Söylenmiştir

Memleketim, memleketim, memleketim,
Ne kasketim kaldı senin ora işi
Ne yollarını taşımış ayakkabım,
Son mintanım da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
Enfarktinda yüreğimin,
Alnımın çizgilerindesin memleketim,
Memleketim,
Memleketim...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:43

Yumdum Gözlerimi
 
Yumdum Gözlerimi

Yumdum gözlerimi
Karanlıkta sen varsın
Karanlıkta sırtüstü yatıyorsun
Karanlıkta bir altın üçgendir alnın ve bileklerin

Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim
Yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar
Şimdi orda herşey seninle başlıyor
Şimdi orda hiçbir şey yok senden önceme ait
Ve sana ait olmayan...

Nazım Hikmet

Eylül 19.03.08 05:44

Yürümek
 
Yürümek

Yürümek;
Yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,
Havaları boydan boya yarıp ikiye
Karanlığın gözüne bakarak yürümek..
Yürümek;
Dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup,
Kelleni orta yere
Yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek ..
Yürümek;

Yolunda pusuya yattıklarını,
Arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek ..
Yürümek;
Yürekten gülerekten yürümek ...

Nazım Hikmet


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 19:00 .

Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2