![]() |
Murathan Mungan Şiirleri Adı Dua Olan Sevgilim Yedi rekât günah kıldım bedeninde Dizlerinde yedi zikir secdeye vardım İhmalin uzak meleğine teninde aldandım Yapayalnızdım kendi kalabalığım içinde Tarih kadar yalnız, Aşka âşina, acıya unutkandım Er yüzlerde tavaf ettim bunca yıl kalb evini Kırk yemin kurutmuştur sanırken içimin pınarlarını İnanmadığım Allah'a Senin yüzünde inandım Adı dua olan sevgilim Yandım yandım yandım Sessizliğe borcum var birkaç kelime, Sessizliğe borcum var birkaç feryat, Sessizliğe borcum var birkaç çığlık, Sustum, yıllarca sustum kan içinde Ödeyemedim borcumu onca şiirle Adı dua olan sevgilim Yandı ruhumun gömleği Yedi deryalar içinde Aştım aştım aştım Aslında sen yoktun Yalnızca bir duayı sevdim ben Varlığın yalanımdı Aşktım aşktın aşktı Geçti gitti hepsi Geçti gitti işte Dudaklarım kilitli Yasin yasin yasin Çok şükür ölmeden Son duamı ettim ben Allah beni tek etti Kendi dağımı kazdım defterime Gün geldi burdan da gittim Murathan Mungan |
Affedilmeyen Affedilmeyen Puhu, biyografi çağı Can çekişmenin grameri Varlığın kıstırıldığı sözcükler Hayatını yazsın herkez Tedavüldeki jestler bizi almıyor Karartmayı çalışıyor bürokratik felcin ara dolguları Çok tanrılı görüştü yapıcıları Ne yaptınız Arkhont atum alizeler Ayrıntıların cinnetiyle yoğunlaşan batakta Gündeliğin kiri Üstüpüye silin şiirlerinizi Çığlıklarınızı törpüleyen metal dünya Ne tanrı istiyorsunuz ne patron Görüntü yapıcıları Kanla geçirdiler ellerine bütün iktidarları Kanla alınsın ellerinden Çekinmeyin vahşetin estetiğinden Vardığımız yerde iki şey kaldı geriye Bir intikam bir de affedilmeyen Murathan Mungan |
Alacanım Alacanım Ah, nerede benim altından avaze sesim! Yankısı bir duvara gömülmüş testide kaldı Avaze sesim! Şimdi başkalarının kalplerinde yankılanan Bir zamanlar içinden geçtigim aşklardı Feryattan kimseler ölmez, denirken Duvarlardan geçtim Artık kimseyi sevemez aşktan ölmüş yürek, derlerdi Şimdi kulagını dayadıgın duvarda inleyen testi Bir zamanlar feryatlarda unuttugum avaze sesim! Alacanım Mil yeşili gözlerin Dindirdi gözlerimi Kaç körü birden öldürdün bende Mahsur kaldım, eksik oldum, kapına düştüm Ben yandıkça Ezber ettin ayazın demirini Alacanım, İndi mi gögsüne heves? Hangi duvarın halısında Gördün, bildin, vurdun beni Kaç ormandan geçti Içinde kayboldugumuz o büyük takip Içimizde bunca gurbet dururken Yol ettik uzaktaki sılayı Şimdi buradayız Kanlar içinde Alacanım İndi mi gögsüne heves? Etimdeki eksik yangın, sindi yüregim Seyreldi tenim sahtiyan tarih Mahsur kaldım, meçhul oldum, şehit düştüm, Alacanım, İndi mi gögsüne heves? Alacanım, Rahat et, ben gölgene ilişeyim Her belanı ben göreyim Yüregimi ihbar et, Bana bir uçurum ver, gideyim Alacanım İndi mi gögsüne heves? Biliyorsun adımn kıblesini Bir meşhur hafızla, meşhur bir şehvet Alacanım, Şuramda sinsi bir sızı Gel öldügümü farz et Senden gelen her harabe Canımdan uçurdugum şahin Pençesinde kaldı bilegim, yazım, harflerim Bir yanım onla uçtu, sende kaldı, ben bittim Alacanım, İndi mi gögsüne heves? Alacanım, Yakılmış bir köyün adıydı adın Görmedi kimse İçinde bende yandım O gün bugün kalbimin dogusunda tüten duman Nerede olursan ol gögündeyim kanlı tarih her zaman Mardin’im, Midyat’ım Ah benim altından avaze sesim Kardeşlerimdi ölen de, öldüren de Aranızdaki duvarda Gömülü kaldım Etimden uçurduğum uçurum Meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum Bir hafızken eskiden Mecnun kaldım şimdi Aşktan, senden, kendimden N’olur sevmeden öldürme beni Alacanım, Söyle, indi mi göğsüne heves? Murathan Mungan |
Armalar Armalar Bazı sözler karanlıkta söylenir Bazı sözler hiçbir zaman Karşı karşıya kaldığımız armalardır Yüzümüzü parça parça aydınlatırken Uzaktaki ateş Yalnızca onlardır konuşan ve hatırlayan Simgelerde çökelir magmalaşır tarih Armalanmış rüya ölü dil Bazı anlar için çözer kendini Sökülür taşınır çerçeve başka deneyimlere Yüzümüze değen alev Kadar içimizdeki çakım Belirler bizi ve kendi karanlığına döner Simgelerin dilsizliğinde Karşı karşıya dururken biz Armalardır her şeyi kararlaştıran Bazı sözler karanlıkta söylenir Bazı sözler hiçbir zaman Murathan Mungan |
Aşkın Karanlık Metali Aşkın Karanlık Metali Karanlıkta duruyorum aşk vurmasın yüzüme Dokunmasın kimse bana Kimse ulaşamasin artık tenimin incinen yerlerine... Uyanmasın bir daha etimdeki yaralı hayvan Zamanın siyah deltasında çürümek istiyorum Biliyorum artık kimse yok kimsesizliğime... Biliyorum aşka kimse yok Aşkın karanlık metali soğuyor yüreğimin derinliklerinde... Aşklarım, arkadaşlarım, dostlarım Dağılıp gitti herkes İçimi sızlatacak kimse kalmadı içimde... Murathan Mungan |
Ateşte Unutulmuş Ferman Ateşte Unutulmuş Ferman Herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar Kendi külünde söner bütün rüzgârlarına yazıldığın akşam Ateş tadında kum tadında kalarak Derinleştirir bazı ayrılıkları zaman Al ağrını git buradan En uzun eylülü ömrümüzün Uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur Ne göğsündeki kaplan Seçilmiş taş milyonlarca taş arasından Başını vurduğun Çok gençti genç olmak için bile Kendi zamanına muhtaç Kendiyle dalgın Daha yolun başında görülüyordu Menzilindeki noksan Ömrünce sızlayacak Kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman Murathan Mungan |
Avara Avara Anımsıyor musun? Bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar Ismarlama serserilikler yaşardık Kimseden bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi Sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak Yabancıları mahalleye sokmamak gibi Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika vardı Herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar Herkes gece istasyonlarında Kendi Amerika'sını aradı Kısık ışıklı arkadaş odaları Plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde Kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık Okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar Ve dünyanın bütün limanları Önümüzdeki sessizce uzardı BİTERDİ PLAK, DİSK BOŞA DÖNERDİ. DÜŞLERİMİZ ÇARPIP GERİ DÖNEN SULARDI ŞİMDİ BÖYLE ZAMANLARDA İLK SÖZÜ SÖYLEMEKTEN KAÇINIRDI HERKES SONRA BİRİ USULCA KALKAR, HERKESE ÇAY KOYARDI ANIMSIYOR MUSUN? Vahşi siyah atlardık Kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan Deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar Aşık ve düşmandık Dünya acıtırdı bizi. her şey kanatır, her şey yaralardı Sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden Öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey Geceleri uyuyamayan çocuklardık, Otobüs garlarında uzun macerlara umar Apansız yolculuklara çıkardık Uykulu kentlere girerdik gece yarıları Issız ağaçlar olurdu yol kenarlarında Gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta Sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden Sanki bambaşka bir dünyaya bakardık Sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden Yumruklarımızı sıkar sessizce ağlardık Işığı açık kalmış pencerelere, kepengi örtülü dükkanlara, Yaz bahçelerinden taşan çiçeklere, Adını bile bilmediğimiz bu kente Neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle Uzun uzun bakardık Anımsıyor musun? Ahh o gece yolculukları Bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları Kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye Gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz Kaç yol arkadaşı? Sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak Ne kalıyor elimizde? Ölenler, Terk edenler, Bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler Vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık İçimizden kimse gidemedi Amerika'ya Kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin Yağmur aldı Rüzgar aldı Zaman aldı O vahşi siyah atları Herşey o eski rüyada kaldı Çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde Çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların Öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar Peki sen anımsıyor musun? Murathan Mungan |
Ay Zeytin Gece Ay Zeytin Gece Kamçılı karanlıktı geldin üstüme Bütün masalları dolaştın Ay zeytin gece Ay vurmuştu alnına Perçemlerin Tokat akıtması Yorgundu atılmış yılan derisi Değiştirilmiş güvercin gömleği tende Nereye gidiyorsun, dedim Zeytinlerin arasından Siste silinip giderken yollar Aydı zeytindi geceydi Korkmadım bağırdım ardından Aydaki zeytindeki gecedeki delikanlı Nereye böyle Aldı rüzgar sesimi duyurmadı Vurdu geçti durduğum yeri Gümüşünü silkeledi yüzüme Atının kanatları Ben öldüm, ölüm bulunamadı Kamçılı bir karanlıktı Hikayemin gecesini dürdüm de Kimse çıkamadı dışarı Ay kaldı zeytin kaldı gece kaldı Sis kaldı yollar kaldı Karanlıktı Murathan Mungan |
Ayaküstü Yaşanmış Ölümsüz Aşk Hikayeleri Ayaküstü Yaşanmış Ölümsüz Aşk Hikayeleri Her durakta ölümsüz bir aşk edinecegim Bir bakıştan bir duruştan Çağrışımın sonsuz hazından Unutulmaz bir sevgili daha birakacağım ardımda Belki de yaşanabilecek en uzun serüveni terk edeceğim Daha otobüsün ilk basamağında Kim bilebilir ki? Sonrayı, sonrasını kim bilebilir? Gizli gizli veda edeceğim ona, görmeyecek Ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim Otobüs camına bağrında kanlı bir ok ile Bir aşk levhası çizecek, ah min-el! Bu da ötekiler gibi kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden Yaşayıp gidecek Murathan Mungan |
Bana Zamandan Söz Ediyorlar Bana Zamandan Söz Ediyorlar Gelip size zamandan söz ederler Yaraları nasıl sardığından ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden kucaklaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla başetmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır. Zaman Alır sizden bunların yükünü O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. O boşluk doldu sanırsınız. Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir. Gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper. Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten Bitmişsinizdir. Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır... Murathan Mungan |
Bıçak Bıçak Yere düşürülen bir bıçak sesi Kristali tuzla buz olmuş gözlerinin Biliyorum ay kanatıyor Ne zaman sussak geceyi Kendini benim yerime koy Oğul öksüzü babalar yerine Susmayalım. Bıçak uyuyor kelimelerin kalbinde Kanlı bir şerbet gibi akar dururdu İpeği ikiye bölen kılıçların ağzı Bir biz inmedik suya Kaç mevsimin yağmuru buruştu elimizde Örtülü çarşılarda ölümü tebdil ettik Uzak durduk kabzasına çağıran intikamdan Bir biz inmedik suya Kendini benim yerime koy Oğul öksüzü babalar yerine Susuyorum. Ölülerim uyuyor kalbimde Murathan Mungan |
Bilardo Topları Bilardo Topları Ayrıldığımız gündü. Mutfaktaydık, buzdolabının yanında, kapısı açıktı, Her şey bambaşka görünüyordu yüzüne vuran o soğuk ışıkta "Biliyor musun" dedin. "Sen neye benziyorsun biliyor musun?" Epeydir aradığın bir şeyi bulmuş olmanın hem sevinç, Hem keder veren gizli bir an için bulandırmıştı yüzündeki tedirginliği, kırgınlığı. Sis ışığa çıkmıştı. Sonra yavaşça çevirip başını yüzüme baktın kuyuya düşmeye benzeyen derin bir korkuyla. "Neye?" dedim, yan yanayken yaşadığımız ayrılığın adını sorar gibi, "Neye?" "Bilardo toplarına." "Neden?" dedim. "Yazgını hep başkalarının ıstakalarının insafına bırakıyorsun da ondan..." Bir uçurum gibi derinleşen sessizlik o an başlamıştı bile bizi birbirimizden uzaklaştırmaya. Beni terk etmeden önce yaptığın son konuşma oldu bu. Sonra iki arkadaşım geldi, birinin omzunda ağladım, hangisiydi şimdi hatırlamıyorum. Sonra birlikte başka bir kente gittik, Anlarsın ayrılığın ilk günlerinde o eve katlanamazdım, Sonra ben başka aşklara, Sonra başka evlerin duvarlarına başka takvimler astım. Şimdi ne zaman birinden ayrılsam ıstakaların sesi patlıyor kulaklarımda Ardından bilardo topları dağılıyor dört bir yana Seni hatırlıyorum o soğuk ışıkta bir daha Bir daha Bir daha Murathan Mungan |
Bu Ne Biçim Hayat Bu Ne Biçim Hayat Bu ne biçim Postacı Üç defa çalıyor kapıyı Bu ne biçim kel Hem merhemi var Hem sürmüyor başına Bu ne biçim biçimler İstediğiniz kadar çoğaltılabilir Memleket çok müsait buna Örneğin yeni bir komşu taşındı karşıya Bir baktım Fahriye Abla! Kırk yıllık bir rötar yapmış Erzincan Treni Ben gelmişim şu yaşıma O ise şiirdeki yaşından gün almamış daha Benimki ne biçim hayat Uymuyor ne gördüklerime ne duyduklarıma ne okuduklarıma Ben ne biçim benim Ne kendime benziyorum Ne başkalarına Murathan Mungan |
Cam Yaz Cam Yaz Adını arayan rumuz Eylüllerden yaz yap bana Bir dönümlük bir dünyada Şiirim mıntıka temizliği Cam şişelere koyduğum Eylüllerden yaz yap bana Bir dönümlük bir çocukluk Gökkuşağı uçurtma Mayın mantar ütopya Yalancı mücevherler gibi Birbirine benzemeyen şiirler yazdım Okyanusa karşı ağladım sonra Bak ay karışıyor akşama Acemi mevsimlerdi Aşk adı altında yıllarca tek kale top oynadım Cam üfledi şiirlerimi Batık gökkuşağı, patlamış mayın Yırtık uçurtma Eylül gelmeden bavulumda ütopya Kendime trenlerden ayrılık aldım Bak ay karışıyor alnıma Adını arayan rumuz Bu mantar sende kalsın Yırt at bu şiiri okuduktan sonra Murathan Mungan |
Çöl Terzisi Çöl Terzisi Kendim diktim düştüğüm Yolların hırkasını Eğnimi onlarla eksilttim Sabrını beklediğim kuyulardı yeminli ay vakti Talibi olmadım heykelimin Bildim kumdan yapılmaz çölün heykeli Vahamı kendim diktim Kendim diktim hikâyelerimi Yırtığını söküğünü onulmazın, hayatın Adımı ben sananlara Ne yazsam Duyulmaz sesim Herkesin zamanından başka türlü geçerim Bana adımdan yapılan zaman Aldı beni Madem seslendim dünyaya Madem imzamı verdim Benden geri çekildi çoğaltılan suretim Yazdıkça bildim: Zamanın malıyız hepimiz Düğümlüyüz bağlıyız Azımız çoğumuz Ne kadar sevsek o kadarız Çok kısa görünen hayat Çok uzundur aslında, çünkü Kaderi çok az çıkar insanın karşısına Çöle vursa da kendini, adanmış bir iç kale sanatına Karşılaşmalarla kısalır insan hayatı Çıplaktım, acıktım, bana inen yıldırımdın Yakın geçersin sandım, vurdun geçtin beni, baktım: Dokunmadın bile bana Kavurup bıraktın ve yeniden uzakta bir yıldızdın ansızın. Yeni terzim, mutlak serabım, aklımda senin adın Başka bir hırkaya başladım, yolum aynı Aşkım uçsuz bir çöl, ben kum kadarım. Murathan Mungan |
Çöl ve Duvar Çöl ve Duvar Hanlarda uğuldayan çılgın hayaletler Çölün zamansız epopesinden Gündeliğin sefertasına daralan günler Çimentonun aktığı oluklarda Harflerdeki kehribar Tekrarlanarak kaybettirilen Yollardan gecece Vardığımız Dünyaya kapatılmış kapılar Çimento akıyor harfler soluyor Başkalaşmış bir benliği Kendimizle değiştiriyoruz her seferinde Çıkmıyor gönlümüzden hiç kimse Her yer çöl her yer duvar Murathan Mungan |
Eskidendi Çok Eskiden Eskidendi Çok Eskiden Hani erken inerdi karanlık, Hani yagmur yagardı inceden, Hani okuldan, işten dönerken, Işıklar yanardı evlerde, Eskidendi, çok eskiden. Hani ay herkese gülümserken, Mevsimler kimseyi dinlemezken, Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken, Eskidendi, çok eskiden. Hani hepimiz arkadaşken, Hani oyunlar tükenmemişken, Henüz kimse bize ihanet etmemiş, Biz kimseyi aldatmamışken, Eskidendi, çok eskiden. Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken, Hani körkütük sarhoşken gençligimizden, Daha biz kimseye küsmemiş, Daha kimse ölmemişken, Eskidendi, çok eskiden. Şimdi ay usul, yıldızlar eski Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden Geçen geçti, Geceyi söndür kalbim Geceler de gençlik gibi eskidendi Şimdi uykusuzluk vakti. Murathan Mungan |
Fay Fay Kaç kişiyim bu yalnızlığın ortasında Bir boğa, bir leopar Arena ve Opera İyot ve Rüzgar Arsenik ve Sözcükler arasında Yüzüm çalılıklarla kaplı Aralayan gözüpek avcılar İçin parslar geziyor kuytularında İyi yürekli bir canavar saklanıyor Yazdıklarımın ve yüzümün Satırlarında Kendim için büyük bir tehlikeyim artık İlerliyorum İçimdeki yer çatlağı boyunca Murathan Mungan |
Gece Nöbeti Gece Nöbeti Daha az seviyorum seni Giderek daha az Unutur gibi seviyorum Azala azala Aramızdaki uzaklığın karanlığında Geceler kısalıp, gündüzler uzuyor böyle olunca Daha az seviyorum seni Kendini iyileştiren bir yara gibi Daha az Ve zamanla Sen geceyi tutuyorsun, ben nöbetini Uzak dağ kışlalarında Görmüyoruz birbirimizi Usul usul sis iniyor Kopmuş yollara Işığı hafif, uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin Bir çığ gibi uyuyorsun rüyalarımda Sevgilim sevgilim Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da Artık daha az seviyorum seni Unutur gibi, ölür gibi daha az Yeniden ödetiyorum kendime Onca aşkın öğretemediğini Kolay değildi Yalnızca sevgilimi değil, evladımı da kaybettim ben Kaç acı birden imtihan etti beni Bir tek gece vardır insanın hayatında Ömür boyu sürer nöbeti Bu da öyleydi, İyi ol, sağ ol, uzak ol Ama bir daha görme beni Murathan Mungan |
Göç Yolları Göç Yolları Söyleyin dağlara rüzgara Yurdundan sürgün çocuklara Düşmesin kimse yılgınlığa Geçit vardır yarınlara Göç yolları Göründü bize Görünür elbet Göç yolları Bir gün gelir Döner tersine Dönülür elbet En büyük silah umut etmek Yadigar kalsın size Yolverin kanatlı atlara Sürgünden dönen çocuklara Ateşler yakın doruklarda Geçit vardır yarınlara Dağılsak da göç yollarında Yarın bizim bütün dünya Murathan Mungan |
Göçebe Göçebe Birbirinde arınan iki nehir gibi Birbirimizden geçerek Çıktığımız açıklık Ruhlarımızı yeniden bölüştürüyordu bedenlerimize Uçurum içini çekiyordu Orman fısıldıyordu Kumlarını silkeleyen göçebe bedenin Yeniden düşüyordu yola Görünmezin atlarıyla uzaklaşıyordun Erkekliğin sütünü bıraktığın Tuzlu dudaklarım Ardından bi şiiri mırıldanıyordu sana Uçurum, orman, ay ve bedenindeki birkaç işaretle Zamana geçirilen dayanıklı söz, o gece Ardından mırıldandığım şiir Şimdi başkalarının dudaklarında göçebe Murathan Mungan |
Görü Görü Bundan önceki hayatımın içinden geçiyorum Önceki hayatımdaki çölden geçiyorum Şimdi iki yanında yükselen uzun binalara aldırmadan Burası çöldü biliyorum O zaman da çöldü Bu zamanda Binaların örtemediği çölü görüyorum Eski bedenimde aldığım öldürücü yaralar Yalnızca birer leke şimdiki bedenimde Yatağan, saldırma, ok mızrak Fal gibi saklı duruyor derinimde Kutsal kitaplara dilini veren şiir Birer leke dilimde Bir zamanlar gördüğüm bir rüya bu Şimdi içinden geçiyorum Görmüştüm görmüştüm görüyorum Murathan Mungan |
Grizu Grizu Sözcüklerin hepsi pusu İçindeki dilsiz çocuk Çengel yürek, sarsak adım Kırışmış kafesi yüzünün Bu rol sana sepya Alnın eski Türkçe yazısı Taahhütlü sözcükler Çık bu oyundan çık! Her replik sobe Sözcüklerin gönderdiği yerden Kim sağ salim dönebilmiş geriye Çok azı gittiği gibi kalır gönderildiği yerde: metruk anlam, tenha dilek atomize edildiğin dil oyunlarının içinde saklı Grizu: karşı tehlike Kundakçı laser yakıyor jeneriği Gittikçe genişleyen bir perde kalır gittikçe genişleyen bir perdede Murathan Mungan |
Güz Beyleri Güz Beyleri Güz beyleri! Güz beyleri! Kızarmış yapraklar saltanatı, nal sesleri Cam çekiçler göğsünüzde Hiçbir uyku silemez yüzünüzden Yılın değil bu ömrün hazanı Başka göklerden bir yıldız Başka dağlardan bir ırmak Başka atlaslarda yaşadı Bağrınıza kadar battığınız gece Hiçbir yağmur yıkayamaz artık bu duayı Bulutların atlarla birlikte uyuduğu Bir zamanlar sizin olan mevsimden Bir yaprak düşüyor Ne zaman gözlerimin önünden geçseniz Cam çekiç Yüreğimden kopmayan çığ Siz yoktunuz ben sizin mevsiminize geldiğimde Murathan Mungan |
İstersen Hiç Başlamasın İstersen Hiç Başlamasın İstersen hiç başlamasın Bu hikaye eksik kalsın Onca yaraların ardından Yeni bir aşk yaratamazsın Örselenmiş bir çocukluk İşte benim bütün hikayem Kaç sevda geçse de yüreğimden Bu yıkıntıları onaramazsın İstersen hiç başlamasın Geç kalmışız birbirimize Yanlış kapılarla geçmiş bunca yıl Dönemeyiz artık ilk gençliğimize İstersen hiç başlamasın Söz verelim kendimize. Murathan Mungan |
İzin İzin Bilmediğiniz kelimelerin altını çizin, derdi Öğretmenim. Bunca yıl, bunca yol, bunca hayat ve kitaptan sonra bütün kelimelerin altını çiziyorum -Öğretmenim, artık izin istiyorum. Murathan Mungan |
Kırılgan Kırılgan Kırılgan bir çocuğum ben Yüreğim cam kırığı Bütün duygulardan önce Öğrendim ayrılığı Saldırgan diyorlar bana Oysa kırılganım ben Gözyaşlarım mücevher Saklıyorum herkesten Ürküyorlar gözümdeki ateşten Ürküyorlar dilimdeki zehirden Ürküyorlar o dur durak bilmeyen gözükara cesaretimden Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum, Bir yanı çılgın dağ doruğu. Oysa böyle yapmasam ben Nasıl korurum içimdeki çocuğu? Bir yanım çılgın nar ağacı Bir yanım buz sarayı. Murathan Mungan |
Kupon Kupon Ucuz bir efsane alın Gündelik yaşamınızdan Bir İmge biçin kendinize Pazarın ürettiği görünmez kumaşlardan Ya da değişik tarihli parçalardan Yüzünüzü ısmarlayın Yukarıdan aşağıya üç Soldan sağa beş Üç beş kişi Sığdırın kendinize Yedeğinizde bulunsun Malum, bu durumlar belli olmaz Her çekiliş için farklı Kuponlar Bu durak olmazsa önümüzdeki durak İlerleyelim beyler Öldürdükçe içimizi önde boş yer var Murathan Mungan |
Kuzeydeki Pencere Kuzeydeki Pencere Kokladığın gülün kokusu kalmış sende Bıraktığın denizin tuzu Geçtiğin iklimlerin masalı sinmiş üstüne Kuzeydeki pencere açık Göçebe bin bir gece Sözcükler sökülmüş bir anıyı Ne kadar tamamlayabilirse Bir andır eski defterlerin Güneşinden vurur yüzüne Yazsam olmaz dersin Kimi zaman sırf bunun için Yazmaya değerse de Kuzeydeki pencereyi açarken Yere düşen defterden görünür: Eksik kule, yırtık nehir Sımsıkı kapatmış olsak da Bizi ürperten anıları hayatımızın Eski defter ya da kuzeydeki pencere Murathan Mungan |
Manşet Manşet Hayatıma manşet istiyorum. Birkaç manşete ihtiyacım var, günler tekdüze Karton filmlerden yapılma bütün serüvenlerin içinden geçtiğimiz karanlık tünel bizim olmayan gündelik Büyük bir köy artık bana tanınan, dünya! ölüm tek ticaretin Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler sanal gerçeklikler için vurguna inmiş manşet Gözlerimize attıkları bandın sakladığı karanlık kimsenin ofsetinde kazınmıyor yalan sarmal grafik kendine çevriniyor Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler Rekabetten başka yapacak bir şey bırakmıyorlar bize Şerefin, haysiyetin, adaletin ve ümidin eski moda öyküsüne bir biletim var, alıp cezalı bir biletle değiştiriyorlar. Sesim hiçbir metinde tanınmayacak böyle giderse. Aşık olmak istiyorum. Kendileri koyuyorlar kuralları. Naklen yayınlamak istiyorlar bütün duygularımı. Güzel pişmanlıklar yaşamak istiyorum, bırakmıyorlar, sterilize ediyorlar hemen yaşadığım her anı. Hilesiz kuşlar bile kartpostallarda tuzağa düşürülüyor, Tebrik ediliyor; poz verdiriliyor kanatlarına. Pozdan putlar yaratılıyor her yanda, afişlerde, ekranlarda, vitrinlerde, sokak pozlara tapmaya zorlanıyor insanlar. Zorlandıklarını hiç anlamıyorlar. Her yerde bela var. Olmayacak yerlerde üşüyorum. Çarşaflarımı denetliyorlar ben yokken. Pencereme konan kuşları takibe alıyorlar. Tek kişilik bir içbükey zaman bile bırakmıyorlar bana. Çıkmasam odam gömleğim oluyor. Çıkmasam sokaklar tundra. Aynaya bile şebekemi gösteriyorum. Bakın kimseyi dövmek istemiyorum. Aktör de olmak istemiyorum. Vücuduma ve ruhuma muhtacım. Rahat bırakmıyorlar. Yerimi bilmeliyim gitmeden önce. İzmarit olmak istemiyorum. Gençken ve yeniyken bir şeyler denemeliyim. Önce bir manşet bulmalıyım kendime, her şeye bir manşetten başlamalıyım. O zamanları anlatmak istiyorum. Zamanı öğrenmeye çalışırken yitirdiğimiz zamanları. Ölümden anlayan bir yanımız vardı gene de Sesimiz açılırdı. Uyurken korkardık. Sıçrardık uyku arasında ya da birinin elini tutardık Gecenin koyu kibrinde gölgelense de erden masumiyetimiz gelip geçerdik her şeyin yanı başından derinleşmekti en büyük tehlike Bağışlanırdık. Gençtik. Gençlik kaba cephane. hiçbir şeyin içimize fazla işlemesine izin vermezdik kahkahayla baş etmeye çalışırdık gözümüzle göremediğimiz her şeyle, ölesiye korkardık kendi içimizden tanımadığımız biri çıkacak diye günün birinde anonim bakış için rehin verdiğiniz gözler önünde geçip giden yazıp duran söyleyip eyleyen ben değilim duru suyun arı mantığın dingin optiğin önünde görülmek görünmek gözükmek isterim çok mu zor çok mu olanaksız bilmek isterim karşı durduğum şeyler vardır hayatta manifestoya varmadan daha kısa mesafelerde çözgüsü atkıya daha kolay dolanabilecek bir dolu yol derin çözümsüzlükte adı konmamış gizli bir sözleşme saklı madde imha ve imla ne çöllerde yiten geç dönemin mecnunları ne teneke kutularda biriktirdiğim madeni paralar en büyük günahımı işlemedim daha elementlerin minimal kullanımı daha yolun başındayım, yakında şimdiki zaman yalnızca çarşı pop ve popcorn zulmün bütün ayları iki bin yıllık kadim şehirlerde işkenceciler emniyet müdürü, katiller vali, Bağdat naklen bombalanıyor tarih ekrana çıkıyor, şifreli çantalarda taşınıyor parçalanmış haritalar, zulme çalışıyor devletin ve sermayenin bütün kanalları, polisler gazeteci, sarı kartlı muhbirler, satılık şeref koltukları, eski bir alınlık: Geçmişi anlamayan onu bir daha yaşamak zorundadır hem ortadoğudayız hem viyana kapılarında kuşe bir gravürde dağılıyor kimlikler değerler özsu; katil hep başkası çıkıyor kara piyasada kapalı iktisat her yıl geriye çalışıyor infilaka kadar körlük infilaka kadar kötülük herkes birbirine düşman olursa sistem mümkün oluyor ve buna, hayat işte, deniyor şairler biliyor sonuna geliyoruz büyük duvara herkes bir manşet bulmalı parçalandığı fragmanlara bugünlerden bir gün çıkacaksak eğer, çıkılacaksa, gömdüğümüz şeyler olmalı bugünlere, bir gün başka gözler bugünleri yeniden okuduğunda bizi görsünler diye, birkaç manşetlik kaba cephane ne yalnızca siper ne barikatta verdiğimiz ölüler şiir gizimizi herkesin gözleri önünde kaçırır geleceğe kolay kirlenmeyecek mecralar deltalara vurur akıntısı çıkarız çıkmalıyız acemi şiirler büyür başkalarının okuduğu olduğu yerde bizi de oldurur derin teorisiyle tekin olmayan şiirlerin kotuma altına aldığı yarınlar saklar kendi çocuklarını da eski ve kara bir şarkı yineler kendini başkalarının kaderlerinde: "kendini ele verdiğin yerde başkasına ihanet etmiş olursun yapma n'olursun! bizi almazken bizim kurduğumuz şehirler biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler varsın olsun sen gene de yapma n'olursun!" yarım bırakılmış bir fragman gibi, parçalanmışlığın sunduğu acemilikler gibi mükemmel olmaktan özellikle kaçınmış şiirler gibi söylenebilecek binlerce sözden yalnızca birkaçı gibi kirletilmiş kayıtsızlığın her vahşeti mümkün kıldığı bir dünyada hayatımızın başına çekin kendi manşetinizi Murathan Mungan |
Maske Maske Maske ölmek isteğidir sevgilim Gerisingeriye dönen etiket Bak gökyüzünde takma bulutlar Ümitlerini yükseğe ayarla Ve bataklık halılarında dinlen Ey kutsal beden Sana da gelecek sıra Pilindeki kuraklık yetmiyor değil mi Hatıranın yüksek gerilimine Başkalarının bantlarında batıp çıkıyor sesin Kağıttan intihar kuleleri Eteklerinde dipnotlarıyla devrildi tek tek Bilgisayarlarının depoladığı vahşetten çıkış alıyor Yeni bir maskenin formülleri Granite dönüşsün diye iskelet iskelet ve etiket Doğru, kolay silinebilir bir muşambadır seks Ateşten geçirir karton filmleri Bazukalar altında kadife gece Leoparlar öldü sevgilim, parslar, jaguarlar Çölü olmayan bedeviler platoların yeni aynalar Tinerle sil maskeni, ekrandaki görüntüyü ayarla Volümünü kıs kalbinin, dahili hatta seni arıyorlar Murathan Mungan |
Metal Metal Pencerede kedi yalnızlığı Metal bir ay fener Böyle gecelerde yağmurun sesi Kağıt hışırtısına benzer Işık yıllarının karanlık hızında Yedi askı daha asılı yıldızlara Takıyorum kulaklıklarımı Dalmaya ve uçmaya hazır İki kişi olarak Bölündüğüm yerde Hard'n'heavy slowları Yer değiştiriyor içimde bütün kişilikler Tek başıma oynadığım çin ruleti Bir jeton, bir zıpkın Aynı anda işliyor Kaatil ile maktul arasındaki en kısa yol Kalkış takımları infilak ediyor Dans bittiğinde birimiz ölecek Büyük plato bildiriyor koşulları: Tek kişilik düello bir metal tango! Murathan Mungan |
Mırıldandıklarım Mırıldandıklarım Kırdın mı incittin mi birilerini Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler. Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda? Yeniden düşünmeliyim Dostluklarımı, ilişkilerimi Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? Borçlarımı ödedim mi? Doğru seçtim mi soruların fiillerini? Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, giysilerim ütülü, odam düzenli mi? Geri verdim mi aldıklarımı: Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları, Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? Yokladım mı duygularımı Hala sevebiliyor muyum insanları? Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma ovmalı umutları Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar Gece telefonları, ıssız konuşmalar Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey O kadar çok anlattım ki Kendime kaldım anlatmaktan... Bunaldım kendisiyle boğuşmasını Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan, Ofset duyarlılıklardan Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum "içtenliğin" ya da "dünya görüşünün" kirletmediği Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları vitrin camlarına yansıyan yüzlerde Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar Hala bir umut var mıdır Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim senin ve benim, yani bizim için... Murathan Mungan |
Parçalar Parçalar Parçasından anladığımız filmler Parçasından anladığımız bütünler Parçasından anladığımız hayat Yaşanmaz, ertelenir Şimdiki zaman parçalar Gelecek hafta, pek yakında Sinemayla ilk tutkunluk ilişkimiz Parçaları birleştirip, kurduğumuz gelecek Sinemayla ilk tutkunluk ilişkimiz Parçaların yarattığı merakı gidermek Parçalarla süreklilik sağlanan Seyre açılmış başka hayatlar Olasılıklar, tuzaklar Ya da var sandığımız bütünlük Uğruna inançlar, ilkeler, değerler, aşklar Zamanla parçalanırlar Beyaz perdeden geçerek çıktığımız sokaklar Çıkmadıkça sandıklarımızdan Kendimize yazdığımız serüven Ve çocukluğumuzdan beri Bizi bir yerlerde beklediğini sandığımız O muhteşem sahneler Düşeriz gözümüzdeki kendimizden Sıyrılır tüller, düşler, dumanlar İçindeki kendimiz Üzerimizden Boşuna ararız bu sokaklardan İçinde olmamız gereken fotoğrafları Sinemalar hepimizi kandırdı! Uzun bir bekleyişten sonra Eşiğine vardığımız, Umduğumuz, Bulamadığımız, 'Tam da parçasında gösterdiler ama, filmin kendinde yoktu' dediğimiz anlar Belki sahiden kırpılmış Belki de hiç olmamış Uçucu, bulanık tasarımlar Aynı eşikte durduğumuz insanlar Bazen ayrı sokaklara çıkar. Gözleri bağlı geçtik şimdiki zamanları Bağı çözülmüş gözler geriye baktığında Anlar anlamı bilinmeden, değeri verilmeden yaşananları Yok mudur herkesin hayatında Bir kaç yitik sayfa, birkaç zaman parçası İşte onlar toparlanır bir gün Çıkar yol ağzında karşınıza Tutuklar bizi anılar, sorgular, geçen zaman Bir intikam gibi bulur yerini!!! Filmlerde kopukluk sandığımız boşluklar Her seferinde yanından geçtiniz, Görmemiştiniz çünkü derinde Unuttunuz zamanın ellerini. Yalnız perdede yaşanır İki saate sığdırılan hayatlar. Oysa ayrıntıların bilgisine sahip oldukça, Açar bize sırlarını hayat Bölünüp parçalanmış ilişkileri kimlikler, serüvenler Herşey yerleşir yerli yerine Anlaşılır olur Bir zamanlar anlamadan seyrettiğimiz filmler. Beyaz perdenin iki boyutlu kareleri Dağılır sokağın prizmasında Aldanışlar, ihanetler, yanılgılar Yani melodramı hazırlayan bütün tuzaklar Oysa pusuda! Yaşamın omurgası dağılmış kurgusunda Kırılır som hayaller, Kırılır yüreği bütün tutan fanus Kör filmlerden kalma gözlerimiz Alışır çiğ ışığa Bir zamanlar başka türlü çarpan kalbimiz Salonların delinmiş karanlığında Çürümüş koza Değerinden eksiğine bozdurulmuş düşlerden Yalnızca bir dövme gül kalır geriye Dağılmış parçalarını arar Bir Geçmiş Zaman tanımı olan Bütünlüğümüz Bozgunlarla sağlamlaşır Ütopya Kalesi Dağılmış parçaları bütünler, Yeni zamanların gümrüğünde Yol ayrımını doğru bilenler Hiçbir aşk ve macera tanrısı Yola çıktığı gibi dönmez geriye Kabuk bağlar yüzümüzdeki gölgeler Unutarak ve vedalaşarak geçilen durakların Birinde inmemiz gerekir Bindiğimiz düşlerden! Hayat belki başka biri yapar bizi Bir melodram öğesi olarak Umudun da, umutsuzluğun da aşıldığı O altın dengede Biliriz içimizdeki avdan yorgun dönen akşamlar Ne kadar bütünlese de Parçalar Murathan Mungan |
Peynir Tenekesi Peynir Tenekesi Nasır bağlamış elleri Yüreğinin kapısını yıllarca Kapalı tuta tuta Yağmur öncesi bir buluta gizlenmiş Unutmuş olsa gerek Zorludur, öç alır pişmanlığın elleri Getirir kör insanı bilmediği bir hududa Murathan Mungan |
Sis Çanları Sis Çanları Ağır yol, uzak yapılar Yaklaşmak için yaklaşık tanımlar Onlarla çıktık yola Yollarda kaldık Sis bastı her yanı Tutukluk çeken silahlar gibi Sözcükler, fısıltılar, mırıldanışlar Eksilerek vardık bir yapıya O mu, değil mi? Kim bilebilir şimdi Kılavuzlar şehit Şehitler hain Gözlerimiz karanlık bir pusuda Çoğumuz büyümüş, kimimiz ölmüş Kendimiz bile tanıdık değiliz artık Gözümüzden silinen düşün sabahında Önümüzde açılan yeni bir uzay Şimdiki Zamana ait bomboş ve ölü anlar Ne başka yer ne başka zaman Bizler için hala biryerlerde çalınan Sis çanları var Belki bir gün buluşur diye Aynı ormanda kaybolan çocuklar Murathan Mungan |
Sizden Saklı Sizden Saklı Gelmediniz, ben hep sizi bekledim Eksilen yanlarımla Sizden saklı eskidim. Her şeyden önce aşk verilmiş bir sözdü benim için Gün, ay, saat, hafta; takvimişi zaman yani Aldıkça dönemeçleri değişmedi hiçbir şey Yalnızca ufuklar yeniledim Kaç aşktan oluşmuş bir şeydi aşk Her sevgiliyle biraz daha Biraz daha sizden saklı eskidim. Murathan Mungan |
Söyle Bana Söyle Bana Her takvime üç beş ömür Bahtımızın bilmecesini bölüştürdük Çabuk düşen yapraklara Her sey niye bu kadar çok zaman alıyor? niye? Ne çabuk geldik Bu soruyu derin bir iç sızısıyla soracak yaşa Ölüm karşısında kazanılabakış derinliği Niye yitirildi yaşamda? Eski bir fotoğrafa bakıyordum Bu sorular beni yokladığında Fotoğrafta sen de varsın Bak ve söyle bana Murathan Mungan |
Sudra Gömlekleri Sudra Gömlekleri Sudra gömlekleri içindeyim Zaman tanrı hem erkek hem kadın Amcamoğlu beni bul Mahpus değilim Bir mahpusun saydığı günlerdeyim Dağlanmış dövmelerim okunmaz etmiş izlerimi Yittim ben, bilmiyorum nerdeyim İkindiyle akşam arasında Ne kadar taşıyabilir tebdilim beni Ben ki reddettim Mahpus, casus ve katilken Yıkanmamışların takdirini İçimi öldürüyorum. kazıyorum içimi Çoğalmasın diye ötekilerim Çoğalmasın diye parçalandığı yerde Kaldı bedenim Gövdemi çoktan aştı gitti gövdemin tarihi Geçilmez yerinde karanlığın Başkasını denedim Bazen ıslığım çalınıyor kulaklarıma, bazen gelirken Düşündüğüm kelimeler Maden ocakları hatırlıyorum, demirci körükleri, kaçarken Değiştirdiğim sayısız kan, bir her konaklama yerinde Ödediğim defterler İçime attığım taşlar tıkadı sarnıcımı Tuzun ve kirecin şerbeti dindi Kuzey defterleri güney rüzgarları arasında Mühürlü mektuplar taşıdım Bozgun zamanlarının çarşılarında dağıldı Başka bir kader için sakladığım kıymetler Ey benim ateşler kitabındaki babam Nerde sazımın mızrabı Nerde kehribarım Amcamoğlu beni bul Gidemem, bu yıl güney Zaman tanrı Zurvanic Beni de ezberine aldı Resimde ellerin örtülü olması Kaderin Esrarengiz karakterini simgeler Denedim kabartmaların hacminden öteye açılan bütün imkanlarını Ne yapsam gölgede kalıyordu Hem Hürmüz hem Ahriman Kendime dönecek bütün zamanı kılcala daraltmıştı Taşıl katmanlar Şimdiyse boşluğundayım Bir büyük kabartmanın Örtülü ellerin arkasında Gömleğimi ilikleyen kopça Gövdeme yazılan esrar Karışır yazının gövdesine Başkaları okudukça Amcamoğlu buradayım Otların gürültüsüne, taşların tarihine bak Mezopotamyadayım.. Murathan Mungan |
Tılsım ve Kum Tılsım ve Kum İçimdeki hayvanın suya indiği saatler Tılsım ve kum Gümüş kadar çıplak Altın kadar bulanık Sükut ve konuşmak Ve olmamış şeyleri hatırlamak Hatıra diye İçimdeki hayvanın suya indiği saatler Dışındaki derin uyku Dile kaçtım Cinnetinden, cehenneminden Dile geçtim Dile gelmezken Uykudayken söylediklerim Kum söndü Tılsımla dindim Murathan Mungan |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 16:05 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2