Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09.09.09, 06:45   #3 (permalink)
Kullanıcı Profili
Okyanus
Moderator

 
Okyanus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 9.373
Konular: 7149
Puan Grafiği
Rep Puanı:16317
Rep Gücü:20
RD:Okyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 54
889 Mesajına 1.404 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart --->: Türkiyenin Jeopolitik Konumu ve Türkiyenin Jeopolitik Konumunun Önemi

Türkiye'nin Yeni Jeopolitik Konumu

Soğuk savaş döneminin iki kutuplu yapısında Türkiye kutuplardan birine komşu olmasından gelen psikolojik baskıyı her an hissetmiştir. Özellikle,Stalin’in Türkiye üzerindeki toprak iddiaları,Türkiye’yi Batı İttifakına iterek NATO güvenlik şemsiyesi altına girilmiştir.bunun anlamı artık Türkiye’nin jeopolitik konumu itibarı ile,dünya adasının kilit noktası haline gelerek Sovyetlerin güneye inmesini engelleyen bir tampon bölge haline gelmesi idi. Soğuk Savaşın bitimi ile birlikte Türkiye’nin jeopolitik değerinin azaldığına dair yorumlar yapıldı ve bu tedirginlik hali dolayısı ile,ilerleyen yıllarda Türk siyasetçiler Türkiye etrafında dönen en küçük politik hareketliliğin dahi,batıya karşı Türkiye Jeopolitiğinin hala ne kadar kilit önemde olduğunu ispat için kullandılar.

Oysa Türkiye’nin jeopolitik öneminin azalması bir yana çevresinde ortaya çıkan yeni otoriteye boşlukları ile mevcut bulunan coğrafi ve tarihi bağlar,Türkiye’yi baştan kurulan bölgesel denklemlere gayri ihtiyari eklemişti bile. Balkanlar ve Kafkaslarda beliren siyasi boşluğu kendi lehine doldurmayı hedefleyen büyük aktörler,Sovyet Yönetimi altında unutulan etnik ve dini çatışma noktalarının yeniden gündeme gelmesine sebep olmuş ve bu iki bölge iki büyük savaş meydanına dönmüştür. Bu savaş alanı arasında ise her iki bölge ile derin tarihi ve kültürel bağları olan Türkiye vardır. Bu derin bağlar bölge halklarının yüzleştiği problemlerde Türkiye’yi bir kurtarıcı olarak görmelerine sebep olmuş Türkiye’nin omuzlarına yüklenen bu yeni misyonlar,ülkeye,bulunduğu jeopolitik konumu,tarihi, sosyal yapısı ve büyüklüğü dolayısı ile edilgen bir bölgesel güç politikası izleyemeyeceğini fark ettirmiştir. Almanya’nın bir anlamda “Drang nach Osten” politikasına devam ederek etki alanını Balkanlara yayma çabası,Sovyet yönetimi boyunca uyuyan “etnik çatışma canavarı”nı diriltmiştir. Almanya destekli Hırvatlar ve Rus destekli Sırplar arasında kalan Boşnaklar insanlık dışı saldırılara uğramış ve boyunlarındaki soykırım kılıcını hissettiklerinde Türkiye dışında hiçbir ülkeden aktif destek görmemişlerdi.

“Uluslar Hapishanesi” olarak nitelendirilen Sovyetlerin yıkılması ile kazandıkları bağımsızlıklar bu ulusların bazılarına daha çok esaret daha çok baskı dışında yeni bir şey getirememiş ve bu haklar için tek umut ve haklarını aktif olarak uluslararası arenada savunabilecek tek dost Türkiye görülmüştür.Balkanlarda Boşnaklardan Gagavuzlara,Kafkaslarda Çeçenlerden Azerilere ve hatta Abhazlara kadar tüm halklar ,Türkiye’yi varlıklarının devam edebilmesi için vazgeçilmez bir dost bilmektedirler ve siyasal manevralarında Türkiye’den destek ummaktadırlar.

“Balkanlar,Karadeniz,Kafkaslar,Orta Doğu ve Orta Asya olmak üzere başlıca beş ayrı bölgedeki bağımsız devletlerin hemen hemen büyük çoğunluğu Türkiye’ye komşu veya akraba bir konuma sahiptir.Bu nedenle ,bu devletlerin ortaya çıkışları olduğu kadar varlıklarını sürdürmeleri ve gelecek yüzyılda bağımsız bir yapılanma içinde olmaları Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği açısından son derece önem taşımaktadır.” Bu bölgelerdeki ülkelerin diğer büyük güçlerin etki alanına girmesi ve bu etki alanının Türkiye aleyhine genişlemesi,doğal olarak Türkiye’nin dış politikadaki manevra alanını daraltacaktır. Bu tehdidin asgariye indirilmesi için,Türkiye yakın çevresindeki ülkeleri ve Hazar Havzasının doğusunda kalan akraba ülkelerin bağımsızlığını güçlendirmek ve garanti altına alabilmek adına,söz konusu ülkeleri ekonomik,siyasi ve askeri entegrasyonlar konusunda teşvik etmek mecburiyetindedir.

Bu konunun önemi, ABD’nin Körfez Harekatı sonrası görülen gelişmelerle de tescil edilmiştir. Zamanla azalan Irak’ın merkezi otoritesi, Irak’ın işgaliyle ortadan kalktı ve Irak’ın kuzeyinde inşa edilen kürt devleti,Türkiye’nin bölgesel menfaatlerine tezat teşkil ettiği gibi, ülke içinde kürt nüfusunun çoğunlukta olduğu bölgelerde faaliyet gösteren ayrılıkçı hareketler için en azından manevi destek oluşturdu.

Türkiye’nin jeopolitik yönden en büyük zaafı,bilhassa Soğuk Savaş’ın bitimi ile güç kazanan ayrılıkçı kürt hareketedir. Bu zayıflık, tüm bölgesel ve küresel güç konumundaki hasımları tarafından kullanılmaya açıktır. Örneğin, Dugin “günah keçisi” ilan ettiği “Türkiye’de ki kürt ayrılıkçılığını desteklemek ve aynı zamanda İran’a etnik olarak yakın olan halkları laik-Atlantikçilik kontrolünden çıkarmak niyeti ile ön plana sürmek gerekliliğini” vurgulamaktadır. İşbu gerçekten hareketle,Türkiye’nin bağımsız ve iddialı bir dış politika stratejisi uygulayabilmesinin ilk şartı,iç politikada,devlet otoritesinin ve sivillerin otoriteye saygısının arttırılabilmesidir. Teritoryal bütünlüğünü koruyamayan bir Türkiye’nin kendi teritoryası dışındaki menfaatlerini savunması ve bağımsız ittifaklar oluşturma yetisi sıfıra iner.



Yeni Dünya Düzeninin,felsefi temeli olarak kabul edilen “globalleşme” akımının sac ayaklarından biri de ulus-devletlerin merkezi otoritelerinin,ülke içi bölgesel farklılıkları gündeme getirip destekleyerek,zayıflatmasıdır. Bu strateji “globalleşme” olarak tanılanmaktadır. Globalleşme stratejisi ulus-devletin örgütsel yapısını ve gücünü yıpratarak ülke içinde devleti mekanizmalarının kontrol edemeyeceği büyüklükte dışa bağımlı bir Pazar oluşturmaktadır. Aslında Globalleşme,tarih boyunca büyüklerin küçükleri sindirme politikası olan “parçala-yönet”in günümüze uyarlanmış,modern versiyonudur. Ülkemizdeki kürt ayrılıkçı hareketleri de bu politikanın tipik örneği olması,merkeziyetçi devlet yapısının ne denli vazgeçilmez olduğunu gösterir.

Türkiye,emperyalizmin panzehiri olan ulus-devlet yapısını muhafaza etmekle kalmamalı,komşuları ile de birbirlerinin bölünmez bütünlüğüne karşı hassasiyetleri çerçevesinde ilişkiler yürütülmesini sağlamalıdır. Bütünlüğünün herhangi bir sebeple zarar görmesiyle doğacak otorite boşlukları bu ülkeleri karşı karşıya getirebilecektir.

Bölgesel gelişmelerde,Türkiye’nin menfaatlerinin sağlanması diğer ülkelerin menfaatleri ile ne kadar örtüştürülebileceğine bağlıdır. Türkiye,dış orjinli bölgesel değişmelere karşı diğer bölge ülkeleri ile blok halinde kararlar alıp uygulamaya sokmalıdır.



ordan burdan derlemedir kaynak yazmıyordu.
--------------Tualimforum İmzam--------------
Okyanus isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla