tualimforum.com  

Geri git   tualimforum.com > KÜLTÜR VE SANAT > Kitaplar > Türk Edebiyatından Kitap Özetleri
amp;markreadhash=guest" rel="nofollow">Bütün Forumları okunmuş kabul etrel="nofollow">Bütün Forumları okunmuş kabul et
Kayıt ol Yardım Üye Listesi Ajanda Arama Bugünki Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et

Türk Edebiyatından Kitap Özetleri Türk edebiyatı kitap özetleri,Türkçe kitap özetleri...


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
İhsan Oktay Anar-Suskunlar
Konudaki Cevap Sayısı
0
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
1705

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler
Alt 09.09.08, 12:22   #1 (permalink)
Kullanıcı Profili
Moderator

 
Okyanus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 9.373
Konular: 7149
Puan Grafiği
Rep Puanı:16317
Rep Gücü:20
RD:Okyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond reputeOkyanus has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 54
889 Mesajına 1.404 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İhsan Oktay Anar-Suskunlar

İhsan Oktay Anar-Suskunlar

Eflâtun rengi hayaller kuran bir 'suskun'un sözleridir, bu roman. İşittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, satırlar akıp giderken. O ise, muzip bir tebessümle size eşlik edecek, sessizce... Sayfaları birer birer tüketirken, benzersiz erguvanî düşlerin 'gerçekliği'nde semâ edeceksiniz ve bu düşlerden âdeta başınız dönecek.

Hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz bu dünyanın tüm kahramanlarının seslerini duyacak, nefeslerini hissedeceksiniz. Çünkü Suskunlar, sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin, yani musikînin romanıdır. Sonsuzluğun derin sessizliğinin 'nefesini üfleyen' ve ona 'can veren' bir adamın hayallerinin ete kemiğe bürünmüş kahramanları, en az sizler kadar gerçektir; ya da siz, en az onlar kadar bir düş ürünü... Bağdasar, Kirkor, Dâvut, Kalın Musa, İbrahim Dede Efendi, Rafael, Tağut, Veysel Bey ve diğerleri... Onlar, sessizliğin evreninden İhsan Oktay Anar'ın düş dünyasına duhûl ederek suskunluklarını bozmuşlardır.

Bir meczûp aşkı tattı, bir âşıksa aşkına şarkılar yazıp ruhunu maviyle bezedi; diğeri, kaybolduğu dünyada bir sesin peşine düşerek kendini buldu. Nevâ, belki de, herkesin âşık olduğu bir kadının pür hayâliydi. Hayâlet avcısı, kendi ruhunu yakalamaya çalıştı. Zâhir ve Bâtın ise, zıtlıkların muhteşem birliğinde denge bulan iki ayrı gücün cisimleşmiş hâliydi.

Suskunlar'ı okuduktan sonra aynaya bakmak, yansıyan aksinizde gerçeği görmek, gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz. Sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de 'suskunlar'dan biri olacaksınız...



kitapla ilgili yorumlar:

***


CEMAL ŞAKAR
Bize masal içinde masallar anlatan İhsan Oktay Anar'ın son romanı Suskunlar, İletişim Yayınları arasından çıktı. Romanlarını, ele aldığı konuya ait geniş bir sözcük dağarcığıyla yazan Anar, son romanını da musiki etrafında kurar; tabii ki, musikiye ait oldukça geniş bir dağarcıkla. Bu konuda öylesine gayretkeştir ki, musikiye uzak biri için sözlükler de kâr etmez; tıpkı Amat'taki gemi ve denizcilik terimleri gibi.
"Başlangıçta sükût var idi. Ve her yer karanlık idi. Ve Yaradan Yegâh makamında terennüm eyledi." Bu yaratılışın birinci günüdür ve Yegâh makamındadır; ikincisi Dügâh; üçüncüsü Segâh; dördüncüsü Çârgâh; beşincisi Pençgâh; altıncısı Şeşgâh ve Tanrı'nın yaratış sonrası dinlendiği yedinci gün ise Heftgâh'dır. Heftgâh makamının niseb-i şerife sayısı da yedidir. Yedi sayısı, Suskunlar'da çok önemli bir simgeye dönüşür ve roman yedi günlük yaratış evresine uygun olarak Yegâh makamıyla başlar; Konstantiniye'nin yedi musiki üstadı birer birer öldürülür. Romanın son bölümünde Yedikule Kahini'ne yedi arkadaşı bir ayna hediye ederler. Kahin rüyasında yedi şehrin yedi kahinini görür. Dünyanın ikinci hakikatini göreceği bu aynada, yaşanan yedi olayı müşahede eder ve roman böylece son bulur. Elbette roman sadece 'yedi' simgesi üzerine kurulmamıştır. Zaman, mekan, kişiler, olaylar hepsi birer simgedir. Azazil, sonra Tağut olacaktır; Kabil, İsmail Dede, Pereveli İskender Efendi yani çembalo üstadı cüce; herkesi kendine âşık eden Nevâ; Bâtın, Zâhir, Dâvut, Eflâtun, Kalın Musa, Veysel Bey, Bağdasar, Gülâbi, Meymenet, Âmin, Firavun ya da tersinden Nuvarif, Muhayyer Hüseyin Efendi ve daha niceleri aslında roman boyunca kişileri temsil eden özel isimler olmaktan ziyade birer simge olarak vardırlar. Örneğin Kabil, ismiyle müsemma bir şekilde romana cellad olarak girer; ama Kabil öldürüldüğünde onun katili artık Kabil olmuştur. Ya da elleriyle bir felçliyi iyileştiren Zâhir. O da 'oniki' kişilik şâkirtiyle birlikte oturduğu iftar sofrasında kendisi için hazırlanan kavunu ve rakıyı şâkirtlerine üleştirir ve: "Alın! Bu kavunu yiyin! O benim etimdir! Rakıyı da için! O benim kanımdır!" der. Görüldüğü gibi bu atıflar açıkça Hz. İsa'nın 'son yemek' olarak bilinen Hıristiyan anlatısınadır. Zaten yemek sonrası 'Yâkuta' isimli bir santurî onu ispiyon eder. Zâhir başından ve ellerinden bir tomruğa bağlanarak işkenceler altında uzun bir yol yürümek zorunda kalır.

Simgeler sayesinde gizemli bir hâl alan romanda, iç içe anlatılan hikayeler de aslında yap-bozun parçacıklarıdır. Belki de bu nedenden dolayı roman sanki baştan sona doğru kurulmuştur. Aslında ilk sayfaları okuduğumuzda olay ya da olacak olanlar bize anlatılmıştır. Ama anlamlı bir bütüne ulaşabilmek için, anlatı boyunca serpiştirilen parçacıkları bulup yan yana getirmek zorundayızdır. Örneğin Cüce Efendi'nin niye musiki düşmanı bir adam olarak camide vaaz ettiğini anlamak için, romanın son bölümlerindeki parçaya ihtiyacımız vardır. Okuduğumuzun kurgu olduğunu, zaten romanın da bu kurgu için yazıldığını bize ihsas ettirmesi postmodern edebiyatın önemli unsurlarındandır. Zaten postmodernlere göre hayat da bir kurgudan ibaret değil midir? Üstelik kurgunun gerçeğe, gerçeğin kurguya inkılâp edip durduğu bir gerçeklik çevrimi içinde değil miyiz? "hayatında öyle bir olay olur ki, buna inanasın gelir! Bir de bakarsın ki, bu masal gerçeğin ta kendisiymiş!" Böylesi bir gerçeklik anlayışı elbette insanın bağlandığı, tutunduğu, kendisini tanımladığı temel değerleri değersizleştirmektedir. Tarih, tarih olmaktan; inançlar, inanç olmaktan, görünen dünya, göründüğü gibi olmaktan çıkmakta ve sadece romanın kurgusu içinde bir anlam kazanmaktadır. Kaçınılmaz olarak olaylar, olgular, gerçeklik romancının dünyagörüşüne göre anlamlı bir bütüne kavuşmaktadır. Binlerce yıllık simgeler romancının elinde bambaşka bir simge-simgelenen ilişkisine dönüştürülmektedir. 'Sultan Ahmed-i Sâni Han Efendimiz'in' devrinde, mevlevîhâne ve camiler etrafında kurulan romanda (belki Eflâtun hariç tutulabilir) herkes bir şekilde günaha bulaşmaktadır; daha doğrusu günah içinde debelenmektedir. Olumlu bir tip neredeyse hiç anlatılmaz. Amat'ı da semitik dinlerin neredeyse ortak bir biçimde anlattığı yaratılış alegorisi etrafında kuran Anar; Suskunlar'da da kişileri kendi kurduğu simgelerle çizmişti: içkinin, afyonun; alaverenin, dalaverenin gırla gittiği bir anlatışla.

Simge esasen nesne merkezli bir göstergedir. Nesneyle simge arasındaki simgeleme ilişkisi açıktır, bilinebilirdir. Anar, simgeyle simgelenen arasındaki bu ilişkiyi kırarak romanında onları 'inançları' etrafında yeniden biçimlendirmekte ve böylece Müslümanların binlerce yıllık simgelerini tanınamaz, bilinemez; dahası kirletilmiş, günaha bulaştırılmış bir hâle sokarak 'düşük'leştirmektedir. Zaten böylesi bir düşükleştirme gerçekleştirilmeden sözkonusu simgeleri postmodern romana taşımak olası değildir, akıl işi değildir. Zira sadece bir eğlence, haz ve dahi anlatmanın keyfi, anlatmanın eğlencesi olarak yazılan bu tür romanlarda zaman, mekan, kişiler, olay ve olgular da bu hizmete binaen vardırlar. 'Kendi'leri olarak var olmaları, romana bir 'büyük anlatı' olarak hakikati, gerçeği dayatma riskini taşırlar. Oysa postmodern romancı bir hakikati, gerçeği, doğruyu, iyiyi göstermek, anlatmak derdinde değildir. Zaten genellikle tarihe ve polisiyeye sığınmaları da bu nedenledir. Güncel olandan kaçmanın başkaca yolu yoktur. Tarihin güvenli uzamı (ki tarihi de 'retro bir senaryo olarak' inşa ederek) romancıya keyfî bir artalan her zaman sunar. Böylece bir şeyi seçmek; yanında ya da karşısında olmak zorunda kalmaz. "Kur'ân-ı Kerîm'i koruyan Allah, Tevrat'ı ve İncil'i niye koruyamamış da kâfirler bu kitapları tahrif edebilmişler?" diye satıraralarına 'zekice' sorular yerleştiren Anar; ayet, hadis alıntılamakta; kelâmi konulara atıflar yapmakta ve birçok İslam âlimini isimleriyle romanına taşımakta da herhangi bir beis görmez. Çünkü onun için her şey sadece romanda kullanılan birer 'malzeme'den ibarettir. Ayrıca postmodern romanın 'ansiklopedist' yanıyla da uyum içindedir. Herkesin bir sesin, bir nefesin, bir nağmenin yani Hayat Nefesi'nin peşinde koştuğu böylece belki de ölümsüz olacağına inandığı (Tağut tarafından inandırıldığı) romanda; 'Eflâtun, yegah perdesinde karar eder ve Yaradan'la, yegahta yekvücut olur. İbrahim Dede de Ene'l Hakk demeye ihtiyaç duymayan Eflâtun karşısında secde eder' ve böylece bir vuslat yaşanır. Bir başka vuslat da; Dâvut, Araban eseri çaldığında yaşanır: Herkesin âşık olduğu Nevâ kapının önüne çıkar; ikisi birlikte göklere doğru bir ışık olarak yükselen Âsım'ı görürler. Nevâ'nın ses, sedâ anlamını düşünürsek peşinde koşulan 'sesi' daha rahat anlamış oluruz. Bir de romanın başındaki Mevlânâ'dan yapılan alıntı bizim için çemberi tamamlar ve roman kendi üzerine kapanır: "Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür."

Artık Yedikule Kâhini'nin gören tek gözüne de ihtiyacı kalmamıştır: "Hakikati gören gözün başka hiçbir şey görmesine gerek yoktu. Yedikule Kâhini'nin yegâne gözüne de bu şekilde perde indi. Ama kör olmasına rağmen hiçbir şey görmüyor değildi. Gözlerinin ona gösterdiği yegâne şey, o uçsuz bucaksız karanlıktı. Tıpkı sessizliği dinleyen Eflâtun gibi, kâhin de sustu. Belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu."




***
İhsan Oktay Anar Puslu Kıtalar Atlası'ndan Amat'a kadar sürdürdüğü terminoloji şovuna bu kitabında da devam etmiş.Diğer kitaplarında olduğu gibi yine kendinizi kitabın büyüleyici akıcılığına bırakıveriyosunuz. Bu akıcılığa kendinizi öyle kaptırıyorsunuz ki tek tek gördüğünüzde sözlük karıştırmadan anlamını sökmeniz mümkün olmayan kelimeleri cümlelerden rahatça yorumlayabiliyosunuz.Bu elbette ki yazarın dilimizi kullanma ustalığından başka birşeyle açıklanamaz.

Kahramanlar ise yine mistik,otantik ama bir o kadar da hayatın içinden biri gibi.Hasis mi hasis Kalın Musa,oğlu Veysel, torunları Eflatun ile Davut..Herbirini gündelik yaşantınızdaki herhangi birilerine benzetmeniz içten bile değil.
Kurgu hakkında yazar İhsan Oktay Anar olunca pek fazla bir şey söylemeye gerek yok.Yazar bu konuda gerçekten tartışılmaz olduğunu yine ispatlamış.Öyle ki 'yine kitap dağıldı,şu karakter arada kaynadı heralde..' gibi düşüncelere daldığınız anda olaylar ve karakterler öyle bir düğümleniyor ki 'yok artık' diyiveriyorsunuz.
Yine de kitapda birkaç anlatım bozukluğu,bir o kadarcık yazım yanlışı ve gözden kaçmış bilgi çelişkileri yok değil.Tabi bu kadar güzelliğin yanında bu minicik hataların lafı bile olmaz.Hem kimbilir, belki de yazar kitapdaki Neyzen İbrahim Dede gibidir ve 'tek bir kusur bırakmak' imzasıdır...
--------------Tualimforum İmzam--------------
Okyanus isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
anarsuskunlar, oktay, İhsan


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar son Mesaj
İhsan Varol Kimdir,İhsan Varol Resimleri,İhsan Varol Biyografisi,İhsan Varol Hakkında Başak Diger Ünlülerin Biyografileri 1 25.04.14 18:41
Anar Nağılbaz Biyografisi - Anar Nağılbaz Kimdir - Anar Nağılbaz Hayatı - Anar Kartal Yabancı Şarkıcıların Hayatları ( Biyografileri ) 0 12.01.13 17:52
İhsan Oktay Anar Biyografisi,İhsan Oktay Anar Hayatı,İhsan Oktay Anar Başak Türk Edebiyatçıların Hayatı ( Biyografisi ) 0 24.05.10 18:02
İhsan Oktay Anar Biyografisi,İhsan Oktay Anar Hayatı Sude Türk Edebiyatçıların Hayatı ( Biyografisi ) 0 16.06.09 22:17
Puslu Kıtalar Atlası / İhsan Oktay Anar SERDEM Türk Edebiyatından Kitap Özetleri 0 21.11.08 12:07


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:52 .


Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2