![]() |
Koç Salih Koç Salih 5. koç salih Ey can hüması, bize bu rüzgardan Bir sayfa okur musun? Sen umuda bak ve onu güzel eyle Ey tanyerini kızıl bir harmaniyeyle Boydanboya örten uzun bedevi Bize altın lengerlerde ölüm sun Sonra bir dudağı yerde Ve bir dudağı gökte bir devi Sanki sen doğurmuşsun Gibi acıyan memelerle Bizi emzir Gün döner, ay irişir, ey can hümasi Bize bu rüzgardan Bir sayfa okur musun? Şimdi gök, suskun develerle Ve mahzun Ağır ağır konup kalkan kervandır Çölü, yeni doğmuş bir bebek Gibi koynunda uyutup Bir lalenin perçemini keserek Okşa onu, ey can hüması ve öp Ve onu kanayan geceyle uyandır Ölümün bir toy gibi kurulduğunu Hiç görmemişiz hayli zamandır... Kaynak: Bedreddin Üzerine Şiirler Hilmi Yavuz |
Kuşma Kuşma Döner kapılardan girip çıkardı Tıkabasa kuşla dolu bir adam Ha dese ölümsüz olacakken tam Tezgah kurup kuşbazlığı yeğledi Yemeyip içmeyip cimri kerata Habire bir açlığı biriktiriyor Gün aşırı gömlekler diktiriyor Almaz oldu nişanları ceketi Ya iğreti ya bayramlık bilinmez Yüzünü herkeslerden gizledi Mermer anıtlara hayranlığından Ağzı açık bankaları gözledi Zarif duyarlıklar mı, o eskidendi Kuşbazlığın envâını denedi Metelik etmezken aptallığının Şimdi yükseliyor hisse senedi... Kaynak: Bakış Kuşu, 1969 Hilmi Yavuz |
Lavinia İçin Sonnet Lavinia İçin Sonnet Sana da yaş yaraştığı söylenir, öyle değil!.. Birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya, Sen o akarsusun... akma!.. kendine eğil, Orda gördüğün dalı,. ey solgun lavinia, Sanki tanır gibisin... belki eski yerinden Göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu Usulca büyüttündü, akarak ta derinden; Anımsa, öpüşlerdeki taşı, çakılı, kumu... Nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi; Ah! al götür, al götür... bırakma bir kuytuda; Sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi Yaş... ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda... Kırık... o yaz aynalarda dürülsün diye güya Sana yaş değil elbet, yaz yaraşır lavinia... Hilmi Yavuz |
Mevlana Hayder Mevlana Hayder 9. mevlana hayder Ölüm, uysal bir mesnevi gibi Aktı gider, döne döne Güneş de batarken sararır Acılar kaldıysa dünden bugüne Elbet sorulacak bir hesap vardır Ve hüznü bir kirmen gibi eğirip Yükleyip türküleri tuza ve yüne Ve ilkyazı bir garib efsane Diye söyleyenler, yaşatanlardır Ölüm, uysal bir mesnevi gibi Aktı gider, döne döne Ve gel zaman, git zamandır Söz yanar, cönk üşür, yaz morarır Saçları çil kuşu, sesi nar tane Ve ürkek bir kilim gibi seğirip Ve nasılsa bir gülü edip bahane Gözleri mahzunidir, karacaoğlandır Güneş de batarken sararır Ölüm uysal bir mesnevi gibi Aktı gider, döne döne... Kaynak: Bedreddin Üzerine Şiirler Hilmi Yavuz |
Musa Çelebi Musa Çelebi 6. musa çelebi Devlet solgundu Güya ki yaprağın biri Düşmüş de, ağaç Kökünden sarsılmış gibi Elmalar akikti, üzümler canfes Ve ölümü bir hasbahçe belleyip Musa çelebi Nicedir sırmalı bir düşü Yağlı bir kemend gibi Boynuna dolamış Devlet solgundu Ve halk, yakut bir atlas olarak Susuşu karakalem, gülüşü miri Ve ansızın sedef bir orak Biçmiş gibi gülüşü, yahut ki Acının kol demiri Şrak göğsüne vurulmuş Güya ki yaprağın biri Düşmüş de, ağaç Kökünden sarsılmış gibi... Kaynak: Bedreddin Üzerine Şiirler Hilmi Yavuz |
Nazım Hikmet Nazım Hikmet 10. Nazım Hikmet Hüzün ki en çok yakışandır bize Belki de en çok anladığımız Biz ki sessiz ve yağız Bir yazın yumağını çözerek Ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze Ovayı köpürte köpürte akan küheylan Ve günleri hoyrat bir mahmuz Ya da atlastan bir çarkıfelek Gibi döndüre döndüre Bir mapustan bir mapusa yollandığımız Biz, ey sürgünlerin nazım'ı derken Tutkulu, sevecen ve yalnız Gerek acının teleğinden ve gerek Lacivert gergefinde gecelerin Şiiri bir kuş gibi örerek Halkımız, gülün sesini savurup Bir türkünün kekiğinden tüterken Der ki, böyle yazılır sevdamız Hüzün ki en çok yakışandır bize Belki de en çok anladığımız... Kaynak: Bedreddin Üzerine Şiirler Hilmi Yavuz |
Saatçi Saatçi En çok yanılgısı başkaydı benden Bir suya çalardı saati Gümüş köstekli bir akşam vakti Karardı solukları göğü görmeden Kraldı yaz dönüşü sürgünden Bir ceza ülkesinde davulcu Geceleri ipe bağlı bir suçu Asardı kimseleri ele vermeden Durmadan bir çocuk akıp gidiyor Sevmezken kendinde olanın Ağır kokuları ölü eşyanın Kaplardı odaları eve girmeden Adını bildiği saat değil bu Kuş seslerinden çin laleleri Çarmıha gerilmiş çan kuleleri Düzeltir saatini vakti bilmeden... Kaynak: Bakış Kuşu, 1969 Hilmi Yavuz |
Sarı Anastas Sarı Anastas 4. Sarı Anastas Yelkenler mutasavvıf Ve boynu büküktüler Ve bedreddin büyük fırtınalarla Uğuldayan kaftanı giydi Ve işte kırmızı ve şahtıyan Bir kuşak gibi Duyuyor tanyerini etinde İlkyaz, koynumuzda bir resimdi O isyan ki kana kana rumeli Ve yıkık bir ayazma suretinde Onda belirdi Ve işte acılardan bir sur Ölüm ancak bu kadar çocuk Ve mağrur olabilirdi Ve kuytu dağ koyaklarını Bir sürme gibi çekmiş gözlerine Hallac-ı mansur Ya da şahabettin-i suhreverdi Şimdi o, bir gurbet gibi güler Ağıtlarla konar göçer gibiydi Ve bedreddin büyük fırtınalarla Uğuldayan kaftanı giydi... Kaynak: Bedreddin Üzerine Şiirler Hilmi Yavuz |
Sebsefa Sokağı İçin Sonnet Sebsefa Sokağı İçin Sonnet Ben hep senden yanaydım; o bildiğim sebsefa, Sokak ilk göçebe yurdum olduydu hani; İşte orda seninle gökyüzünü ilk defa Çökertip oturduyduk, kötücül ve yabani Bir belleğin içinden atılan öteberi; Kendini bir aşka benzeterek anımsar: En sığ yılları onun ve en derin günleri Orda dururken işte, öyle ince, karamsar Biri gibi o sokak... aşkımız fotoroman, Okunmuş bitmiş artık, sürünüyor yerlerde; Yağmur kendini okşar, yaprakları nemfoman O ağaç, duruyorken, soyunuk, pencerede... Bir beyaz miyoloji olur sözlerim orda; Seni ansa da belki, aynalar anmasa da... Kaynak: Gosteri, Ekim 1992 Hilmi Yavuz |
Size Bakmanın Tarihi Size Bakmanın Tarihi Size bakmanın tarihi! siz Bir gonca kadar kendiliğinden Yazılmış olmalısınız Derin, korkunç ve ergen Kalbim, sevdalara sığmayan kalbim Bir dağı içeriyor geçerken Siz o dağa sanki kış Ve sanki bıldır yağan karşınız Umarsız sözcüklere bulanmış Size bakmanın tarihi! siz Bir keteni köpürten yaz Ve inanılmaz Yalnızlıklarsınız; sadece Sizin olan o vahim, o beyaz Ve kuytu gurbet sesleriyle İşlenmiş yazdıklarınız Ve yanık, kavrulmuş dizelersiniz Kimbilir hangi sevdalara dolanmış Size bakmanın tarihi! bir Kalbime güvensem sizi hep Okurdum ben... ama nedense Hep aynı hüzün ve Hep aynı tutkuyla Bakmayı bilmediğinden, ne yapsam Bir ilenç, bir kargış Gibi ardımsıra geliyor şairliğim O solgun yolculuğa adanmış... Hilmi Yavuz |
Sömürge Sömürge Elyazması acılar aşılmış duvarlara Tezgahlar umutları daha da germiş Dokurlar kenevirden ev resimleri. Uzun bir suskunluk adı verilen Elleri daha kalın tanrılardan Nehirlerle bir tutarlar ölümleri İlk buldukları ateş değildi Gemiler gelmiş de barut getirmişti Direklerinde sallanan çocuk ölüleri Sesleri tüylü sıcak alçıdan Davullar çalınca erimeye başlar Sömürge güneşinde kral heykelleri... Kaynak: Bakış Kuşu, 1969 Hilmi Yavuz |
Şimdi Nedense Şimdi Nedense Şimdi nedense her şeyde Ansızın dağılan kelebek tadı Biliyorsun en bakımlı bahçe Sessizliktir Gülüşler oraya sürgün edildi Acıların kardeş olduğunu Kimse anlayamadı Sevdalarda olsun, ilkyaz ölümlerinde olsun Geçit vermeyen akarsu olmaz Gülün kendini işlemek için Çırağı ya da ustası yoktur Çocuklar! bağışlayın beni Sözlerimi boz üveyiklerin Hırçın tuzuna batırıp bakın Hüzünden daha kötü bir yolaçıcı olabilir mi? Şimdiye kadar olmadı Ama şimdi, nedense, her şeyde Ansızın dağılan kelebek tadı... Kaynak: Bedreddin Üzerine Şiirler Hilmi Yavuz |
Taflan Taflan Ne zaman dinecek, ne zaman Bu taflan, bu taflan? Ey uçurum gözlü sevgilim! Ne zaman baksam Bir hiçlik tadı Ve ağzından Yıldızlar uçuran Ergin, yeşil ve yabanıl Bir yaz gecesi gibisin Yüzünde yolların gülüşü Ve yaz göğüne ilişkin Bir esenlik üretiyorsun Geçip giden fırtınalardan Ey uçurum gözlü sevgilim! Ne zaman baksam Aşkların büyük yarlarıyla Kuşatılmış görüyorum kendimi Safran Ve ezilmiş yazlardan Bakışlarının kıyısız Açıklarına Gurbet ve cevahir taşıyan Bir gülüş söylencesi Geçer bir yazdan ötekine Derin anlatılardan Ey uçurum gözlü sevgilim! Ne zaman baksam Bir dağın yırtmacından İnce bir dere yatağı Gibi kayan Yeşil tenini görüyorum Akşam Nasıl da yakışıyor yüzüne Ve sanki bir kayalığın içinde Durmadan kendi kendini oyan Bir ferhad gibiyim ben Ya da pusuda, karanlık Bir destan gibi Hem solan hem solmayan Ne zaman dinecek, ne zaman Bu taflan, bu taflan? Ey uçurum gözlü sevgilim! Hilmi Yavuz |
Tenha Tenha Her şiir boydanboya Bir ıssızlıktır artık Dizelerse giderek daha tenha Acının düzyazısı olmaya Hazır mı sözlerin kişi? Aşklar! onları yazan yaşasın Sarışı Ne atlas kağıtlarda yaz Ne güz okunur ağaçlar güya Sen sussan da susmasan da bir Tutup tutuştuğun hayale Ağırdan iri güller ve lale Düşer düştüğün melale Ve hüznü yeniden okumak İçin bir kitap olur dünya Ve her şiir boydanboya Bir ıssızlıktır artık Dizelerse giderek daha tenha... Hilmi Yavuz |
Torlak Kemal Torlak Kemal 3. Torlak Kemal Kış, dağların kürkü Gibi kış Gece midir düşen dal? Sen ey böğürtlenlerin Ve umutsuzluğun mülkü Ve bir hüzünden huruç eder Gibi kalın bir türkü İle dağları duz eden abdal Şimdi sen ilkyazı, belki Kara, yün bir kuşak Gibi beline dolayıp Acıyı kav, sevdayı çakmak Bilip yola çıkmak üzresin Ellerin ovalara üzengi Denizin tuğu, ağacın börkü Ve dahi ölümü bir yılki Gibi bırakıp gidensin Torlak kemal Kış, dağların kürkü Gibi kış Gece midir düşen dal? Kaynak: Bedreddin Üzerine Şiirler Hilmi Yavuz |
Yahya Kemal'e Rubai Yahya Kemal'e Rubai Sen gittin gideli kuşlar anlamaz görünür Her açılan gülde yepyeni bir Şirâz görünür Bakışlar dağılırken denizin belleğinde Senin her şiirinde geçmiş bir yaz görünür... Kaynak: Bakış Kuşu, 1969 Hilmi Yavuz |
Yalnızlık Bir Tarihtir Yalnızlık Bir Tarihtir Yalnızlık bir tarihtir ikimiz Dururuz odalarda bir giysi gibi En kalın soluklarla çekiyor ipi Kimbilir kimlere kalmışlığımız Yalnızlık bir tarihtir sen misin Bir geçmişi sürüp giden ak turna? Ya benden önceydi ya da çok sonra Bir halk türküsüne gül olan sesin Yalnızlık bir tarihtir onlarla Gök dediğin iki kuşun arası Ey ilkyazlı gülüşlerin sonrası Ansızın donuyor gül, bakışlarda... Kaynak: Bakış Kuşu, 1969 Hilmi Yavuz |
Yanlızlık Sonnet'si Yanlızlık Sonnet'si Yanlızlık zamanlandı: önce aşk, sonra yaprak... Günler geçilecekler... atlar, gümüş yeleli Yüzünü aynalara, bir tek onlara bırak; Sürünsün sır'ı aşkın, bak, seni görmeyeli Çok değişti aynalar ev içleri bulandı; Herşey artık ne kadar, ne kadar da kurak Odalar orda burda, içlerine kapandı; Sofalarsa eğreti; yüklük ve kap kacak Somurtup duruyorlar... hersey ölgün bekleyiş Gibidir burda olmak, 'bekleyiş gibi' olmak... Sen gel, şimdi kendini o aynalarla değiş; Gel, burda ol daima -ve nasılsa kararmak- Ta olandan bakarım sana giden günlere; Tenindir, beleniyor, ah, yeşil ekinlere... Hilmi Yavuz |
Yolculuk ve Gül Yolculuk ve Gül Nerde o sarı sabır, safran ve sarı sesi Akşamın? duymak sanki bir gülün Yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru; Gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru Alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza... Bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa Yaşlı yazlarla dolu... orda, elbet o çölün Ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip Bir şeyler duyuyorum... sesler, şeyler? ölünün Son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense... Ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim Mi demek? yolcu ten'dir, eğer yollar bedense... Hilmi Yavuz |
Yollar ve Zaman Yollar ve Zaman Sen bir yalnızlığı koşup gittin de Bir yerde buluşulur diye, belki de... Elbet buluşulur, orda, o yerde... Bir hüzün töreniyle kutlanır Bulunur birşeyler ve saklanır Saklanan Zaman mı, yoksa yol mudur Aranır bahçelerde ve şiirlerde Kimbilir ki dündür, olgundur kalbimiz Yollarsa her zaman biraz küskündür Yokuşlarda ve inişlerde... Zaman'dır seni sardığım kumaş Bekledin, örtülsün ki yavaş yavaş... Erguvandın, kayboldun dilegelişlerde... Hilmi Yavuz |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:40 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2